Hala çevrende bulabileceğin güzellikleri bir düşün ve mutlu ol. -Anne Frank |
|
||||||||||
|
Alışkındı sabırla beklemeye, yine bekleyecekti her zaman olduğu gibi. Bir sigara yakacakken, kapıdaki güvenlikçilerden birinin kendisine seslenmesi ile çıkardığı sigarayı pakete koyup, paketi gömleğinin göğüs cebine sokuşturdu. Neyse bu kez beklemeyeceğim, diye düşündü. Gençten, saçları jöleli çocuk, "Hey dayı! Gel bakalım." diye seslenmişti kendisine. Alışkındı böyle tiplere, yalnızca gülümsedi acı acı. "Gelelim bakalım." diye söylendi. Ağacın altında, duvara dayayıp sağlama aldığı üç tekerin önünü, ucunu azcık kaldırarak kapıya yöneltti. Arabanın üstünde hurda bir bisikletten arda kalmış jant kapakları ve uzun, mavi rengi solmuş kırk-elli santim uzunluğunda bir borudan başka bir şey olmadığı için zorlanmadı. "Hop hoop," diye çıkıştı genç, "araba kalsın." "Kalsın bakalım." dedi kendi kendine. Arabayı çapraz biçimde duvara dayayıp kapıya yürüdü. Sahildeki evlerin sırasınca gitmeyi düşünmüştü ilkten. Öğleye kadar derenin denize döküldüğü yerdeki siteye varırım diye kurmuştu kafasında. Sahile kıvrılan dört yol ağzındaki bu büyük sitenin önünden geçerken seslenmişti güvenlikçi çocuk: "Hurdacı soruyordu bizim Nesrin hanım, sen denk geldin valla dayı. Biraz bekle bakalım şurada hele." demişti. İçerisi onlarca aracın park yeriydi adeta. Benim üç tekerin nesi var ki, diye düşündü. Eksiği var, fazlası yok. Bir teker daha olsa şöyle adam akıllı arabadan sayılacak mı ki! Kapıda duran diğer delikanlı kendine bloğun kapısına kadar eşlik etti. "Altıncı kat, on iki numara." dedi, "Unutmazsın değil mi?" Hiçbir şey demeden delikanlının yüzüne baktı Kazım. Bir süre israrla baktı gencin gözlerinin içine. "Sağol yeğenim." deyip asansöre yöneldi sonra. Alışkındı Kazım, insanların patavatsızlıklarına, her türlü boş laflarına. Asansör aşağı inince, bir kadın çıktı içinden. Yanından geçerken dikkatle baktı Kazım'a. Bir şey soracak gibi durdu. Asansörün kapısını tutan Kazım da kadına baktı, sabırla bekledi. "Siz..." dedi kadın kararsızca. "Ben Kazım," dedi, "Hurda mı varmış ne." "Hah sen misin?" derken sesine bir kararlılık, tavrına bir güven gelmişti. "Benim abla." "Gel öyleyse benimle." Gelelim bakalım, dedi Kazım, bu kez içinden. Alışkındı,ilk görüşte siz'le başlayanların, kısa sürede toparlanıp sen'le devam etmesine. Biraz bozulsa da, böylesi daha iyi aslında diye düşünürdü. Ya alışmadığından, ya da içtenliksiz bulduğundan -çok muhtemelen her iki nedenden- böylesi daha iyi derdi. Birkaç adım önde kadın, arkada kendisi, aradaki uzaklığı koruyarak yürürlerken, apartmanın kapısından çıkınca konuştu kadın: "Çok demir var, araban yeterince büyüktür inşallah!" Kazım dudaklarını büzmekle yetinince, "Ama neyse... hele bir gör, fiyat ver de..." deyip sağa doğru yürüdü. Göreceğinin ne olduğu hakkında bir şey bilmeyen Kazım, görelim bakalım diye düşündü, fiyat verelim sonra da. Bir ıslık tutturmak geldi içinden ama olacak şey değildi kadının peşisıra yürürken. Sitenin bahçesi silme otomobil doluydu. Üç büyük bloktan oluşan sitede otomobili olmayan yoktu sanki. Hatta bazılarının ikişer tane filan olmalıydı. Çoğu bu saatte evde olmadığına göre kullanmıyorlardı da pek. Ee... yakıt parası ateş pahası. Dört tekerler böyleydi işte. Olur da kullanamaz insanlar, kullanacak olanlar da bulamaz. Üç tekere talim eder. Şöyle hurda bir Anadol kamyonet bile ne çok şeyi değiştirirdi kendisi için. Ahh... bir sigara yakıp ıslığı tutturmak şimdi... ama olacak şey değil. " Nere senin memleket Kazım efendi? Buralardan değilsin her halde." Arkasına dönmeden, hızını bile azaltmadan yürürken sormuştu kadın. Azcık hızlanıp kadının yanına geldi Kazım: "Urfalıyım abla. Siverek... köyünden." "Hımm... belli konuşman o taraflara çalıyor. Ne vardı kalktın geldin buralara. Yok muydu toprak, davar filan." "Ahh abla ahh...hiç sorma." Off of, bir sigara... "Pek derinde yatıyor belli derdin..." Kazım, lafın gerisini getirip getirmeme konusunda kararsızdı. Yedi yüz dönüm toprak, diye düşündü. Şimdi ne var elde avuçda, üç teker ve üstünde bir tabla. "Vardı abla, hem de ne toprak... gerisini boşver işte, çok uzun hikaye. Gençtik ayrıldığımızda. Saymakla bitmeyecek boğaz. Satıp savdılar toprakları, malları...herkes bir tarafa." Tek sıra dizilmiş otomobillerin arasından geçip, genişçe bir meydanın ortasında dağ gibi yığılmış demirlerin yanına geldiler. Vay babam vay, diye söylendi Kazım, duyulur duyulmaz bir sesle. "Ne çokmuş." "Aslında biriyle anlaştık, geldi söktü adam çardağı. Sonra verdiği fiyatta kıvırmaya kalktı. Birbirimize girdik, söktüğümün karşılığını isterim diye tutturdu, satamadığımız demire para verdik bir de." Sen kendin mi sökecektin yerinden, diye geçirdi içinden Kazım. Neyse, kendine sakladı lafını, aptal değildi. "Vallaha abla, nerden baksan bir buçuk ton var, tartarız da gerekirse." Kadının telefonu önce hafiften, sonra gürül gürül çalmaya başlayınca sözüne devam etmedi. Bekledi. Kadın ters ters: "Evet, ne var." dedi açıp. "Ne, kimmiş ki, iyi beklesin biraz da şu demir..." Duraksadı biraz karşıdakini dinleyerek, sonra: "Öyle mi? Bekletmeyin adamı, gelsin. Kibarca açıklayın, yönetici, kurallar filan. Biliyosunuz işte. Çardağın oradayım. Ha biriniz binip adama eşlik edin." Çat diye kapattı, kızağı kaydırıp. Bir süre elindeki telefonla oyalandı. Kazım lafa girmek istemedi öyle birden, bekledi. Canı fena halde sigara çekiyordu şimdi. Dayanamadı: "Abla müsade var mı bir sigara içsek" Boş boş baktı telefondan başını kaldıran yönetici. Sonra arkasına dönüp, sitenin, bloklardan birinin arkasında kaldığı için görünmeyen kapısından gelen yola baktı. "Haa...iç, iç sen tabii ya... Ama izmariti yere atma." "Yok abla atılır mı hiç yere, hem de burada." Paketi cebinden çıkardıktan sonra, kadına da tutup tutmamakta kararsız kaldı. Kaçak bu.. kötü sigara.. odun gibi.. içmez, diye düşündü. İçinden bir tane sigara aldığı paketten utanıp aleleacele cebine soktu. Yakıp ilk nefesi havaya savurduktan sonra: "Misafirin var galiba..." derken bloğun köşesinden fiyakayla dönüp yanlarına hızla yaklaşan siyah bir dörtçekeri görünce sustu. Güneş gözlüklü, esmer, zayıf ve uzun boylu bir adam, hemen yanlarına parkettiği arabadan inip: "Nesrin hanım?!" dedi kadına. Diğer kapıdan inen güvenlikçi çocuk hızla geldikleri yöne doğru yürüdü. Nesrin hanım gülümsedi, elini uzattı. "Hoş geldiniz. Biraz sürpriz oldu doğrusu Nazım bey, sizden ses çıkmayınca..." "Ahh evet çok özür diliyorum sizden." Dikkati, birden farketmiş gibi Kazım'a kaydı. Hafifçe başını eğerek selam verdi. Selamı aynı biçimde yanıtlayan Kazım, Nesrin hanıma: "Abla konuşacaklarınız varsa ben şu apartmanın gölgesinde durayım biraz." "İyi olur Kazım efendi. Güneşte dikilme boşuna sen." Betonun gölgesinde küçük bir ağacın altına çömelen Kazım sigarasının dumanını savura savura beklerken düşündü: Az hurda değil hani. Fazla diretmeden kadının vereceği fiyata razı olmalı. Birkaç sefer yaparsam kaldırırım bugün hepsini. Sökme ne derdi de yok. Şu adam da nerden çıktıysa, bizim oralara çalıyor konuşması ya, kibarlaşmış heralde zamanla. Bitirsinler hele laflarını da. Islıkla bir türkü tutturmak isteğine kapıldı yine: Urfa'nın etrafı... dumanlı dağlar... Duyulur duyulmaz bir sesle mırıldanmaya başladı türküyü ama bir şey vardı iştahını kaçıran. Dikkatini yönetici kadınla, dört çekerli adama verdi susup. Yığılmış hurdaya bakıp bir şeyler diyordu adam. Kadının bir ara dönüp kendisine baktığını görünce önündeki çalılıklara çevirdi bakışını. Sigaradan derin bir nefes daha çekip, ucunu toprağa bastırdığı izmariti gömlek cebine attı. İyice keyfi kaçtı Kazım'ın. Kadının söylediklerinin bir kısmını duyabiliyordu. "Daha çok var," diyordu, "bakalım bir karar çıkartalım da hafta sonu." Sitenin duvarlarını taradı gözleri bir süre. Eliyle gösterip, "Hepsini söküp atmak niyetimiz. Değişik bir şeyler düşünüyoruz." dediğini duyabildi. Sökülenlerin yerine yapacaklarını konuşuyorlar, adamın işi bu belki de, diye umut etti bir ara. Adamın sesi alçaktı, uzun uzun bir şey anlattı, kadın yalnızca dinledi, kafasını sallayarak. Gülüştüler sonra, el sıkıştılar. "Buyrun bir kahve içelim," diyen kadın, göz ucuyla tedirgince Kazım'a baktı bu arada. Kendini kandırma Kazım, 'daha çok var' dedi kadın demirlere bakarken. Adam ya hurdacı, ya da kaldırdıklarını hesaptan düşecekler. Doğruldu, kararsızca çevresine bakındı, nerdeyse bir şey demeden çekip gidecekti. Konuştuklarını net duyabiliyordu artık. İş, pazarlık ve saire bitmiş, rahat bir tonda söyleşmeye başlamışlardı. "Urfa'lıyım Nesrin hanım." dediğini duydu adamın, kadının "nerelisiniz?" sorusuna. "Siverek'in köyünden." Kadının ağır ağır dönüp kendine dikkatle baktığını gören Kazım, bu kez başını çevirmedi. Kadın dikkatini adamın sözüne vermekte zorlanarak Kazım'ı süzerken, adamın "Yedi yüz dönüm toprak, hem ne bereketli toprak. Neyse uzun hikaye" dediğini duydu Kazım. "Bir dakika bekleteceğim sizi Nazım bey, hikayenizi dinlemek isterim. Ama kahvelerimizi içerken. Hemen geliyorum." Hızlı ve kararlı bir biçimde Kazım'ın yanına geldi. "Kusura bakma Kazım efendi. Seni beklettim burada. Gerek kalmadı fiyat vermene, ama her zaman uğra, bizde hep çıkar bir şeyler. Sana hayırlı işler olsun." Kadın bir an konuşmadan durup gülümsedi, bir şey diyecek gibi oldu, sonra karalı bir biçimde dönüp adamın yanına gitti. Adamın açtığı kapıdan arabaya bindi kadın. Adam da direksiyona geçti, seri ve kendinden emin hareketlerle. Yumuşak ve ustaca bir manevra ile dönüp, hızla, yağ gibi kayarak bloğun ön cephesinde kayboldular. Kapıya doğru yürüdü Kazım. Güneşin altında, yılgın, yavaş yavaş yürüyüp geçti sitenin kapısından. Güvenlikçi çocuklar içeride televizyon izlemeye dalmışlardı. Göz ucuyla bir baktılar yalnızca. Dışarı çıkınca yan taraftaki açık camdan içeri bakıp, sağ elini alnına götürdü usulca, gidiyorum, uğurlar olsun anlamında. İkisi de görmedi bunu. Akasyanın gölgesi çoktan gitmiş, üç teker bütünüyle güneş altındaydı şimdi. Çekip yola doğru sürdü arabayı. Yolun karşısına geçip sağdan, kaldırımın iyice dibinden sahile doğru yola koyuldu. Ağzına kendiliğinden gelip yerleşti ıslık, sözleri içinden akarken: Urfa'nın etrafı...dumanlı dağlar...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |