Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
1-Diktatör atayarak sömürülecek ülkeler. Bunlar açıktır ki, emperyalizm uşağı bir diktatörü kabullenmeye hazır bir kültüre ve karaktere sahip toplumların bulunduğu ülkelerdir. Geçmişte Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar kıtaların büyük bölümü bu durumdaydı. Bu nedenledir ki, Kûba’nın Batista’sından, Filipinler’in Ferdinand Marcos’una kadar çok sayıda ülke ve toplum, emperyalizm uşağı bir takım zalimler marifetiyle iliklerine kadar sömürülmüşlerdir. Bu sömürü biçimi çok net ve pratik oluşu ile batı için kullanışlı olmuştur. Ancak, zaman içinde ülke halkının olan bitene ağır ağır uyanması gibi bir sakıncası da vardır. Özellikle, geçtiğimiz yüz yıl boyunca verilen uluslar arası sosyal mücadeleler, ajan diktatörler eliyle sömürme süreçlerini yer yer ve ülke ülke tehlikeye sokmuş bulunmaktadır. Latin Amerika’da Fidel Castro ve Che Guevera ellerinde başlatılıp, dalga dalga Uzak Doğu’da Filipinler’e kadar uzanan şerefli tarih 20. yüzyılın ikinci yarısında ciltler dolduracak boyutlara ulaşmıştır. Hasılı, özellikle ABD’nin uşak diktatörlere verdiği önce alttan alta, olmadı üsten üste destek yeterli olmamış, birçok ülkede bunlar tasfiye edilmişlerdir. İşte bu çözülmedir ki, emperyalizmi, aslında diğerleri iyice kıytırık duruma düştüklerinden yalnızca ABD’yi, yeni arayışlara itmiştir ki, bu da ikinci tip sömürme olgusunu gündeme getirmiştir. 2- Güya demokrasi yoluyla sömürülecek ülkeler: Bu yöntem, açıktır ki, çok daha karmaşıktır, emperyalizm için zorluk ve riskler de içermektedir. Belirtilmesi gereken ilk husus, bu yöntemin uygulanabilmesinin ilk koşulu, uygulanacağı ülke kültür ve bilinç düzeyinin sandıktan emperyalizmden başka bir şey çıkarmayacağının garanti olmasıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, ülke toplumsal tercihlerinin, emperyalizmin beklentileri ile tam bir uyum göstermesi gerekmektedir. Ne yazıktır ki, 1950 den bu yana Türkiye bu kategori içinde ele alınan ülkelerin önde gelenlerindendir. Ancak burada dahi risk faktörü ortaya çıkmış, tıpkı Şili’de iktidara gelen Salvador Allende’de olduğu gibi, emperyalizm Türkiye’de Bülent Ecevit kimliği ile uğraşmak zorunda kalmış, bertaraf edilmesi için birçok sıkıntılar çekerek, bir yığın dolap çevirmek zorunda kalmıştır. Yöntemin risklerine ve zorluklarına karşın avantajlı tarafı, rejimin, çağımızın yüce erdemi olan demokrasi ile olan şekli benzerliğidir. Aslında, tamamı geri bırakılmış olan bu ülkelerdeki uygulamaların gerçek demokrasi ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Madde başında ısrarla “güya” ya da “sözde” ibarelerini kullanmamızın nedeni de budur. Yetersiz insanlar, olan bitenleri demokrasi zannetmekte dahası, “liboş” olarak ifade edilen ve emperyalizmden nemalanan bir grup sözde aydın da bu görüntüden yararlanarak, sömürünün bu çeşidinin demokrasi adına sahiplenmesine destek verebilmektedirler. Emperyalist sömürünün göz göre göre topluma demokrasi diye yutturulabilmesinin en önde gelen aleti hiç kuşkusuz DİN dir. İnsanların, çağın sınıfsal ve toplumsal çıkarlarını göz ardı edebilmeleri, içinde bulundukları zamanın diyalektik-materyalist görüş ve mantığının yerine yüzyıllar öncesinin tarz ve ilkelerini koyabilmeleri ancak din kurumu sayesinde sağlanabilecek hususlardandır. Tarihin hiçbir döneminde dinin yardım ve desteği olmadan gerçekleştirilebilmiş bir sömürü tablosu yoktur. Tıpkı bu günkü emperyalist sömürü tablosu gibi… Bu alanda zikredilmesi gereken bir diğer fanatizm ise milliyetçiliktir. Sömürülen ülkelerin birçoğunda, bu arada Türkiye’de milliyetçiler, akıllara hayret verecek biçimde, kendi ülkelerinin çıkarlarının savaşını vermek yerine, on yıllar boyunca ABD’nin değirmenine su taşımış durmuşlardır; bugün de taşımaktadırlar. İşte bu nedenle, sömürülen bir ülke için gerekli olan, küçük bir grubun tekelindeki eski usul fanatik milliyetçilik ya da ırkçılık olmayıp, tüm kesimlerin bilincine erdiği akılcı bir ulusalcılık olmalıdır. Bir ülkenin, gerek gerçek bir demokrasiye ulaşması ve gerekse emperyalizme karşı sağlıklı bir mücadele verebilmesi, gerçek sınıf bilincine dayalı bir yapıya ve kültüre erişmesine bağlıdır. Türkiye’de bugün olduğu gibi, emek-sermaye dünyevi mücadelesinin yerine, dinlilik-dinsizlik mücadelesi verildiği sürece ne huzur bulmak mümkün olacak, ne gerçek demokrasiye erişilecek, ne de emperyalizme karşı durulabilecektir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |