..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > Haşmet Şenses




19 Mayıs 2010
Tepenin Ardı  
Haşmet Şenses
Adam meşguldü. Bir yığın tahtayı yontup aynı biçime sokuyordu. Bir an kafasını kaldırıp çocuğun, yanıbaşında, gözleri yerde dikilişine baktı.


:AHBF:
- Baba!

- Neee?

Sustu küçük oğlan çocuğu.

Bütün hevesi kaçmıştı birden.

Adam meşguldü. Bir yığın tahtayı yontup aynı biçime sokuyordu. Bir an kafasını kaldırıp çocuğun, yanıbaşında, gözleri yerde dikilişine baktı.

- Ne var?

- Hiiç...

Alnında biriken teri elinin tersiyle sildi adam. Keseri ve yontmakta olduğu tahtayı yere bıraktı.

Yüzündeki ifade biraz yumuşamıştı. Çocuğun minik ellerini avuçlarının arasına alıp karşısında çömeldi.

- Biliyorsun... çalışırken sinirli oluyorum. Hadi bana küsme de söyle bakalım, ne diyecektin?

Çocuk sağ omuzunu silkti ve arkasına dönerek parmağıyla tepeyi gösterdi.

- Orada... o tepenin ardında ne var?

Adamın, çocuğun ellerini kavrayan parmakları gevşedi. Yüzündeki ifade donuklaştı. Gülümsemeye çalıştı ama başaramadı.

- Bu da nerden çıktı şimdi?

- Hiiç... merak ettim işte. Geçen gün altı yaşımı bitirdim ve nerdeyse okula başlayacağım. Ama daha bu köyden dışarı adımımı atmadım.

Ayağa kalktı adam. Elini güneşe siper ederek batıdaki tepeye baktı.

' Doğru ' diye düşündü, ' onu suçlayamam ki...'

- Demek merak ediyorsun. İyi... şu güneş biraz devrilsin, sıcak biraz kırılsın... Yemekten sonra bir yürüyüşe çıkalım seninle.

Çocuğun gözleri sevinçle ışıldarken:

' Yazık...çok yazık. Ama bir gün nasıl olsa olacaktı.' diye düşündü adam.

**********

Gölgeler uzayıp, kavakların tepesinde akşam esintisi başladığında yola çıkmaya hazırlandılar. Adam elindeki tahta parçasını da iyice bir biçime sokup yere bırakırken, yanıbaşında sabırsızca kıpırdanıp duran çocuğa tedirgin bir gülümsemeyle baktı:

- Hadi bakalım, hazır mısın? Bir hayli yürüyeceksin.

Çocuk omuzlarını silkti.

- Olsun.

Adam tepeye doğru şöyle bir baktı.

- Baba!

- Yine ne var?

- Hiiç... şu birbirinin aynı tahtaları ne yapacaksın diye merak ettim de...

Adam boş gözlerle yerdeki onlarca tahtadan oluşan yığına baktı. Bir şey söylemedi.

Yola koyuldular.

Köyün sonundaki evlerinden bir kilometre kadar uzaklaşmışlardı ki, adam çocuğa döndü:

- Yorulduysan biraz oturalım.

Acelesi varmış gibi hızlı hızlı yürüyüşüne ayak uydurmakta zorlanan çocuk yavaşlamadı bile.

- Hayır. Zaten geldik sayılır.

Eğim giderek artıyor ve hızları kesiliyordu.

Sonunda tepenin üst çizgisine yüz adım kala soluk soluğa durdular.

- Hazır mısın? dedi adam.

Soluğunu düzene sokmaya çalışan çocuk kafasını sallayıp ileri doğru atıldı. Adam iki adımda çocuğu yakalyıp öfkeli bir yüzle kendisine doğru çevirdiği oğlanın yüzüne baktı.

- Bana bak, şu tepeye varınca fazla kalmayacağız. Yalnızca bir bakacağız ve soru da istemiyorum. Hemen döneceğiz. Zaten birazdan hava kararacak ve daha bir sürü işim var.

Çocuk anlam veremedi adamdaki bu sertliğe. Kafasını sallayıp onaylamakla yetindi.

Yavaşça çıktılar yukarı.

Adam çocuktan iki adım geride dururken yüzünde sıkkın bir ifade ile batıya doğru uzanan ovaya bakıyordu. Ona göre olağandışı bir şey yoktu.

Oysa çocuk, dilini yutmuş gibi hiç kımıldamadan dikilirken, ovaya filan değil, bir kaç metre önlerindeki yüksek dikenli tellere bakıyordu.

Şaşırmış, ama daha çok hayal kırıklığına uğramıştı.

' Biliyordum' diye yineleyip duruyordu adam içinden.

Oğlan babasına döndü. Tam bir şey söyleyecekken:

- Soru yok, dedi sertçe. Konuştuğumuz gibi.

Önüne döndü yine çocuk.

Tellerin arkasında, tepenin eğiminin düzlükte son bulduğu yerde bir köy vardı, aynı kendi köylerine benzeyen. Ama yine de biraz farklıydı evler. Hepsinin kırmızı çatıları vardı ve daha büyüktü bunlar.

Bir şey sormaya cesaret edemiyordu. Babası arkasında sessizce dikilirken, gördüklerine ne anlam vereceğini de bilemiyordu.

Adam yanına gelip omuzuna dokundu:

- Hadi artık yeter, soracaklarını evde yanıtlarım. Ama şimdi olmaz. Burada fazla kalamayız.

Tellerin arkasından, tepenin eğiminden pek görülemeyen on metre kadar aşağıdan, bir kız çocuğunun, anlamadığı bir dilde bir şeyler söyleyen sesini duyunca ikisi de hareketsiz kaldılar oldukları yerde.

Adam bir anda öne uzanıp kendine doğru çekti oğlanı.

- Yürü hadi.

Ama çocuk adamın elinden kurtulup tellerin önüne kadar koştu. Arkasına dönüp korkuyla baktı babasına. Adam öfkeden kıpkırmızı kesilmiş olsa da ne ileri doğru geliyor, ne de bir şey söylüyordu.

Dönünce, tellerin diğer tarafında dikilen sarışın bir kız çocuğu ve hemen arkasında duran bembeyaz saçlı, yaşlı bir adamla burun buruna buldu kendini.

Gür sarı saçları beline kadar inen kız, mavi gözlerini oğlanın kara zeytinlere benzeyen iri gözlerine dikmişti. Oğlan da ayıramıyordu gözlerini onunkilerden.

İkisi de şaşkındı, ama kız şaşkınlığını çabuk attı. Hınzırca bir gülümsemeyle bir adım daha öne geldi. Oğlanın ilk kez duyduğu bir dilde, şakıyan bir bülbül gibi hızlı hızlı bir şeyler söyledi kendisine.

Bu laflardan çok hoşlanan çocuk, elinde olmadan gülmeye başladı. Kız da gülünce, iki çocuk, gökyüzüne doğru çınlayan kahkahalarla gülmeye başladılar.

Gülmeleri bitecek gibi değildi. Dizgininden boşanmış atlar gibiydi çınıltıları.

Oğlanın arkasında, yüzünde neredeyse nefret denebilecek bir ifadeyle yaşlı adamı süzen babası, sabırsızca ellerini ovuşturuyordu.

Tam kahkahaların yatışıp oğlanın da öne bir adım çıktığı anda, iki adam da telaşla harekete geçtiler. Ancak sakıngan bir biçimde ve aynı anda yeniden durdular ikisi de.

Artık iki çocuk da, telin iki yanında, dokunma mesafesinde, birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı.

Kendisini nefretle süzen adama, aynı bakışlarla yanıt veren yaşlı adam, bir an olsun gözlerini ayırmıyordu hasmından.

Bu kez oğlan konuştu:

- Sen neden bizim gibi konuşmuyorsun?

Kızın hınzır mavi gözleri yuvalarında ışıltılar içinde oynaştı.

- Bilmem, dedi, oğlanın anlaması mümkün olmayan kendi dilinde. Peki ya sen? Hiç duymamıştım böyle konuşulduğunu. Ama hoşuma gitti. Müzik gibi...

Güldü ve zeytin karası gözleri ışıldadı oğlanın.

- Senin konuşman da öyle... ama biraz komik... yani öyle hızlı hızlı... Sanki arkandan kovalayan varmış gibi...

Oğlanın söylediklerinin bir tekini bile anlaması mümkün olmayan kız, bütün içtenliğiyle gülerken, minik beyaz elini tellerin arasından oğlanın yüzüne doğru uzattı.

Her iki adam da birbirlerine bakmayı bırakmış, bütün gerilimlerinden uzaklaşmış bir halde çocukları izliyordu şimdi.

Oğlan yüzünde gezinen eli tutarak diğer eliyle kızın çilli yanaklarını ve küçük burnunu okşadı. Hafifçe utanan kız yine gülmeye başladı. Oğlan da katıldı onun gülüşüne ve bir anda yeniden kahkahalar çınladı tepenin her yanında.

Yaşlı adam gözlerini oğlanın babasında sabitleyerek kızına yaklaştı ve kolundan çekerek ayırdı iki küçüğü. Birden ortalık sessizliğe büründü. Çocuklar şaşkın, hala birbirlerine bakıyorlardı.

Ve iki adam da, yeniden nefretin canlandığı bakışlarla birbirlerine...

Oğlanın babası hızla gelip, çocuğu kaptığı gibi geldikleri yamaca doğru yürüdü.

Beyaz saçlı yaşlı adam da kendi yamacının yolunu tutmuştu bu arada. Bir pençe gibi kolunu sıkan parmaklardan canı yanan kız hızla sürüklenirken, hala görebildiği ama birazdan eğimin ardında yitecek olan oğlana seslendi:

- Hoşçakal.

İlk kez duyduğu bu yabancı sözcüklere, kendi diliyle karşılık verdi oğlan:

- Hoşçakal.

Ve kız, tellerin arkasında yitip gittiğini gördü zeytin gözlerin.

**********

Hava kararmak üzereyken köyün doğuya bakan yanındaki ilk ev olan evlerinin bahçesine yaklaşmışlardı, ama mavi gözlerine bir hüzün çökmüş olan kızla, hala gözleri hışımla parlayan yaşlı adam hiç konuşmamışlardı bu arada.

Dedesinin, eve dönene kadar hiç bir şey sormak yok uyarısını düşünen kız, aklına gelen bir yığın soruyu erteleyip durduktan sonra artık dayanamayarak:

- Dede! dedi.

- Neee? diye somurttu adam.

- Kimdi o insanlar. Hem neden bu kadar öfkelendin hiç anlamadım.

Yılmak bilmeyen kor ateş bir an gölgelendi yaşlı adamın yüzünde.

Yıllar... yıllar önce... büyük adamlar bir masanın etrafında toplanıp kararalar alana kadar o adamın köyünde yaşamıştı. Çocukluğu... gençliği... hep orada, o insanların dilini konuşarak geçmişti. Ve gözlerindeki öfke aynı ateşle yanan, belki kendinin yarı yaşındaki diğer adamın babası da bu köyde yaşamıştı yıllarca kendilerinin dilini konuşarak.

Hayal meyal bir çocuğu hatırlıyordu şimdi, zeytin gözleri ışıltılarla yanan. Zamanla öfke dolu korlara dönen gözler... Uzun uzun aynı öfkeyle bakıp durmuştu içine o gözlerin...

Bunların hiçbirinden sözetmedi kıza. Ancak bir açıklama sözü vardı ona.

- Orası, dedi sesini biraz yumuşatmaya çalışıp pek beceremeyerek. Orası başka bir ülke... Ve o gördüklerin yabancılar... senin dilini bilmezler.

Hepsi bu kadardı işte.

Sebzeler ekili bahçeye girmişlerdi çoktan. Adam tepeye gitmeye karar vermeden önce uğraştığı işinin başına döndü yeniden.

Aynı biçime soktuğu onlarca tahtanın benzerlerini yontmaya koyuldu yine.

Bütün keyfi kaçmış ve yaşadıklarına bir anlam verememiş olan kız, yanına sokuldu adamın.

- Dede!

Kafasını bile kadırmadı yaşlı adam.

- Neee?

- Biliyorum, sinirli oluyorsun çalışırken... ama öğlen sorduğumda yanıt vermemiştin bana. Ne işe yarayacak bütün bu tahtalar?

Bir an durup iç geçirdi adam.

Ama yine yanıt vermedi kıza. İşine devam etti.

' Hele biraz daha yonttum mu şunlardan, yarına başlarım sebzeliğin çitlerini çakmaya.' diye düşündü, ' O zaman görür ne işe yarayacaklarını...'



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İronik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Buluşma
Platonik

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tavşanlar ve Bir Ayrılık
Hurda
Götürülüş
Çözülüş
Krem Renkli Kedi
Durmuş
Bir Balık Öyküsü
Sabah Akşam Mozart
Sercan
Alaaddin'in Uykusu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İstila [Şiir]
Krallar, Duvarlar, Köpekler [Şiir]
Lütfen Kapatın Ekranı ve Bir Şans Verin Kendinize [Deneme]
Kulelerin Dışında [Deneme]


Haşmet Şenses kimdir?

Görüntülerin giderek hızlandığı, belleği ve bilinci dumura uğratan bir girdaba dönüştüğü günümüzde, yazının yavaşlığında soluklanmak ve direnmek için yazıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Klasikler, gerçekçi ve toplumcu sanatçılar, ressamlar, müzisyenler ve dünyayı anlamaktan ötesini, onu dönüştürmeyi öngören tüm insanlar, sanatçılar, düşünür ve bilim insanları...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.