Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Doğasal ve toplumsal, tüm olguların, oluşum ve gelişimlerini belirleyen, zorunlu, nedensel ve nesnel iç ilişkiler bütünlüğü, yasa kavramının içeriğini oluşturur. Zorunluluk, nedensellik ve nesnellik kavramları, doğanın, toplumun ve bilincin yasalarının anlaşılabilmesi ve onlara egemen olunabilmesi için, insan zekasının yarattığı kavramlardır. Bu üç kavram birbirinden koparılamaz bir bütünlük oluştururlar ve bu bütünlük, doğada, toplumda ve bilinçte yaşam bulan tüm süreçlerin bilimsel tanımlarını verir. İnsanın, algılama yeteneği bakımından yasa kavramı; üç temel kategoride ele alınabilir. 1. İnorganik doğa yasaları. 2.Organik doğa yasaları 3.Toplumsal gelişme yasaları.. Bu gün elde edilmiş verilere dayanarak, dünyanın ilk oluşum halinden, organik doğanın ortaya çıkışına kadar geçen sürenin, yaklaşık iki milyar yıl olduğunu söyleyebiliyoruz. Bundan şu anlamı çıkarabiliriz, demek ki iki milyar yıl boyunca dünyamıza egemen olan yasalar, inorganik doğanın yasalarıdır. Bu iki milyar yıllık zaman dilimi içerisinde organik doğanın ve toplumun nesnel varlıkları olmadığı için, yasaları da yoktur. İnorganik doğa iki milyar yıllık bir evrimin sonucunda inorganik yapıdan organik doğaya sıçramış ve ancak bu sıçramanın sonucunda organik doğanın yasaları, inorganik doğanın yasalarıyla diyalektik bir birlik oluşturup birlikte çalışmaya başlamışlardır. Diyalektik yasalılığın üçüncü basamağı olan toplumsal gelişme yasaları, günümüzden yaklaşık 30-35 milyon yıl önce insanlaşma yoluna giren primatların varlığıyla kendini göstermiş, örgütlü işin yarattığı el, dil, beyin diyalektiğiyle organik doğadan toplumsal doğaya sıçramıştır. Her sıçrama, eş deyişle her nitel değişim, bir öncekinden kesin kopuşu dile getirir. Ancak bu kopuş bir öncekini de içeren daha üst düzeyde bir birlik kuran anlamıyla diyalektik bir bütünlük kazanır. Yaklaşık iki milyar yıllık bir nicel birikimi gerçekleştiren ve inorganik doğadan koparak kendini ortaya koyan organik doğa, hücresel nesnel gerçeklik yasalarını yaratmakla kalmayıp, hücrenin nesnel gerçekliği olan inorganik doğayı da kapsamış ve yaklaşık iki buçuk milyar yıllık bir evrim sonucunda insanı da yaratmıştır. Toplumsal gelişim yasalarının ortaya çıkışı ise, toplumsal emeği üreterek organik doğadan kopuşu gerçekleştiren insanla başlamıştır. Ancak organik doğadan bir kopuş gerçekleştirerek kendini varlaştıran insan, organik ve inorganik doğayı da kapsayarak, diyalektik bir varlık olarak yaşamını sürdürmektedir. Örnekleyecek olursak, birey olarak bir insan yaşadığı her an içerisinde, hem inorganik bir varlıktır, hem organik bir varlıktır, hem de toplumsal bir varlıktır. İnorganiktir, varlığında her an, demir, fosfor vb madenleri içerir; organiktir, hücresel bir yapıya sahiptir; toplumsaldır, toplumsal üretimle insanlaşmıştır. Toplumsal gelişme yasaları bakımından alet üreterek insanlaşan doğal varlık, üretim araçlarının üzerinde özel mülkiyet yaratarak ilkel komünal toplumdan sınıfsal bir kopuş noktasına ulaşmış, ürün fazlasını özel mülkiyete dönüştürerek, yeni bir sıçramayla, ilkel komünal toplumdan, sınıflı köleci toplum biçimine geçişi gerçekleştirmiştir. Böylelikle sınıfsız toplum yasalarını aşıp sınıflı toplum yasalarını yaratan insan, daha sonraki süreçlerde sırasıyla önce feodal toplum, daha sonra kapitalist toplum ve son olarak da sosyalist toplum biçimlerini gerçekleştirmiştir. Sınıfsız toplumun en üst düzeyde yeniden kurulmasına ulaşmakla da sınıflı toplumun yasalarını ortadan kaldıracak, sınıfsız toplum yasalarının yaşam alanlarını ortaya koyacaktır.. Bilimsel felsefe, yasaları üç temel gurupta ele alır. 1. Tek ya da az sayıdaki olgularda geçerli olan tikel yasalar, örneğin toplumdaki sınıf savaşımı yasası 2. Çok sayıdaki olgularda geçerli olan genel yasalar, örneğin toplumdaki üretim ilişkilerinin üretim güçlerine uygunluğu yasası.. 3. Nesnel gerçekliğin tüm alanlarında geçerli olan evrensel yasalar.. Bilimsel felsefe, üç büyük evrensel yasa saptamıştır ki nesnel gerçekliğin tüm alanlarında ( doğada, toplum da ve bilinçte ) geçerlidirler. Evrimin kökenini ve itici gücünü açıklayan -zıtların birliği ve savaşımı yasası-, tüm niceliksel değişmelerin sürekli ve sıçramalı olarak niteliksel değişikliklere dönüştüğünü açıklayan -nicelikten niteliğe geçiş yasası-, evrimin sarmal biçimindeki karakterini açıklayan -olumsuzlamanın olumsuzlanması yasası-.. Bu yasalar, tek hücreli bir canlının yaşamından bir toplumun yaşamına, bir düşünce öğretisinden bir galaksinin yaşamına kadar tüm evrensel gelişmenin nasıl gerçekleştiğini açıklarlar. Tikel, genel ve evrensel yasalar birbirleriyle diyalektik bir bütünlük oluştururlar. Genel yasalar birçok tikel yasaların, evrensel yasalar da bir çok genel yasaların ortak unsurlarını içerirler. Bu bakımdan yasalar, temel yasalar ve türev yasalar olmak üzere iki bölüme ayrılabilirler. Türev yasalar, bir temel yasadan türeyen ve o yasayı somutlaştıran yasalardır. Türev yasalar, temel yasanın egemen olduğu tüm tikel alanlarda işlerler ve temel yasaya bağımlı olmaları dolayısıyla bütün bu tikel alanları birbirlerine bağlayıp somutlaştırırlar. Herhangi bir alanı, o alanın temel yasasına bağımlı olan bir türev yasalar hiyerarşisi işletir. Türev yasa, somut olaylara, temel yasadan daha yakındır. Örneğin kapitalist üretim düzeninin temel yasası, artık değer yasasıdır. Ama bu temel yasanın türevleri olan değer yasası, emek yasası, yeniden üretim yasası gibi yasalar, kapitalist üretim düzeninin tikel olaylarını işleterek tüm kapitalist düzende geçerli temel yasa olan artık değer yasasını bütünlerler ve somutlaştırırlar. Yasalar, olgular arasındaki nesnel, nedensel ve zorunlu iç ilişkileri yansıtırlar. Evrende böylesine iç ilişkileri olmayan hiçbir olgu yoktur, demek ki evrende yasasız hiçbir olgu yoktur. Yasalılık bilimin temelidir. Bilim, olgulardaki bu yasaları bulmakla gelişmiş ve insanların, olgu ve olaylara egemenliğini sağlamıştır. Hukuk açısından yasa kavramı, toplumsal ilişkileri düzenlemek için devlet tarafından konulmuş kurallar anlamını taşır. Bu kuralların temelini ve devlet yapısını biçimlendiren ilkeler de anayasa kavramının içeriğini oluşturur. Hukuksal anlamda yasa da, devlet ve hukuk gibi, tarihsel bir olgudur. Tarihin uzun bir döneminde yoktu, köleci üretim düzeninin gerçekleşmesiyle ortaya çıkmıştır. İlkel komünal toplumda kamu düzeni, gelenek ve görenekleriyle, tüm toplumun ortak çıkarlarını temsil eden yaşlıların otoritesiyle sağlanmaktaydı. İlkel komünal üretim düzeni, köleci üretim düzenine dönüşünce, yaşlıların otoritesi yetmez olduğu gibi, ortaya çıkan yeni bir sınıfın, egemen köle sahipleri sınıfının çıkarları, toplumun çıkarlarına ters düştü. Köle sahipleri azınlıktaydılar, çoğunluğu oluşturan kölelerden korkuyorlardı. Onları baskı altında tutarak çalıştırabilmek için silahlı bir örgüt kurmak eş deyişle devleti örgütlemek zorunluluğunu duydular. Kurulan bu devleti kölelere kabul ettirmek içinse, devletin işleyiş biçimine uygun kurallar koydular. Bu kuralları da hukuk ve yasa kavramları içerisinde biçimlendirdiler. Devlet, hukuk ve yasa birbirleriyle de bağımlı olarak böylece doğmuş oldu. Tarihsel süreçteki ilk yasalar, örneğin Hamurabi yasaları, kölelerin çalıştırılmasına ve köle mülkiyetinin korunmasına ilişkin yasalardır. Özellikle köleci üretim düzeninde ortaya çıkan özel mülkiyet kurumu da, korunabilmek için, belli kuralları, eş deyişle yasaları gerektirmiştir. Doğanın düzenli işleyişinin birtakım yasalara bağlı olduğu düşüncesi, düşünce tarihi bakımından oldukça eskilere dayanır. Toplumun da doğa gibi nesnel yasalarla geliştiği, tarihsel materyalist düşünme yöntemiyle keşfedilmiştir. Metafizik düşünme yöntemi, yasa kavramına metafizik bir anlam vermiştir. Metafizikte yasa kavramı, kapalı ya da açık, Tanrı buyruğunu dile getirir. Metafizik dilde eski yasa, Musa yasaları demek olan Tevrat’ı ve yeni yasa, İsa yasası demek olan İncil’i niteler. Metafizik düşünce, doğanın düzenli işleyişini bir önceden belirleme sayar ve bunu birtakım doğaüstü güçlere bağlar ki sonuç olarak, kullanılan terim ne olursa olsun, bu güçler Tanrı iradesini dile getirirler. Descartes, Leibniz, Hegel gibi ünlü metafizikçiler bu türden görüşleri savunurlar. “Tanrı, kendi büyüklük ve gücünün hayret verici kanıtıyla, yasasını meydana koydu” biçimindeki düşünceler, metafizikçi düşünürlerin genel olarak ortak görüşlerini dile getirir. İslam felsefesi de gerçek yasa olarak tanrısal yasayı öne çıkarır ve başka türlü düşünülemeyeceğini savunur Heraklitos evrendeki düzenliliği, eş deyişle yasalılığı bir uyum olarak nitelemişti. Ona göre bu yasalılığı gerçekleştiren logos’tu. Yasa kavramını doğadan çıkarsayan stoacı düşünürlere göre yasaya uygunluk, doğaya uygunluk olarak ele alınmaktaydı. “Doğal yasa, insanın doğasında taşıdığı varsayılan ülküsel yasalardır ki, insanın doğaya uygun davranışlarında kendini gösterir.” Biçiminde düşünüyorlardı. Stoacı düşünürlerin doğal yasa varsayımı, giderek, bir insanın yasalardan bağımsız olarak insanlığından ötürü taşıdığı varsayılan haklar anlamındaki doğal hukuk varsayımını doğurdu. Antikçağ yunan bilgicileri, insanın koyduğu yasalarla, doğanın koyduğu yasaların ilişkisini incelediler. Platon yasalar adlı yapıtında, yasa kavramını, anayasal hukuk açısından ele aldı. Anayasa hukukunun gelişimine bu noktadan katkı sağladı. Aristoteles için ise yasa, hukuksal bir kavramdır ve adaletli olmakla aynı anlamı taşır. Ona göre yasalara uyan insan adil, yasalara uymayan insansa adaletli değildir. Stoacıların ortaya attığı doğal hukuk kavramını geliştiren insan olarak karşımıza çıkan kişi, Romalı Marcus TulliusCicero’dur. Cicero şöyle düşünür “ Yasa, doğanın içine yerleştirilmiş egemen akıldır. Bize yapmamız gerekeni buyurur. Yapmamamız gerekeni de yasaklar. İyi bir yasayı kötü bir yasadan ayrıştırabilmek için elimizdeki tek ölçüt doğadır. Doğa, hukuku adaletsizlikten ayrıştırmamızı sağlamakla da kalmaz, ahlak açısından iyi şeyleri, kötü şeylerden ayrıştırmamızı da sağlar. Çünkü her yere yayılıp sinmiş bir çeşit zeka, bize bütün bunları tanıtıp bildirir ve ruhlarımızı, iyi şeyleri erdemlere ve kötü şeyleri erdemsizliklere özdeş kılmaya yöneltir.” Ne var ki Cicero, bu düşünceleri ileri sürmekle birlikte, Stoacıların, doğal hukuk anlayışına aykırı olarak, insanları eşit saymıyordu; elişleriyle uğraşanların aşağı bir durumda olduklarını ve bir köle doğasına sahip bulunduklarını çok rahat bir biçimde savunuyordu.. Doğasal gelişme gibi toplumsal gelişmenin de yasalara bağlı olduğu keşfedilmiş ve tarihsel materyalizm öğretisinde en ince ayrıntısına kadar açıklanmıştır. Tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmenin genel yasalarının bilimidir. İnsan, toplumsal evrimin yasalarının bilgisiyle toplumun yapısını değiştirir. Toplumun yapısı ve evrimsel niteliği aydınlanıncaya kadar, toplumsal evrimin birtakım ne olduğu belirsiz metafizik güçlerce yönetildiği sanılıyordu. Bilimsel toplumbilim bu idealist inançları kökünden yıkmış ve toplumun da, doğa gibi, insan bilincinden ve iradesinden bağımsız nesnel yasalarla oluşup geliştiğini, her kesin çok kolaylıkla anlayabileceği bir şekilde, net bir dille ortaya koymuştur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sedat Akıncı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |