Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Onu ilk kez ne zaman gördüğümü tam olarak hatırlamamakla birlikte –ki üzerinden geçen onca zamanı düşününce bu makul karşılanabilir– gördüğüm andan şu ana kadar geçen süre, o ilk görüş ânının devamında kendiliğinden devinen, musluğun ucunda biriken suyun damlamasıydı sanki. Bununla beraber o günü diğer günlerden ayrı kılan o kapıyı görmüş, daha doğrusu fark etmiş olmamdan başka bir şey değildir. Ayrıca gördüğüm andan sonra uzun sayılabilecek bir süre, böylesi bir kapıyı –boyunun yaklaşık beş katı yüksekliğinde, eninin de boyuna aynı orantısal genişlikte olduğunu düşünecek olursak– bunca zaman nasıl olup da fark etmemiş olduğuma o sıralar –her gün önünden geçtiğim bir dönemdir– dalgın olmamdan başka bir ifade şekli bulamamıştım. Oysa şimdilerde, dalgınlığımın ötesinde, görmemem için başka nedenlerimin olduğunu düşünüyorum. Yine o zamanlarda, birbirinin üzerine kapanan iki kanadı olduğunu düşünmeme neden olan kapının, orta yerinde boydan boya uzayan, siyah bir izi vardı. Yapı'mın içinden kapıyı gözetleyerek uykuya yenik düştüğüm gecelerde bu izin arkaya doğru genişlemesiyle kapının açılacağını hayal ederdim. Ama özellikle uzun bekleyişimin direncimi kırması neticesinde belki de aynı görüntüye yıllarca bakmaktan ilk algıladığım nesnelerin görüntülerinin, şekillerinin bozulmuş olmasını hesaba katacak olursak; ize baktığımda gördüğümün demiri uzatabilmek için yapılmış kaynak ek çizgisi olduğunu söyleyebilirim. Kapının kenarları, boyumun yaklaşık üç katı yüksekliğinden sonra ovalleşmeye başlıyor ve tam ortada, tepesine yarım daire oluşturacak şekilde birleşiyor. Kapının devamında yüksekliğini gündüz güneşten, geceleyin ise karanlıktan tam olarak kestiremediğim duvar yükseliyor. Aynı duvar iki yönde de göz alabildiğince uzayıp gidiyor. Duvarın bitiminin onu dik kesen başka bir duvarla birleşmiş olabileceğine dair kuvvetli inanç besliyor olduğumdan hiçbir zaman duvarın uzunluğunu ölçmek, sonuna kadar adım adım yürüyerek bitim yerini belirlemek hevesine kapılmadım. Ayrıca yine aynı nedenle arkasına geçemeyeceğimi biliyordum. Çünkü böylesi bir duvarın üzerinde böylesi bir kapı varsa bu heybetli yapının, düz duvarın temsil ettiği sınır olmayacağı gayet açıktır. Karşımdaki en iyi ihtimalle üç tarafı duvarla çevrili diğer tarafı da uçurum, yamaç, dik bir dağla geçişi engellenmiş ya da dört bir yanı duvarlarla çevrelenmiş kapalı bir alandı ve içeri giriş çıkış ancak ve ancak bu kapının açılmasıyla sağlanabilirdi. Aksi takdirde karşımda duran kapının bir anlamı olamazdı. Ayrıca öteki tarafı görerek; –bu da duvarın üzerinde henüz karşılaşmadığım çatlakların, oyukların, deliklerin ortaya çıkmasıyla söz konusu olabilir– gördüklerimden birinin belki de birkaçının bu kapıdan geçmiş ya da geçebileceklerden bir tanesi veya daha fazlası olabileceği avuntusuna düşmedim. Çünkü eğer kapı açılmayacaksa ve ben içeriyi bir şekilde görebiliyorsam veya aynı şeyi diğer tarafta olan birinin beni görerek benim hakkımda söylemesi söz konusuyken, diyebilir miyim bunlardan bazıları bu kapıdan geçmiş ya da geçebilir? O zaman belki sorulabilir ki kapıyı benim açıp, içeri geçmem mümkün müdür? Kapının üzerinde boyumun bir hayli yükseğinde, biraz sol tarafında içinden kolumun geçebileceği genişlikte bir anahtar deliği olduğu düşünülürse kapının kilitli olması muhtemeldir. Ve şayet böylesi bir kapıyı açabilecek olan anahtarım olsaydı ve bir şekilde kilide ulaşabilseydim, ağırlığını hayal bile edemediğim demir kapıyı itip, kendimi geçirecek kadar bir boşluk yaratmanın duvara tırmanmaktan daha büyük bir güçlüğe sahip olduğunu söylerdim. Anahtar deliğine ulaşmak bile zaten –başlı başına düz demire tırmanmak– benim kapıya nazaran pütürlü yüzeye sahip olan duvarı aşmamdan daha çetin bir iştir. Ama bu durumda yine kapı işlevselliğini yitirmiş olacaktır. Kapının önü, daha öncesinde çıktığım kır gezilerinden kolay uzamadığını gözlemlediğim, yaban otlarıyla kaplı. Boyları neredeyse belime geliyor ve canlı, yemyeşiller. Buraya ilk yerleşmeye karar verdiğimdeki düşüncelerim onların uzama süreleriyle kapının kapalı kalma süresini kestirebilmekti ve bu uğurda iki gün ellerimle uğraşarak, tırnaklarımın kırılması pahasına kapının önünü temizledim. Oysa üzerinden çokça zaman geçmeden yine aynı boya ulaştılar ve daha fazla uzamıyorlar. Bu şekilde mevsimin geçmesini bekliyor gibiler. Kapının önündeki toprak diğer yerlerde gördüğüm toprağa kıyasla oldukça verimli ve mineral açısından daha zengin olmalı. Bu iki günlük uğraşım ve devamındaki süreç sonunda, zaman konusundaki bazı kaygılarımı yenmiş olurken bir yandan da belirsizliğe sürüklenmiş oldum. Şöyle ifade etmek gerekirse; ilk geldiğimde onları karşımda görünce uzun yıllar kimsenin kapıdan geçmediği ve dolayısıyla kapının açılmadığını düşünme ümitsizliğine kapılmıştım ve onları yolduktan sonra şayet uzunca bir süre uzamamış olsalardı aynı kaygım sürecekti. Oysa çok kısa bir zamanda ilk boylarına ulaşmış olmaları, zaman konusunda onları gereğinden fazla ciddiye aldığımı gözler önüne sererken, aynı zamanda beni başını kestiremediğim bir zamansızlık uçurumuna itti. Şimdilerde otlara boş yere baktığımı bildiğim halde bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Belki de boylarında gözümle kestiremediğim değişimler meydana geliyor ve ben de bana kapının daha önceki açılma zamanını söyleyebilecek tek gerçeği algılayamıyorum. Ve tabii ki birinin aynı benim yaptığım şekilde otları yolarak zamanı kendine göre sıfırlamış olması söz konusu. Gene de tek başına bu bilgi bile aslında küçümsenecek türden değildir. Buraya yerleşmeye karar vermeden önce kısa bir süre sabahları erken saatte gelip güneşin batışıyla geri dönüyordum. Bu süreç kapının açılmasını ummaktan öte bir alışma evresiydi. Her sabah önce şiddetli bir istekle karşısına dikilir yorulana kadar ayakta bekler vaziyette sanki dudaklarımdan dökülen kelimelerin kapıyı harekete geçirmesi söz konusuymuş gibi konuşur da konuşurdum. Yalvarmalar, ricalar, tatlı sözler ve en sonunda küfürler. O zamanları düşünüyorum da kapı açılsa bile içinden geçmeye cesaretimin olmadığını görebiliyorum. Büyük bir ihtimalle açılan kapının arkasında ne olduğunu, açanın kim olduğunu göremeden gerisin geri kaçacaktım. Gençliğe benzetebileceğim coşkulu, geçici bir istek gibiydi o zamanki davranışlarım. Ve sonrasında gündüzleri uyuyup geceleri kapının önüne gelmemle başlayan, kapıyı görmeden önceki günlerimi, yaşamımı düşünerek geçirdiğim süreçte kapıdan geçemedikten, geçen birini –bir şeyi– göremedikten ya da en azından açılmasına şahit olamadıktan sonrasının önemsiz, manasız oluşunu fark edip, buraya yerleşmeye karar verdim. Fakat buraya iyice alıştığım bugünlerde bile bu kararı kendi bilincimin özgür iradesiyle alıp almadığımın şüphesi –belki de hastaca kuruntusu– içimde hâlâ aynı tazeliğiyle duruyor. Ve ilk gelişin heyecanının, toyluğunun bu kararın tüm nedenlerini ve sonuçlarını tartıp, durumu doğru şekilde değerlendirebilecek olgunluğa sahip olmamı engellediğini düşünüyorum. Zaten bu yerleşme fikri bir karardan ziyade belli bir birikime ulaşmış, deneyimsiz bir gencin hazır kapı da bulmuşken yaptığı –anlık– bir davranıştan ibaretti. Her şeyi geride bırakıp, kapının önünde beklemek… Bu şekilde düşünmemin açıklaması olarak, kapının önünden ilk kez geçmemiş oluşumu buluyordum. O gün oradan ilk kez geçmiyordum ve daha öncesinde dikkatimi çekmeyen bir şeyin –kapının– varlığını duyumsamam, onu görüp, fark etmem benim aslında o gün kapıyı görmeye hazır olduğumla açıklanabilir ancak. Bir kapıyı görme zamanım gelmişti ve önünde beklediğim –yaklaştığını umduğum– günlerin birinde açılışını görme ve daha sonrasında cesaretimi toplayabilirsem içinden geçme zamanım gelecekti. Aşağı yukarı buna benzer düşünceler altında burada yaşayabileceğim bir yer yapmaya başladım bir süre sonra. Elbette böylesi bir işe kalkışmanın bekleyişin uzun süreceğini göze almak olarak algılanmasını –kendimce– istemediğimden; yapı'mı da bu fikrime sadık kalarak derme çatma, parça parça inşa ettim. Şimdi burada onca zaman geçirdikten sonra; daha ciddi, planlı bir çalışmanın yoksunluğundan meydana gelen aksaklıkların rahatsızlığını fazlasıyla çekiyorum. Fakat tekrardan bu işe kalkışmanın gücünü kendimde bulamadığımdan; ortaya çıkan her pürüzü onararak, anlık çözümlerle bekleyişimi sürdürüyorum. Başlarda bir süre, önünden ve sağdan soldan kestiğim ot yığınlarını kapının on beş, yirmi adım ilerisine istiflememle yorgun düştüğümde dinlenebileceğim, geceleri uyabileceğim yerimi belirlemiş oldum. Vücudum duvara paralel olacak şekilde buraya uzanıp, kapının en ufak aralanma hareketini görebilecek biçimde uykuya dalıyordum ve yine uyandığımda ilk gördüğüm kapı oluyordu. Daha sonrasında en azından yattığım yerin üzerini kapamanın gerekli olduğunu düşünerek; birbirine dik olarak eklediğim iki dikey bir yatay odun parçasıyla çatımın kale şeklindeki iskeletini oluşturdum ve bu iskeletin üzerine duvardan destek alan sıralı eğik ağaç dalları yerleştirmemle sağlam sayılacak bir gövde ortaya çıktı. Son olarak da üzerine yapraklı dallarla, çalılar örterek damımı yapmış oldum. Sonraları bu haline ufak tefek eklemeler yaparak yapı'mı iki yöne doğru da genişlettim. Ayrıca kapı görmeyen taraf ile duvarın karşındaki bölümü ağaçlarla kapattım. Böylelikle son değişiklikleri de hesaba katarsak yaklaşık bir haftada şu andakinden pek farklı olmayan haline gelmiş oldu. Ve ben de uyumadığım anlar dışındaki tüm zamanımı kapıyı görerek geçirmenin huzuruna kavuşmuş oldum. Bunun yanında yapı'mın gösterişiz, sade ve içerisinin neredeyse rahatsız edecek darlıkta olmasının bana –ufak tefek de olsa– bazı faydalar sağladığının farkındayım. Öncelikle dışarıdan bakıldığı zaman kesinlikle duvara sonradan eklenmiş gibi gözükmüyor. Böylelikle çevreden geçen herhangi bir işgüzarı –dikkat çekmeyerek– kendimden ve kapımdan korumuş oluyorum. İçerisinin rahatsız ve dar olmasının getirisi olarak da içeride o kadar az zaman geçiriyorum ki neredeyse içerideyken kapının bir anlık açılıp, kapanışını kaçırmam olanaksız gözüküyor. Gene de oldukça ufak gözüken bu ihtimalin tedirginliğiyle uykuya dalmakta güçlük çektiğim bazı geceler olmadığını söyleyemeyeceğim. Bu anlık açılıp kapanma fikri başta basit gözükse de aslında oldukça çetin bir mücadelenin sonunda ortaya çıktı. Özellikle ilk geldiğim günlerde, bir günlük periyot içinde kapının açılış ânı olabileceğini düşünerek bu ânı saptamak adına bir an bile gözümü kırpmadan tüm günü kapının önünde geçirdim. Böylelikle şayet bir günlük dilim içinde böylesi bir an varsa onu yakalamış olacaktım. Ama bir neticeye vardıramadığım bu gözlem, uzayan kapalı kalışın yarattığı belirsizlikle birleşince açılma ânının rastlantısal olabileceği fikrini beraberinde getirdi. Belki de benim gözlemleyemediğim bir takvimde, olması gereken zamanda gerçekleşen açılış, bana bilgisizliğimden ötürü rastlantısal gelecekti. Bu fikrin oluşmasının gerisinde kapıyı fark ettiğim ânın rastlantı mı yoksa öngörülmüş bir zaman mı olduğunu bilmeyişim yatıyordu. Şayet her gün önünden geçtiğim kapının görülme zamanı gelmeden ben onu algılayamıyorsam gene aynı sebepten açıldığı halde farkına varmamış olmam da mümkündü. İşte bu açık kapının açılışını algılama zamanını beklemek tüm uğraşımı önceden belirlenmiş bir eylemler sırasına sokmasının yanında gözümün de güvenebilirliğine gölge düşürüyordu. Ben de yattığım yerden açık kapıyı bekleme miskinliğine sürüklediği için bu fikre tutunmak yerine rastlantısal bir ânı yakalamanın peşine düştüm. Eğer kapının açılış periyodu benim gözlemlerimle saptanamıyorsa onu açık gördüğüm ânın –eğer görebilirsem– rastlantısal olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Ama tabii ki kuşkunun yerini de ihmal etmeyerek gözlerimin güvenirliğini sınamak adına, sıklıkla ellerimle, bazen de sopayla kapının tüm yüzeyine vurarak dokunma ve duyma duyularımla kapının kapalı oluşunu doğruluyordum. Pekâlâ gözümün yanıldığı gibi diğer ikisinin de –ellerimin, kulaklarımın– yanılmış olması mümkündür. Ama en azından bu eylemlerin sağladığı, elimden geleni yapmış olmanın iç rahatlığına sığınabiliyorum. Tabii ki bu tarz bir düşünce anlayışının bazı çıkmazlarının olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer peşinden sürüklendiğim, uğruna yapı inşa ettiğim tamamen rastlantısal gerçekleşecek olan –bir anlık– süreçse, ben böyle rastlantısal işleyen bir sisteme kendi bağımsız eylemlerimle nasıl etki edebilecektim. İşte bu noktada arkasını görmediğim kapının, bilemediğim istekleriyle kendi bekleyişimin doğal davranışlarının bir rastlantı vesilesiyle aynı anlama denk düşen bir düzlemde kesişebileceğini umarak sürdürüyordum bekleyişimi. Günlerden bir gün her zamanki gibi sürüne sürüne yapı'mdan çıkıp kapının önüne gelmiştim ki bir anda –geceki düşün anımsaması belki de kapının önünde açılan uykulu gözlerin etkisiyle başlayan bir düşün uzantısı neticesinde– kapının arka tarafını hayal ederken buldum kendimi. Kapının hemen arkasında sessizce çalışan, büyük bir saatin içine benzeyen çark sistemi kuruluydu düşümde. Ve çevresinde onu yönetmekten ziyade seyrediyormuş izlenimi uyandıran bir yığın insan vardı. Yüzlerinde anlaşılmaz bir tedirginlikle bekliyorlardı. Sanki bu sistemin durması ihtimalinde onu tamir etmekle görevli kimseler gibi tetikte, hazır duruyorlardı. Ama biraz daha düşlemeye devam ettiğimde bir garipliğin farkına vardım. Görevi böylesi bir yapının çalışmasının devamı sağlamak olan insanların yapı çalıştığı sürece yüzlerinin gülmesi gerekirken, derin bir endişe seziliyordu davranışlarında. O an için anladığım, sistemin çalışma diyebileceğimiz ritimli işleyişten yoksun oluşuydu. Şöyle ki; çevresindekiler tam durduğunu düşünüp, yanına yaklaşmaya niyet ettiklerinde ufak bir hareketlenme oluyor ve sonra duruyordu. Ve bu durup kalkış, bilinmeyen, saptanamayan bir döngüde gerçekleştiği için de çevresindeki kalabalık ayakta, tedirginlik içinde beklemek zorunda kalıyordu. Ayrıca tüm bu sistemin kapıyı kapalı tutmaya mı yoksa açmaya mı yaradığı düşün içinde belirsizliğini koruyordu. Pekâlâ, gerçek olmadığını bildiğim bu düş, bir şekilde kapının arkasını ve aynı yapıyı karşımda görmemle doğrulansa bile kapının açıldığı zamanki anlamından çok daha farklı bir biçimde algılanacağından benim için sadece o güne ait bir düşten ibaret kalacaktı. Ya da aksini düşünecek olursam kapıdan geçtiğim gün arkasında bu düşümde varolan izlerden hiçbirini göremeyecek olsaydım bugün –düşü gördüğüm ya da kurduğum gün– o çark sisteminin orada olmadığını söyleyemezdim. Ama işte tüm bu sahteliğin bilincine rağmen bu ilk düşün etkisiyle bir yalanı, bozulacak olan gerçekliği görme isteği düştü içime. Yani bir düşün etkisindeki bilincim başka bir düşü görme hevesine kapıldı. Ve bu andan sonra duvarın üzerinde bulduğum her delikte kapının açılmasıyla anlamları değişecek olan başka başka düşler gördüm…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur güner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |