Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Enteresan bir ülkedeyiz/ülkeyiz. Biri bir şiir okuyor mahküm ediyor bürokrasimiz, biri bir şiir okuyor Başbakan yapıyor halkımız. Ne kadar da okumaya meraklıyız. Bugün bir haber vardı gündem tutan/gündem tutturan; AKP’ nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı dava açtı. Ben de dönüp geriye baktım: Gece ne renk? İlk seçim propagandasını anımsıyorum AKP’ nin. Yasaklı bir parti başkanı ve yaklaşan seçim. Her nasılsa bu yeni kurulmuş partinin başkanı Amerika Birleşik Devletleri Başkanı tarafından davet ediliyor. Hem de seçime üç aydan daha az bir zaman kala. Gerekçesini bir Amerika, bir derin devlet, bir de Allah biliyor. Sayın Erdoğan’da belki biliyordur, sanırım. Sonra seçim... Seçimde seçilen iki parti... Sayın Erdoğan ve sayın Baykal... Biri mecliste, biri sokakta... Sayın Baykal diyeceklerini mecliste, meclis üyelerine söylemek istiyor. Üç ay sonra sayın Gül Başbakanlığı, sayın Baykal yardımıyla sayın Erdoğan’a bırakıyor. Sayısız gece sayılı gecelere denk, kendisiyle cenk edenlerin nezdinde. Yokluk ve varlık... İki süreli yayın... Ayın kaçı olursa olsun beni de sayın. Belki bir işe yararım gelecekte. Ve sayın Erdoğan, ülkemizin başörtüsü (ya da türban) sorunu olmadığını söylüyor basında, yayında. Boyunda kimse yok devlet başkanlarında... Sonra verilen bir söz; beş yıl sonunda memuru ve işçiyi rahat ettirecek ve tatmin edecek ücrete ulaştıracağını söylüyor. Batan bankalar, batan krediler ve batan umutlar... Batan geminin malları bunlar. Batıranlar kimler? Bir gecede banka boşaltanlar mı? Bir ayda Türkiye’de zoraki elektrik sayacı değiştirenler mi? Örtülü bütçeden Amerika’da villa yaptıranlar mı? Bunlara göz yumanlar mı? Pastörize yumurta satanlar mı? Kimler? İMF ve biz... Çok temiz bir ülkede huzur ve refah içindeyiz. Kemal Derviş, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek; İMF nin bize sunduğu üç nimet... Gökten üç elma düşmedi. İMF den üç elma düştü; biri iş adamlarına, biri üst düzey bürokratlara, biri de bunların yalakalarına desek ayıp mı etmiş oluruz. Özürsüz özür diliyorum hafife alınan halktan... Herkes parası kadar konuştu bu ülkede. Bu ülkede Milli Eğitim Bakanı öğretmeni önce kendisi öptü, sonra Maliye Bakanı’na havale etti. Bizi kimler, ne kadar öptü ve biz de kendimizi kaç kişiye öptürdük, sendikalar aracılığıyla, bilemiyoruz. Anamızı alıp nereye gideceğiz acaba? Sayın Başbakanın bir önerisi var mı? Bilemiyoruz... Parası olan anasını da alıp gidiyor buradan. Bizim gidecek paramız yok sayın Başbakan. Az gittik, uz geldik. Cumhurbaşkanı seçimlerine. Sayın Gül, her nasılsa, beş yıl boyunca AKP’ de milletvekilliği ve bakanlık yaparken Cumhuriyet için bir tehlike olmuyor, ama cumhurbaşkanlığına aday olunca, birden bire Cumhuriyet sayın Gül’ün tehlikesine maruz kalıyor. Bunu da o güne kadar sayın Gül’ü bir türlü göremeyen sayın Baykal görüyor. Büyük bir azim ve gayretle sayın Baykal, sayın Cumhurbaşkanı Sezer bu Cumhuriyet tehlikesini bertaraf etmeye çalışıyorlar, Cumhuriyet yanlısı medya ve bazı sesini duyurmaya hevesli kişilerce. Ve bu tehlike yapılan seçim propagandaları sayesinde bertaraf ediliyor(!) AKP’ nin %12 oy oranını artırarak gelmesiyle. Sayın Erdoğan seçim için sayın Baykal ve sayın Sezer’in propogandalarını yeterli görerek, propoganda yapma gereği bile duymuyordu. Evet, satılacak bir şey kalmadı ülkede.Döviz bocalıyor, borsa sarsılıyor... Kriz ya kapıda, ya bacada... Kızımız kocada, oğlumuz hocada... Hoca Amerika’da, biz kaderimizi bekliyoruz. Derken bir kapı açılıyor; türban... Sayın Baykal karşı çıkmaya hazır, medya desen keza... Cumhuriyetçiler birşeyler söyleme ve yapma telaşındalar. MHP ucuz kahraman, AKP pahalı...Kahraman yapanlarsa Cumhuriyet koruyucuları... Lâiklik elde kalırsa dünyanın ve Türkiye’nin şekli değişecek. Atatürk’ün tek ilkesi var, o da lâiklik... Herşey satıldı; kimse devletçilik elden gidiyor diye ayaklanmadı, bu devletin resmi dili Türkçe’dir, diye anayasada geçen kanun, azınlık hakları diye yıllardır ihlâl edilirken, yabancılara satılmayan yer kalmazken milliyetçilik ilkesi düşünülmedi. Halkın doğan her çocuğu borçlu doğarken halkçılık ilkesi yok muydu? Atatürk ilkelerinden inkılâpçılık diye bir ilkesi yok mu? Bu ülke sadece lâiklik ilkesi üzerine mi kuruldu? İçi boşalmış bir Cumhuriyet olarak... Şimdi Yargıtay Başsavcısı dava açınca ve AKP kapatılınca ülkenin borçları bitiyor, kaybedilmiş beş ilke yeniden kazanılıyor, insanların karnı doyuyor, asgari ücret 1000 YTL ye mi çıkıyor? Bu ülkede bu açılan davanın halka ve çalışana ne yararı oluyor? Ben anlayamıyorum. Sayın Başsavcı diğer ilkeleri ihlâl edici gerekçeler için kimleri, ne zaman dava edecek acaba? Koruduğumuz hangi Cumhuriyet? Cumhuru aç olan, cumhuru şehit olan, cumhuru işsiz olan, cumhuru dilenen ve cumhuru dinlenilmeyen bir Cumhuriyet mi? Yoksa AKP nin oy oranını bir %12 daha artırmanın mı yollarını arıyoruz? Ya da bu oyuna geliyoruz? Ne dersiniz? 14 Mart 08 Nilüfer
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |