Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Yaşanmakta olan kriz, liberal-kapitalistlerle, her türden karşıtlarını bir kez daha büyük bir tartışmanın içine itmiş görünüyor. Kapitalizm karşıtları, ortaya çıkan büyük sarsıntının yarattığı ortamdan yararlanarak, -durağan ekonomi- modelleri dahi öneriyorlar. Çeşitli adlarla ve biçimlerle ortaya konan bu –durağan ekonomi-, sermaye sınıfının, insandaki gözü doymazlığı sürekli uyarmaya ve üretimin durmadan artma ve çeşitlenmesine karşı çıkan görüşleri kapsıyor. Büyüme ve üretim artışını hedeflemeyen ekonomi modelleri geliştirilmesini öneren bu görüşler, liberal-kapitalistlerce, “ekonomi büyümeden yaşamaz” biçiminde reddediliyor. Kaldı ki, tüm 20. yüz yıl boyunca, zincirlerinden boşanmışcasına sürüp giden nüfus artışı karşısında, durağan bir yetinme ekonomisi ile, bırakın yeni iş yerlerini, var olan istihdam nasıl korunacaktır? Kapitalist sisteme göz atınca aslında iki konu dikkati çekiyor. Bunların ilki, sürekli tartışma ve çekişme konusu olan –emek sömürüsü-dür. Diğeri ise, zaman zaman gündeme gelen kriz sorunu… Aslında bu ikisi birbirine bağlanabilir. Bir yandan emeğe olabildiğince düşük refah payı tanıyan bir sistemin, artık değere giderek daha fazla el koymak suretiyle çılgın boyutlara yükselttiği üretimin mallarına müşteri bulma konusunda tıkanıklıkların doğmasında şaşılacak bir şey yoktur. Bu ise, dönem dönem yaşanılan krizlerden başka bir şey değildir. Gerçi emperyalist kapitalizm, kriz tehlikesini uzak tutma konusunda, geri kalmış ülkelerden emek gücü ithal etme, şurada burada savaş çıkarma, toplumu çeşitli aletlerle tüketim çılgınlığına sürükleme gibi çareler geliştirmekten geri durmamaktadır. Daha olmazsa, sabit ve işletme sermayelerini alıp, anayurtlarından binlerce kilometre uzakta, bedava işçi cenneti ülkelere taşımaktadırlar. Ancak, bütün bunlara karşın krizler bilindiği üzere gene de çıkmaktadır. Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, yayınlarda ve tartışmalarda edilen onca tumturaklı laflara ve analizlere karşın, yeterince ele alınmamakta, sanki tabloda yeri yokmuş gibi davranılmaktadır. Kapitalizm, nasıl olup da emeği bu ölçüde sömürebilmektedir? Üstelik de daha 19. yüz yılın ikinci yarısından beri gelişip duran bir örgütlü emek mücadelesine rağmen. Can alıcı soru bence budur. Lafı uzatmadan konuyu NÜFUS ARTIŞINA getirebiliriz. Kişisel kanaatimize göre yalnızca kapitalist bunalım ve sömürü problemlerinin değil, doğal çevre ve kaynakların yok olmasının da ana sebebi nüfus artışıdır. Bütün beşeri problemlerin temelinde nüfus artışı yatar. Sermayenin gelişmiş ekonomilerde görece çoğalarak, emeğin yerine otomatik sistemleri ikame etmesi de, başlangıçta sınırsız emek arzının ona sağladığı bir olanaktır. Bu otomasyon gerçeği ise, ekonomik-sosyal alanda zaten var olan çelişkiyi büyütmek anlamındadır. İşin şaşırtıcı yanı, dünya nüfusunun elli yılda yüzde elli artması ile sonuçlanan bu felaketin karşısında olan yoktur. Toplumlarda mevcut dört siyasal kesimden burjuvalar, bedava emek beklentisi ile, solcular, bir ihtilale çapulcu yetiştirmek düşüncesi ile, milliyetçiler, milletlerinin gücünü artırdıklarını zannettiklerinden, dinciler ise ümmetlerinin dünyayı istila edeceği hülyası ile, nüfus artışına yandaştırlar. Tekrar –durağan ekonomi- önerisine dönersek, insanın yaratılış özelliklerinin ışığında, böyle bir modelin gerçekçi olduğunu sanmıyorum. Belki uluslar arası planda iyi kotarılmış ve mutabakatı sağlanmış birtakım ekonomik ve sosyal politikalarla bazı sonuçlar alınabilir; ancak insanın yaratılışında var olan doyumsuzluk ve buna bağlı ihtiraslar tümüyle giderilemez. İnsanı iyi tanımak bu alanda koşuldur. Tanıyınca da, onun –karnı doysa da gözü doymama- özelliğinin tam olarak önüne geçebilmek hayaldir. İşte bu noktada, yukarıda bir nebze değindiğim –nüfus artışı konusuna- dönüş yapmak isterim. Etkin bir nüfus kontrolü ve bu alanda sonuç alınabilmesi, bahsi geçen –durağan ekonomi-beklentilerini sınırlı da olsa zorlayabilir. Çünkü, insanoğlundaki tırmanma tablolarının başında nüfus tırmanması gelmekte ve bu ekonomi alanındaki bilcümle tırmanmaya vesile ve malzeme olmaktadır. Nüfus artışının önlenmesinin, emeğin sermaye karşısında değerini artırarak, emek sömürüsünü önlemenin en sağlıklı yolunu oluşturacağı da açıktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |