Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
-1- Birinci bölüm....(feodalizm) Açılış... Sanal bir ortam, dört duvar.. Sanal bir ben ve içimdeki, yani biz Yalnızca tuşlardan ibaretiz... Ortada salaş bir masa, Bir işe yaramazdı Onu süsleyen ellerimiz olmasa.. Bir köşede Vivaldi, bakıyor bize Kendisi de eski kemanı kadar Bir hayli mahzun, bir hayli kederli Dört duvarı, dört mevsime boyayan elleri.. Masada iki kadeh şarap; kırmızı. Bir başka ışır kırmızı şarapta Severim kırmızıyı, hep sevdim.. Zaman duruyor bir an Takılıp kırmızının gidiyorum ardından.. Çocukluğum kırmızı Gençliğim kırmızı Ağaçlar da öyle, rüzgar da Kırmızı çalkalanıyor deniz Kırmızı dorukları dağların Sevdalarım kırmızı Umutlarım da öyle, korkularım da.. Kadehin içinde batıyorum kırmızıya. Batıyorum, batıyorum, batıyorum.. Çekip çıkarıyor beni kadehin içinden öbür benim Gözlerinde paylayan bir gülümseme... İkinci bölüm...(kapitalizm) Duvardan Pink Floyd yansıyor. Sidd Barret en uçuk halini takınmış yine Yaslanmış ‘Duvar’a Çekilse yıkılacak sanki.. Sanal bir koltukta oturuyorum Sanalım yine.. İçimdeki ben de öyle.. Şarap sunuyor içimdeki ben, koltuktaki bene Bu kez şarap pembe Yalnız şarap mı, ben de pembeyim.. Giysim pembe Usum pembe Düşüm pembe.. Gelişim pembe, gidişim pembe.. Hayretle bakıyorken koltuktaki ben, pembeliğime İçimdeki ben sessizce oturuyor yanıma... Üçüncü bölüm..(sosyalizm) Birden aydınlanıyor her yer Kamaşıyor gözlerim önce Sonra, yavaş yavaş Her şey görünür oluyor.. Aynı sanal yerdeyim Odanın ortasında kocaman bir yatak Küçük bir çocuk düşlerim.. Uyuyor.. Ellerim yastığın üzerinde Öylece duruyor.. Uyuyan tombul bir kuşa benzetiyorum ellerimi Bir gülümseme parlıyor gözlerimde Usulca çıkıyorum odadan.. Dördüncü bölüm...(komünizm) Son.. Kapatıp kapıyı, dışarıda kalıyorum.. Gerçek çıplak ve keskin bir rüzgar.. Çarpıyor yüzüme, çarpıyor yüzüme... Dalıyorum içimdeki kentin sokaklarına Özgürüm, şiir yazabilirim artık....... -2- Şu insan dediğin bir engin deniz Daidalos oğlu İkarus bendeniz..... Uçarken kanatlarıyla usta babamın Katıp kendime mavisini gökyüzünün, Kanatlarımdır bana açan kapısını özgürlüğün... Sırılsıklamım oysa, içindeyim Okeanos’un. Bir büyük yalnızlıktır ıslaklığım, bilmediğim.. Güneş eritirmiş balmumunu bilmezdim, Bilmezdim kanat yetmezmiş uçmaya... Ben İkarus...Daidolos oğlu İkarus ben.. Silindi ömrümün çarşambaları Bir ‘Ören’ yerine döndü içim Belki bir Agora, Alınıp satılan ruhlara Pazar; Özgür bir ruhta tutsaklık neyi arar.. Suyun içindeyim işte, bir heykelim.. Burnumda kokusu menekşenin.. Ne batar, ne uzaklaşabilirim Öyle dururum orada devinimsiz.. Bir gemi geçer usumdan, yarıp düşüncelerimi Beyaz köpükler bırakır ardında (Oysa ben beyazı yitireli çok zaman oldu) Takılıp kalır güvertesine gözlerim geminin Güvertedeki kendime bilhassa.. Orada dururum öylece kendimden habersiz Atacakmışım gibi kendimi ummana... Bir balkon düşünürüm güvertedeki ben Yağmurlu bir akşamını ömrümün... Şaşarak bakarım uyumuna Her damlayla ondan çıkan gürültünün.. Uyumu düşünürken zincirlenir Yağmur damlaları gibi düşüncelerim.. Dökülür sözcükler ağzımdan Birleşen noktaları gibi zamanın... Zaman:.. Devinerek dönüşen insanın Ömrünü geçirdiği andır.. Dönüşerek gelişen insanın Yenileyen usunu zamandır... Uyum:.. Bir olmak demek başkasıyla Bir terazide iki düşünce, iki kefede yani.. Denge bizim işimiz değil oysa Bütünlenmiş bir ruh anlar bunu ancak Doğa bizden önce bu konuda.. Terazinin kefesindeki ben Farkındayım ki, bütünleştik öteki kefedeki benle Açtık kapılarını özgürlüğün ardına kadar. Artık cıvıldaşabiliriz kuşlar gibi kendimizle Ciddi konuşabiliriz Gizli konuşabiliriz Ağlayıp somurtabiliriz Gülebiliriz bazen Heyecanlanabiliriz.. Yok giysilerimiz çok zamandır Çıplak bir ruhuz yalnızca Gerçekler karşısında. Ah, bu buluşması anlatılmaz ki Bir ruhun kendisiyle. O çıkar doruklarına dağların Selamlaşan odur balıklarla enginde Kendinle barışmayan.. savaşır hep kendinle.. Yalnızlık; Kendinle bütünleşmiş insanın En insan hali... Ahh, çırılçıplak yalnızlığım Çırılçıplak ruhum ahh... Şu insan dediğin engin bir deniz Daidalos oğlu İkarus’um bendeniz.... -3- -bir yol öyküsü- Dışarıda bir yağmur yağıyor ki, Sorma gitsin.. Yağmur, yağmur olalı Hiç böyle yağmadı.. Büzülüp iyice Sığınıyorum içime.. Geniş bir koridoru geçip Geniş bir caddeye çıkıyorum.. Bir uygun yer bulup İlişiyorum usulca Kaldırımın mermer basamağına.. Kafam büyük, Kafam ağır.. Üçüncü günündeyim uykusuzluğun Gregor Samsa’nın O sabah kendini bulduğu haldeyim yani.. Bir zaman sonra, Bir hayli zaman sonra İlk ayrımsadığım şey, Bir otobüsün durduğu başucumda.. Ön kapısı açık ardına kadar Pencereleri gülümsüyor; davetkar.. İki basamak sonra giriyorum içeri Sürücünün sağına, ön koltuğa, Pencerenin yanına oturuyorum.. Soruyorum sürücüye “Yolculuk nereye” Bakmıyor yüzüme bile Çalışıyor parmakları ivedi Bir yazı beliriyor gözlerimin önünde “Ben bilmem, rüzgar bilir; düştüm yelin önüne” Şaşırıyorum. Bir başka soru sormuyorum. Açıp çantamı Çıkarıyorum müzikçaları Takıyorum kulaklıkları Petrucciani basıyor tuşlara yumuşacık.. Kapatıyorum gözlerimi.... Açıyorum gözlerimi.. Bir nehir akıyor altımdan ki, Adı boğazdır.. Karşımda tüm görkemiyle Rumeli Ah, ey İstanbul Her insan bu hayali görmeli... Otogar’da buluyorum sonra kendimi Atıyorum çantamı omzuma Sıyrılıyorum kirli kalabalıktan Çantam da bir ağır, Bir ağır.. Ağır olan içindeki sözlerdir.... Neyse; Sesleniyorum bir taksiye Sürücü genç Gürbüz bir oğlan Konuşkan mı konuşkan Belki İstanbul’lu olduğundan.. “Tanıyorum ben sizi” diyor. “Siz Megara’lı Byzas’sınız” Hayır...Evet diyorum.. Ben kurdum bu kenti. Ben’im Bizans. Şu düşünceler akıyor kafamdan; Ah, ey Bizans Sen değil misin gençliğimi tutuklayan... Geçiyor pencereden Binalar, caddeler, sokaklar... Bir de güzelliği İstanbul’un.. Bir de anılar, Bir de anılar.... En bildik yerinde duruyor kentin araç İniyorum Tanıdık bir demir kapı Açıyor yüzünü sevinçle Açıyor gözlerini kocaman.. Sonra iki kol dolanıyor boynuma Sırtımda çantam İçinde en ağırları sözcüklerin Kafam kocaman Kafam ağır Kafka’nın o sabah kendini bulduğu halde yani.. Giriyorum içeri Çıkıyorum yani sığındığım içimden.. -4- İnce belli bir çay bardağı yaşamım; Şeffaf, narin.......... kırılgan, Bir o kadar pervasız, Bir o kadar yürekli, Bir o kadar.........atılgan.. Üç vakte kadar doğacak imgelere inat, Dolaşır usum; ayrıntısında kendinin.... EGE.... Tanrıların yurdu Ege.... Ballı incirleri yüzü Aydın’ın.. Efeleri... Sen misin Herodot, kamaştıran yüzümü.. Gel benimle Şu yaşlı zeytinin dibinde anlat bana Sevdasını ömrünün... Sende kalsın aydınlığı Aydın’ın Bir çift sözün yeter bana Tarihe dair.. Bursa’nın tarihi şeftalidir derler ya; İnanma sen Homeros, inanma.. Manisa’da oldu savaşların en zalimi Üzümü için, şeftalisi için ‘Emeğin’... Ah ey gözü yaşlı Niobe... Gözü yaşlı akşamların taş duygusu.. Bil ki senden önce başlar hayat, Akar bir iklim içime Gün akşama dönmeden.... Kime sorsan, “Gül açmaz gözlerinde belki, Ama çok kitap okur” diyecektir sana.. Henüz parmaklarından bir dokunuş taşıyan kitabım yok... Dokunmadı henüz, Masamdaki vazoya gözlerin.. İçinde en özgün kırmızıyı taşıyan karanfillerin Tek yaprağına bile... Hangi renk gülersin, Hangi renk konuşursun, Hangi renkte salınır Saçların rüzgarda... Fikrinin rengi bende bir giz henüz.. Dokunmaz hiçbir devinimin gözlerime.... Dizilen harflerden ibaretsin henüz.. Yalnızlığın tanrısı taş kalpli Niobe..... -5- Ruh ve beden.. Hiçbir özgürlüğü tanıyamaz, İnsan parmağı onu ellemeden.. Ve bir insan bin parmaklıdır Çok iyiyse.. Düşündüm tüm bunları içim içimde gezerken... Sonra dokundu bir parmağım Bir yarasına, bir yüreğin.. Açıldı kapılarım İçimin sonsuz boşluğuna Bir kandil yaktım sonra kendime Yaşarken yok olana dokundu parmaklarım Yani sana... O sendeki İNSANA.... Bilmezdim önce, us yıkanırmış suda Sökülürmüş duygular ilmek ilmek Gerçek görülmezmiş uykuda.... Gerçek olanmış insanı bilmek; Parmaklarım ki, ben oyum Bilincine varmış olan kendisinin, insan denen yani.. Ellerim.. Uzantısı beynimin.. Ellerim ki, yaratan ‘emeği’.. İnsan olmanın baş koşulu ellerim.. Uzanır bin parmaklı olana Yani sana.. O sendeki insana..... -6- beş duyu.. Gözlerim olsaydı keşke; Görebilseydim Gün ışığının doluşunu gözlerine.. Gözlerim olsaydı keşke; Görebilseydim kalkışını yatağından Yürüyüşünü.. Yüzünü yıkayışını banyoda Karşılaşmanı aynada kendinle Savuruşunu saçlarını Taktığın tokayı Telaşını ellerinin... Kulaklarım olsaydı keşke; Duyabilseydim nefes alışlarını Çırpınışını yüreciğinin Terliklerinin sesini yürüdüğünde Rüzgarını saçlarının.. Burnum olsaydı keşke; Alabilseydim kokusunu Saçlarındaki ıtırın.. Demlediğin çayın.. Okuduğun-yazdığın kitabın.. Kitaptaki tümcenin Tümcedeki virgülün-noktanın.. Ellerim olsaydı keşke; Dokunabilseydim İçtiğin kahvenin fincanına.. Televizyondaki izlerine gözlerinin.. Tuşlarına yazı yazdığın makinenin.. Baktığın gökyüzüne Bildiğin tüm yıldızlara Yörüngelerine onların.. Dilim olsaydı keşke, ağzım.. Sussaydım, sussaydım, Sussaydım.. Hep sen konuşsaydın.... -7- Saat...15..50 Geçti içimden bir ayrılık treni.... Söndü birden tüm ışıkları dünyanın Güneş kapadı yüzünü iki eliyle çıkıp gitti içim içimden.. Bir sağa bir sola sallandı önce usum. Şimdi ben uykusuz, Yalnızca bir matruş çocuğum.. Sonra devam etti sallanmaya.. Bir salıncak gibi değil, Bir saat sarkacı gibi.. Durdu sonra yavaş yavaş Öylece düşündüm sonsuz evreni.... Üç şey yerleşti önce usuma.. Bir ucunda evrenin sonsuzluğu duruyordu sokağın, Bir ucunda yaşam.. Ortasında ben yoktum... KIRILMIŞ BİR GÖKKUŞAĞIYDI İÇİM, KURUMUŞ PINARLARI, YANIYORDU ORMANLARI... Usumun sallanması durmamış meğer Yoksa nasıl düşünürdüm tüm bunları... Bu kez gerçekten durdu galiba.. Bir mermer heykel gibiyim şimdi.. Gözlerimde sözleri doğanın Yalın, çıplak Ve aydınlık Ve berrak... Burnumda kokusu kırçıllı karanfillerin Bir de umudu, Bir de coşkusu Gelecek görkemli güzel günlerin..... -8- Uykusuz bir gecenin ardından Günaydın diyorsunuz bana.. Size de günaydın...Dağları ömrümün... En kocamanından, En güzelinden, En özlem dolusundan; İnsana... Keşke hep orada olsanız, Size bir şeyler söylesem.. Bir şeyler söyleseniz hep bana.. Keşke birlikte olabilsek... Doruklarınız olabilsem boş verip zamana.... Uyanacak zirveniz de az sonra Parlayan Güneş yanaklarında Çıkacaksınız birlikte yatağından bulutların Savurup saçlarınızı Güneş orada sıcacık duracak Sunmak için yaşamı Siz sıcacık.. Bense bakacağım buradan size Gözlerimde sıcaklığınızın izi Yumuşacık olacak bakışlarım Ve alacak içine yumuşacık sizi.. Bu özlem var kalacak, ben yaşadıkça... -9- Hadi konuş benimle.. Saçılsın menekşelerin Tüm morluğu evrene.. Etraf eflatuna kessin. Güller göstersin bizi karanfillere. Çiçekler gülsün bize göz kırparak Dağları vazgeçsin doruklarından Denizlerde hiç bir balık ölmesin Hadi konuş benimle Görsün insanlık, bir işe yaramadığını savaşların Çocuklar gülsün gözlerinde.... -10- Evet yoldaş.. Uykusuz bir gece daha yaşadım.. İçimde beklemenin heyecanı, Görüşememenin telaşlı hüznü.. Kendime duyduğum bağışlanmaz öfke Hepsi karıştı birbirine.. Sonra birden görünür oldu, genişledi ufkum İçime güneşler doğdu Yeşerdi tüm çiçekleri mevsimin Kollarım sardı dünyayı Dönmedi bir süre dünya Kuşlar kondu ağaçlarıma sonra Öttüler sessiz, sessiz... Öttüler sessiz sensiz...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sedat Akıncı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |