Sorularla dolu bir kitap... hiçbir zaman eksiksiz olamaz. -Robert Hamilton |
|
||||||||||
|
Dalgaların camını tıklamasıyla uyanmış olmalıydı. Ah ne güzeldi dalgaların şarkısını dinlemek, güne onların el çırpmasıyla başlamak! Keyifle debelendirmiştir şimdi yatağında. Bütün gün azgın dalgalarla boğuşmuştur belki de. Deniz, onu çok uğraştırmıştır ancak yine ona tüm cömertliğini göstermiştir. En güzel balıklarını bu denize tutkun denizciye armağan ederdi hep. Balıkçı da kıymet bilirdi hani! Kendini denize adamıştı. Varı yoğu denizdi. Sevdalanmıştı bir kere. Hani ne demişler bir kere tutulmayagörsün insan… Akşamdan kalmaydı yine. Teknede sabahlamıştı. Geceye biraz deniz eklemiş tüm yorgunluğundan kurutulmuştu ihtiyar denizci. Rakı ve yosun kokardı böyle sabahlarda. Bir de yanına sohbet arkadaşı buldu mu değmeyin keyfine. Zaten yalnız da kalmazdı. Sohbetinin, şiir dilinin ününü duyan soluğunu yanında alırdı. En çok da çocuklar severdi, hiç yalnız bırakmazlardı. Bu koca adamın çocuklarla ne işi olacak demeyin. En çok o anlardı çocukların dilinden. Yöre çocuklarına balık tutmayı ilk o öğretmişti. Ben de o şanslı çocuklardandım. Bıkmadan saatlerce ilgilenirdi..sadece balık tutmayı değil balıkları da anlatırdı uzun uzun. “Bir balık gibidir insanoğlu” derdi. “ Balıkların yaşamaları da insanoğlu gibi tehlikelerle doludur. Sağı solu belli olmayan denizlerde her an savunma halindedirler. Dellenmeye görsün bir kez deniz, dalgalarına aldı mı tutar en uzağa savurur balıkları hatta çoğu zaman kıyıya fırlatır atar. Sürekli bir mücadele, hayatta kalma savaşı verirler. Zaman zaman takılır bir avcının oltasına yok olmayı seçer. İnsan seyretmeli denizi. Her halini görmeli tanımalı. Balıklardan ders çıkarmalı. Küçük balıklar gibi cesur olmalı kaybolacaksa büyük denizlerde kaybolmalı. Bir balık bilir ki sığ denizlerde dolaşırsa kendini hiç bilmediği bir anda kıyıda bulur. Oysa keşfedilecek ne çok şey vardır bu uçsuz bucaksız denizlerde, derinlere dalmaya cesareti olmalı bir balığın. Unutmamalı ki bütün hazineler suyun yüzeyinde değil altında gizlidir. Deniz kabukları içindeki istiridyelere ulaşmak için kulaçlarını geniş atmalı, zamanını da iyi seçmelidir. İnsan da öyle değil midir sanki? ” Küçükken kulağıma doldurduğum bu sözlerin anlamını şimdilerde çok daha iyi anlıyorum. Bir süre teknenin önünde eskilerden bir konuşmanın büyüsüyle öylece kalakaldım. Değişmişti balık baba biraz. Artık daha yavaş hareket ediyordu. Sakalı uzamış ama yüzündeki ışıltı kaybolmamıştı. Kim bilir belki yine denize yazdığı bir şiirin ışığıyla aydınlanmıştı. Belki bilincini rakıya teslim etmiş yine ayağa kalkıp şiir okumuştur denize. En güzel teşekkürü şiirle yapardı çünkü. Yaklaştım yanına, Can Baba’yı getirip aklıma: “Duru bir yeşildi ortalık Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık, Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı Pullarını döküyor üstüme Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir Belki de anmak için bi damlacık bir sessizliği “ Diyerek selamladım balıkların babasını. En sevdiği şiirlerdendi, bunu okurdu sık sık. Can Baba’yı eksik etmezdi dilinden. Zaten şiiri de bana o sevdirmişti. Baktı önce anlamaya çalışarak..Sonra gözlerini kısarak söyleyiverdi ismimi.Tanımıştı.Onu görmeyeli on sene olmuştu ama o tanımıştı beni. Sokuldum yanına ve on seneyi bir kucağa sığdırdık. Özlemişim balık ve anason kokan giysilerini. “Büyümüşsün” dedi. Kesik kesik öksürdü. Balıkçı ağını onarıyordu, yarın yeni bir balık avına çıkacakmış. İyi hazırlanmalı. Bir ucundan da ben tuttum ağın ve bana öğrettiği her şeyi bir bir yaptım. Keyifliydik ikimiz de. Konuşulacak ne çok şey varmış. Özlemişim dalgaların sesinden kendi sesine eklediği tınıyı, denizden gözlerine sürdüğü bir tutam huzurda dinlenmeyi. Ne kadar geçti bilmem, epey konuştuk; dinlenmesi için gitmeye niyetlendim : “Bu gece rakı şişesinde balık olacağız Orhan Veli gibi, gitmek yok. ” dedi. Üstelemedim gitmek için. Kendimizi bıraktık sohbete. Sohbet rakıyla demlendi, geceye mutluluğun notunu kahkahalarımızla düştük. Sabaha karşı iyice ağırlaştı bedenimiz, ben veda ederek evin yolunu tuttum. Yatağıma uzanmamla – bu tatlı sohbetin verdiği huzurdan olsa gerek- uykuya dalmam bir oldu. İçimde sonsuz bir huzurla uyandım. Uzun zamandır bu denli keyifli olmamıştım. Kasabayı bu keyifle gezdim, çocukluğumda koştura koştura geçtiğim yollardan o günleri düşünerek geçtim. Her adımımda bir anı düştü belleğimden, arkadaşlarım düştü aklıma, kasabada bıraktığım arkadaşlarım. Buldum birkaçını, eski günlerden konuştuk. Balık babaya uğradım sonra. Ama çoktan gitmişti, denize açılacaktı. Bu geceyi yalnız geçirecektim anlaşılan. Bir şeyler yedim, dışarıda kalacaktım ki hava soğumaya başladı; tek yaprak kımıldamazken rüzgar ağaçları kırbaçlıyordu sanki. Fazla oyalanmadan otele döndüm. Yatağıma uzandım, gündüz aldığım gazeteleri karıştırmaya başladım. Rüzgarın şiddetini artırmasıyla içimi bir tedirginlik aldı. Balık baba düştü aklıma. Acaba dönmüş müdür? Akşam denizde kalacağını söylemişti. Hemen evine koştum, yoktu. Bekledim bir süre. Gündüz çarşaf gibi olan deniz, kıpır kıpırdı, dalgalar hızını alamayıp kıyıya vuruyordu. Bir telaş sardı her yanımı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar evinin yakınlarındaydım; ancak dönmedi. Otele geri döndüm. Sabahı zor ettim, koştum tekrar kıyıya. İçimdeki tedirginliğin yerini korku aldı. Sahil güvenlik botları kıyıdaydı. Bir hareketlilik… Onun teknesi…Onun balıkçı ağı…Ama o yok! Neredeyse bütün kasabalı kıyıya yığıldı bir anda . Parça parça kopuk kopuk sesler… Birbirine karışan uğultular... “ Sadece tekne “, “Tekne ters dönmüş” “Reis bulunamamış” Cümleler çarptı suratıma ve kendime geldim. Fırtınada tekne ters dönmüştü, onu bulamamışlar. İçimde bir yangın… Bir botla açıldım denize. Günlerce denizde aradık ama bulamadık. Deniz yutmuştu onu. En çok sevdiği şey öldürmüştü onu. O ise kendini denize adamıştı. Böyle olmamalıydı sanki. Bu işte bir yanlışlık olmalıydı. Yok yok…Olması gerekendi sanırım. Denizle hemhal olmuş bir beden, denizde yok olmalıydı, toprağa hiç yakışmazdı. Bir gülümseme kapladı yüzümü. Gidişi, yokluğu hayatımızda kocaman bir kara delik… Ancak biliyordum ki o, denizin derinliğinde kaybolmaktan son derece mutlu! Nilay Akçay… (AKAPALTA,AĞUSTOS 2010 )
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilay Akçay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |