Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
En büyük abim sağdaki pencerenin yanında duran karyolanın üzerine oturmuş orta parmağını hararetli biçimde kemirmekte. Kenardan, sağdan, soldan; nerden bulursa ordan bir parça götürüyor ve pıt pıt diye tükürüyor. Pıt pıtlar sinirime dokunmuyor değil, gücüm yetse kavga edeceğim ama kavgalardan hep ben zararlı çıkıyorum; hem ufaktan stratejik düşünüyorum. “Arayı bozmak iyi olmaz, yarın bir gün kavga ettiğimde kim benim yanımda olacak?” bu arada televizyonda kovboy filmi oynuyor, onunla tanışıklığımız daha yeni… Ara sıra kulağım annemlerin ne konuştuğuna gidiyor ama bir türlü ne konuştuklarını anlayamıyorum. Aslında kafam karmakarışık; yemekten kesilen köpeğimiz, bir hafta önce kaçırılan iki köpeğimiz, zor gücül yaptığım göleğin sabaha yıkılma tehlikesi… Birden annem ve komşusunun sohbeti kesiliyor ve ağabeyime bakıyorlar. “T. Hala tırnağını mı yiyor,” diyor. “Hala” kelimesinin temsil ettiği çift anlamlılığı o zaman fark etmediğim için bunu bir ilgi yönelmesi olarak kabul ediyorum. Ve tırnak meseli onların eski sohbetini sonlandırıyor, hakim konu halini alıyor. Varsa yoksa abim ve onun pıt pıt diye tükürdüğü tırnakları. “Yav,” diyorum, “bunlar benim hakkımda neden konuşmuyorlar?” o zaman bana sorsanız dünyada bir tek ben varım. Diğer canlıların neden olduklarını henüz çözebilmiş değilim. Tanrı erki olarak ufaktan ezber yapıyorum, ama o zamanlar tanrı da beynimde çocukça anlam buluyor. Tanrıyı caminin imamına benzetiyorum tek farkı boyunun devasa olması… herkes benim hakkımda konuşmalı diye aklımdan geçiriyorum, ben en en en olmak istiyorum. Baskın olmak, egoları balon gibi şişirilmiş çocuk olmak istiyorum. Balon ne zaman patlar meçhul, patladığı yere kadar. Bakıyorum bana ilgi yok, ağabeyime bakıp onu taklit etmeye başlıyorum. Adam formülü bulmuş, pıt pıt diye merkeze oturuyor. Zavallı orta parmağımı kemire kemire kel oğlana benzetiyorum; ama ilgi bana yönelmiyor. İşin kötü yanı ertesi gün parmaklarım çok acıyor. Annem fark ediyor, “Bir daha tırnağını yeme,” diyor, “o tırnaklar midene gider, orda büyüyüp kemik olur, sen de ölürsün. İlgiyi çekmişim kemik olsa ne olur… Birkaç kere daha çeşitli ziyaretlerde konu olduğum oluyor, onlar benim hakkımda konuştukça ben zevkle ve hışımla tırnaklarımı kemiriyorum. İşte nerdeyse kabaca on yedi yıldır kemiriyorum tırnaklarımı… Şimdi aranızda “Böğğğ!” diyen olmuştur. “O tırnaklarına kim bilir neler, hangi mikroplar bulaşıyordu ve sen onları yiyorsun…” Biliyoruz kardeşim tırnaklarda hangi mikropların olduğunu. Ama tırnak yemek ayrı bir şey, mistik bir havası var, yerken adeta kendinizden geçiyorsunuz. Bir kaybediş kendini, kendinize geldiğinizde tırnak denilen bir şey kalmıyor. İlk başlarda parmaklarınız acıyor, kıvranıyorsunuz ama sonra alışıyorsunuz. Hatta millet sizin parmaklarınıza bakıyor nasıl olup da bu kadar dipten kopardığınızı anlayamıyor. Göğsünüzü şişirerek, “Bu önemli bir mevzu herkesin harcı değil,” diyorsunuz. Gubar gubar sonu yok bunun… Örneğin ben ilkokuldayken hayatta tırnaklarım ve ellerimden dolayı azar işitmemişimdir, neden, her gün özenle yiyip bitirmemden dolayıdır. Öğretmen bu temizliğime imrenip benim temizlik kolu başkanı seçilmemde çeşitli ayak oyunlarına başvurmuştur. (Bu arada gururla söylemeliyim ki dördüncü ve beşinci sınıfta kitaplık kolu başkanlığını başarıyla yürütmüşümdür. Hatta okulda, “GÖT”, “KIÇ” gibi argo kelimelerin yerine daha uygun olan “POPO” kelimesinin yaygınlık kazanmasında büyük çabalarım olmuştur. Gerçi sınıf başkanı olacak kadar HİT olamadık ama neyse…) Bazen bu mereti bırakma gibi çabalarım olmuştur ama nikotin ihtiyacı gibi bir şey olmuştur kendisi, yenmezse olmuyor. Her çaba başarısızlıkla sonuçlanıyor. Ama en sonunda büyük bir irade göstererek YEMEYECEĞİM dedim ve yemeyi bıraktım. Artık yemiyorum tırnaklarımı. On gün geçti ve üç dört milim oldular. Büyüyen tırnak parmaklarımı farklı hissetmeme yol açtı. Yalnız şimdi de farklı sorunlarla boğuşmaktayım. Ben de her tırnağı büyüyen kişi gibi tırnak makasını elime gururla alıp tırnaklarımı kesmek istedim. Ama el tırnaklarını kesmek ayaklarınkini kesmeye benzemiyor. Nasıl keseceğimi, nasıl tutacağımı bilemiyorum. On yedi yıldır bu işi yapmadım, zor geliyor. Tırnak makasını ha bire elimden düşürüyorum. Ayrıca zırt bırt tırnak aralarının kirlenmesi de ayrı bir mevzu. O pislikleri gördükçe ve onları bir zamanlar öğüttüğümü düşündükçe hafiften midem kalkıyor. Utanıyorum kendimden. (Yalnız geçen gün rüyamda tırnağımı yediğimi gördüm). Öğreneceğim yakında bu işleri… İradem var… TIRNAKLARINIZ YEMEYİN KESİN! Hem artık evin orasından burasında tırnak parçaları da çıkmaz. Ne güzel… Saygılarımla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mikail Boz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |