..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > şenol durmuş




26 Aralık 2009
Hücre  
şenol durmuş
Yatağımda kendimle mücadele ediyorum.Saatlerdir adeta kıvranıyorum ve bu durum beni boğuyor.Zaman bir türlü geçmiyor.Günde en az 16 saat uyumam gerek ama bunu bir türlü başaramıyorum.Bu yerde adeta zaman durmuş.Ceza dedikleri bu olsa gerek.


:BJDF:
Yatağımda kendimle mücadele ediyorum.Saatlerdir adeta kıvranıyorum ve bu durum beni boğuyor.Zaman bir türlü geçmiyor.Günde en az 16 saat uyumam gerek ama bunu bir türlü başaramıyorum.Bu yerde adeta zaman durmuş.Ceza dedikleri bu olsa gerek.

Bir de ceza içinde ceza çekmek dedikleri cümle varya işte onu yaşıyorum.Beş metrekarelik bir hücrenin içindeyim.Tekli bir ranza eski bir yatak, üç tabak tüm servetim sayılır.Bir paket samsun sigarası tek lüksüm.Günde üç dal sigara içmek zorundayım ve dört günlük sigaram kalmış.Herşeyi idare etmek zorundayım, günlük verilen ekmeği, sigarayı, sabunu hatta zamanı hemen hemen herşeyi.En yakın dostum ve destekçim kolumdaki saat.

Devamlı ona bakıp düşünüyorum, çocukluk günlerimi, ailemi, yaşadıklarımı düşünürek, hayal kurarak günde en az iki saati geçiriyorum.Üç dakikalık diş fırçalama süresini onbeş dakikaya çıkarttığımda günlük kırkbeş dakika zaman daha kazanıyorum.Günde sekiz saati yemek, diş fırçalama, bulmaca çözme bulduğum kitaplarla ve bir de hayal dünyam ile atlatıyorum.Toplumda birçok insan yalnızlıktan şikayet edip durur, sıkıntıdan, bunalımdan, adeta hayatından bıkar.

Düşünüyorum da buralarda birkaç gün yaşayan olsa daha sonra hayata nasıl bakar acaba?İnsanlar niçin yaşadığı hayatın güzelliklerinin farkında değil?Ceza evinin yüksek güvenlikli bölümündeki yirmi hücreden birisi şahsıma ait.Diğer bloklarda yatan altı yüze yakın mahkumdan hiç biri bu kısma girmek istemez.

Alt katımızda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalı mahkumlarda tek yaşıyor.Onların işi bizden daha zor.Gardiyanların dahi girmek istemediği uğursuz blok.Aylardır güneşin yüzünü bir parça yansımasını dahi göremedim.Çürümenin, yok olmanın azar azar gerçekleştiği yer.Tabuttaki bir ölü bile bizden daha şanslı sayılır.O bir şekilde ölmüştür ve artık tabiata karışmış evrimini tamamlamıştır.

Ya bizler!Geçen ay on beş yıla hükümlü bir cinayet mahkumu kendını astı.Adam dayanamadı.Fakat hiç kimse umursamadı bile.Ne devlet ne de bizler.Felsefemiz şudur; herkesin cehenneme kadar yolu var.Suç işleyen cezasını çekecek kural budur.Buralarda acımanın a harfini bile bulamazsınız.Kurtuluş nerede acaba. On altı saati yatakta geçirmek bile başlı başına bir işkence.Profesyonel bir mahkum bu süreyi yatakta geçirmek zorunda.

İnsanın kendi vücudu dahi bu işkencenin baş aktörü oluyor.Damarlarımda dolaşan kanın hareketini devamlı hissediyoum, kalp atışlarım bile göğüs kafesimi zorluyor.İç organlar dahi bir makine gibi çalışıyor ve hepsinin seslerini duyuyorum.Ümitsizlik, korku, endişe duyguları bu sistemin çalışmasını sabote ederken bazen anıden yataktan sıçrıyorum.

Hücrede sadece birkaç ay geçiren mahkumun once duyuları bozulmaya başlar.Yavaş yavaş görme, duyma, konuşma yetileri azalır.Kendi kendine sesler duymaya başlarsın, gardian ile konuşurken anormal bir şekilde bağırarak konuşursun.Gözlerin üç metreden fazlasını göremediği için zamanla artık uzağıda göremezsin.Bedeli ne olursa olsun burdan kurtulmayalım.Ben diğer mahkumlardan farklıyım biraz.Benim defterimde kadercilik, pişmanlık, acizlik yoktur.Ne olursa olsun burdan çıkıp gideceğim.Dört aydır bu hücredeyim.Üç yılımı hapishanede geçirdim ve sadece bir üç yıl sonra özgür kalabilirim.

ERTESİ GUN:

Victor Hugo nun Sefiller adlı romanını okuyorum.Çocukluğumda bu romanı kısaltılmış haliyle okumuştum.Cezaevi Kütüphanesinde bu romanın çok eski tarihli üstelik Fransızca orjinal çevirisini bulduğumda tekrar okudum.Bin sekiz yüz sayfalık bu eseri tekrar gözden geçirdiğimde adeta şok geçirdim.Hugo nasıl bir roman yazmış inanamadım.Hugo nasıl bir insandı.Yüz elli yıllık bu roman daha çok dini bir kitap gibi yazılmış.Bu roman en ümitsiz anımda bana yaşam enerjisi verdi kurtuluş kapısını araladı.

Hücremde yayılan bir ışık gibiydi.İki yüz yıl evvel doğan bu yazarın beni kurtarmasına inanamadım.Hayat kurtaran kitap dedikleri bu olsa gerek.Kürek Mahkumu Jean Val. Jean yirmi yıl yattıktan sonra topluma nasıl dönmüştü.Onu affeden piskopos nasıl bir karakterdi.Hugo insanı tanımıştı adeta bir peygamber gibi.Dostoyevski nasıl son anda idam mangasının önünde ölümden kurtulmuştu.

Daha sonra on yıl Sibirya’da on yıl kürek mahkumluğu yapmış üstelik bir de on yıl zarfında ona bir kağıt, kalem bile vermemişler.Bir kral veye imparator değillerdi ama insanlık ışığını günümüze kadar hatta tarihin son gününe kadar ulaştırmış oldular.Nazım bir dehaydı.Orhan Kemal, Yaşar Kemal ya onlar?İşte bu dehaların bana vermiş olduğu yaşam enerjisini belki ailem, arkadaşlarım , toplum veremedi.

ÜÇÜNCÜ GÜN:

Uzun saçlarım darma dağınık.Havlu ile kurulamağa çalışırken aynaya baktığımda görüntü hiçte hoşuma gitmiyor.Vücudumdaki sayısız dövmeler, ayağımdaki yarım botlar, kot pantolon ve siya tişörtümle yabancı mahkumlar daha çok benziyorum.Zaten bazı gardiyanların bakışlarında bunu hissediyorum, onlarda haklı sayılır.Disiplin suçu işleyene bir mahkum olduğumdan beni buraya tıktılar.Üstelik bazı koğuşlarda beni kabul etmiyor, mahkumlarda ürküyor benden.Bir gardiyan söylemişti:

"Bak hemşerim bugün yarın seni başka bir yere gönderecekler haberin olsun burası Kütahya Cezaevi sizin İstanbul a benzemez ne diye milletle kavga ediyorsun. Uslu durup cezanı bitirsene bak çoluk çocuğunda varmış.Seni burdan paketleyecekler bari gittiğin yerde akıllı dur."

Kütahyalı gardiyan içten samimi bir şekilde konuşmuştu.Aslında bir çok gardiyan suratıma bile bakmazdı.Gideceğim yeri az çok tahmin ediyorum.Mücadelemin hangi çerçevede olduğunu tabiki bilemezdi bu gardiyan.

DÖRDÜNCÜ GÜN:

Sabah çıkan sesler ile irkiliyorum, bir şeyler oluyor.Kapı sesleri, dönen anahtarlar, merdivenlerden çıkan postal sesleri bir şeylerin habercisi.Hızlı bir şekilde pantolonumu giyip sonra botlarımı bağlayıp demir parmaklıklardan bakmaya çalışıyorum.Bir grup gardiyan ve jandarmanın acele bir şekilde bizim kısma girdiğini görebildim.Önümden geçtikleri sırada baş gardiyanın ikazı ile demir parmaklıktan geri çekildim.

Askerlerin ellerinde zincir kelepçeler sallanıyor.Bir hücreyi açıp bağırarak içeri girdiler.Boğuk sesler çıkıyor.Tahmin etmiştim deliyi götüreceklerdi.Deli bir mahkum iki yıldır o hücrede yatıyordu.Az sonrada önümden geçtiler.Deli mahkumun görüntüsü gerçekten feciydi.Saçları beline sakalı neredeyse karnına kadar uzamıştı.Sankı mağara dönemi insanıydı.Üstünde yayılan koku ve görüntüsü korkunçtu.Askerler onu kelepçeledikten sonra adeta sürükleyerek götürdüler.

Meraklanmıştım nereye gidiyordu?..Öz babasını öldüren deli mahkum öyle bir çıldırmıştı ki çektiği vicdan azabı onun iç dünyasını parçalamış zehire çevirmişti. Deli herif dünyada yaşayan altı milyar insan arasında öldürmek için gidip babasını bulmuş.

Ranzama tekrar uzandığımda aynı sesleri tekrar duydum.Gardiyanlar ve askerler geri geliyorlardı kimi alacaklardı?..Ayağa fırladım tekrar.Bulumduğumuz kısımda benden başka bir mahkumda yoktu. Hücremin kapısında durdular. Başgardiyan sesleniyor. "Sen de hazırlan çabuk ol .Bolu F Tipine nakil oluyorsun seni bekliyoruz"...





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kurtarın Beni
Sarıgöl Roman Mahallesi 2
Pavyon Sokakları
Gel Abi...
İblis Yeryüzünde
Çöp Kamyonu
İsyankar Ruhlar
Toplum Düşmanı
Genelev
Midyeci Raci

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hırsızlar Kralı
Güzel İstanbul
İdam İsteriz
Dilenciler Köyü
Emret Başkanım
Düttürü Düüüttt
Cafer Kalfanın İsyanı 2
Şairler Çıkmazı Sokağı
Ayşe Aşk Arıyor
Köpekler Sokağı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kurtlar Sürüsü [Şiir]
Ego - [Şiir]
Çingeneler Zamanı [Şiir]
Açım Ben [Şiir]
Olmalı [Şiir]
Hani [Şiir]
Zaman Geçsin [Şiir]
Konstantin Ağlıyor... [Şiir]
Kuyu [Şiir]
Sen Gidersen [Şiir]


şenol durmuş kimdir?



Etkilendiği Yazarlar:
CERVANTES


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.