Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Bu hafta sonu da o zamanlardan biriydi. Sabah erkenden yola koyuldum, iki günlük kısa zamana çok şeyi sığdırmam gerekiyordu. Planlamamı yaptım, işlerimi sıraya koydum. Şanslı olduğum nokta şuydu ki, uğrayacağım yerlerin hepsi de Kızılay'daydı. Yol boyunca, okumak için yanıma aldığım, Ömer Hayyam'ın rubaileriyle meşgul oldum. Bir taraftan da kendimce bir şeyler karaladım. Derken üç saatlik zaman bitiverdi. Hızlı adım-larla metronun yolunu tuttum. Bir elimde her zaman kullandığım siyah kocaman çantam vardı, seyahatlerimde hep yanımda olan. Kızılay'a gitmem fazla vaktimi almadı. İlk önce yayınevine uğramam gerekiyordu. Saat bir olmuştu çünkü. Sora sora yayınevini buldum. Şu ana kadar yazmış olduğum, şiir ve yazılarımı editöre sundum. Editör, beyaz saçlı, orta yaşlı, uzun burunlu, zayıf birisiydi. Benimle çok ya-kından ilgilendi. Bunda, benim kendimi ifade etme tarzımla, ikimizin de eğitimci kökenli olması etkili olmuştu tabiî ki. Beni anlayan, destek veren, konuşmalar yaptı Ahmet Bey. Yazılarımı okuyup, en yakın zamanda da bana cevap vereceğini söyledi. O kadar beyefendi bir insandı ki, beni asansöre kadar geçirdi. Bundan aldığım moralle, almam gereken bir kaç şey için tekrar yola koyuldum. Alışverişlerimi, seçkin yerlerden yapmaya ve orijinal parçalar seçmeye gayret ederim. Eğer mümkünse toplu alış veriş yaparım. Ankara da, hem kıyafet, hem de kitap açısından, ideal bir yerdir. Eksiklerimi aldıktan sonra, kitapçıları dolaşmaya başladım. Alışverişlerimde ne arayacağımı bilir, ne istediğimi önceden kafamda tasarlarım. Kitap konusunda bu böyledir, hangi yazarı arayacağımı, hangi kitabı almak gerektiğini, hatta hangi yayınevinden çıktığını da aklımda tutmaya çalışırım. Bu bilgilere internetten ulaşırım. En çok satanlar listesine mutlaka bakarım. Yine elimde ki kocaman liste ile kitapların arasında dolaşmaya başladım. Her girdiğim yerde gözüme takılan bir şeyler oluyordu ama aradıklarımı bulamıyordum. Bana bir kitap ve CD satış merkezinin adını verdiler, hızla orayı aramaya başladım. Çünkü fazla zamanım yok-tu. Arkadaşım benden telefon bekliyordu, kaç zamandır onu görmüyordum. Hem kendisini, hem de yeni doğan kızını çok merak ediyor, bir an önce onun evine gitmek istiyordum. Bir kaç kişiye marketin adresini sordum, bana farklı farklı yerler anlattılar, yanlış yollara girdim, onların sayesinde. Sıcak bir taraftan, bir taraftan da yürümek beni çok yordu, düşüp bayılacak konuma geldim. Ama oturacak kadar da zamanım yoktu. Yolda yürürken nihayet aradığım marketin levhasını gördüm, derin bir oh! Çekip kapısından içeri girdim. Klimanın ne kadar da büyük bir nimet olduğunu, burada bir kez daha anladım. Ahşap olan, kahverengi, yarım helis eğrisinden oluşan, basamaklardan yavaş yavaş aşağı doğru indim. Zira oldum olası bu merdivenlerden düşmekten korkarım. Gözüme ilişen kitapları incelemeye başladım. Son basımlar, gözüme çarpmaya başladı, internetten resimlerini tanıyordum, Kelebek Kozasını Bilmez, Ferrari'sini Satan Bilge vb. Daha önceden okuduklarımda bulunmaktaydı, artık onlara ilgi göstermiyordum. Bende olmayan kitapların peşindeydim. Kitaplar o kadar çoktu ve birbirinden o kadar farklıydı ki, rengârenk bir çiçek bahçesini andırıyordu. Bir de spotların ışığı eklenince, albenisi iyice artıyordu. Bir yere girdim mi, dokuz, on tane kitap almadan çıkmam. Ve hafta da en az bir kitap okurum. Tabi ki bu kitabın akıcığına göre değişiklik gösterir. Çok beğendiğim bir kitabı, bir solukta okuyuveririm, hemen biter. Beğendiğim kitapları alıp, kasaya doğru yönelirken, çalışan çocuklardan biri "Piyano hala gelmedi." diye bir şeyler söyledi. "Kaza olmuş falan" gibisinden bir cümlenin içinde. Her zaman ki merakımla sorumu sordum: "Ne piyanosu?" diye. "Tuluyhan Uğurlu konser verecekti, onun piyanosu, yoldan geliyor" dediler. Benim için iyi bir haberdi. İşlerim yine rast gidiyordu, hafta sonu tatilimde, hem yayıneviyle görüşmüş, hem istediğim kitapları bulmuş, hem de bir konsere katılmış olacaktım. Zaten hayatım boyunca bütün işlerim böyle yolunda gider. Hep bir şeyler, ucu ucuna da olsa gerçekleşir. Arkadaşlarım ne kadar şanlısın diye bana takılırlar. Bunu iyi niyetli olmama ve kimseye karşı kin tutmama bağlarlar. Gerçektende kim-seyle kötü olamamaya çalışırım. Kırıcılıktan ve kabaklıktan hiç hoşlanmam. Bana ters davra-nan bir insana bile, çok iyi davranırım ki, hatasını anlasın. Bu arada amaçsız, boş bir insan da değilimdir, kimseyle yarışmadan sadece kendimle yarışırım. Benim savaşım kendimledir, başkaları ile değil. Yeni aldığım kitapları, çantama yerleştirdikten sonra, kapının dışına doğru yöneldim. Hoş bir bahçenin, sol tarafına konulmuş sandalyelerinin, orta yerinde Tuluyhan Bey, imza gününe başlamıştı bile. Ben de en arkada duran, boş sandalyenin birine yerleştim. Biraz dinledikten sonra, elimdeki CD'lerini imzalatmak için kalktım. Gayet sakin, akıllı birine benziyordu Tuluyhan Bey. İmzaladığı CD'leri geri verirken teşekkür etti, ardından söyleşisine kaldığı yerden devam etti. Piyanonun gelmesinden sonra, insanlar yönünü sağ tarafa doğru yöneltti. Herkes soluksuz bir şekilde konserin başlamasını bekliyordu. En sonunda hızlı parmak vuruşları ile konser başladı. En yakınında olmam dolayısıyla, parmak hareketlerinin ne kadar hızlı olduğunu ve vuruşlarının ne kadar güçlü olduğunu, çok rahat bir şekilde görebiliyordum. Hatta ve hatta pedala basıp, sesi nasıl yükselttiğini de. Parçaların çoğunu önceden biliyordum. Türk Kahvesi ile başlayan mini konser, Dünya Başkenti İstanbul'da ki 1 nolu senfoni ile devam etti. Zaten benim en sevdiğim çalışmaları, Türk Kahvesi ve en son CD'sinde ki 9 nolu senfonisiydi. Konser sırasında, o kadar çok kaptırıyordu ki kendini, bir an korktum. O durgun, sakin insan coştu, zannettim ki kanatlanıp uçacak. Tuşlara her vuruşunda, kıvırcık saçları biraz daha kaba-rıyor, biraz daha karışıyordu. Müziğin ritmine göre, yüzündeki mimikler değişiyor, bazen güldürüyor, bazense düşündürüyordu. Ayağa kalkıp tuşlara vurmaya başladığında ve piyanonun üçüncü pedalına basıp, sesi yükselttiğinde, piyanoyu parçalayacak zannettim. Derken hızlı bir parmak vuruşuyla, konseri bitirdi. Etrafta bulunan insanlar ise yavaş adımlarla alanı terk etmeye başladı. Bense arkadaşımın evine gitmek için, yola koyuldum, metroya binmem hiçte zor olmadı. Turuncu, parlak koltuğuma oturduğum zaman, bir taraftan da düşünüyordum. Sanatçı olmayı. Kendine yeni eserler üretmeyi. Topluma mal olmayı. Ne kadar çok emek ve özveri yapılan çalışmaları. Gerçekten insanlar hak ettiği yeri alırsa, emeğinin karşılığını bulursa, çok güzel. Ama şöyle bir baktığım zaman şunu görüyorum, maalesef gerçek sanatçılar, yazarlar yaşarken toplumda olması gereken yerde değiller. Tarihte de bu hep böyle olmuştur. Bir Mozart, bir Haydn, Paganini, vb. İnsanların yaşamlarını incelediğim zaman, şunu gördüm: Yaşarken birçok sıkıntı ile mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Son zamanları, hastalıklar içinde kıvranarak geçmiştir. Fakat onlar dünya üstün-de kalıcı izler bırakabilmek için yılmamış, çalışmış ve en sonunda insanlığa mal olmuşlardır. Yaşarken olmasa bile öldükten sonra, hak ettiği değeri bulmuşlardır. Günümüze bakınca, durum hala aynı değil mi? Gündemde olan, sanatçı kimliği yapıştırılan insanlar( ben asla bu insanlara sanatçı demiyorum.) sadece özel hayatları ile gündeme gelen, bütün hayatlarını, sahneye ya da gazete sayfalarına taşıyan insanlar. Bir şeyler üretmek, özgün olmaktan öte, sadece bedenini kullanarak bir yerlere gelmeye çalışan insanlar. Ne gariptir ki, ne zaman televizyonu açsam, ne zaman gazeteyi elime alsam, bunlarla karşılaşıveriyorum. Ben istemesem de, adamın gözüne zorla sokuyorlar. Artık gazetelerden de soğumaya başladım bu yüzden. Kızdığım noktalardan birisi de, özellikle özel kanallarda çok miktarda yapılan gaflar ve herkese sanatçı denilmesi. Yeni biri çıkmış, bir kaset çıkarmış, şarkının sözlerinden hiç bir şey anlamıyorsunuz, zaten çoğu da Türkçe değil, ne dediği anlaşılmıyor. Bir de bakıyorum, argoyu çok kullanan sunucu, "Yeni pop sanatçısı" diye anons ediyor, şaşırıp kalıyorum doğrusu. Sanatçı olmak, bu kadar kolay mı? Sen her şeyden önce konuşmasını öğren! Toplum önündesin, ona örnek olmam lazım. Küfürlerle sunum yapılamaz, bir kaset çıkarmakla, birkaç yıl gündemle kalmakla sanatçı olunmaz ki! Sanatçı olmak, köklü olmaktır, özünden eserler verebilmek, kendin olmaktır. Her şeyden önce kültürünü tanımak, ona göre hareket etmek, kaybolmamaktır… Fahir Atakoğlu'nun CD sini sorunca, kasiyer çocuk "O kim, yeni mi çıktı?" deyince, o kadar sinirlenmiştim ki anlatamam. Biz böyle, bizden olan, özümüzden olan, kaliteli, gerçek sanatçıları tanımak yerine, bayan x in hayatını, boşanmasını neden merak ediyoruz acaba? Yoksa beynimize zorla mı kazıyorlar bunları? Kaçımız Fazıl Say'ın, Nasrettin Hocanın Dansları'nı dinledi. Pekiner Kardeşleri, kaçımız biliyor Suna Kan'ı, İdil Biret'i… Ama ben hala umutluyum. Bir şeyler mutlaka bir gün düzelecek… Gerçekten iyi eserler veren sanatçılar, yazarlar öldükten sonra bile olsa, anılacaktır. Onlar ölümün bile öldüremediği insanlar arasına girecektir. Diğerleri ise, günledik işçiler gibi gelip geçecektir… Tuluyhan Uğurlu ise birincide bahsettiğim insanlardandır. Eserlerinde bizim kültürümüzden, mehterimizden, sazımızdan bahsederek, özgün bir şekilde yolunda ilerlemektedir… Ve ben inanıyorum ki, ilerde bir gün ölümün bile öldüremediği insanlar arasında yerini alacaktır…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © neslihanca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |