..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Haşmet Şenses




19 Mayıs 2010
Bir Müzikal Anı  
Haşmet Şenses
Satış temsilcisi olarak çalıştığım ithal kömür satan firmayı temsilen, geçen yılın haziranında, iç anadoluya dört gün süren bir yolculuk yapmıştım.


:AGCF:
Satış temsilcisi olarak çalıştığım ithal kömür satan firmayı temsilen, geçen yılın haziranında, iç anadoluya dört gün süren bir yolculuk yapmıştım. Yolculuğun üçüncü günü Cihanbeyli'deydim. Bir kaç ay önceki ilk ziyaretimden aklımda kalan tüm kömürcüler ana cadde üzerindeydi ve sıradan giderek, gördükçe hepsinin önünde durup ziyaret etmekti amacım.

İlk noktayı görünce park edip içeri girdim. Elli yaş civarında bir adamla genç bir çocuk çay içiyorlardı. Daha girer girmez tereddüt ettim ve durakladım. Ne mekan, ne de içeridekiler hiç de tanıdık gelmemişti. Levhadaki ad doğru olduğu için, yem ve gübre satan bir işyeri olmasından ( bir çoğu odun-kömür işi de yapar ) kuşkulanmamıştım. Masasının ardında oturan adam ve ayakta dikilen gence doğru yürürken, yanlış gelmiş şaşkın bir satıcı olduğumu fazlasıyla belli ettim. Ama hem, " Pardon" deyip gerisingeri dönmenin Anadolu insanına ters geleceğini bildiğim için, hem de açıkçası her halükarda uygunsuz kaçacağı için, "Ne yapalım, kendimi tanıtır ve özür diler çıkarım" deyip devam ettim.

Ellerini sıkıp durumu açıkladıktan sonra, masasının arkasında oturan işyeri sahibi güldü ve kendisiyle karıştırdığım kişilerin akrabaları olduğunu, dükkanlarının 100 m. ileride bulunduğunu söyleyip, çay içmek üzere buyur etti. Ben hık mık diyene kadar oturmuş, getirilen taze dem çayı yudumlarken buldum kendimi.

Doğaldır ki, işler, satışlar, piyasanın hiç bitmeyen sürünme halleri derken, ben ne kadar lafı kömürde, neden kömür satmadıkları ve satmayı düşünüp düşünmediklerinde tutmaya çalışsam da, olması gereken oldu ve konu memleket meselelerine geldi dayandı. Satışçı iseniz ve müşteri ziyaretinde bulunuyorsanız bunu iyi bilirsiniz. Politikaya direk açılan kapı olan memleket meseleleri hiç yaklaşmak istemediğiniz bir tuzaktır. Nedense esnaf bizde satıcıyı testten geçirmeyi sever. Ama inanın bu testin satıcının ahlakına odaklandığına hiç tanık olmadım. Belki hepsi insan sarrafıdır bizim esnafımızın. Orayı bir kalemde geçip politik tercihlere olta atar.

Politik konulara uzak durmak yalnız şirketsel bir zorunluluk değil, ( aslında bizim ülkede orta ölçekli işletmelerin ve günümüzün orta ölçekli ticaret mantığının gereği, bir çok durumda tersinin geçerli olduğunu da gördüm ) aynı zamanda kişisel bir yarardır. İş aşkı adına her türlü görüş karşısında sallabaş değilseniz hele, yaşamsal önem taşır.

Ama ben kömürde ve bu müşteri profilinde yeniysem de, satış işinde ve insanlık mesleğinde bir hayli yol almış sayılırdım. Ülkemin esnaf profili gayet iyi tanıdığım bir şeydi. Yine de yüz yıl düşünseniz aklınıza gelmeyecek şeyler çıkabiliyor bu muhabbetlerden. Öyleymiş... bunu Cihanbeyli'de öğrendim. Uzatmayayım. Aşağı yukarı şöyle oldu:

Sıcak çayı büyükçe ve sık yudumlarla mideye gönderip bir an önce sıvışmanın telaşındayken ve doğal olarak az konuşup bol onaylarken, konu memleket kaynaklarının çar çur edilmesine gelmişti bile. Gelmişti dediysem, inanın benim bunda payım yok denecek kadar azdır. Öyle ki, burada sahnede olan yalnızca işyeri sahibi idi. Satıcı arada sahneye çıksa da, aslında genelde en ön sıradaki tek seyircidir. Sahne ile ön sıra arasında helak olur çoğu kez, karşısındakinin performansına göre.

Oysa ben şaşkın satıcı ya da davetsiz misafir konumumla, çoğu işletmeciden daha baskın oynayan adam karşısında şanslı sayılırdım. Kalkıp gitmekle aramda, bir kaç yudum çayın bir anda hüpletilemeyen sıcaklığından başka bir engel yoktu. Konumumun verdiği rahatlıkla ne oyuna katılıyor ne seyirciliğimi çok önemsiyordum. Yine de tehlikeli sulara girilmişti bir kez.

Dedim ya, bunda benim payım yok dense yeridir. Adam o kısacık sürede aldı sazı eline, kendini hiç yormadan, adeta alışkın olduğu bir kolaylıkla, sözü politika gündemine getirip yerleştirdi. Ettiği her söze, yabancı memleketlerdeki uzak doğulu turistler gibi gülümsemeyle yanıt vermem karşısında, muhtemelen benden umudu kesmiş olmalıydı ki, onu yalnız bıraktığım performansında şaşılası bir hırçınlığa büründü ve doğaçlamaya soyundu.

Bardağın dibi daha net görünmeye başladığında, hızla aklındakileri toparlamaya çalıştı. Hiç bir şey eksik kalmasın istiyordu sanırım. İnanın bu süre boyunca neler anlattığını, bugün net olarak anımsamıyorum. Yalnızca "memleket gündemi" ana başlığında toparlayabileceğim bir doğaçlama performans sunmuştu bana. Ancak finalde, kaynakların çar çur edilmesi kısmından sonrasını bırakın bugün bile anımsamayı, hiçbir zaman unutmam mümkün değil. Kendisinin de unutmuş olduğunu sanmam.

Doğaçlama yapmak her zaman bazı riskler içerir, bildiğiniz gibi. Ben diyeyim "Talihsiz beyanat" , siz deyin, "Yuh artık!", ama aynen şöyle söyledi:

"Memleket parasızlıktan kırılırken bir avuç p.....nkin zevki için operaya baleye tonla para akıtıyorlar."

Yalanım varsa ne olayım.

Anlattıklarından hazzetmediğimi ve bir an önce sıvışmak isteğimi sezmekle kalmamış, gözlerimden müzik zevkimin niteliklerini okuyup intikam almaya mı soyunmuştu acaba, diye düşündüm. Hiç mantıklı olmamakla birlikte, öyle bir hava vardı halinde. Tabii şaşkınlığım yüzüme yansıdı ve ne diyeceğimi bilemedim. Zaten konuşmanın başından beri pek bir şey dememiş olan ben, olası bir krizi idare etmek konusunda, en azından sessiz kalmaya devam etmek gibi bir şansa sahiptim.Öyle de yaptım.

Adam performansın yeni boyutunda farklı açılımlara yönelirken, ben de uzakdoğulu turist gülüşü üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştım. Hiçbir şey söylememekle kalmıyor, dikkatli ve sinir edici bir gülüşle gözlerinin içine bakıyor ve neredeyse adamın söylediklerine bire bir katıldığımı anlatırcasına arada başımı öne arkaya sallayarak, gülüşümün sınırlarını kahkahayı koyvermenin eşiğine kadar zorluyordum. Neler demiyordu ki adam.

Sanırsınız yalnız o değil, bütün memleket yıllarca operacılardan, balecilerden, orkestralardan çektiği zulmü, koca bir cumhuriyet tarihi boyunca politikacılardan, hırsız tüccar ve iş adamlarından, derin devletten filan çekmemiş.

Bu arada kışkırtıcı gülüşüm iyice acımasızlaşmıştı. Öyle ki, "Ne gülüyorsun be adam, senin dilin yok mu?" diyecek sandım. Gülüşüm, ardından ne çıkacağı belirsiz bir perdeye dönüşmüştü. Bir süre sonra dinlemeyi bırakıp, okkalı bir yanıt peşine düştüğümü dehşetle farkettim. Kızışan zihnimin yüzüme yerleştirdiği gülüş, bu yoldan geri dönüşüm olmadığını söylüyordu.

Hiç biteceğe benzemeyen çeşitlemelerinin ortasına bir yere paldır küldür daldım:

"Aslında klasik müziği ben de çok severim. Yıllardır İzmir'deydim ve gittiğim konser ya da opera sayısı 30 u geçmiştir her halde."

Adamın yüzünün nasıl solduğunu, konuşma şevkini nasıl yitirdiğini bugün bütün canlılığıyla anımsıyorum. Derin bir sessizliğe gömülünce, saz birden benim kucağımda kalmıştı. Baktım ortamdaki hava solunacak gibi değil, azcık da ben tıngırdatayım dedim.

" En çok da gençler doldurur salonları. Görseniz şaşarsınız. Yerinde canlı izlemeden bu müziği değerlendirmemek gerekir."

İş yeri sahibi artık pişmanlık mı, öfke mi, nefret mi, yoksa yalnızca şaşkınlık mı gizlediğini bilemediğim bir yüzle, mutlak bir sessizliğe gömülmüş, donuk bakışlarını gözüme sabitlemişti. Biraz daha çalıp bırakayım dedim. Zaten kırık dökük bir hal almıştı notalar.

"Bu memlekette nelere para harcanmıyor ki" den girdip, " Kutlamalar, havai fişek gösterileri, zenginlerin gösterişi uğruna akıtılan milyonlar..." gibi tehlikeli suların kıyısından, paçalarıma kadar girerek şöyle bir geçtim ve fazla uzatmamak adına "Futbolculara akıtılan paralar" konusunu yalnızca sezdirmekle yetinip, kendime sakladım. Ardından, zaten iki satır olan lafımı şu sözlerle bitirdim:

"Sanat, uğruna harcanan paranın karşılığını fazlasıyla getirir. Yine de büyük çoğunluk değersiz müziklerin peşinden koşuyor." Klişe bir kaç popçu adı saydım. " Oysa batı müziği bir yana, bizim sanat müziğimiz de var. Ona ilgi göstersek bari... ne kadar güzeldir. Ben zaman zaman onların da konserlerine gitmeyi ihmal etmedim. Orada da gençler, üniversiteliler görmüşümdür. Yine de çoğunluk için arabesk ya da poptan başkası önemli değil."

Hepsi bu kadardı ve adam tümden pes etmiş gözüküyordu. Ben de susunca, "bir avuç p.....nk" sözü, aramızdaki boşlukta belirginleşmeye başlamıştı. Acilen giderilmesi gereken bir israrla havada dayanılmaz bir yankıya dönüşünce, hemen bir şeyler söylemeye girişti.

"Siz de 30 küsür kere gitmişsiniz, ama..."

Otuz değil, yüzden fazladır aslında, ancak inandırıcı olması açısından mı, yoksa bu tür müziğin tutkunlarına uygun gördüğü "muhabbet tellalığı" sıfatımı biraz hafifletmek isteğimden mi bilemiyorum, otuz demiştim.

"Ama..."dan sonrasını anımsamıyorum. Azcık geriye çarkeden, azcık da ödünvermez görünmeye çalışan kırık dökük bir şeylerdi muhtemelen.

Çay bitti, ayağa kalktım. Uzakdoğulu gülüşümün ayrılış sahnesine uygun bir versiyonunu sınarken, tuhaf bir huzur duygusunun, içimdeki kemanın dakikalardır fazla gerilmiş tellerini, akort kulakçıklarından tutarak birer birer gevşettiğini hissettim.

"Çok memnun oldum. Ayrıca çay için teşekkürler. Umarım birlikte çalışma fırsatımız olur." diyerek adamın isteksizce uzanan elini sıktım.

Bana çayı ikram ettikten sonra, konuşma boyunca, " Bu nasıl muhabbet böyle ya" ifadesiyle adamın arkasında ayakta dikilen ve duyduklarına anlam veremeyen delikanlının da elini sıktım. Anadolu insanının içtenliğini, misafirseverliğini düşününce, midemde hala sıcaklığını duyduğum çayın karşılığını çok kötü verdiğim biçimindeki düşünceme kızarak dışarı çıktım. İçtenliğe içtenlikle yanıt vermek de bir Anadolu geleneği sayılmazmıydı ne de olsa.

İçimde bir yerlerde akmaya başlayan ve haziranın ilk günlerinde insanı boğmayan o tatlı sıcağa eşlik eden, Çaykovski'nin keman konçertosunun o yumuşacık giriş ezgisiyle, bir sonraki (bu kez doğru) müşteriye yöneldim.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tavşanlar ve Bir Ayrılık
Götürülüş
Krem Renkli Kedi
Durmuş
Alaaddin'in Uykusu
Otobüs
Cumali Dayı

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hurda
Çözülüş
Bir Balık Öyküsü
Sabah Akşam Mozart
Sercan
Cumhuriyet Kıraathanesi
Buluşma
Tepenin Ardı
Mısırcı ve Deli
Mutluluk

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İstila [Şiir]
Krallar, Duvarlar, Köpekler [Şiir]
Lütfen Kapatın Ekranı ve Bir Şans Verin Kendinize [Deneme]
Kulelerin Dışında [Deneme]


Haşmet Şenses kimdir?

Görüntülerin giderek hızlandığı, belleği ve bilinci dumura uğratan bir girdaba dönüştüğü günümüzde, yazının yavaşlığında soluklanmak ve direnmek için yazıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Klasikler, gerçekçi ve toplumcu sanatçılar, ressamlar, müzisyenler ve dünyayı anlamaktan ötesini, onu dönüştürmeyi öngören tüm insanlar, sanatçılar, düşünür ve bilim insanları...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.