Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Tanrı’nın sağ omzuma bıraktığı melek, bu kez beni omuzlarına alıp oradan oraya gezdiriyor, acılı şarkılar eşliğinde yüzleri gülmeyen meydanlarda buluyorum kendimi. Gülüşlerim kırılıp paramparça oluyor gri kaldırımlarında. Dayıyorum sırtımı yaşlı bir duvara. Güçlenirim sanıyorum ama kanım çekiliyor sanki. Doğruluyorum. Dibinde, ana rahmindeki şeklini almış tinerci çocuk beni görünce başını kaldırıp mırıl mırıl, çatlak bir sesle ruhunu çizenleri anlatıp ağlıyor. Sallanan bedeni ruhuna beşik, tökezliyor karşımda. Elli yaşında bir adamın ruhunu giymiş eğreti bir beden taşıyor sanki. Cildi değil ama gözbebekleri buruşmuş. Üzerinde hayatın söktüğü yırtık, çatlak acı sızdıran giysiler... Mendilindeki yapışkanlardan çocukluğu kanayıp parmaklarından süzülüyor renkli, ışıldayan mağazaların camlarına. İnsan giysilerinden soyunan adam ve kadınlar gözleri alınmış geçerken ellerinde poşetlerle mağazaların önünden, hayvanca sevişiyorlar gecelerce. Onlar seviştikçe kanı boşalıyor bir çocuğun tiner şişesine. Bedenime bakıyorum birden. Utanıyorum. Bakışlarıyla karşılaşmamak için kaldırım taşlarının koynundaki izlere dalıyorum. Dokunsa biri patlayacak sanıyorum acı içimde. Önce içimde başlıyorum bir köşeden diğerine koşmaya. Vuruyorum kendimi kalbimin duvarlarına. Köşe başına kadar koşmaya başlıyoruz sonra çocukla. Önümüzden geçen ilk şiire atlayıp üzeri tozlanmış kelimelerin içinde kendimize yer açmaya çalışıyoruz. Ancak kelimeler arasında bize uygun olanı bulamıyoruz bir türlü. Acımızı giyinen bir dize, aradığımız sadece. Ellerime yapışıyor çocuk. Umutla koşmaya başlıyorum tekrar heceler arasında. Süslü kelimelerin şatafatlı sesleri arasında tanıdık bir duygu yok ! Çocuk acı içinde bağırıyor. Şair denize karşı bir masada kahvesini yudumlarken çocuk elini uzatıyor satırlar arasından. Şair fularını düzeltip iliştirerek yüzüne huzurlu gülüşünü eline alıyor kalemini ve başlıyor izlediği denizi çizmeye satırlara bu kez. Maviliğinden dem vuruyor ballandıra ballandıra. Çocuğun yüzündeki son umut da kayıp parçalanıyor heceler arasından. Suları yükseliyor şiirin. Çocukla boğulmamak için çırpınıyor ve canhıraş bozuyoruz hecelerin fiyakalarını. Şair kıpırdanıyor yerinde, huzurunun kaçmasına izin vermek istemiyor, yaptığımız gürültüden canı fena halde sıkılıp bizi buruşturduğu kağıt parçasıyla beraber kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış sokak köpeklerinin çöplüğüne fırlatıyor ve dönüyor yatağındaki kadını anlatmaya bir bardak viski eşliğinde. Aşktan başı döndükçe kavga etmeyi unutup onurunu düşürüyor bir çekin bol sıfırlarına. Çocuk, elindeki jileti şairin kalemine sürüp öfkesi ve isyanını yumruklarından saça saça dayanıyor usuna. İçinde bir savaş başlıyor. Gücünü sokaktan alan isyanın ateşi şairin dilini yakıyor. Acı içinde uyanıyor uykusundan şair. Saçlarını dağıtıyor gecenin koynuna. Atıyor kendini dışarı. Bu kez mutlu çocukların oynadığı sokaklardan değil düşleri tiner şişesinde erimiş çocukların oynadığı sokaklardan geçiyor. Gördüğü manzara karşısında şiir dolusu kusuyor kaldırımlara. O kustukça beyninde olan depremlerden bedeni sarsılıyor. Masasının yanına dönüyor koşarak, yüzü sapsarı… Masanın üzerine dağıttığı kelimelerini toplayıp ateşe veriyor her yanı. Kaçtıkça uzaklaşacağımı sandığı gölgelerin tümü üzerine yapışıp kalıyor. Şiirler boyu susup kaldığı kuytulardan çıkıyor. Ellerini kanatırcasına yazıyor sayfalar dolusu. Yazdıkça deri değiştiriyor bilinci. Tinerci çocuğun acısını besteliyor satır aralarında. Harflerin ucundan tutup hizaya sokuyor heceleri ve kendi içinden tinerci çocuğun içine bir şiir geçiriyor. Çocuğun gözleri değdikçe satırlara, güçleniyor şair de çocuk gibi. Yazdıkça şair, gökyüzü akıl almaz hızla genişliyor, kolları tüm çocukları kucaklayarak maviliğine taşıyor. Göğün ışığından gözleri kamaşan yoksullar hücum ediyor meydanlara sonra, ellerinde boş tencereleri başlıyorlar göğün ezgisini çalmaya. İşçileri uyutan evler sallanıyor ardından bu ezgiyle. Uyuyan işçiler uyanıp uykularından birden devleşiyorlar şiirin göğü genişleten ışığıyla ve sarsılmaya başlıyor meydanlar güçlü adımlarıyla. Şişman, göbekli ve kel adamlar, bedenleri büyük mağazaların ışıklı vitrinlerine yapışmış kadınlar korku içinde koşuşuyor devlerin adımları arasında. Ancak onlar kaçtıkça devlerin adımlarının gölgesinde ufaldıkça ufalıyorlar ve bedenleri tinerci çocukların şişelerinden süzülüp toprağa karışıyor. Şimdi ise yer gök, dağ tepe, meydanlar, sokaklar, bulvarlar, köyler ve gecekondular kahkahalar atarak yeniden yeniden şekilleniyor şiirlerin kuytularında. Nilay Akçay (GÜNEY Dergisi ,SAYI 49)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilay Akçay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |