Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
İnsan dediğimiz zaman üç şey vardır ortada, bunlar ; fiziksellik, düşünce ve duygudur. Bunlar aslında tam bir bütün olan insanı bölmek istediğimizde ortaya çıkan üç ana bölümdür. Bunlar insanı tanımlamak ve tam anlamıyla ortaya koymak için yeterli olduğu gibi diğer var olan şeyler hakkındada bir sınıflama yapmak için yeterlidir. İnsan ve diğer tüm varlıklar için var olmanın koşulu fizikseldir. Biz fiziksel olan şeyi gerçek diye alır ve onun üzerinde ne yapıp yapamayacağımızı biliriz. Dahası o şey üzerinde bir şeyler yapabiliriz. Bundan sonraki durum ise düşüncedir. Bu insanı sorumlu kılan ödevin koşuludur. Eğer bir insan düşünme kabiliyetine sahip ise o insanın uyması gereken kurallar vardır yani o insanın ödevleri vardır. Bu kabiliyete sahip olmayan insanlardan zararsız olanlar kendilerine göre tam anlamıyla özgür diyebileceğimiz bir hayat yaşadıkları gibi zararlı olanlar ise tımarhaneye konularak diğer insanlar onlardan, onlarda diğer insanlardan korunur. Duygu ise insanı inanmaya ve diğer tüm hislere yönlendirendir. Her koşulda insan aklı ile sonuçlara ulaşamaz yada yaşadığı şey akıl ile açıklanamaz bu durumda o insanın konusu duygudur. Duygu insanı aynı akıl gibi diğer varlıklardan farklı hale getirendir. İnsan düşüncesi ile ben neyim sorusunu sorduğunda bu soruya düşünce ile cevaplar veremez. Verse bile bu cevap hiçbir zaman gerçek manada ne tatmin edicidir nede doğrudur. Bu sorunun muhatabı olarak duyguda durmaktadır. İnsanın fiziksel yönü zaten sorgulamanın dışında tutulmakla ve yaşanılan her şeyin gerçek olduğu alınmaktadır. Ancak bunun yanında onun yalnızca düşünsel kısmı bir rehber ve bu ilkelliği sınırlayan şey olarak alınmaktadır. Ancak bu görece doğru kabul tam anlamı ile doğru değil ve eksiktir. Çünkü geçmişte yaşanmış olan deneyimler özellikle hristiyan-yahudi batı düşünürleri açısından bu noktaya gelmenin bir gerekçesi olarak alınmasına karşın tam anlamı ile ne doğru nede yanlıştır. Ancak içinde bulunulan an içinde bu düşünceler sınırları tamamen ortadan kaldırmış ve düşünce önünde hiçbir engel ve sınır olmadığı noktasına gelmiştir. Fakat buda yine eksik bir bakışın neticesi olarak önümüzde durur. Şöyleki insanın ilk koşulu olan fiziksellik onun ana temeli varlığının mecburi bir yönü olmasına karşın onun en baya hali yada onun en ilkel halidir. İnsan gelişimi açısındanda aynı şeyi düşünce için söyleyebiliriz. Düşünce bu fizikselliği bir hayvandan ayırarak onu sorumlu varlık haline getirmiştir. Kime göre sorumlu bir varlık peki? Elbette kendine ve diğer var olanlara karşı sorumlu bir varlık. Böyle olunca bizim şuan modern sistem dediğimiz şey tam anlamıyla gerçekleşmiştir. Bu iki yönü kullanarak insan varlığını tamamlamış yada kendini gerçekleştirmiş denilebilir ancak duygu çok daha yüksek bir kavrayışla insanı başka bir varlık haline dönüştürmüştür. Bu insanın yalnızca diğer insanlarla olan bağlantısını daha aşkın bir varlığa (örneğin bir tanrıya) yöneltmiş ve bu insanı tam anlamı ile oluşturmuştur. İnsanın bu üçüncü yönünün gözden düşürülmesi yada var olmasının insanı dogmalara yol açacağı yada sorgulamalara engel olacağı düşüncesi hiçte doğru değildir. Öyle ki insan zaten yalnızca fiziksel ve düşünsel bir varlık halinde bulunurken de kendine dogma olarak seçebileceği bir çok şey vardır. Bunlar örneğin: anayasa, toplumsal genel kabuller, maddi varlık vs.dir. Böyle olunca insan bu varlıklara tapmakla birlikte yalnızca taptığını söylemeyen bir insan olacaktır. Bu tür bir varlık algılaması ilkel insan algılaması olabilir ancak. Şöyle ki maddeyi sadece gerçek olarak almak onu yavaş yavaş tanrı olmaya doğru götürmektedir… Kaosun yöntemine baktığımızda şuna görmek mümkündür: her zaman değişim vardır. Bu değişimin en önemli parametresi zamandır. Bununla birlikte yine insanın doğası gereği sahip olduğu yönelimler vardır: bunlarda insanın fiziksel varlık olmasının onun en ilkel hali olmadığı kabulüne dayanır. Şöyleki basit bir mantık ile düşünüldüğünde en ilkel insan yalnızca fiziksel bir varlığa sahip olan insandır. Ancak bu insanın düşünsel kabileyete sahip olduğunu da düşünelim; bu durumda eğer o insan hem düşünsel hem de fiziksel varlığının gerektirdiği bir halde olursa o zaman saf mantığa göre en ilkelin bir üst basamağında yer alacaktır. Aynı şekilde fizikselle birlikte düşünsel ve duygusal kabiliyete sahip olan insan ise tam insan denilen duruma ulaşacak ve böylece normal halde olacaktır. Ancak en ilkel insan yalnızca fiziksel varlığa sahip olan insan değildir. Şöyle ki bir insan hem fiziksel, hem de düşünsel ve hem de duygusal kabiliyete sahip olsun(tıpkı şuan var olan tüm insanlar gibi) ancak bu insan eylemlemesini fiziksel bir varlığa göre gerçekleştirsin, bu durumda bu insan en ilke varlıktır. Ancak bizim bu gün içinde bulunduğumuz durum bu değildir. Bu gün bulunduğumuz durum üçüne sahip olan insan doğası ile karşı karşıya olduğumuz halde yalnızca fizikselliği ve görece olarak düşünselliğe sahip olan insanın modern insan sanılması yanılgısıdır. İnsan ne durumda bulunursa bulunsun yada eylemlerse eylemlesin her an onun duygusal varlığı gerçekliğini koruyacaktır. Bu durumda insan her an tapınma ilgisi olan varlık halinde kendine tapacak şeyler bulacaktır. Bu bir şekilde bir dinle bağlantı kurmak olabileceği gibi yine kendi tapınacağı şeyi ortaya koymakta olabilir. Önemli olan bu durumun kabulüdür. İnancın paradoksal durumu onu gerçek yapar yada onun gerçekliği onu paradoksal bir hale getirir. Şöyle ki ortada inanan insanlar ve inançlar vardır. Bu durumda o insanların inançları ne kadar güçlü ise inandıkları şeylerde onlara göre o kadar gerçektir. İnanç, varlığı kesin olarak ispatlanamayan, fiziksel olarak tespiti imkansız, akıl ile tam anlamı ile kavranamayan olan şeyi duygusal olarak kabul edip onun verilerini hayatın temel noktaları olarak almaktır. Şöyle ki bir tanrıya ve onun dinine inanan insan şöyle der:” insan yaşadığı hayatı, evreni, evrenin ötesini, kendi doğasını, en uygun ve adil yönetim biçimini, inancın yada düşüncenin önemini, ahlakın doğasını yada diğer tüm varolan fiziksel ve düşünsel boyutları ortada hiç bir şey yokken kavrayamaz. Böyle olunca ona temel dayanak olarak gönderilen emirleri alır ve duygusal yönünü ortaya koymak için tanrıyı kabul eder”. Ancak buna karşılık diğer taraf ise” insan düşünsel bir varlıktır ve onu sınırlayan her ne ise bu bir engeldir ve ortadan kaldırılmalıdır. İnsan ancak bu şekilde tam anlamı ile var olur ve varlığı kesin olan fizikselliği temele alır ve düşünseli onu kavramak için korur. Duygusal olan ise var olmadığı ispat edilmediği gibi varlığı da ispat edilemez. Yada başka bir deyişle bunlar insanı dogmalara bağlayarak onun düşüncesinin önüne engeller koyar.” Şimdi önemli olan soru şudur: insan yalnızca bu dünyada mı yaşayacaktır. Elbette birinci grup buna hayır derken ikinci grup buna “evet” der. Peki insanın sorumluluğu kimedir? Birinci grup tanrıya derken ikinci grup “kendine, topluma vs.” Gibi cevaplar vermiştir. Ancak başta anlatılana göre baktığımızda bunlar ilkel seviyede cevaplardır. Zaten aşkın bir varlığa olan sorumluluk bunun yanında onun sana koyduğu sınırları getirmektedir. Yani sen varlığını kendin yada kendin gibi ilkel bir varlık(hayvan) için yaşamak yerine daha üst bir varlık için yaşadığın durumda sen tam olarak varlığını tamamlamış bir insan olursun. Ancak sadece bunu kabul edip hiçbir ödevi olmayan insan haline de gelemezsin. Şöyle ki aşkın varlık olan tanrı sana zaten yaşamında kullanman için gerekli olan kuralları vermiştir. Hali ile sen normal olarak diğer insanlarla birlikte ve bir uyum içinde yaşamakla birlikte duygusal olarak varlığını tam anlamıyla gerçekleştirdiğinden sen onlardan daha farklı bir varlık olacaksın. 30.07.2008
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alparslan Koca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |