"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Bir alıntı bir yorum... İşgörme,(çalışma, emek üretme süreci S.Akıncı) öncelikle,insanın ve doğanın yer aldığı ve insanın kendisi ile doğa arasında karşılıklı maddi etkileri kendi eliyle başlattığı, düzene koyduğu ve denetimlediği bir süreçtir.... İnsan, kendi ihtiyaçlarına uydurulmuş bir biçimde doğanın ürünlerini kendisine mal edinebilmek için, kollarını, bacaklarını, başını ve ellerini harekete geçirerek, kendisi doğanın güçlerinden biri olarak, doğanın karşısına çıkar.. Böylece, dış dünya üzerinde etkide bulunurken ve onu değiştirirken aynı zamanda kendi öz doğasını da (bilincini de S.Akıncı) değiştirir..Hareketsiz yatan güçlerini geliştirir ve onları kendi buyruğu altında hareket etmeye zorlar.. Biz şimdi burada emeğin sırf hayvanları anımsatan ilkel içgüdüsel biçimler üzerinde duracak değiliz.. İnsanın kendi işgücünü bir meta olarak pazara çıkardığı durum ile insan emeğinin hala ilk içgüdüsel evresini yaşadığı durum arasında ölçülemeyecek kadar uzun zaman aralığı vardır..Biz emeği yalnızca insana has biçimiyle düşünüyoruz.. Bir örümcek, bir dokumacınınkine benzer işlemlerde bulunur; bir arı da peteğinin hücrelerini inşa edişiyle birçok mimarı utandırır..Ama, en kötü mimarı en iyi arıdan ayırt eden şey şudur: Mimar, kendi yapısını fiilen inşa etmezden önce onu kendi kafasında kurar..Her iş sürecinin sonunda, bu sürecin daha başından, çalışanın kafasında tasarım halinde var olan bir sonuç çıkar ortaya..Üzerinde çalıştığı maddi nesnenin biçimini değişime uğratmakla kalmaz o, ama aynı zamanda, kendi “işgörme” tarzını bir yasa içine sokan ve kendi iradesini ona bağlı kılmak zorunda olduğu bir amacını da gerçekleştirmiş olur.. Bu bağlı kılma hareketi ise, sadece anlık bir hareket değildir. Süreç, bütün işlem sırasında, vücuttaki organların kullanılmasının yanı sıra, çalışanın kendi iradesinin de kendi amacı ile sürekli bir uyumluluk içinde bulunmasını gerektirir..Buysa, yakından dikkat demektir. İşin mahiyeti ve yürütülüş tarzı, çalışan için ne kadar az ilgi çekici geliyorsa ve bu yüzden, kendi bedensel ve zihinsel güçlerini kullanmak bakımından o işten ne kadar az zevk alıyorsa, o kadar yakından dikkatli olmak zorundadır... Marks..Kapital..cilt 1..Sayfa 173... İş görme, çalışma, yukarıdaki alıntıdan kolayca anlaşılabileceği gibi, insanın doğa üzerindeki tüm davranışlarının başlangıcı, bugünü ve yarınıdır...İnsan, insanlığını, doğaya karşı verdiği mücadelede, emek üretim süreçlerinde kazanır...Bu materyalist diyalektik algı, tüm metafizik ve idealist algıları düşünmenin bilimsel süreçlerinin dışında bırakır... İnsan doğayı değiştiren, dönüştüren ve bulunduğu üretim evresindeki üretim biçimlerine uygun üretim araçları geliştiren ve bu üretim araçlarını kullanarak hem doğayı hem kendisini değiştirebilen tek varlıktır... Kuşkusuz organik doğanın diğer unsurları da doğayı ve kendilerini değiştirirler; ancak onların değişim dönüşümleri, bir bilinç içermediği için değişim dönüşüm, doğal, organik yasalarla gerçekleşir....Oysa ki insan doğal yasalara uyum sağlayamayan ve doğal ortamda insanlaşmadan yaşamaya yeterli değildir...Bu nedenle soğuktan korunmak için avlandığı hayvanların postuna bürünür... İnsanın, insan olma yolundaki ilk adım Ayağa kalkma, elleri özgürleştirip işe koşmayla başlar..İnsan doğanın karşısına önce doğal olarak tüm bedeniyle birlikte geçer ve tüm bedeniyle ona karşı bir mücadeleye girişir..Buradaki mücadelenin belirleyici noktası ise insanın yürütmekte olduğu mücadeleyi bir birey olarak değil, toplumsal bir yapı ile yürütüyor olmasıdır...Sözü edilen mücadele, bireylerin tek tek verdikleri mücadele değil, tüm bir halk olarak verdikleri mücadeledir... İnsanın doğaya karşı geliştirdiği mücadele zamansal olarak “Neolitik” dönemin devrimlerini gerçekleştiren toplumsal yapıya ulaşıncaya kadar yükselen bir biçimde gelişir... Neolitik üretim biçimine kadar gelen süreçte, henüz bireylerin özel mülkiyeti gelişmemiş ve buna bağlı olarak da mal edinme gerçekleşmemiş olduğu için, neolitik dönem bir anlamda insan toplumlarının “Altın Çağı” olarak adlandırılır...Bu toplumsal düzen “Analık hukukunun” hüküm sürdüğü, kadınların henüz ikinci sınıf bir varlık olarak değerlendirilmediği süreçtir... Toplumsal gelişmenin bireysel mülk edinmeyle başlayan sınıflı biçimi, Analık hukukundan, babalık hukukuna geçişle başlar..Edindikleri bireysel mülkü, kendi çocuklarına bırakmak için miras hukukunu yaratan mülk edinmiş erkekler, kadınlarda bulunan toplumsal egemenliği ele geçirip genel olarak mülk edinemeyenlerle birlikte, kadınları köleye dönüştürürler..Bu yeni doğmuş olan toplumsal yapı tarihçiler tarafından “köleci toplum” olarak adlandırırlar... Bu toplumsal yapıda artık özgürlükleri belirleyen köle sahipleridir...Kölelerin yaşama hakkı dahi onların elindedir... Artık sınıflar doğmuş, insanlar köleler ve köle sahipleri olarak ikiye bölünmüşlerdir..Süreç sırasıyla...Feodal ve kapitalist üretim biçimleriyle günümüze kadar gelir.... Bu gün günümüzde hala bir çok insan, sınıflar yoktur gibi düşünceler ileri sürebiliyorlar..Bu toplumbilim açısından bilimdışı bir düşüncedir...Günümüzde Kapitalist sınıf, emperyalist bir içerik kazanarak dünya burjuvazisi adı altında küresel sermaye etrafında birleşiyor..Bunun karşısında tüm emek güçleri, emekçi sınıflar, kapitalist-emperyalist saldırılar karşısında örgütlü bir karşı duruşu yaşama geçirebilmenin mücadelesini veriyorlar...Tüm dünyada yaşanan bu temel gerçeklikleri göz ardı edebiliyorsak o zaman sınıflar yoktur deyip burjuvazinin ekmeğine yağ sürmeye devam edebiliriz..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sedat Akıncı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |