Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Buluşmalarına daha saatler vardı, saatler sonra gün öğleye yaklaştığında geç kalınmış bir sabah kahvaltısını paylaşacaklardı. O zamana kadar yapılabilecek en güzel şeyin özgürce ve amaçsızca yürümek olduğuna karar verdi. Aklı hep buluştuklarında aralarında geçeceklerdeydi. “Gitme” diyecekti ona ve hiçbir şey demeyecekti bunda başka; yüreğinin en derin yerinden gelen açık, yalın, içten bir “gitme” sadece… Erken başlanan son yazı andıran bir sonbahar günü kötü giden onca şeyi tersine çevirebilecek güce sahipse eğer gitmeyecekti o da... Gitmeyecekti, hiçbir şey söylemeyecek, ama gitmeyecekti… Sadece “gitme”… O da… Gitmeyecekti… Gün yüzünü henüz öğleye dönmeden kararlaştırdıkları yere vardı ve çok da uzun sürmeyecek olan bekleyişinin tadına varmaya çalıştı; bazı mekanlar yalnızken de, en az birileriyle paylaşıldıklarında olduğu kadar yaşanılasıydılar. Seyrekçe bulutların arasından süzülen ışık huzmeleri… Boğazın masmavi, boğazın pırıl pırıl sularında oynaşan güneş ışıkları… Güneş’in pırıltılı ışıklarında oynaşan bembeyaz martılar… Bembeyaz martıları peşlerine takıp sakin sakin salınan bembeyaz vapurlar… Gezi vapurlarından el sallayan ve el salladıkça yaşadıkları yoğun mutluluğu kıyıdakilere bulaştıran-belki de her şeye rağmen-yaşam dolu insanlar… İstanbul Boğazı o son yazı andıran sonbahar gününde yine-belki de her zamankinden daha fazla-hayat doluydu. Doğanın hayat dolu titreşimlerini olabildiğince içselleştirmeye çalıştı, olumlu düşünmeye o gün her günkünden daha fazla ihtiyacı vardı. … Adamın geldiğinde ilk gördüğü kadının yüzüne yerleşmiş belirgin tebessüm oldu, adamın geldiğini görünce kadının yüzündeki tebessüm birçok şeyi bir anda anlatıvermeye çalışan aceleci ve kocaman bir gülümsemeye dönüştü, kadının yüzüne sığmayan gülüşü adamın yüzündeki donuk ifadeye çarpınca kırgın ve hüzünlü bir tebessüm olarak geri döndü. “Gitme” dedi kadın; yüreğinin en derin yerinden gelen açık, yalın, içten bir “gitme” sadece… Ve bekledi… Adamın yüzündeki donuk ifadenin eriyip gitmesini bekledi… Kırgın tebessümünü yeniden kocaman gülümsemesine dönüştürecek sımsıcak bakışı bekledi… Heyecandan buz kesmiş ellerinin adamın sımsıcak ellerinde huzur bulmasını bekledi… Günlerdir telaşla çırpınan yüreğinin kendini sımsıkı saran kollarda sakinleşmesini bekledi… Sadece bekledi… Umutsuzca bekledi… Ne kadar beklediğini kendi de bilemedi… … “Sana gitme dediğime bakma, ben aşka gitme diyorum aslında... Senin ne önemin, ne yerin olabilir ki aşkın karşısında... Sen aşkın bir yansıması, ne yansıması, bir yanılsaması olabilirsin olsa olsa...” diyerek sessizliği bozdu sonra kendisinin de hiç beklemediği bir anda. Tavrı karşısındakine hitap eder gibi değil, kendi kendine söylenir ya da kendi kendine düşünür gibiydi daha çok, gözlerini masadan kaldırmaya, sesini yükseltmeye gerek duymamıştı bile. Bir anda ve öylece dökülüvermişti onca söz kırgın dudaklarından fısıldarcasına... Yatağına alışkın, sakin bir nehri andırırcasına... Birlikte ve çok uzun sürede anlamlandırılmış olan her geçmiş anı bir anda anlamsızlaştırırcasına... Sözlerinin gerçek ağırlığının, hayal mutluluğunu yok edişinin hayal-gerçek görüntüsü karşısında içi burkulurcasına... Küçük ama rengarenk bir kır kuşunu andıran yüreğinde birşeyler yıkılırcasına... Geçmişinin saplantılarından kaçarcasına... Yapayalnız geleceğine bakmaktan korkarcasına... Bir anda ve öylece dökülüvermişti işte onca söz kırgın dudaklarından... Sonra sustu kadın, aniden bozduğu sessizlik ani susuşuyla birlikte aniden geri geldi; aniden ve tüm ağırlığıyla çöktü masalarına. Belki daha konuşacaktı, biriktirdiği kırgınlıklardan birkaç cümleyle kurtulması imkansızdı; ama konuşamadı, kırgın dudakları bastırılmış çaresizliğinin bir anda özgür kalmasının verdiği acıyla titredi, konuşmaya devam etse ağlayıverecekti. Kadının fısıltılı sözleri adamın yüreğini deldi geçti, ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilemedi adam, tüm düşünceleri ve her şeyi çok soğuk iklimlerdeki baharını kaybetmiş nehirler gibi donmuştu sanki. Ruhunda hissettiği derin çaresizliğin yarattığı sıkıntı ellerindeki amaçsız telaşlılıkta vücut buluyordu, nereye koyacağını bilemediği, koyduğu yerde tutmayı beceremediği bir çift fazlalık gibiydi elleri; sonunda masanın altında gizlemeye karar verdi masanın üzerinde kalıcı bir yer bulmayı başaramadığı gereksiz ellerini. Aniden ama anlaşılır, “Ne dediğini duyamadım… Yani tam olarak…” dedi. Kadının tüm sözlerini duymuştu oysa, duyamadığını söylemesindeki bilinç dışı da olsa tek istek biraz olsun zaman kazanabilmekti. Gözleri hala masanın altında sakinleşmeye çalışan ellerindeydi; belki düşüncesindeki yoğun karmaşadan, belki bilinçaltı hala elleriyle uğraştığından, belki de bir anda söyleyiverdiği yalanından utandığından gözleriyle kadının gözlerini aramaya cesaret edemedi. “Sen diyorum…”, “Sen kimsin ki aşkın karşısında…” deyiverdi kadın, az önce birbiri ardına sıraladığı sözlerin etkisinde kalmış yüreğinden taşan öfkeli kırgınlığın verdiği güçlü ama geçici cesaretle. Adam içinde kalmış son ve küçük bir umutla kadının geri adım atmasını bekliyordu, kadın geri adım atmayınca öylece kalakaldı, bundan sonra yapabileceği tek şey kadının öfkeli monoloğunun tek ve sessiz dinleyicisi olmaktı. “Seni rüzgarsız ama karlı, gökyüzünden lapa lapa karların yağdığı bir günde sevmiştim; kimbilir belki sen değil de süzüle süzüle yağan kardı aslında sevdiğim. Buz gibi ellerindeki soğukluğa karşın gözlerinde gördüğüm sıcaklığı sevmiştim, belki bana öyle gelmişti, belki de gözlerin o zamanlar da sıcak değildi sevdiğim.” dedi kadın. Adamın suskunluğu karşısında daha da artan öfkesine engel olmanın çağrısını umursamadı, belki umursamaya gerek duymadı, belki de adamın suskunluğu karşısında daha da artan öfkesine engel olmanın çağrısını duymadı. Aktı akacak gözyaşlarıyla ısınan gözleri adamın soğuk ve manasız gözleriyle karşılaşınca gözyaşları gözlerinde dondu, artık adamın soğuk gözleri uğruna dökeceği tek bir gözyaşı bile yoktu. Hızlı hareketlerle kalktığı masadan hızlı adımlarla uzaklaştı, son yaz kadar güzel günle birlikte her şeyin düzeleceği umuduyla sabahın erken saatlerinde çok da düşünmeden alıverdiği iki tiyatro bileti masada unuttuğu kitabının altında öylece kalakaldı, kitabın sayfalarıyla birlikte biletlerin açıkta kalan uçları hafif hafif esen rüzgarın esintisine kapılmışlardı. Kadının gidişiyle birlikte çaresiz kalan gözlerini masada gezdiren adam kadının ardında bıraktığı kitabı amaçsızca eline alıp kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı. Adamın dalgın gözlerinden kaçan iki bilet rüzgarla birlikte el ele ve özgürce havalandılar, boğazın masmavi, boğazın pırıl pırıl sularında usul usul ıslandıktan sonra boğazın enginliğinde kayboldular… SERAY ANIL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © SERAY ANIL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |