İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
Herşey iyi giderken beni şoke eden bir gerçekle tanıştım eve taşındığımda. Benim sokak uzantım olan minik balkonum, meğer uzun süredir bir güvercin ailesi tarafından işgal edilmiş. Bir masa ve birkaç sandalye koyarak akşamüstü keyifleri yapmaya hazırlandığım, renklenmesi için boy boy saksılar alıp çiçek seçmeye kalkıştığım alanım, çoktan başkalarına mekan olmuş meğerse. Derin bir ızdırap tabii ilk tanışma. Ben, hayvan hastası olan ben kaderin ne acayip bir hediyesidir ki sadece gagası ve kanadı olan hayvanlardan korkan ben, balkonumda en büyük korkumla yüz yüze kalıverdim o an. Serçe , kumru falan da değil neredeyse martı ebadında bir bay birde bayan güvercin “Sen de nereden çıktın” der gibi bakmaktaydılar korkudan mora çalmış suratıma. Sonrası sabit; bir çığlık, çarparak kapattığım balkon kapısı ve telefonda tuşladığım numara. “Anne, balkonumda kuş var” “Kızım kovala gider.” Tabii bu sırada sesin tonunda çok eğlenen bir insanın ifadesi yerini almıştı bile. “Gel sen kovala” dedikten sonra kadıncağızın suratına çarparak kapattığım ahizenin sesi. Salondaydım ve tırnaklarımı yemeye başlamıştım artık. Çaresiz balkona komşu olan salon penceresini kapatmak durumunda kalmıştım birde üstüne üstlük. Akşama doğru “beni kimse anlamıyor” acısında bir zavallı pozisyonuna girmek üzereydim ki ailenin ileri gelenleri operasyonu gerçekleştirmek ve zavallı kızlarına şefkat göstermek üzere çaldılar kapıyı. Ama gene yıkıcı bir hamleyle. Kapıyı açmadan önce“Kim o” diye sorduğumda aldığım cevap “Balkondaki ev sahiplerin” şeklinde gelmişti. Sinirli ama çaresiz ben açtım kapıyı, gülen yüzlere ters bakışlar fırlattıktan sonra direk balkonu gösterdim tabii. Onlar orada olduğu sürece benim başka türlü davranmamı beklemeyen kabilem sürü halinde ilerlediler mutfağa ve oradan balkona. Ben içerden avaz avaz bağırıyordum, “kapıyı çok açmayın” diye. Bizimkiler, içeri seslendiklerinde delirmek üzereydim. Bizim ailenin iki tanede yumurtası varmış balkonda. Yufka ben, “bırakın kalsın” dedim cılız bir sesle.”yavrular çıkınca kovarsınız.” Hataya bak, balkon efendilerim kocaman iki sene boyunca toplam on tane yavru uçurdular yuvalarından. Ben ne zaman tam camdan bakıp yavrular çıkmış, uçmak üzereler diye eşrafa haber versem her seferinde güvercin teyzemin altından iki yumurta daha çıkıyordu. Hep aynı sahne tabii, “Bırakın. Bunlarda uçsun”. Yuva yıkmamaya o kadar şartlamıştım ki kendimi balkonda ki haczi bir türlü kaldıramaz vaziyetteydim. Bundan üç ay önce, balkonda ki yavruların uçtuğu ve yeni yumurtaların olmadığı bir şanslı haftaya sahip olup onlardan kurtuldum. Yuvalarını bozdurup, balkonu temizlettim. Sonra komple boyayıp ele geçirdim ama o kadar alışmış ki bizim kuşlar bizim balkona buna rağmen tek başıma balkonda oturamaz haldeydim. Hep birlikte gelip benim aklımı başımdan alıyorlardı. Sebat edip, o balkonu her gün yıkadım. Rüzgar gülü taktım sesten korksunlar diye, balkon demirlerine hışırdayan poşetler bağladım. Yok, hiç biri kifayet etmedi maalesef. Rüzgar gülünü seyrettiler, poşetleri de gagaladılar durdular. Eğer evde bir balkonum daha olsaydı zaten onlara bırakma inceliğini gösterecektim ama yoktu işte. Tanıdığım herkesi balkonuma toplamaya başlamıştım. Beni bir yerlere davet eden dostları, “ Siz gelin, benim balkonda keyif yapalım şöyle açık havada” diye ayartmaya, sanki fark etmiyorlarmış gibi davranıp bu arada balkonun insan işgalinde olduğunu benim kuşlara anlatmaya çalışıyordum. Birkaç ay boyunca düzenli olarak devam eden kalabalık benim gagalı korkularımı ürkütmüş olacak ki birden bire vazgeçtiler. Artık balkon benimdi. Hemen o hafta sonu, saksılara toprak doldurup özenle salon camında yetiştirmeye çalıştığım kokteyl domates fidelerimi ektim ve balkona yerleştirdim. Çiçeklerimi hazırlayıp balkonda boşta kalan her yeri yeşerttim. Buz gibi kocaman bir birayı da şereflerine kaldırdım. O hafta sonu evde kalmadım ve hafta başında eve döndüğümde sevgili fidelerimin sökülmüş, çiçeklerimin de üzerlerine oturulmak suretiyle talan edilmiş olduğunu gördüm. Gene tırnaklar yenmeye başlanmıştı tabii. Kendime bir kahve yapıp, düşünmeye başladım ve fark ettim ki ben insanım. Düşünebiliyorum. Elin hayvanıyla girdiğim bu savaşı bu şekilde kazanma şansım var. İlk adım ne olmalı? Tabii ki önce duyguları öldürmeli. Acımak yok artık. Pimapen yapılacak. Hemen bu hafta hem de. Yok eğer öyle olursa onlar içeri giremez ama bende dışarı uzanamam. Gene onlar kazanmış olur bu durumda. Bu olmaz. Ne yapacağız öyleyse. Evet, tel yapacağız. Balkona boydan boya tel çekmek gerek. Onlar giremeyecek, bende hava alacağım. Tel nereden bulunur, doğru alışverişe. Bulduk işte hem plastik, ince kafesleri var hem de çok çirkin bir görüntüsü yok. Tavana bir korniş, tele halka takıldı ve balkonum bu semtin gördüğü görebileceği en ilginç görüntüye kavuştu. Fideler yenilendi ve balkon elden geçirildi. İlk günler aşağıya bakmak için demirlere dayanıp eğildiğimde suratıma çarpan şeyin ne olduğunu anlamak için biraz zorlandım tabii. Ama insanoğlu, azmi eline alınca çözümsüz sorun kalmıyor demek ki. Tanıdığım herkes olayı birbirinden duymuş ve “İnanmıyorum ya, gerçekten balkonu kümese mi çevirdin?” telefonları açmaktaydı. Bende her seferinde, “Siz görenlerin abarttığına bakmayın, dışardan belli bile olmuyor” yalanını tüketmekteydim. Ev tamamen benim olmuştu artık. Bir gün balkonda otururken fark ettim ki benim eski misafirler; ince tahta parçalarını, süpürge çöpü gibi ev yapmalarına yarayacak ne buldularsa gagalarının arasına sıkıştırıp üç kat üzerimdeki komşumun balkonuna taşıyorlar :))) Güç bendeydi artık. Belki sitemizin ikinci bir telli balkonu olacaktı önümüzde ki sene. Bir taraftan da yukarıda ki evin sahipleri fark etmezde hayvancıklar yuvalarını rahat rahat yaparlar inşallah diye dua etmekteydim. Hayatım normal seyrine kavuşmuş ve huzurlu devam ederken bu sabah, balkondan gelen hışırtıyla kulaklarım dikildi. “Yok canım” diye geçirdim içimden, “daha neler artık. Nasıl girecek o tel varken”. Gene de biraz temkinlice balkona yaklaştım ve güvercin teyzeyi bir adet saksımı eşeleyip kendine oturacak yer hazırlarken yakaladım. Balkon kapısını kapatıp,camdan bakarak teli gözden geçirdim, açılmış veya yırtılmış bir yeri yoktu. Sakin olmaya çalışarak, kapının camından onu seyretmeye başladım. Bu arada kapıya vurup ses yaparak ürkütmeye, girdiği yerden çıkmasını sağlamaya çalışıyordum. Kuş bir on dakika kadar çırpındı tel ve balkon arasında fakat en sonunda teli duvardan ayırmayı ve yarattığı boşluktan çıkmayı başardı. Ben en aptal ifademle seyrediyordum bütün olanları. Neler olmaktaydı böyle. Zaferimin üzerinden bir ay bile geçmeden hayallerimi yıkmak için geri gelmeye başlamışlardı herhalde. Ne aptal hayvanlardı bunlar, her biri altmış daireli yaklaşık otuz kırk bloktan oluşan bu sitede, girmesinler diye tel örgü olan tek balkonda ısrar ediyorlardı. Kuş gittikten sonra balkona çıktım, sanki rutinleşmiş gibi hiç düşünmeden hayvanın dağıttığı yerleri düzelttim, masayı sandalyeleri sildim ve o andan sonra donakaldım işte. “Ne kadar insana benziyorlar” diye bir düşünceye esir oldum birden bire. Ben, duyguları öldürüp onları hayatımdan çıkarmak savaşına girmiştim. Onlar ise, hayatlarını alışık oldukları gibi devam ettirmek. İki eski sevgili gibiydik her nasılsa. Ben terk eden, yeni bir hayata yelken açmak isteyen, o ise bir türlü vazgeçip gidemeyen. Ben önce çok zarar görmesin diye, sessizce yanımda kalmasına izin vermiştim. Kendi kendime uzaklaşmış ve ona belli etmemiştim içimde ki fırtınayı. O ise, zavallı, masum ve seven taraftı ilişkimizde ki. Hiç problem olmadığını zannedip, huzurlu günler geçiren ve hızla üzerimize doğru yaklaşan karanlığı göremeyen. Bir gün ben dayanamamış ve onunda kabullenme gücünün yüksek olduğunu sandığım bir günde, habersiz ve saldırgan bir tutumla ona hayatımdan çıkmasını söylemiştim. O ise bir anlam verememiş bütün yaptıklarıma ve bir gün geçer elbette beklentisiyle sessizce boyun eğer gibi gözükmüştü. Ben onun olmadığı bir hayata sabırsızlanarak daldığımda, o her gün kapımı çalarak sabırla kendini hatırlatmış ve beklemeye devam etmişti. Ben ona artık vazgeçsin diye, hayatımda ki başka insanları her gösterdiğimde kabul edememiş ve gene sabırla kapımı çalmaya devam etmişti. En sonunda aramıza ciddi bir duvar ördüğümde boynunu büküp, o duvarın ötesinde kalmaya alışmaya başlamıştı. Ama alışkanlıkları ve geçmişi benden kopmasına engel olan birer düşman gibiydi. Ben mi, ben kendi hayatıma sahip olmanın huzurunu hissetmekteydim sadece. Tam hayatım istediğim hale gelmiş, ondan kurtulduğumu hissetmişken başka bir yuvaya uçtuğunu görmüştüm. Yüreğim rahatlamıştı ve onunda artık kabullenerek kendi ayaklarının üzerinde durabildiğini görmüştüm. Vicdanım kurtulmuştu kendini sıkan pençelerden. Dua etmeye başlamıştım yeni yuvasında mutlu olsun diye. Artık geçmiş olmuştuk birbirimiz için, yollarımız ayrı yönlerde uzayıp gitmişti. Aklıma bile gelmediği bir gün, tekrar dönmeye kalkmıştı benim yeni yaşamıma. Ansızın kapıyı çalan eski bir sevgili, telefonda yıllar sonra sesini duyduğum eski bir aşk gibi. Bir türlü benden kopamayan, varolmak için su gibi, yemek gibi bana sahip olmak isteğinde olan eski bir aşk. Artık onu da suçlayacak bir yanı kalmamıştı yaşananların, en azından başka bir yerde mutlu olmaya çalışmıştı. Bir çabası olmuş ve benden vazgeçmişti. Ama olmamıştı işte, bana geri dönmek tek kurtuluşuydu belki de. Döndüğünde beni görmek, iyice bocalatmıştı onu. Duvarın dışından ısrarla içine sızmıştı ama eskisi gibi istenmediğini bir kez daha hissetmişti. Artık iyice yorgun ve yaralıydı. Kesinlikle istenmediğini fark ettiği andan sonra bu sefer duvardan dışarı çıkmak için son gücünü de tüketmişti. Ben ise, duvarın sahip olduğum kısmında, onu seyretmiştim gitmek isterken. Yıkıldığını, kaybettiğini ve yalnızlığını seyrederken maalesef bir kez daha insan olduğumu hissetmiştim. Kısa bir süre, “açsam mı şu teli” diye düşünmüş ama yeni alışkanlıklarıma yenik düşmüştüm bende. “Son gidişin olur umarım eski sevgili” diye el salladım ardından ona göstermeden. Çünkü her dönüşün beni de senin kadar yaralıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Simten K. Ataç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |