Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
1. 16 Aralık 1918 de ve 20 ocak 1919 da, Tehcir kararı ve uygulamasında suç işlediği iddia edilen kişileri yargılamak üzere, Divanı Harbi Örfi adı verilen , özel görevli mahkemeler kurulmuştur. 16 Aralık 1918 de kurulan İstanbul’da meydana gelen olayları, 20 Ocak 1919da kurulanar da İstanbul dışında meydana geldiği iddia edilen olayları yargılayacaktır. (1 ) 2. Nutuk’dan Efendiler, İstanbul'dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, «İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan İstanbul'daki siyasî temsilciliğine gelen ve siyasî temsilcilik tarafından da resmen hükûmete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilâf Devletleri'nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir» denilmekte ve bazı hususlar, özellikle «şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması» tavsiye edilmekteydi. Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul'un da alınması kararlaştırılmıştı. Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul'u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilâf Devletleri, yalnız İstanbul'u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu? Veyahut da Efendiler, İtilâf Devletleri Kuva-yı Milliye'nin işgal bölgelerinde, işgal «kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükûmeti'nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere, İtilâf Devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul'u da mı işgal etmek niyetindeydiler? Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükûmeti'nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu. Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddî olarak kabul edilebilirdi? İzmir ve Aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? Yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı. O günlerde İzmir'e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı. Gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi. Bu durum karşısında, Efendiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı? Memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan Kuva-yı Milliye'yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı? Geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, millî dâvâdan hemen vazgeçmek doğru olur muydu? Yalnız İstanbul'un değil, Boğazlar'ın, İzmir'in, Adana bölgesinin, kısacası millî sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklarının egemenliğimiz altında kalması millî gayemiz değil miydi? Bu duruma göre, yalnız İstanbul'un, Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı vaadi karşısında, Osmanlı Devleti'nin sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da, Türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi? Vahdettin'in sadrazamı, Kuva-yı Milliye'yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihî sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu? Efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükûmetin istek ve emrine, milletçe de Kuva-yı Milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi II-Lord Curzon’un Amiral Calthorpe’a gönderdiği 5 Şubat 1919 günlü talimat şudur: “158 ve 170 sayılı telgrafınızdan anladığıma göre, Türk Hükümetini arzuladığımız yönde harekete geçirmek için herhangi bir baskıya gerek yoktur. Sadece kendisine destek vaadinde bulunmamız yetecektir. O halde, aşağıdaki nedenlerden dolayı, sizce ya da ilgili komutanlarca teslim alınmaları gerekli görülecek Türk subayları ile görevlilerinin size ya da en yakın Müttefik komutanına teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat vermelisiniz…..158 sayılı telgrafınızın son fıkrasında önerdiğiniz gibi kendisini destekleyeceğimiz konusunda Padişaha güvence veriniz.” Londra hükümeti 7 çeşit suç sıralamıştır. Suçlar öç alma hırsıyla hazırlanmıştır, ön yargılıdır. 7 sınıf suçun her biri alabildiğine keyfidir, kaypaktır. “Mütareke hükümlerine uymakta kusur etmek” suçu, İngilizlerin keyfine göre yorumlanmaya elverişlidir. Mütareke, Türkiye’nin paylaşılmasına, Türk ulusunun kendi toprakları üzerinde bağımsız yaşama hakkının kaldırılmasına doğru yürütülmekteydi. Öyle olunca, bunu hazmedemeyecek her Türk, kolayca suçlanabilecek, askeri mahkemeye verilebilecekti. Yalnız bu suç bile, bütün Türklerde bir korku havası yaratmaya yetecekti….İngilizler, “Türk savaş suçluları” kavramını icat ederken, İttihatçı-İtilafçı diye bir ayrım gözetmezler. Böyle bir ayrım, Padişahın kafasında vardır. Padişah, İngilizlere dayanarak İttihatçıları cezalandırmak kararındadır. İngilizlerin kararı ise Türk’ü cezalandırmaktır. İngiliz icadı suçlarla, İtilafçılar da kolayca suçlanabileceklerdir. Ancak kayıtsız, şartsız İngiliz uşaklığını kabul edebilenlerdir ki, “suçsuz” sayılabileceklerdir. Sömürgecinin istediği de budur: Kayıtsız şartsız uşaklık! Tek sözcükle, İngiliz planı, Türk ulusunu boyunduruk altına alma planıdır. BEKİRAĞABÖLÜĞÜ 1919 yılının ilk günlerinde, Tevfik Paşa hükümeti zamanında İstanbul’da bazı kişilerin tutuklanmasına başlandı…Ülkede yaman bir yıldırma başlatılmıştır. İstanbul’da tutuklananlar çoğunlukla Bekirağa Bölüğü adı verilen Harbiye Nezareti Cezaevine tıkılıyorlardı. Ocak ayında başlayan tutuklamalar, Şubat, Mart aylarına doğru gittikçe artarak korkunç bir “insan avı” biçimine dönüşecek, Bekirağa Bölüğü de günden güne tıklım tıklım dolacaktı. Bu cezaevine tıkılan sözde “savaş suçluları” ileride ya Malta’ya sürülecekler ya da düzmece sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüleceklerdi. İçlerinden ipe çekilenler bile olacaktı. 5 Ocak 1919’da Kırklareli Mutasarrıfı Hilmi Bey İstanbul’da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Ertesi gün Çorum Jandarma Komutanı Mehmet Tevfik Bey, Trabzon Gümrük Memuru Mehmet Ali Bey ile tüccardan iki kişi daha tutuklanır. 7 Ocak günü İngiliz Yüksek Komiseri, Osmanlı Dışişleri Bakanıyla görüşür, “Türk savaş suçlularını”nın cezalandırılmasını ister. “İyi niyet yetmez, sonuç bekliyoruz” der. Aynı gün Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey İstanbul’da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Bu genç Mülkiye amiri birkaç ay sonra, Ermeni yalancı tanıklarının sözlerine dayanan düzmece Sıkıyönetim Mahkemesince idama mahkum edilerek, Bayezit Meydanında asılacaktır. 13 Ocak günü üç sivil memurla bir teğmen Bekirağa Bölüğüne yollanır. Derken tutuklamalar daha yüksek görevlilere sıçrar. 14 Ocak’ta eski Sivas Valisi Sabit Bey, 18 Ocak’ta eski Musul Valisi Mehmet Memduh Bey, 21 Ocak’ta yine eski Sivas valilerinden Ahmet Muammer Bey tutuklanır. 30 Ocak günü eski Bursa valisi Ali Osman Bey Bekirağa Bölüğüne yollanır. Arada 5 kişi daha yakalanıp Bekirağa Bölüğüne yollanmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri, Bekirağa Bölüğünün hemen her gün yeni yeni sanıklarla dolmasını sevinçle karşılar. Padişah hükümetinin tutumunu “pek memnuniyet verici” gördüğünü Londra’ya bildirir: “Türk hükümetinin tutuklamalara başlayarak, giriştiği hareket pek memnuniyet verici. Bunun çok iyi bir başlangıç olduğunu söyleyerek, sözlü olarak, hareketi onayladığımı bildirdim. İçişleri Bakanına yeni adlar vermek niyetindeyim….Padişahın desteğiyle ayakta durabilen bugünkü hükümetin güçsüzlüğünü tamamen kabul ediyorum…Bu arada aleyhimizde bir akım gelişmektedir, bunun sonucu olarak kesinlikle bize karşı bir hükümet iş başına gelebilir. …Anadolu, İngiliz askeri bölgesi içinde kalmaktadır; ama Anadolu’da şimdilik kuvvetimiz yok…Bu bakımdan şimdiki Türk hükümetiyle, özellikle de bize dayanmak istediğine inandığım Padişah aracılığıyla iş görmemiz her zamandan daha fazla gereklidir., sanırım. Bunu yapabilmemiz için kendilerine biraz cesaret vermemiz gerek. Tutuklamaların, Padişah ile İçişleri Bakanının eseri olduğu kanısındayım. Dışişleri Bakanı, bizim resmen istekte bulunmamıza değin, tutuklamaları geciktirmekten yanaydı…Şimdiye kadar, gerçekten önemli 40 kişi tutuklanmış bulunmaktadır.”. Bekirağa Bölüğü’nün 1919 yılı Ocak ayı bilançosu kısaca budur. 40 kadar önemli tutuklu, ikinci derecedeki tutukluların ise sayısı belli değil. Ve bu henüz bir başlangıçtır. VALİ DR. REŞİT Ocak 1919 da İstanbul’da yakalanıp, bölüğe gönderilen eski Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey’in suçu Diyarbakır’a gönderildiği zaman orada Ermeni ihtilal kazanının patlama noktasına vardığını görmesidir. 25 Ocak 1919 günü, Bekirağa Bölüğü’nde bir olay patlak verir. İlk tutuklulardan eski Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey, cezaevinden kaçmayı başarır. Olaya büyük siyasi önem verilir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri, idam ettirmeyi umduğu Dr. Reşit Bey’in kaçtığını duyar duymaz küplere biner. İtilafçı İstanbul basını da, Dr. Reşit Bey’in kaçışını İttihat ve Terakki’nin bir tertibi olarak görür. Sorumluların en sert biçimde cezalandırılmalarını ister. İstanbul polisi seferber edilir. Reşit Bey’in deyimiyle, “Ermeni tazıları” da polise katılır. Bu sıkı arama sırasında Reşit Bey, dost bildiği kimselerin evlerinde pek barınamaz. Anadolu’ya geçmek ister ama bu düşüncesini gerçekleştiremez. Dostları kendisine teslim olması için öğüt verirler. Sinir krizleri geçirir adeta. Saklandığı evden dışarı çıkar Beşiktaş tarafında tanınır. İçlerinde Ermenilerin de bulunduğu polisler peşine düşerler. Beşiktaş ile Nişantaşı arasındaki bayırda, etrafını sararlar. Reşit Bey, yakalanacağını anlar, beynine bir kurşun sıkarak, yaşamına son verir. Cebinde vasiyetname niteliğinde şu mektup çıkar: “Pek sevgili refikam ve çocuklarım. Firarımdan dolayı(…) Muhafız Paşa ile Polis Müdürü bütün şiddet ve kuvvetleriyle beni arıyorlar. Ermeni tazıları da bunlara iltihak etmişlermiş,. Gayretsiz ve hissiz bazı dostlarımın ihmali, programımı sekteye uğrattı. Utanmadan, teslim olmaklığımı tavsiye ediyorlar. Neticeyi karanlık görüyorum. Yakalanıp, hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için, son dakikada intihar etmek fikrindeyim. Rövelverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini tamamiyla size hasr ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare, her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. İstikbalinizi düşünemedim. Herkes beni Ermeni malı ile zenginleşmiş biliyor. Halbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum. Bu da talihin bir cilvesi…” İngiliz Yüksek Komiseri, Dr. Reşit Bey olayının böyle bir dramla sonuçlanmasından memnun kalır….Amiral Calthorpe’un Babıail üzerindeki baskısı boşa gitmemiştir. Bir ittihatçı, bir “savaş suçlusu” yok edilmiştir. Dr. Reşit Bey’in Beşiktaş sırtlarında bir av hayvanı gibi kovalanması ve intihara zorlanmasıyla öteki “savaş suçlularına” da bir ders verilmiş olduğu düşünülür. Calthorpe, Londra’ya şunları teller: “Tutuklamaların etkisi, her bakımdan fevkalade oldu. Hiç değilse İstanbul’da İttihat ve Terakki Komitesi’nin yıldırıldığını sanıyorum. Reşit Bey 6 Şubat’ta tekrar yakalandı ve onun üzerine intihar etti” KARA LİSTELER Kara liste deyimi ilk kez 17 Ocak 1919 günü resmen kullanılmaya başlanmıştır. Bundan önce de İngilizlerin “Suçlu Türkler” listeleri hazırladıkları görülmüştür ama bunlara resmen kara liste adı verilmemiştir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğinde kara liste hazırlamakla görevli bir şube vardır. Ermeni-Rum Şubesi adını taşır. Türkler aleyhinde ihbarlarda bulunmaları için Ermenilere, Rumlara, hatta İngilizci Türklere yeşil ışık yakılmıştır. Azınlık örgütleri, “Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Muhibler Cemiyeti” kara listeler hazırlanmasında İngilizlere yardımcı olurlar. İngilizlere ihbarlar yağar. Bunların büyük çoğunluğu pek saçma sapan şeylerdir ama İngilizlerce resmi işleme konur. Amiral Calthorpe, bir raporunda Şubenin çalışmaları ile ilgili olarak özetle şu bilgileri verir: “Ermeni-Rum şubesi iki çeşit fiş tutar; kişi fişleri, olay fişleri. Kişi fişlerinde 600-700 ‘suçlu’ Türk’ün adları bulunmaktadır. Kişilerle ilgili ihbarlar, bilgiler kısaca bu fişlere işlenir. Olay fişlerinde, ‘suç’ olayının yeri, buna karışanların adları bulunur. Bütün bilgiler İstanbul’da “Ermeni Haberleri Bürosu’ndan ya da İstanbul dışındaki Ermenilerden toplanır. Şubenin kendisi, ancak pek seyrek durumlarda mahkeme önünde tanıklık edebilir, mahkemelerde ifade verebilir. Ama mahkemelere kimlerin tanıklık edebileceklerini gösterir. Şube dışarıyla ilişkisini ‘Ermeni Haberler Bürosu” aracılığıyla sağlar; öteki haber kaynaklarıyla doğrudan doğruya ilişki kurmaz. Şube, ‘suçlu’ kişilerle ilgili fişlerinin sayısını çok artırabilir.” Bu şubeden başka, İngiliz Askeri Haberalma örgütü de kara listeler hazırlar. 1919-1920 yıllarında İngiliz makamlarının, Türk hükümetine verdikleri kara listelerin bir bölümü Yüksek Komiserlikçe, bir bölümü de İngiliz Askeri makamlarınca hazırlanmıştır. Kara listelerin hazırlanmasında hiçbir ölçü yoktur. Sorumsuz kişilerin akıl dışı iftiraları kara listelere dayanak yapılır. Sözgelişi Dr. Sirounian adlı bir Ermeni, Türklerin Kut-el-Amara’da İngiliz tutsaklarına yaptıkları sözde zulümleri ihbar ederken, “23 astsubay ile birçok erin sünnet edildiklerini” ileri sürer. Aynı muhbir, Ali İhsan Paşa’nın Ermenilerden 120 araba dolusu nadide halı toplatıp, İstanbul’a yolladığını, bunların paralarıyla kendisine Bebek’te iki yalı satın aldığını ileri sürer. Bu saçma sapan iftiralar, İngiltere Bakanlar Kurulu’na kadar çıkar. İngiliz devlet adamları, Türklerin savaş tutsaklarını “sünnet ettikleri” laflarını ciddiye alırlar. Mr. Chamberlain, “Bunlar korkunç şeyler” diye yazar. Zaman bakımından da hiçbir ölçü tanınmaz. Türklerin işledikleri sözde suçlar, çok gerilere götürülür. Birinci Dünya Savaşı ya da Mütareke dönemleriyle sınırlı kalmaz. Musul’daki İngiliz siyasi temsilcisi Mr. Mc Dowell. 40 yıl kadar önceki “suçları” da kara liste hazırlamak için kullanır. Birinci Dünya Savaşından 31 yıl önceki “suçları” sıralar. Bu saçma rapor da resmi işleme konur, Paris Barış Konferansına kadar gider. (Şimşir) III-İŞGAL ORDULARI VE MAHKEMELER İşgalci Britanya yetkilileri, Osmanlı görevlilerine cezalandırılmasını istediklerinin adlarını veriyorlardı. ( Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu (Ataöv, ileri yayınları 2. bası,) s.144 ve devamıı) (Odabaş- mahkemeler bizim, kararlar işgal kuvvetlerinindi.) İşgali şekilsel olarak haklı göstermek için her türlü eylem yapılmıştır. Burada ahmakça olan, işgalciye şirin görünerek yer edinmeye çalışan yöneticilerin tutumudur. Mevcut durumdan yarar umarak, hem işgalciye yaranma hem de rakip partiyi bitirme gayreti vardı. İttihat ve Terakki Partisi şamar oğlanı rolünde idi.Kasaptan medet uman kurbanlık misali(Cevizoğlu)) işgalciye şirinlik yapıldı. (Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ferudun Ata-. İşgal İstanbul`unda Tehcir Yargılamaları)...Kitaba göre, Osmanlı hükümetinin dönüşüne izin verdiği Ermeniler`i kıt imkanlarla en iyi şekilde yerleştirmesine ve mallarını iade etmesine rağmen, İtilaf Devletleri ve özellikle İngiltere, iskan ve malların iadesi meselesini Osmanlı Devleti`nin iç işlerine karışmak için önemli bir koz olarak kulandı. İstanbul`daki İngiliz Yüksek Komiseri`suçlu` gördüğü Türkler`i yakalatmak ve bir an evvel ceza vermek için hem padişaha hem de hükümete baskı yapıyordu. Ancak, suçluların cezalandırılması için takip edilmesi gereken prosedür uzun bir yoldu. Bu nedenle süratli ve kesin kararların alınacağı bir mahkemenin acilen kurulması gerektiği düşünüldü. `Bu bakımdan ülkeyi savaşa sokarak mahvedenlerin ve Ermeniler hakkında yapıldığı iddia olunan birtakım suçun faillerinin hemen cezalandırılmasının kesin yolunun `olağanüstü` bir mahkeme kurulmasından geçtiğine inanılmıştır.(Açıklama-Odabaş/ İlahi adaleti sağlamak gibi bir gayret düşünülemez. Bir suçun cezalandırılması değil, karşısında oluşabilecek güçleri tasfiye etmek kazanılan zaferi, psikolojik olarak perçinlemek, düşman güçleri –yani Türkleri- tam olarak ortadan kaldırmak gayreti vardır) İtilaf Devletleri ve İttihat ve Terakki Fırkası karşıtlarının, `suçluların bir an önce cezalandırılması` konusundaki baskıları artınca, hükümet 1909`dan beri devam etmekte olan İdare-i Örfiyenin varlığını Divan-ı Harb-i Örfilerin kurulması için önemli bir dayanak olarak gördü. Hükümet, 14 Aralık 1918`de Divan-ı Harb-i Örfinin kurulmasını kararlaştırdı. (Odabaş-İttihat ve Terakki ile ilgili tüm oluşumları, sonuç itibarı ile devlet güçlerini tasfiye etmek isteyen, yalnızca işgalciler değil, mevcut durumdan yarar uman, işgalciye dayanarak güçlenmek isteyen İtilaf ve Cumhuriyet Partisi yönetimidir. Damat Ferit Paşa bu partinin lideridir ve işgal dönemi sadrazamıdır. İşgal güçlerine şirin görünmek için, üst düzey bazı yöneticilerin şekilsel bir yargılama sonucu idamını veya etkisiz hale getirilmesi sağlanmıştır.) 16 Aralık 1918`de İstanbul`da Divan-ı Harb-i Örfisi, 20 Ocak 1919`da da İstanbul dışındaki tehcir suçlularını yargılamak üzere 8 yerde Divan-ı Harb-i Örfi kuruldu. Bağımsız yargıçlar istenmedi (Ferudun Ata) (Odabaş- talimatlara uyacak bir mahkeme sistemi ile çalışmak amaca uygundu işgaciler için.) ..................... Mustafa Kemal ve arkadaşları da bu mahkemelerde yargılandı Kitabın sonuç bölümünde, İtilaf Devletleri`nin mütarekeden sonra işgal altındaki Osmanlı hükümetlerine kurdurdukları Divan-ı Harb-i Örfileri bir koz olarak kullanma çabası içinde oldukları belirtilerek, görünüşte sadece ittihatçıların yargılanmasının amaçlandığı, ancak gerçekte bu devletlerin menfaatine karşı çıkan herkesin cezalandırılmak istendiği kaydediliyor. (Odabaş-Burada söz edilen ceza ve cezalandırmak sözcükleri, hukuki değil siyasi kavramlardır. Amaç da yukarıda belirtildiği gibi “görünüşte sadece ittihatçıların yargılanmasının amaçlandığı, ancak gerçekte bu devletlerin, yani işgal devletlerinin, menfaatine karşı çıkan herkesin cezalandırılmak istendiği” görülmektedir. ............................ Eserde, şu hususlara dikkat çekiliyor: `Bunun en açık ispatı, söz konusu bu mahkemelerin bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa dahil, milli mücadeleye destek veren herkesi yargılayacak olmasıdır. Ayrıca Ermeni taraftarları, bu fırsattan istifade diyerek, sözde `Ermeni katliamı`nın sadece ittihatçılar tarafından değil, bütün bir millet tarafından gerçekleştirildiği iddialarını da dile getirerek, Türk milletinin tamamını suçlama gayretine girişmişlerdir.`( 2005-07-18 Milli Gazete ) (Odabaş-Burada, Ermeni’lerin korunması gibi bir amaç olmayıp, Atatürk’ün belirttiği gibi, Mumcu’nun belirttiği gibi emperyalistlerin Ortadoğu’daki çıkarlarını koruma düşüncesi vardır. Yıllar sonra, Hrant Dink de benzer açıklamayı yapmıştır. Kaçaznuni’nin açıklamaları tam bu noktada değerlendirilmelidir. (Odabaş-Sadrazam Ferid Paşa Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nın reisiydi. İttihadçılara karşı da büyük nefret hisleriyle doluydu. Fırkacılık Osmanlı Devleti'nin son senelerinde bir hastalık haline gelmiş en umulmadık zamanlarda bile büyük gaileler çıkarmıştı. Nusret Bey’in İdamından Sonra Nusret Bey’in Ailesine Yapılan Yardım 1 Ağustos 1920 sabahı tıpkı Kemal Bey gibi Bayezid Meydanında idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in bu acı sonundan hemen sonra Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Başkanlığındaki TBMM 11 Ağustos 1920 tarihli kararıyla yukarıda da bahsedildiği gibi bu mahkemeleri lağvetmiştir. Daha sonra ise 25 Aralık 1921 tarihli Nusret Bey’i “Milli Şehit” ilân eden kanunu çıkarmış ve Nusret Bey’in geride bırakmış olduğu hanımı ve çocuklarına maaş bağlamıştır.) 1919 Divanı Harp İkinci olarak tehcirden yaklaşık 4 yıl sonra, 1918 yılında 1. Dünya Savaşı`nın malubu olarak Osmanlı Hükümeti galip güçlerin baskısı ve etkisi altında Ermeni tehcirindeki hata ve sorumlulukları yeniden masaya yatırmak zorunda kalmıştır. Meclis`te yapılan görüşmelerde Rum ve Ermeni mebuslar oldukça etkili olmuş, ayrıca İttihad ve Terakki ile hesaplaşmak isteyenler de Ermeni meselesini bu kişilerden intikam almak ve işgalci güçlere yaralanabilmek için iyi bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Tetkik-i Seyyiat Komisyonu`nun gördüğü gerek üzerine 16 Aralık 1918 tarihine kadar Diyarbekir eski valisi Dr. Reşid Bey (25 Ocak`ta Bekirağa Bölüğü`nden firar etmiştir), Sivas eski valisi Muammer Bey, Mamüretülaziz eski valisi Sabit Bey, Musul eski valisi Memduh Bey, Divan-ı Muhasebat mümeyyizlerinden Macid Bey ve Boğazlıyan(Yozgat) eski kaymakamı Mehmet Kemal Bey tutuklanmışlardır. Hükümet 14 Aralık 1918 günü yapılan araştırmalar üzerine yurdun çeşitli yerlerinde Ermenilere tehcir esnasında fena davrananları tespit etmek ve suçları sabit görülenleri yargılamak üzere karar almıştır. Bu çerçevede ilk divan-ı harp de İstanbul`da kurulmuştur. Mahmud Hayret Paşa başkanlığındaki mahkemenin üyeleri arasında Ermeni, Rum ve Yahudiler de bulunmaktadır ve üyeler meseleye hiç de objektif bakan insanlar değillerdir. 25 Aralık 1918 tarihli bir kararname ile ise tüm Osmanlı Ordusu subaylarının ve memurlarının rütbe ve derecelerine bakılmaksızın yargılanabilmesinin önünü açan bir kararname yayınlanmıştır. Böylece hiçbir yetkiliyi herhangi bir gerekçe ileri sürerek üstlerinin koruması mümkün olamayacaktır. Tüm bu çabalara karşın İngilizler, hükümeti yavaş davranmakla ve yeterince tutuklamada bulunmamakla suçlamışlar e baskılarını arttırmışlardır. İngilizlerin bu konudaki iddialarını dayandırdıkları ellerindeki tüm belgeler ise tahmin edilebileceği üzere Ermeni radikallerin hazırladığı belgelerdir ve pekçoğu düzmece ya da aşırı yorumlanmış belgelerdir. Ocak ayında 27 İttihat ve Terakki üyesi daha tutuklanmış ve yine Bekirağa Bölüğü`ne hapsedilmiştir. Yozgat ile ilgili olarak Boğazlıyan kaymakamına ek olarak Yozgat Jandarma Kumandanı Binbaşı Tevfik Bey ve Yozgat evkaf memuru Feyyaz Ali Bey`ler de 1918 sonu ve 1919 başında tutuklanmışlardır. Suçlamalar pekçok Ermeninin haksız yere öldürülmesi, öldürülmelerine engel olunmaması (sebep olunması) ve/veya mallarının gasp edilmesi şeklinde olmuştur. ( (Odabaş-Tehcir kararı alındığı dönemdeki Osmanlı Meclisinin, aynı şekilde özel mahkemenin kurulmasına ilişkin kararı alan meclisi oluşturan milletvekillerinin bilinmesi gerekir. İşgalcilerden yarar uman onlara hoş görünmek isteyen, din istismarı yapan , kendince particilik yapan kişileri objektif olarak değerlendirmeliyiz) Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu (Ataöv, ileri yayınları 2. bası,) s144 ve devamıı IV-MAHKEMELER KARARLAR VE ADALET Britanyalılara Halep ve Musul’u işgal etme olanağını tanıyan birkaç haftalık gecikmeden sonra, 31 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı’nın kayıtsız şartsız teslimini belirledi.(s.144) Ermenilere uygulanan zorunlu göç koşulları, özellikle de geride bıraktıkları taşınmaz malların ne olacağına ilişkin ayrıntılar, daha önce de araştırma konusu olmuştu. (145) Yozgat göç olayını ele almış olan mahkemede, konuşan savcı Sami Bey, savaş yıllarında bile, 67 idam da dahil, olmak üzere bir çok cezaların verildiği, O tarihte suçlu bulunanların sayısı 654 e varıyordu.(s.146) Yasa dışı eylemlerle bir bağlantısı olmayan, kimi Türkler zindanları ve ipi boylarken, çoğu Türk olan müslümanların kanını akıtmış olan silahlı Ermeni çeteleri, tek tek ya da taburlar görünümünde, başkent İstanbul sokaklarında, ellerini ve kollarını sallaya sallaya dolaştılar.(s..147) Böylece sıkıyönetim mahkemeleri, suçsuz olanlar da dahil olmak üzere, Türkleri ve yalnız Türkleri yargıladılar ve cezalandırdılar. İşgal birlikleri, içinde mahkeme üyelerinin bulundukları yapıları dışarıdan çevirmişlerdi. Antant üyeleri, bu mahkemeleri bir an önce karar vermeleri için zorluyorlardı. Osmanlı Heyeti Vekilesinin 14 Aralık 1918 tarihli kararıyla kurulan, ilk yedi üyelik mahkemesinin üç üyesi Müslüman değildi.6 mahkeme daha, 8 Ocak 1919’da kimi Anadolu kentlerinde kuruldu. Bunların içinde en canlısı başkenttekiydi. İlk tutuklanan Diyarbakır Valisi Reşit Bey oldu. 1919 yılı başında gözaltına alınanların sayısı, 130 du. Bu sayı yıl sonunda 321’e ulaştı. ....gözaltına alınanlardan Diyarbakır Valisi Dr. Reşit, oradan kaçtıysa da, sonra intihar etti. (s147) İşgalci Britanya yetkilileri, Osmanlı görevlilerine cezalandırılmasını istediklerinin adlarını veriyorlardı.(Not.Odabaş .. Önemli ve kilit noktalardaki devlet adamları ve askerlerin cezalandırılması vs. bahanesi ile imhası, tasfiyesi sağlanıyordu. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yapılmasını engellemeyen valiler ile Samsun’un Batum’dan getirilen İngiliz Askerleri tarafından işgalini önleyen Refet Bey ile, Türkiye’nin bağımsızlığı için oluştrulan Heyeti Temsiliye’nin tüm üyeleri, bu arada Halide Edip Adıvar hakkında idam fermanı çıkarılmıştır.( Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu (Ataöv, ileri yayınları 2. bası,) s.144 ve devamıı) (Odabaş-İşgali şekilsel olarak haklı göstermek için her türlü eylem yapılmıştır. Burada ahmakça olan, işgalciye şirin görünerek yer edinmeye çalışan yöneticilerin tutumudur. Kasaptan medet uman kurbanlık misali(Cevizoğlu)) Nemrut Mustafa Paşa Mütareke döneminin ilginç şahsiyetlerinden ve aslen Süleymaniyeli babanzade ailesine mensup olan Nemrut Mustafa paşa, Osmanlı ordusunda Mirlivalığa (Tugerenal) kadar yükselmiştir. Mütakere sırasında kurulan Divan-ı Harb-i Örfi'ye üye atanmış, daha sonra Damat Ferit zamanında mahkeme reisi olmuştur. İttihat ve Terraki, Boğazlıyan, Trabzon, Büyükdere, Elazığ Ermeni Tehciri yargılamalarında bulunmuş, özellikle reislik yaptığı davalarda, hukuku hiçe sayan ve son derece acımasız davranışlarıyla, halk arasında "Nemrut Mustafa ve ya Kürt Mustafa Paşa" diye şöhret bulmuştur. Yalancı şahitler dinleyerek sahte bir kararla Urfa Mutasarrıfı Nusret bey'i idam etmiş, sonra kendisi de mahkum olmuştur. On günlük Bursa Valiliği sırasında çeşitli olaylara karışmış, I. Dünya Harbinde şehit olan askerle için, onlar şehir değil, köpek ölüsünden farları yoktur" diyerek tepkisini koymuştur. Nemrut Mustafa Paşa, Atatürk ve Milli Mücadele liderlerine idam kararı veren mahkemenin reisiydi. Lozan Antlaşması gereği 150'likler listesine alınmış ve yurtdışında ölmüştür. (-Ferudun Ata--Süleymaniyeli Nemrut Mustafa Paşa) KAYNAKÇA 1.Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi,Prof Dr. Zeynep Korkmaz, 2003 2.Ataöv, Türkkaya, Prof. Dr. Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu, İleri yayınları,2.bası, 2007 3.Halaçoğlu, Yusuf, Prof. Dr., Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılığı, 7. Baskı, 4.Halaçoğlu, Yusuf, Prof. Dr.,Tarih Gelecektir, BKY ajans, 5. Baskı, 2008 5. Kaçaznuni, Ovanez, Taşnak Partisinin yapacağı Bir Şey Yok, Kaynak Yayınları, 5. Bası, 2005 6. Kantarcı, Şenol, 7. Bağcı,Hamdi, Söyleşi,(Doç Dr.Feridun Ata ile) memleket Gazetesi 1 mart 2009 8. Mumcu, Uğur, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 9. Perinçek, Doğu, Ermeni Sorununda Strateji ve Siyaset, Kaynak Yayınları, Mart 2006 10.Yalçın, Durmuş ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1-2,Atatürk Araştırma Merkezi, 11.Gürel, Ahmet, Sözde Ermeni Soykırımının Gerçek Yüzü, ADD Ödemiş Şubesi Yayını, 2005 12.Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, 1982 13.Ataöv, Türkkaya, Prof.Dr, Ermeni Belge Düzmeciliği, İleri Yayınları,2. Basım, 2006 14.Kümbül, Bengi, Tercümanı Hakikat Gazetesine Göre Osmanlı Ermenileri 1914-1918, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk yayınları, Şubat 2006 15.Laçiner, Sedat, Ermeni Sorununda Suç ve Ceza-İnternet 16.Cevizoğlu, Hulki, 1919’un Şifresi 17.Cevizoğlu, Hulki, İşgal ve Direniş 18.Odabaş, Ahmet, Ermenilerin Sigorta Atağı, İzmir Barosu Dergisi, Sayı. 19. Sert, Selahattin, Haçlıların Son Kurbanı Ermeniler, 20. Ata, Ferudun, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, TTK Yayınları, Ankara-2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |