..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Sedat Akıncı




15 Ocak 2008
Uzay ve Zaman Üzerine...  
Sedat Akıncı
Uzay kavramı, evrensel dağılımı..zaman ise, evrensel dağılım içindeki nesnelerin birbirlerinin yerini alışını dile getirir..


:BDIE:
Uzay-zaman üzerine..
Maddenin var olma biçimlerinden biri uzaydır ve uzay maddenin genel var olma biçimidir. Uzay dışında madde olamayacağı gibi, maddenin bulunmadığı yerde de uzay olamaz. Evrende tüm var olan nesnelerin, birbirlerinin yerini alarak zincirlendikleri sonsuz süre olarak tanımlayabileceğimiz zaman kavramıyla sıkıca bağımlıdır.
Gerçekte: zaman, uzay ve hareket, maddenin varlık biçimlerini kavramsal olarak dile getiren felsefesel kategorilerdir. Bütün maddesel nesnelerin, belli bir yeri kaplama ve diğer nesnelere göre belli bir yerde bulunma nesnel özellilikleri, uzay felsefi kategorisinin içeriğini oluşturur. Bütün maddesel süreçlerin, birbirlerinin ardından belli bir sıra izleme ve farklı durumlardan geçerek evrimleşme nesnel özelliği de, zaman felsefi kategorisinin içeriğini oluşturur. Uzay felsefi kategorisi, birlikte var olan sonsuz sayıdaki nesnelerin evrensel dağılımını; Zaman felsefi kategorisi ise, ardı ardına oluşan sayısız ve sonsuz olgu ve olayların evrensel gelişimini dile getirir.
Zamanın bölünemeyen en küçük parçasını dile getiren AN sözcüğü üzerinde, tüm düşünce tarihi süresince çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. An sözcüğü, hem evrensel gelişimin algılanabilir en küçük bölümünü, hem de insanın zihinsel faaliyetinin en küçük dilimini tanımlaması bakımından, anlaşılması güç bir kavram olarak, idealist ve materyalist düşünürler tarafından üzerinde en çok tartışılan kavramlardan biri olarak çıkıyor karşımıza.
İlkin, uzay ve zaman kavramlarının, maddeden bağımsızlığı düşüncesinden kaynaklı olarak, yalnızca düşünsel olanla değerlendiriliyordu. Anaksagoras onu bilinçli bir töz saymış, Plotinos araçsız olarak ancak sezgi gücüyle kavranabilen, aklın da üstünde temel bir ilke olarak tanımlamıştı.
Aristoteles’ten başlayarak, idealist düşünce zincirine katılan tüm idealist düşünürler, an kavramını, - kendi bilincine varma-, düşünmenin düşünülmesi olarak yorumlamışlardı. Descartes’e göre an düşünmektir. Ruh dediğimiz şey görevi düşünmek olan ve bedenimizden farklı bir bölümümüzdür. Tanrı bilime göre an, ruhtur ve tanrıdır, başka bir şey olamaz.
Düşünce tarihi süresince an kavramı; öznel an ve nesnel an olarak ikiye ayrılmış ve öznel olanın mutlaklaştırılmasıyla öznel idealizme, nesnel olanın mutlaklaştırılmasıyla da nesnel idealizme ulaşılmıştır. Her ikisinin de temelinde, maddeden bağımsız bir an bulunduğu gerçeği var sayıldığı için, maddenin bir bağıntılar bütünlülüğü olduğunu tanıtlayan bilime karşı ve bilim dışıdırlar.
Zamanın bölünemeyen en küçük parçasını dile getiren an kavramı, kendine özgü bir zamanı olmayan bir zaman birimini anlatır. Hareket halindeki maddenin hareketi, nasıl ki her cisim için farklıysa, hareketle sıkıca bağımlı olan zamanın, yani anın da her cisimde farklı olması gerekir. Bu düşünceden hareketle mutlak bir şimdi, yani şu an yok diyebiliriz. Örneğin, biz İzmir’in hangi semtinde olursak olalım ve Kuzey Amerika’nın herhangi bir yerinden gerçekleştirilen naklen canlı yayında bir boks maçını izlediğimizi var sayalım. Kolumuzdaki saate baktığımızda diyelim ki saatin 12-30 olduğunu görüyoruz, bizimle aynı anda aynı programı izleyen bir Amerika’lı insan da bizimle aynı anda saatine baksın, o saatin 20-30 olduğunu görecektir. İki coğrafya arasındaki sekiz saatlik fark, aynı zamanı yaşayan iki insana zamanın göreliliğinden dolayı farklı görünecektir.
An bu algılanışıyla kuramsal bir kavramdır. Gerçekte nokta nasıl mekansız bir mekansa, yani insan zekasının yarattığı bir koordinatsa ve çizgi denilen şey de noktaların sıralanmasıyla elde ediliyorsa, an da aynı biçimde zamansız bir zamanı dile getirir ve zaman içinde gerçekleşen hareket de zamansız zaman parçaları olan anların sıralanmasıyla tasarımlanır.
Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm an kavramı üzerindeki tüm Metafizik İdealist yanlışlıkları çürütmüş, temizlemiş ve ona bilimsel ve gerçek anlamını kazandırmıştır. Biyolojik evrimin en yüksek organsal bütünlüğü olan insanın beyinsel bir fonksiyonu olan an, insanların tarihsel ve toplumsal eylemlerinin, yani üretim sürecinin bir yansımasıdır. Bu yansıma insanların tarihsel ve toplumsal eylemliliklerine katkıda bulunur ve bu eylemlilikleri etkiler. An, nasıl ki insan eylemini etkileyip geliştiriyorsa, insan eylemi de anı etkiler ve geliştirir. Bu durum diyalektik yasalılığın zorunlu bir sonucudur.
Aristoteles maddenin bulunmadığı yerde zaman ve uzay bulunmaz demekle, maddenin bağıntılarını yüzyıllarca önce göstermişti. Yakın çağ idealistleri, özellikle de Kant, zamanın gerçekte var bulunmadığını, zamanın insan bilincinin bir tasarımı olduğunu söylüyordu. Bergson, insanın zamanda değil, zamanın insanın içinde yaşadığını söylemekle Kant’ın düşüncesini tekrarlıyordu. Çağının en önemli fizik bilgini olan Newton , zaman ve uzayın, insandan bağımsız olduğunu söylemekle yetinmeyip, maddeden de ayrı olduğunu dile getiriyordu. Mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarını ilk kez o ileri sürmüştü. Daha da ileri giderek zaman ve uzayın tanrı tarafından yaratıldığını söylüyordu.
Tüm bu metafizik, idealist saçmalıklara 20. yüzyılın büyük bilim adamı Albert Einstein kesin ve bilimsel bir şekilde son verdi ve zaman ve uzayın mutlak değil de göreli olduğunu bilimsel olarak tanıtladı. Evren, Einstein’in belirttiği gibi dört boyutlu bir uzay zaman birlikteliğidir. “Zaman boyutu da bilinmeden, bir uçağın x enleminde, y boylamında z yüksekliğinde olması, bir hava trafikçisi için bir anlam taşımaz”. Aynı anda biri saksıya, biri bahçeye ekilen iki tohumdan gelişecek olan çiçeklerden, saksıya ekilen; saksı toprağının bahçe toprağına oranla daha bakımlı olması ve daha korunaklı bir ortamda bulunması nedeniyle, bahçeye ekilen tohumdan, daha erken ve daha güçlü yetişecektir. Bu da bize saksıda yetişen çiçekle, bahçede yetişen çiçeğin zamanlarının farklı bulunduğunu ve zamanın göreli olduğunu tanıtlar.
Ölçülebilen uzay anlamını içeren Uzam kavramı; var olan tüm gök cisimlerinin evrendeki yayılımını ve var bulundukları nesnel durumu dile getirir ve uzay kavramının daha net anlaşılmasına olanak sağlar. Bu anlamda evrendeki her cismin, her nesnenin bir uzayı, bir de uzamı vardır. İnsan zekasının evreni anlama ona bir anlam verebilme mücadelesinin, insanı getirmiş bulunduğu nokta; gökbilimin bu gün ulaştığı nokta, yüz milyarlarca gök cismini sayıp, haritalandırıp kategorize etme başarısını göstermiştir. Ancak, madde ve onun bağıntılarının sonsuz ve sınırsızlığı, insanın ölçebileceği uzayında sonsuz ve sınırsızlığını belirler. Sonsuzca gelişme yeteneğine sahip olan evren ve onun bir parçası olan insan, bilimin açmış olduğu yolda ilerleyerek tüm evreni bilme yoluna girmiştir.
Tarihsel ve Diyalektik Materyalizmin derinliğinin kavranabilmesi için, uzam kavramının bilinmesi büyük bir önem taşımaktadır; Zamana göre süre neyse, uzaya göre de uzam odur. Evrensel gelişme, derinliği, uzunluğu ve genişliği kapsar. Maddenin temel niteliği olan yer kaplama, yani maddenin kendiliği, evrensel gelişimini bu üç boyut içerisinde gerçekleştirir. Bu evrensel gelişmede insanın ölçebildiği alan uzam, ölçülebilme olasılığı olan, yani evrenin gelişme yeteneği uzaydır. Uzay asla zamandan bağımsız düşünülemez, çünkü zamansız var olamaz.
Bu duruma uzay ve zamanın bir parçası olan birey insandan bir örnek verecek olursak; Ortalama olarak 65 yıl olarak değerlendirilen bir insanın ömrü, 65 yıllık yaşamı boyunca beyinsel faaliyet bakımından 65 yıllık bir bilgi birikimini oluşturur. Bu durum o insanın uzamı anlamına gelir. Oysa ki o insanın beyninin kapasitesi çok daha fazla bilgiyi algılayabilecek yetenektedir. İşte bu yüksek kapasite yeteneği de o insanın uzayı anlamına gelir. Bir birey olarak kendi uzamımızı ölçebilmek olanaklarına bu gün itibarıyla sahibiz. Bu ölçme işleminin temel ölçütü, yaklaşık dört bin yıllık düşünce tarihimizin ne kadarına hakim olduğumuzdur. İnsan, bir birey olarak tüm yaşamı boyunca insanlaşmasını tamamlayamaz, insanlığın tüm bilgi birikimini içselleştirip ona egemen olamaz, olanakların yetersizliği ve yaşamın kısalığı buna izin vermez. Çünkü insanlık verili bir değer değil, öğrenilen bir değerdir. Bir insan yürümeyi öğrenir, konuşmayı öğrenir, üretmeyi ve paylaşmayı öğrenir. Kısaca bir insanın tüm yaşamı öğrenme üzerine kuruludur. Bu öğrenme süreci insanın seçebileceği bir şey değildir. Doğal bir süreçtir ve iki koldan gelişir. Biri yaşayarak (pratik) biri bilinçli bir okumayla (teorik), hiçbir insan bu sürecin dışında kalamaz, çünkü insanın tümü zaten bu demektir. Bir birey olarak bizim uzamımız, Tüm evren yani, Doğa, Toplum ve birey hakkında bildiklerimizle sınırlıdır. Ancak bu sınırlılık bizim bilinçli öğrenmemizle genişleyen bir sınırlılık olduğu için bizim egemenliğimiz altındadır. İnsanın doğaya egemenliği kavramı bence bu anlamı içermektedir. Sonsuz Uzay içinde, bilincimizi genişletmek, yani uzamımızı artırmak için daha fazla okuyalım, daha fazla tartışalım ve daha fazla yazalım. Saygılar.
Bir insanın madde, hareket, uzay- zaman bağıntısını anlayabilmesi ve ona özgü bir cümle kurabilmesi, uzay- zaman birlikteliğinin madde ve hareketle bağıntısını kurabilmekle gerçekleşebileceği kesin bir doğa yasasıdır.
Evrensel oluşumu açıklamaya çalışan ilk düşünceler, Antik yunan düşüncesinde tanrısal doğum düşüncesiyle iç içe geçik bir görünümdedir. Tanrıların doğumunu bilmeye çalışan Yunan düşünürler, evrenin doğumunu da onunla birlikte değerlendiriyorlardı. “Tanrıların anası ve babası Okeanos’tur” diyen Homeros’tan bu düşünceyi devralan Thales ilk neden sudur diyerek evrendoğumsal bir varsayım yaratmaya çalışır. Mitolojik ve dinsel düşüncelere göre tanrısal doğumla evrenin doğumu bir ve aynı şeydir. Aristoteles bu nedenle ilk düşünürlere tanrıbilimciler diyordu. Çeşitli halkların mitolojilerinde evrendoğuma ilişkin birçok varsayım bilinmektedir. Ancak bu konularla ilgili olarak elde edilmiş bulunan ilk yazılı metin, büyük ozan Hesiodos’un varsayımıdır. Evrensel oluşum aşamalarını açıklamaya çalışan bu ilk masalımsı tasarımların ilgi çeken yanı, doğanın tanrıdan önce var olduğunu anlatan düşünceler olmasıdır. Bu tasarımların bazılarında, tanrılar doğayla birlikte, ya da doğanın kendisi olarak, çoğunlukla da doğadan sonra ve doğanın içinde oluşurlar. Bu ilk tanrılar doğayı yaratan değil, doğanın yarattığı tanrılardır. Çok önemli bir nokta olarak şunu söylemeliyiz ki; Tek tanrılı büyük dinler ortaya çıkıncaya kadar, tanrılara biçilen rol, yaratıcılık değil, düzenleyicilik ve yöneticilik olmuştur.
Yunanca Kozmos deyimi, düzenlilik anlamını içerir. Türkçe karşılığı da evren deyimidir. İlk çağın, evrenin doğuşu düşüncelerine göre, önce düzensizlik vardı. Varsayılan bu düzensizlik, esneyen boşluk anlamında, kaos deyimiyle dile getiriliyordu. Sonra bu düzensizlik düzenlendi. Anaksagoras, evrensel düzenliliğin kendi kendine gerçekleşemeyeceğini, onu bu düzensizliğin dışındaki bir gücün düzene sokması gerektiğini düşünmüştü. Ona göre bu güç, bilinçli bir düzenleme gücü olan anlamında Nous olmalıydı. Burada unutulmaması gereken şey, daha sonra ki süreçlerde tanrı adını alacak olan düzenleyici güç yani Nous, bizzat Anaksagoras tarafından çok ince bir madde olarak tasarlanmıştı.
Genel olarak, evren deyimi ile kozmos deyimi aynı anlamda kullanılmakla birlikte, evren deyimiyle dünyamızı da içeren sonsuz dünya bütünlüğü ve kozmos deyimiyle de dünyamızın dışındaki sonsuz doğa bütünlüğü dile gelir.







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Devinim... (Hareket) Üzerine...
Yasa Üzerine...
Diyalektik Üzerine...
Felsefe ve Şiir
Uzam...
İçtenlik...
Eğitim ve Felsefe İlişkisi Üzerine Bir Deneme...
Düşünce Üzerine...
Düşünce Üzerine Bir Deneme
Felsefe Nedir...

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sanal Sanrılar... [Şiir]
Diyalektik Dizeler [Şiir]
Diyalektik Dizeler [Şiir]
Diytalektik Dizeler [Şiir]
Diyalektik Dizeler [Şiir]
Diyalektik Dizeler [Şiir]
Yeryüzü... [Şiir]
Diyalektik Dizeler... Esrik 1 [Şiir]
Sevmek... [Şiir]
Kaldırım Taşları [Şiir]


Sedat Akıncı kimdir?

Felsefe ve şiirle uğraşıyorum. Tarihsel ve diyalektik materyalist felsefe ozel ilgi alanimdir.

Etkilendiği Yazarlar:
Serol Teber..Friedrich Engels..Orhan Hançerlioğlu..Aydın Çubukçu..Anton Cehov..Sabahattin Ali..Nazim Hikmet..Dostoyevski..Ilya Ehrenburg..


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Sedat Akıncı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.