"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
"Simit taze, lahmacuna geeel, buz gibi limonata buuzz, ablama bak, abime geeelll.." Sırası gelen minibüs, koltuk sayısına göre yolcusunu alır almaz adeta yangından kaçarcasına caddeya çıkıyordu. Korna sesleri,egzoz gazı, yolcular, satıcılar ile küçük bir panayır görüntüsü vardı.. G.O.Paşa, Şehzadebaşı durağında sırasını bekleyen bir şoförün suratı biraz asıktı. Kutuda duran bozuk paralara bakıyor, ofluyor, pufluyor, saatini de devamlı kontrol ediyordu. Cebindeki kağıt paraları belki de onlarca kez saymıştı. Paraları sayarken de homurdanıyordu: "Ah ulan bu ne tersoluk, bugün de işler bozuk, patron pezevengine ne yövmiye vereceğiz, Allah kahretsin!" diyordu. Şoförün arka sırasında ki bir koltukta cam kenarında oturan yaşlı bir yolcu şoförün isyan dolu cümlelerinden az da olsa korkuya kapıldı. Gözlüğü, takma dişleri titremişti. "Ah be evladım biraz sakin olsana gençlik işte sabırsızlar, hey gidi gençlik hey" derken şoförü ürkek gözlerle izliyordu. Sürekli dikiz aynasına bakarken, arada bir arkasını dönerek yolcular tamamlandı mı diye koltukları kontrol ediyordu, şoför. Sabırsızlanıyordu... Bu meslekte vakit nakitti. Devamlı ara gazı vererek sinirini belli ederken, sanki yolculara da için için öfkeleniyordu: "Hadi ulan çabuk binin be, geç kaldık, yandık aga, anasını satayım"diyordu. Kirli sakallarını karıştırıyor, bıyıklarını sağlı sollu çekiyor, vites kolundaki tesbihi de öfkeyle sıkıyordu. Bazı yolcularda şoförün davranışlarından belki de sinirinden olacak biraz ürkmüştü. Koltukların tamamen dolduğunu zannederken, gözü arka dörtlüde ki tek kişilik boş koltuğa takıldı. Can sıkıntısı ile kasetlerini sıralarken, piyasaya yeni çıkan, adeta fırtınalar kopartan, arabeskin yeni kralı, yıldız sanatçı Hamza Acıses’in, son çıkan albümü olan "Ben Acı Çeken, Onu Seven, Şerefsizin Biriyim" adlı kasetini teyipin ağzına soktu. Kasetle uğraşırken, bir ses duyunca arkasını döndü: "Şoför evladım şey yani hareket ne zaman şey onu soracaktım?" diye soruyordu. Arkadaki koltuğun boş olduğunu gördü. Üstelik bu yaşlı bunak adamın ikazı da canını iyice sıkmıştı. Öfkeyle parladı: "Bey amca zevkten durmuyoruz ya, hayret birşey yahu, görmüyor musun bir kişilik yer daha var, tövbe tövbe..." Yaşlı adam boş yeri görünce susmak zorunda kaldı.Neden bu hatayı yapmıştı acaba. Neden sormuştu. Durup dururken şoför beyi niçin kızdırmıştı. İhtiyar suçluluk duygusuna kapıldı. Diğer yolcularda bu tartışma üzerine adeta içgüdüsel bir şekilde aynı anda bu boş koltuğa baktı. Daha sonra herkes hayretler içersinde birbirine baktı. Neler oluyordu?..Bu işte bir tuhaflık vardı. Beş dakikadan fazla bir süre geçmesine rağmen, milyonu geçen nüfusu olan lanet olası, Allahın belası G.O.Paşa minibüsüne niçin, neden bir kişi binmiyordu?.. Bu durum gerçekten inanılacak bir şey değildi. Bir kişi minibüsün arkasından gözüktüğünde, yolcular heyecana kapıldı.Hemen hepsi aynı şeyi düşünüyordu: "İşte biri geliyor, binecek galiba, şükür geldi, nihayet geldi, kurtulduk işte" Adam simit almak için minibüsün yanından geçmişti. Yolcular da şoför de hayal bir anda kırıklığına uğradı. Minibüsün içi daha şimdiden boğulmuştu. Hemen herkes adeta kurtarıcı olacak olan bir kişiyi bekliyordu. Bir mesih gibi. Şoför adeta hırlıyordu: "Gel be kardeşim, gel be, ne olursan ol yine gel be, senin de Allah belanı versin, bu mesleğin de, sizlerin de ulan" Sabırsız şoför ikinci kez isyan ediyordu. Nihayet iki kişi bindiğinde şoförler de yolcular da rahatladı.Yine aksilik oldu. "İnelim arkadakine binelim görmüyor musun, tek kişilik yer var" diyordu arkadaşı. Arkadaşının ikazı ile bindikleri gibi inmeleri bir kaç saniye sürdü. Minibüsü aniden ölüm sessizliği kapladı. Şoför de yolcular da karşılıklı, çok anlamlı bir yüz ifadesiyle birbirlerine baktı. Kahırlar, belalar, lanetler, bu inen iki kişiye yöneldi. Orta yaşlı, orta göbekli, kravatlı bir adam ofluyordu; "Ne olurdu sanki birisi ayakta gitseydi ölmezlerdi ya, nasıl genç bunlar?Biz de zamanında gençtik..Üstelik Kıbrıs harekatında bende vardım.." Bir kadın sinirinden ağlayacak gibiydi, hırsından bağırdı: "Delikanlı olacaklar bir de canım, gelip benim yerime otursaydı..Allah cezalarını verir inşallah" Başka birisi: "Utanma kalmamış kardeşim utanma, terbiyesizler.Aile terbiyesi almamış bunlar.."diyordu Hamza Acıses’in son muhteşem şarkısı duyuluyordu: "Ben açı çeken...onu seven.. şerefsizin biriyim..." Bir kişi bindi. Yolcu kısa boylu,temiz giyimli,gözlüklü, toparlak suratlı, besili bir adamdı. Bütün gözler bu adama bir anda saygı ve sevgiyle baktı. Herkes sevinmişti. Boş koltuğa oturan yolcu da bu bakışlardan şaşırmıştı. Yeni yolcu: "Birisine mi benzettiler yahu" diye düşündü. Kaptan şoför nihayet harekete geçmenin sevinciyle gaza basarken, yolculukta başlamıştı. Şoför beş kilometrelik G.O.Paşa-Beyazıt hattı yolunu sanki Sivas-İstanbul yolculuğu gibi görüyordu. İnsanlar mutluydu. İhtiyar adam evdeki pişen yemeği düşünürken, son binen yolcu ise saatine bakarken düşünüyordu: "Eve gitmeden kahveye uğrayayım bari, belki okeyde bizim enayilerden bugün de bir iki onluk koparırım" Bir sigara yaktı. Dumanı tavana doğru üfledi. Sonra bağırdı: "Evet abiler, ablalar, ücretler elden ele, elden ele, paralar bozuk olsun." Şoför’ün talimatı ile yolcular elden ele paraları aktarırken, bozuk parası biten şoför birden kızdı.. "Tüh allah karhretin yine yirmi beşlik kalmamış" "Bey amca yirmi beşliğin yok mu" diye sordu. İhtiyar adam bu kez korkudan olacak ki titreyerek, yalvarırcasına konuşuyordu: "Yok be evladım olsa zaten verecektim, vallahi billahi verecektim..Affet beni nur yüzlü evladım.." Canı sıkıldı şoförün.Yapacak birşeyi yoktu. İster istemez şimdi zaman insanlık zamanıydı. Biraz fedakarlık, hoşgörü zamanıydı: "Tamam dayı madem öyle o zaman kalsın..İnsanlık henüz ölmedi." Sevgi dolu yumuşak ses tonu minübüsün içine bir bahar havası yaydı. İhtiyar adam bir sevindi, bir sevindi ki içinde tatlı bir sevinç ve titreme dalgası geçti. Sanki piyangodan küçük bir ikramiye çıkmıştı. Alt tarafı bir sakız parası olan yirmi beşlik bu emekliyi zengin etmiş gibiydi. Minibüs yolcuları bu sakız parası kadar miktardan çok memnun olurdu. Şoför de yolcularda bu dayanışmanın, fedakarlığın elbette farkındaydı. İhtiyarın haricinde bir kaç yolcu daha yirmi beşlik kazanmıştı. "Ne kadar ördek, o kadar çok para, Allah Allah" diyordu şoför. Yolda duraklar da biriken yolcuların hayali ile daha da mutluydu. Dikiz aynasına öylesine bir baktı. Tipinden çok zevk aldığı belliydi. Yarı Müslüm, yarı İbo tipini çok seviyordu şoför. Dikiz aynasına tekrar baktığında yolcular arasındaki dişileri gözden geçirdi. Arka dörtlüde oturan genç bir kızı gördüğünde ürperdi. "İşte ya liseli, ya da üniversiteli manita, tam kalemim aga, boyu kısa ama idare eder" diye düşündü. Yolculuk boyunca aşık olacağı dişiyi de nihayet seçmişti. Sürekli yıllardır bu şekilde hayaller kurar ve arabeskle de yaşardı. Her gün bir yolcuya aşık olur, paydostan sonra da diğer şoför arkadaşlarıyla oturur, içki içer, aldığı yevmiyeyi harcar ve günün aşkını anlatırdı. Ama şunu da iyi biliyordu ki kader onu bu hale getirmişti. Onun hiç bir suçu günahı yoktu. Dün gece içki içerken arkadaşlarına söyledikleri hafızasında hala canlıydı: "Bugün bir manita bindi felaketti, aga görücektiniz, ah ulan tam araklayacaktım ki, aklıma patron geldi. Minibüs’ü kime bırakacaktım ki, olmadı bir türlü anasını satayım, ulan kader ben senin......." Şoför düşüncelerinden bir anda sıyrıldı. Trafik durmuştu. Trafik dehşeti yine sahneye çıkmıştı. Yolcular neredeyse sıcaktan bayılmak üzereydi. Üstelik bazı yolcuların beygir gibi, keçi gibi kokması minibüsün havasını iyice perişan ediyordu. Oflamalar, puflamalar, hırlamalar, birbirine karıştı. Şoför direksiyon simidini ısırmamak için kendisini zor tutuyordu. Kadının biri bağırdı: "Ayol şu camları açın lütfen, nefes alamıyorum." Kaptan şoför kadının isyanına acı bir gülümsemeyle cevap verdi: "Cereyan yapar sayın ablacım, cereyan yapar, millet hasta olmasın, üşütmesin anlayacağın sayın ablacım" Sürekli bu hatta yolculuk yapanlar bu zorlu yolculuğa bağışıklık kazanmıştı.Hatta bir çoğu umursamıyordu. Onların pek sesi çıkmasa da, bazıları yeni olacak ki düşünüyor, soruyordu: "Bu yollar niçin, neden böyleydi?.." "Yollar mı dar, yoksa araçlar mı fazlaydı?.." "Trafik polisi neredeydi..?" "Bu kadar araba olursa böyle olurdu." "Araba olmazsa biz nasıl gideriz" "Kabahat hangi hükümette, hangi parti de?.." "Bu işler nasıl işler..?" Çok geçmeden trafik açıldığında yolcuların vücudunu sevinç dalgası kaplarken, insanlar tekrar mutlu oldu. Yolcular kurduğu hayallerine kavuşurken, şoförün hayali ise ördekler de odaklanmıştı. Ortalık gerçekten ördek kaynıyordu. Edirnekapı durağında da fazlasıyla toplanmıştı. Şoför yağız delikanlıydı. Sert bir frenle durunca ördekler de minibüse hücum etti. İnsanlar tavuk misali yığılırken, kafalar, kollar, bacaklar birbirine girdi. Minibüs tıka basa dolarken şoför durmadan bağırıyordu: "Abiler, ablalar, sıkışalım daha yer var, sıkışalım, arka dörtlüyü isterseniz beşleyelim." Yeniden hareket ettiğinde çok mutluydu. Dikiz aynasından yolcuları kontrol ettiğinde o suratı görünce birazcık korktu. Tilki yüzlü, kara suratlı adamı gördü. Yankesici yine iş başındaydı. İşte yine gelmişti allahın belası... Bir fordçu ise iri bir kadına yaslanmıştı. Paraları toplayan şoför bunları görmemezlikten geldi. İsterse görsün?.. Başına bir iş, bir bela alacağını çok iyi biliyordu. Yankesicinin işi bugün gerçekten zordu. Kaç kişiyi yoklamışsa da demir paradan başka bir şey hissetmiyordu. Şoför ördeklerden topladığı parayla hasılatını doğrulttuğundan olacak ki, gaza basıyor, sonra ani frenlerle duruyor, kalkıyor, minibüsü adeta dans ettiriyordu. Bu esnada arka sıralardan bir ses duyuldu. "Kardeşim yeter artık be, bu kadar yolcu alınır mı? Görmüyor musun millet nerdeyse sıcaktan geberecek, sen hala yolcu alıyorsun, yer mi kaldı minibüste?" diyordu öfkeli bir yolcu. Genç bir adam artık dayanamamıştı. Aniden çıkan bu isyan sesi minibüsün içinde patlayan bir bomba etkisi yarattı. Herkes şaşırmıştı. Sesin sahibine baktı bütün gözler. Kimdi bu kahraman?.. Kimdi bu sessizliğin sesi olan cesur adam?.. Kimdi bu halkın hakkını arayan adam?.. Bütün yolcular bu adama hayranlık ve sevgiyle baktı. Bir Kara Murat, bir Malkoçoğlu gibi cesurdu bu adam. Yolcular bu kahramana hayranlıkla bakarken yine sessizce düşünüyordu: "Helal olsun aslan gibi delikanlı, memleketin böyle insanlara zaten ihtiyacı vardı. " Tam bir vatan evladı. Zaten Çanakkale’yi kurtaran kahramanlar da böyle insanlardan çıkmıştı ya." Genç bir kızın hayranlığı daha da artmıştı: "Ne yakışıklı çocuk, arkadaşlık teklif etsem kabul edermi acaba?." İhtiyar adam ise daha çok mutlu olmuştu.Düşünceleri onu ulaşılması güç bir hayale sevk etti: "Aslan oğlum benim. Aynı benim gençliğim gibi. Küçük kızı o hıyara vereceğime keşke böyle bir delikanlıya verseydim. Nerede bizde o şans" Şoför de bu sesi duyunca şok geçirdi. Gözlerine, kulaklarına inanamamıştı. Birden ne karşılık vereceğine şaşırdı. Kendisini toparlamaya çalışıyordu ama yine de ne cevap vereceğini bilmiyordu. Titremeye başladı şoför, eli, ayağı, hatta aleti bile titriyordu. Sinirleri alt üst, tepe taklak olmuştu. Uzun zamandır böyle aykırı bir sesi duymamıştı. Fakat hemen karşılık vermesi gerekiyordu. Kontrolü elden bırakmamalıydı. Bu çöplüğün öten horozu şofördü. Ancak o öterdi. Üstelik ona devlet yetki vermişti. Halk taşımacılığı gibi kutsal bir vazife, kamusal bir hizmet veriyordu. Şoför üstünlüğünün ve konumunun farkındaydı. Sesin sahibini görmek için aynaya baktı. Fakat nereye baksa tilki suratlı yankesicinin yüzünü görüyordu. Yankesici fırsat bu fırsat diyerek kalabalığın içinde dört dönüyordu. Şoför bu isyan sesinden ürkmüştü. Ancak karşılık vermesi zorundaydı. Ağır argo ses tonu ile ona cevap verirken ayakları titriyordu: "Kardeş çok zoruna gidiyorsa taksiye binseydin he, zorla mı bindirdik seni kardeşim.Ayakta yolcu almazsam bu vatandaş evine nasıl gidecek?.. Yazık günah değil mi bu insanlara, herkes yolda perişan halde bekliyor." Bu çok anlamlı, felsefi cevaba öncelikle şoförün kendisi şaşırdı. "Ulan bu kafadan bu cevap nasıl çıktı be, helal olsun bana" diye böbürlendi. İsyan eden genç adam tam karşılık verecekti ki: "Şoför haklı birader, millet evine yetişmeye çalışıyor onun ne kabahati var?" diyen bir ses şoföre destek verdi. Bu kez bütün gözler sesin sahibine döndü. Bu ses yankesicinin sesiydi. Hemen arkasından bu kez umulmayacak yerden şoföre destek geldi. Fordçu ile yaslandığı iri kadın aynı anda konuştu: Fordçu : "Şoför haklı arkadaşlar, ne yapsın vatandaş için çalışıyor, fedakarlık yapıyor, O olmazsa biz ne yaparız." diyordu. Fordçunun dayandığı iri kadın da yarı İstanbul, yarı kendi şivesiyle cevap verdi: "Hee kardeş, şoför doğruyu söyledi. Taksiye binseydin ya, allah ondan razı olsun" Genç adam şaşkınlıkla susmak zorunda kaldı. Yolculardan kendisine destek geleceğine adeta köstek gelmişti. Şoför çok mutluydu. İsyan kısa sürede sağ duyulu vatandaşlar tarafından bastırılmıştı. Diğer yolcular ise iki fikir tartışmasında bu kez şaşkına dönmüştü. Hepsi düşünüyordu. Şoför mü haklıydı acaba, yoksa genç adam mı haklıydı?.. Fakat karar vermekte herkes zorlanıyordu. Çoğunluk orta yolu tercih etti. Evet ikisi de haklı olabilirdi. Aniden Mahsun Kırmızıgül’ün şarkısı da devreye girince iyice sustular. Düşünme sessizliğine girdiler. Hiç kimse artık düşünmüyordu. Doğunun haso delikanlısı bütün içtenliği ile sesleniyordu. "Hepimiz kardeşiz, bu öfke ne diye, dağlar oy oy, dağlar oy oy, yollar oy oy....." Şoför tam zamanında kaseti yerleştirmişti. Keyfine diyecek yoktu. Yılanın başını ezmişti. Gaza bastıkça basıyordu, erkekliği, üstünlüğü gittikçe kabarıyordu. Düşünüyordu: "Seni namussuz seni. Senden başka açık göz yok mu, aldın mı ağzının payını, koduğumun hergelesi. Bu komünistlerde hep beni mi bulur yahu" Torpido gözündeki zulada olan levyeye de büyük bir güvenceyle baktı. Komünistin kabadayılığı devam etseydi eğer, en yakın dostu güvenilir arkadaşı levyeyle bu haine haddini bildirecekti. Bir güvencesi de aynanın önünde asılı duran üç hilal ve bozkurt resimleri de zaten vatandaşa gereken cevabı veriyordu: "Ben tehlikeli biriyim, arkam sağlam, bana bulaşmayın, yoksa yanarsınız" Psikolojik destek ve güven sağlıyordu bu görüntü. Şoför çok vatansever gibi gözüküyordu. Polisler bile çevirmelerde ona hoşgörü gösteriyordu. Yankesicinin sesini duyunca irkildi şoför: "Sağda inecek var hemşerim." Fren yapıp durduğunda, yankesici lanetler okuyarak indi..Son hızla başka bir minibüse bindi. Şoför de bu heriften kurtulduğuna sevindi.Yankesiciye küfürleri saydırıyordu.. "İtoğlu it, senin ben ecdadını..." Minibüs dört kilometrelik bir mesafeyi ancak bir saatlik sürede alabilmişti. Trafik yeniden kilitlendiğinde insanlar artık iyice hayatından bezmişti.Sakallı bir yolcu daha bağırdı: "İndir beni kardeşim, indir ulan allahını seversen indir, inmek istiyorum ulan, tutmayın benii" Şoför yeniden panikle durdu. Ne olmuştu bu adama, delirdi mi yahu diye soranlar hayretle adamın arkasından bakıyordu. Adam kalabalığı yararak dışarı fırladı. İnen yolcu anlamsız bir şekilde minübüse doğru el kol hareketleri yaparken küfürleri saydırıyordu.. Yolcular inen adamın boş koltuğuna heyecanla baktı. Birbirlerinin suratına da anlamlı bir şekilde bakmayı ihmal etmediler. Boş yere kim oturmalıydı?.. Kimin hakkıydı bu boş yer?.. Teamüllere göre iri kadın ve bir sevimli bir ihtiyar vardı sırada. Toplum olarak saygı ve hoşgörü toplumu olduğumuzdan dolayı olacak ki kimse harekete geçmedi. İri kadın ve sevimli ihtiyar. Acaba hangisi oturmalıydı?.. Fordçuyu hüzün dalgası kaplamıştı. "Bayan buyrun oturun " diyordu ihtiyar. Kadın duygusal bir fedakarlık yaptı: "Yok yok amca yaşlısın, sen otur, biz çok şükür iyiyiz, rahatız" Sevimli ihtiyar çok sevindi: "Allah razı olsun evladım. Allah seni sahibine bağışlasın" Kadın, arkasında ki fordçu çok mutlu oldu. Diğer yolcularda bu saygı sevgi ilişkisini hayranlıkla izliyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |