Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
“It was twenty years ago from today.” “Bundan yirmi yıl önceydi.” Üniversitede benimle stüdyo dersi almış olan herkes, müzikçibaşı olduğumu bilir. Stüdyonun müzik gereksinmesini karşılardım. Genellikle teypte kaset çalardım ama üçüncü sınıfta iken iş DJ olmaya kadar ilerledi. Ufuk Duruman arkadaşımızın sağladığı stereo pick-up’ta bu LP’yi çalmıştım. “Bundan yirmi yıl önceydi.” (Bu arada İngilizce de öğrendim. :) ) The Beatles’ın “Çavuş Pepper’in Yalnız Kalpler Kulübü Orkestrası” (Sargeant Pepper’s Lonely Hearts Club Band) bestesinden alınan bu sözler şu anki durumumuza çok yakışıyor. Forumlar ve bazen isteksizce atılan sloganlar dışında birlikte hiçbir şey yapmamıştık. Bunun acısını sanki kaybolmuş bir dönemin kaybolmuş gençleri olarak yirmi yıl sonra 24 Mart gecesi çıkarmaya çalıştık. Gitarımı mimarlığın bahçesine bir gün olsun getirip çalmadım. Aklıma bile gelmedi. Çünkü bu bir ‘burjuva eğilimi’ olurdu. Çünkü toplu yerlerde ancak saz çalınabilirdi. Ben yurtta kalıyordum. Batı müziği dinliyorum diye teybim birkaç kez pencereden atılma tehlikesi geçirdi. Havalarda dolaştı. Bunun gibi sanki eğlenmek de yasaktı. Şimdi kendi başıma iken bir yerde bir yanlışlığın olduğunu daha iyi görüyorum. Bu yanlışlık yüzünden, yabaniliğin atılıp daha insancıl olunacak bir yer olan üniversitemizde hiç de öyle olmadık. En azından kendi açımdan söyleyebilirim, ben yabani kaldım. Ancak hiç mi ilerleme olmadı? Oldu tabi. Temelde yanlış şeyler öğrenmeme rağmen bazı doğru şeyler de öğrendim. Sonra kendi dünya görüşümü geliştirdim. Doğruluğunu yanlışlığını zaman gösterecek. Ölmez sağ kalırsam eğer ben de göreceğim. Toplantıya gelirken oldukça heyecanlıydım. Eğlenmeye çalışırken bir taraftan birbirimizin yüzünde yaşlılığın izlerini aradık. Bana kimi arkadaş çok değişmişsin, kimi de hiç değişmemişsin dedi. Ben yirmi yılda ne kadar değiştiğimi biliyorum. Herkesi de kaçınılmaz olarak değişmiş gördüm. Yüzümüzde oluşan çizgiler, saçlarımızdaki eksilmeler ve renk değişikliği (beyazlar demek istemiyorum) yaşantımızın en önemli döneminin kapandığını gösteriyor. Ama yalnızca dönem olarak. Yoksa ben hala çocuğum. Yaşım ne kadar büyürse büyüsün bir tarafım çocuk olarak kalacak. Sanıyorum birçok arkadaş da benim gibi düşünmekte. Nurdan’ın söylediği “Daha dün annemizin kollarında yaşarken” bunun kanıtı. O gece herkesi tam takım göremedik tabi. Bazı arkadaşların adres ve telefonu bulunamamıştı. Bazılarının işi varmış gelemediler ama toplantıya özürlerini, haberlerini ve sevgilerini ilettiler. Sınıf arkadaşıyla evlenip boşanan arkadaşlardan bir tanesi gelemedi. Gelse eski kocasını ve onun yeni eşini görecekti. Tamamen masum olması gereken ikinci eşler köşelerinde sessiz sedasız oturdular. Arkadaşların bir kısmının gelememesinin başka bir nedeni daha vardı. Üstelik onlar gelemedikleri için özür de dilemediler. O gece aklıma başka bir müzik daha takıldı. Bu Pink Floyd’un “The Darkside of the Moon” albümünden “Time” isimli parça idi. Sözlerini (çoğunuz biliyordur) buraya yazmamı çocuksu bulursanız gücenmem. “...And then one day you’ll find/ Ten years have got behind you/ No one told you when to run/ You missed the starting gun...” Çevirisi: “...Ve bir gün bakacaksın ki arkanda on yıl kalmış. Kimse sana ne zaman koşacağını söylememiş. Başlama atışını kaçırmışsın.” Buradaki ‘ten years’ ‘twenty years’ ve günü geldikçe, gelirse, daha fazla da söylenebilir. İstediğiniz gibi söyleyebilirsiniz. Devam eden sözleri de şöyle: “...Sun is the same in a relative way/ But you’re older/ Shorter of breath/ One day closer to death...” Çevirisi: “...Güneş göreli olarak aynı Fakat sen daha yaşlısın. Nefesin daha dar, Ölüme bir gün daha yakınsın...” Bunun peşinden gelen parçada uzaklardan duyulan bir ses şöyle söylüyor: “Ölümden korkmuyorum. Neden korkayım ki, bunun için bir neden yok.” Peşinden çığlığı atan kişi bu parçanın tanınmasından hemen sonra, 1972’de öldü. Yani şimdi çoktan toprak olmuş durumda. Bu adamlar bundan hemen sonra bir albüm daha yaptılar, ölen başka bir arkadaşları için. “Wish you were here.” Yani, “Keşke burada olsaydın.” Ben birinci sınıftaydım ve tahmin ettiğiniz gibi onu bol bol dinlettim. Önce Ömer Sürmeli’yi duydum. Bir trafik kazasında kaybetmişiz. Sonra Doğan Yurtsevenler’i. Bu hırçın tabiatlı arkadaşımız Kazakistan’da mafia tarafından vurulmuş. Sonra Özkan Köseoğlu’nu duydum. Nasıl ölmüş henüz bilmiyorum (ilk üçe giremedik, tüh). Peki Ali Aytaç’ı kimse tanımıyor mu? Gerçi o gece toplanan iki dönemden değildi ama gene de bizden sayılır. Son sınavları verdikten sonraki ilk bayramda İzmir’e giderken trafik kazasında kaybettik onu da. Onun öldüğünü bana Doğan söylemişti. Ali... Uzun boylu Ali... Kara kaşlı, kara bıyıklı Ali... Tuğyan’ın sevgilisi ve kocası... Stüdyodaki sabahlamalarımızdan birinde benim toplu konut maketimin üzerinde uçakla giden adam taklidi yapmıştı; vınnn, vıjjj... diye sesler çıkararak. Ali tesisat hocasının İngilizcesine de sarmıştı. “Kloyyjj... kloyyjj...” diye dalga geçerdi hocayla (kelimenin aslı Close=yakın). Gene çalıştığımız bir gece Tuğyan’la birlikte karşılıklı geçip deminki albümden “When I’m 64” (yani ben 64 yaşına geldiğim zaman) isimli Beatles bestesini söylemişlerdi. 24ünde bile birlikte olamadılar. Ali arkasında Tuğyan’dan başka bir yaşında bir de çocuk bıraktı. Özkan çok yakın bir arkadaşım değildi. Arkadaşları bana kızmasınlar, gözümde onun yüzünü bile canlandıramıyorum. Ama Ömer’le birinci sınıfta, aynı stüdyoda, aynı sırada (pencere kenarında) oturuyorduk. Kartondan yapmak üzere bir ışık ödevi almıştık. Teslime az bir zaman kala bir arkadaşın (ben değilim) ona, onun yaptığı projede içeriye yağmur dolacağını söylemesinden sonra başını ellerinin arasına alıp kara kara ne yapacağını düşündüğünü hatırlıyorum. Doğan aynı zamanda benim ev sahibim ile evliydi Negüz’dü eşinin adı. O da sınıf arkadaşımız idi. Yakınlığımız bununla da bitmedi. Okulu bitirdikten sonra 2-3 yıl kapı komşuluğu yaptık. Doğan bir akşam eve gelip damdan düşer gibi Ali’nin öldüğünü söylemişti. “Hadi ya?” dedim, “Evet,” dedi. Yaklaşık bir dakika karşılıklı “Hadi ya?” “Evet”leştik. Yurtta kalırken yani öğrenciyken Doğan bir gece sarhoş olup üçüncü kattan aşağı atlamıştı da bir ay oturup kalkarken güçlük çekmişti. İçkiyi çok severdi. Doğan’ın daha yediği çok naneler vardı ama Negüz’le evlendikten sonra biraz durulur gibi olmuştu. Bir keresinde de elini kırmıştı. Neden olduğunu bilmiyorum. Gezerken Negüz onun alçılı, sargılı olmayan elinden tutardı. Doğan da şöyle söylemişti: “İki elim var. Bu sevilen elim, bu da kırılan elim.” Ben İstanbul’a geldikten sonra onun da bir gün yolu İstanbul’a düşmüş. Tesadüfen benim ofiste olmadığım bir gün ofise gelmiş, masama not bırakmıştı: “Görüşeceğiz.” Diye. Görüşemedik. Yaşam, geçmiş ve gelecek arasındaki karışıklıktır. Önünde sonunda, yaşanan her şey geçmişte kalır ve tarih olur. Genellikle mimar olanların bildiği bir söz aklıma geldi. Büyük Sinan’ın kendisi için, kendisinden sonra gelecek nesillere söylediği söze benzer bir şekilde, çabamızın ciddiyetini yalnızca yaşayanlar bilirler. Ölülerin ardından da yalnızca onlar ağlar. Yukarıdaki liste günler, yıllar geçtikçe uzayacak. Sağ kalanlar bir gün beni de o listeye ekleyecek (5. olup olmayacağımı bilemem ama sonuncu olmayacağıma bahse girebilirim). Buradaki en önemli nokta, elden gelecek bir şeyin olmaması. Yapacak bir şey yok. Bu dünyayı birer birer terk edeceğiz. İsteğim ise herkesin bunu yaşamın bir parçası gibi karşılaması. Eskiler buna tevekkül diyor galiba. Sözlüğü açar bakarsanız tevekkül için boyun eğmek karşılığını görürsünüz. Söylediğim öyle bir şey değil; o da var ama biraz daha farklı. İleride şüphesiz gene görüşeceğiz, görüşülecek. Sağ kalanlar bir daha sefere listedekiler için de eğlensinler; tevekkül göstererek. 25.Mart.2001
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |