İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
Günlerdir dokunmadığı üzerinde belli belirsiz biriken toz tabakasından belli olan çantasını kaptığı gibi kendini dışarı attı. Sokaklar ıslaktı, Sıkıcı Pazar günü tenhalığı o Pazar da şehrin her yanına bulaşmış, gökyüzünü dahi yeryüzünden gökyüzüne sıçramış gibi duran gri leke bulutlarıyla kirletmişti. Nereye gideceğinin kararını vermeye gerek görmeden kendini yollara bıraktı, uzun süredir mekan ve zaman kaygısı taşımıyordu zaten, nasıl olsa hisleri nereye gitmesinin en doğru olacağını bulacaktı. Kadının adı Sıla’ydı. ... Uyanır uyanmaz hissettiği ilk şey başında saplı duran ağrı oldu, uzunca, çok uzunca bir süredir başının ağrısı bedeninin somut bir parçası haline gelmişti; elleri, gözleri gibiydi sanki; göremediği ama beyninin derinliklerinde hissettiği, görebildiklerinden çok öte birşeydi, belki de başındaki dinmek bilmez ağrı hayatındaki en büyük gerçekti. Zaten onun gibi gittiği yolda tutunamayan, tuttuğunu koparamayan biri için hayattaki pek çok şey belki de hiçbir şey bir süreklilik arz edemezdi. Hayatla ilgisi azalmış tüm insanlar gibi uyanır uyanmaz sıkılmaya başladı, hem kendi hayatına hem de etrafını saran dış dünyaya karşı o kadar ilgisizdi ki önünde duran koskoca günü nasıl geçirebileceği konusunda en ufak bir fikri dahi yoktu. Sırtüstü yattığı yatağında tavandaki hayali bir noktaya öylece bakmaya başladı; düşünmesi imkansızdı, şiddetli ve inatçı bir baş ağrısından başka ne vücudunda ne de ruhunda başka hiçbir his kalmamıştı, başının ağrısı ise onun için kuru bir his olmak şöyle dursun, olumsuz da olsa hayatındaki tek anlamdı. Ya birgün uyandığında alnından başlayıp şakaklarına doğru yayılan ve beynindeki en ücra köşelere kadar kök salan ağrıyı hissetmezse... Ya hayatındaki son anlamı da yitirirse... O zaman ne yapardı... Yaşamanın bir anlamı kalır mıydı... Sahi... Yaşamanın bir anlamı var mıydı... Daha fazla düşünmedi... Daha fazla düşünemedi... Daha fazla düşünmemeliydi. Yavaşça doğruldu, yatağının ayak ucunda bıraktığı terliklerini bakmaya bile gerek görmeden tek bir hamleyle ayaklarına geçirdi, dolabına yöneldi, gece çıkarmayı unuttuğu kahverengi pantolonunun üzerine eline ilk geçen gömleği-gömlek siyahtı- giydikten sonra kendini telaşsızca ve amaçsızca sokağa bıraktı. Sokak ıslak, hava kapalıydı; havanın nasıl olduğunun bir anlamı yoktu, Güneş’in varlığını çoktan unutmuştu. Adamın adı yoktu... Adını unutmuştu.... Hatırlamaya çalıştığı olmuştu, ama olmuyordu, hatırlayamıyordu bir türlü. Hatırlasa... Yoktu... Hatırlasa da bir anlamı yoktu... ... Islak kaldırımlar boyunca biraz dalgın, çokça umutsuz, gözlerini yerden ayırmadan kaldırım taşlarınının çizgilerini takip ede ede yürüdü kadın; kaldırımlardaki ürkek kumrulara, telaşlı güvercinlere, miskin kedilere gülümse-ye-medi, farketse mutlaka gülümserdi. Sanki hiç durmayacak, sonsuza dek yürüyecek ve sonunda sonsuzluğu bulacaktı... Akşam karanlığının çökmeye başladığı uzak saatlerde hala yürüyordu, yürürken çok uzak düşler gördü; düşlerinde mutluydu. Aniden duyduğu ağlayan bir keman sesiyle düşleri bozuldu, olduğu yerde durdu, kemanla birlikte o da ağlıyordu... Dünyanın orta yerinde, dünyanın kıyısında kalmışlığına ağlıyordu... Yağmurları kıskandırırcasına, bulutları utandırırcasına ağlıyordu. Ağlamaktan yorulduğu an keman sesinin geldiği yöne doğru döndü ve sebebini düşünmeden içeriye girdi; belki kemanı dinleyecekti, belki dinlenecekti, belki de kendini ve herşeyi unutup düşlerindeki olmayı deneyecekti. İçerisi neredeyse karanlık denilebilecek kadar loştu, gözüne insanlardan mümkün olabildiğince uzak kalabileceği bir masa kestirdi, başı önde, bakışları yerde, kulağı kemanın ağlayan sesinde masaya doğru ilerledi. Kendine içmeyi unutacağı bir kırmızı şarap söyledi, unutacağını bilse söylemezdi. Etrafa yayılmış olan masaların büyük bir bölümünü arkasına alacak şekilde oturdu. Artık ağlamıyordu, bakışları git gide dalıyor, gözleri kapanıyor, kemanın sesi uzaklaşıyor ve bu kez düşlerini bölmek yerine uzak düşlerini tamamlayan hüzünlü bir ses oluyordu. O ise yavaş yavaş düşlerindeki oluyor ve belli belirsiz gülümsüyordu. Çok sonra kemanın uzak sesi yakınlaştı ve hüznün sesi yerini eski acı dolu ağlamaya bıraktı. Gözlerini açtığında bir an için nerede olduğunu hatırlayamadı, hatırlar hatırlamaz da kendini koşarcasına sokağa attı, dışarıda inceden bir yağmur vardı. ... Islak sokaklarda su birikintilerine ve çamurlara basa çıka yürüdü adam, çamurların ve su birikintilerinin onları sokağın diğer kısımlarından ayıran özel birer anlamları yoktu; saatleri akşam eden yürüyüşünün sonuna geldiğinde çamura bulanmış paçaları yarı dizlerine kadar ıslaktı. Günün sonunda bu kez pantolonuyla birlikte gömleğini de çıkarmayı unutarak çamurlu paçalarına aldırmadan başındaki ağrıyı dinleye dinleye uyuya kalacak ve ertesi gün çamurlu paçalarına eklenmiş kırışıklıklarla birlikte kırışmış siyah gömleği de üzerinde kendini yine sokaklara bırakacaktı, bırakmalıydı. Başındaki ağrının şiddetini arttırmasını yorulmuş olabileceğine bağladı ve bir mahalle kahvesinde dinlenmeye karar verdi. Bir köşede unutulmuş gibi duran yeşil örtülü, dağınık, kirli bir masaya oturdu, kendisine bir çay söylemedi, aklına gelse mutlaka söylerdi. Tahtalara ve masalara vurulan okey taşlarının sesleriyle, çay dolu bardaklarda tıkırdayan çay kaşıklarının sesleri birbirine karışıyor, çoğunun düşük kaliteli olduğu kokularından anlaşılan sigaralardan yükselen dumanlar soğuk kış günlerinde engin ovalara çöken kirli, gri sis bulutları gibi etrafı iyiden iyiye sarıp sarmalıyordu. Tavandaki hayali noktaları izlemeye alışık gözlerini bu kez yeşil masa örtüsünün üzerindeki lekelerde gezdirdi, büyükçe bir lekede karar kıldıktan sonra uzun bir süre onu izledi. Lekeye odaklanmış gözleri dalmaya, daldıkça kararmaya, karardıkça görmez olmaya başladı. Gözleri tekrar görmeye başladığı ilk anda kendini kahvecinin şaşkın bakışları altında dışarı attı. Acaleyle çıkarken yan masadaki adamın paltosunu düşürdüğünü farketmedi, farketse mutlaka özür dilerdi. Şimdi sokaklar daha da ıslaktı, dışarıda yağmur yağıyordu; o ise nereye gittiğinin ya da gideceğinin bilincine varmadan öylece ilerliyor, gözleri yerde, yağmur damlalarının kaldırımlardaki su birikintilerinde oluşturduğu dalgacıkları izliyordu. Nereye gittiğini bilmediğinin ayırdına vardığında aniden durdu, düşündü, bir türlü karar veremiyordu. Sokak dardı, gözleri karşı kaldırımda hızla ve dalgınca yürüyen bir kadına takıldı, kadının şemsiyesi yoktu, saçlarından yağmur suyu damlıyordu. Yüz, belki iki yüz, belki de üç yüz yaban güvercininin aynı anda kanat çırpıp havalanmasına benzer bir his duydu içinde, istemsiz karşıya geçti, kadın nereye gidiyorsa o da oraya gidecekti. Uzun bir süre sessiz ve dalgın, kadını takip etti, sonra yaklaştı, cesaretini toplayıp kadının omuzuna dokundu, dokunurken elleri titredi, kadına dokunmayan eli ne diye titriyordu sanki?! Kadın omuzuna dokunan eli farketmedi, yine uzak düşlere dalmış gitmişti, farketse mutlaka arkasına dönerdi. Bir kez daha, bir kez daha denedi kadına dokunmayı, olmadı. Aniden gelen cesaretini aniden yitirdi, kadının gittiği yere gitmekten vazgeçti. Böylesi daha iyiydi belki de, kadın adını sorsa verecek bir cevabı bile yoktu elinde. Adını bile hatırlamayan bir adamın ne işi olabilirdi ki saçlarından yağmur suyu damlayan bir kadının peşinde?! ... Adam kadının umudunun az önce titreyen ellerinde, az önce titreyen “kendi” ellerinde gizli olabileceğinin farkında olamayacak kadar kendi değildi... Farkında olsa kadının düşlerini mutlaka bölerdi... Kadınsa umudunun paltosunun sağ omuzundaki sahibini yitirmiş parmak izlerinde saklı olduğunu hiçbir zaman bilmeyecekti... Bilse... Mutlaka.... Bilse mutlaka düşlerindeki olmaktan vazgeçerdi... SERAY ANIL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © SERAY ANIL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |