Umutlar, tersine çevrilmiş anılardır. -Anonim |
|
||||||||||
|
PAPA’NIN ZİYARETİ Onca olan bitenden sonra Papa Türkiye’yi pervasızca ziyaret ediyor. İnsan ister istemez bir süredir izlediğimiz pişkinliğe dayalı bir reklâmı hatırlıyor. - Sen Müslümanları hiç sevmezsin, artık Türkiye’yi ziyaret etmezsin ha-. -Aa yüzyıllardır ne güzel sömürüp duruyoruz niye ziyaret etmiyor muşum ya.- Komünizm şöyleydi böyleydi ama büsbütün yararsız da değildi. Soğuk savaş zamanında hani –korku dağları bekler- denir ya, korku çan kulelerini bekliyordu tam anlamıyla. Hatırlayalım biraz , o zamanlar, yok medeniyetler çatışmasıymış, yok kilisenin dünya politikasının orta yerine yerleşmesiymiş, din eksenli terörmüş, bu tür pervasızlıkların hangisi vardı? Her vesile ile ifade ediyorum; insanlık Hıristiyanlıktan çektiği kadar başka hiçbir şeyden çekmemiştir. Hem de bu, Hıristiyanlığın, kuruluşu bakımından bir mazlumlar dini olmasına karşın olmuştur. Aslında Hıristiyanlık, Rönesans öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılır. Rönesans öncesi, Hıristiyanlığın kendi ümmetine kan kusturduğu dönemdir. İnsan ihtirasının önlenmesi, insanın bir hırka bir lokmaya mahkûm edilmesi uğrunda bu dönemde bin yıldan uzun bir süre yapmadığı zulmü bırakmamıştır kilise. Tabii, ümmetten esirgediği varlık ve artık değeri kendine yöneltmeyi de ihmal etmeyerek… Unutulmamalıdır ki, kilise işletmek tarihin her döneminde son derece rantabl bir etkinlik olmuştur. Kilisenin Orta Çağın ikinci yarısında kabına sığamayarak Kudüs’ü fethetmeye kalkması ise bu birinci dönemde sonun başlangıcı anlamına gelir. Açıkçası kendi bindiği dalı kesmiş olmaktadır kilise, Haçlı Seferleri vesilesiyle gözü açılan Avrupa insanı kiliseye olan güvenini kaybederek, Tanrı yerine yeniden insana dönme anlamında 14. yüz yılda Hümanizmayı başlatır. Bu sürece 15 ve 16 yüz yıllarda Rönesans, 17. yüz yılda ise akıl çağı (rasyonalizm) eklenecektir. Burada yalnızca 16. yüz yılın ünlü düşünürü Niccolo Macchiavelli’nin iki cümlesini nakletmek isterim. “Hıristiyanlık, bu dünyanın değerini küçültmüştür. İnsan güçtür, enerji kümesidir, Bu nedenle Hıristiyanlığın göz ve gönül tokluğuna sığmaz” (Macit Gökberk: Felsefe Tarihi) 1517 yılında Martin Luther adlı bir Alman papazın görevli olduğu kilisenin kapısına astığı 95 maddelik yergi ise bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu yergi dizisinin en önemli maddesinin, para karşılığında günahların bağışlanması olması ibret vericidir. Bir diğer ibret ise bu olay nedeniyle otuz yıl süren savaşlar boyunca kanın gövdeyi götürmesidir. İnsanın moral dünyası ve huzuru iddiasındaki dinin, kan dökülmesinin nedenini oluşturması konusunda bu ne ilk örnek olup, ne de son olacaktır. Ancak gelişen süreç kiliseyi büyük bir rol değişimine sürükler, aksi halde tümden işlevsiz kalması söz konusudur çünkü. Yeniçağ aynı zamanda keşifler çağı olup, Avrupa insanının denizlere açılmasını gündeme getirmiştir. İşte Macchiavelli’nin dile getirdiği bireysel ihtirasın, Avrupa insanının denizlere açılması ile birleşmesinin sonucu ise bildik bir sürece yol açacaktır; emperyalizm… Kilise de ümmete karşı beklenti ve tutumlarında yüz seksen derecelik bir dönüşe geçerek, bu kez onu emperyalist mücadelesinde yüreklendirme işlevini üstlenecektir. Bu aşama Hıristiyanlık esaslarından ve doğmalarından tam bir sapma anlamındadır. Artık Avrupa limanlarından yeni keşfedilen topraklara yelken açan sömürge gemilerinin güvertesinde üç tip insan vardır. Askerler, tüccarlar ve keşişler. Emperyalizm yirminci yüz yılın emek sermaye diyalektiği ve komünizm nedeniyle sıkıntılı bir dönem yaşamışsa da, komünizmin çökmesi sonucunda küreselleşme adı altında gene aynı yüz yılın sonlarında toparlanmış bulunmaktadır. Hıristiyan kilisesi de bu toparlanma sürecinin dışında değildir. İşte gerek Vatikan’ın, gerekse Amerikan Protestan kilisesinin son zamanlarda geçtikleri atağın anlamı burada yatmaktadır. Türkiye’nin bütün bu olup bitenler karşısında özel bir konumu vardır kuşkusuz. Türkiye, yirminci yüz yılda emperyalizme sınırlı da olsa bir darbe vuran ülkelerden ilkidir. Emperyalizmin Türklerle kapanmamış hesapları ve dosyaları bulunmaktadır. İşbirlikçi iktidarlar ülkeyi emperyalizme yamamak için çırpındıkça batılıların ayranı kabarmakta, önümüze eski hesaplarla ilgili dosyaları bir biri peşine koymaktadırlar. İşte Papa’nın ziyareti de bu süreç ile ilgilidir. Bilindiği üzere Papa hem din hem de dünya lideri konumundadır. Bu konu ikiyüzlü batının layıklık konusundaki samimiyetsizlik göstergesidir aynı zamanda. Papa’nın yalnızca bu niteliği bile kendisi ile ilişki kurmamıza engel oluşturmak gerekirdi. Nitekim, bazı ülkeler bu ve benzer nedenlerle kendisini tanımamakta, hiçbir temas kurmamaktadırlar. Bu nedenle hiçbir kayıpları söz konusu olmayıp, rejimimiz bakımından bize yakışan da budur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Erasoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |