..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Bayram Leventoğlu




5 Haziran 2005
Abuzittin  
Bayram Leventoğlu
Ülke gerçeğinde bir öykü, ister tebessüm edin, isterseniz düşünün. En iyisi siz, hoş vakit geçirin.


:BHCG:
Sevgili Abbas; Satırlarıma başlarken, sana ve aile efradına selam eder sevgilerimi sunarım. Nasılsınız,inşallah afiyettesinizdir? Ben Abuzittin karındaşını sorarsan, halim kötü.

Derdim, para, pul değil. Hamd olsun bağ bahçe zebil , çocuklar büyüdü işe güce sarıldılar, maddiyatımız,iyicene iyi. Benim derdim, kendim. Çarpıkların Haceliyi bildin mi? Geçen yıl sizlere ömür rahmetli oldu, ardında otuz yaşlarında dulunu bırakarak he mi de!Bir görsen, zavallı, öylesine güzel ve saf ki.

Komşuluk hakkı; kocasının hastalığında, ölümünde , vazifemiz diye ilgilendik, rahmetlinin alacaklarını ney topladım, dul karısına teslim ettim.Adını söylemeyi unuttum, Meşküre hanım, paraları bana iade etti ve;

- Abuzittin ağam, para, puldan anlamam, Allah rızası için, bu işleri hala yola sok, senden başkasına güvenemem.

Bilirsin, yardım severim, insaniyetliğim çoktur. Canla başla, dükkan kiralarını, banka hesaplarını, veraset işlerini bile hallettim. Meşküre hanım,

- Benim tek güvencim sensin, Abuzittin ağam, Allah muradını versin.

Zavallı dula ,yardım ettiğim için,sözleri beni de ,komşuları da memnun etti.

- Aferin len Abuzittin, adamlık bu kadar olur!

- Allah’ın sevabını yüklendin len!

- Adama bu kadar iyliği,bubası yapmaz!

Lakin, benim hanımlar bu insaniyetliğimi,başka türlü yorumlamışlar.” -ulan eksik etekler,ben altmış yaşında otuzluk tazeyi neyleyim!Evlenecek çağı geçti geçiyor,kırk yaşında oğlum dururken bunu nereden icat ettiniz,acuzeler”,
diyerek ikisine de bastım şaplağı. Arife ve Zarife yengen, dayağı yediler ama yinede inanmış gözükmüyorlardı.

Hırs arasında aklıma gelen Murşit oğlumu everme işini,Meşküreye açtım,”gelinim olur musun” diyerek. Önce bir kızardı, bozardı, boğuk ve mahcup ama kararlı bir sesle,

- Abuzittin ağam, öl de öleyim,lakin bu iş olamaz. Murşit benden iyilerine layık!Ben toy adamla yapamam, Haceliden, olgun kocanın tadına vardım, olgun herif, daha bir kıymet biliyor.

- Gel bu işe olur de. Ne suna kızlara seni değişmem. Seni baş göz etmeden ölürsem, gözüm açık gider.Gençsin,güzelsin seni rahat koymazlar, sen de üzülürsün, ben de Meşküre.

- Abuzittin ağa, Abuzittin ağa; Bunca yaşı nafile yaşamışsın,beni anlayamadın mı,için için seni istediğimi farketmedin mi? Sen alırsan varırım, sende istemesen bir başıma kalırım, hepsi bu kadar.

Bende şafak attı, nutkum tutuldu,kaçarcasına Meşkürenin evinden çıktım. Sabaha kadar yatakta döndüm durdum. ”Ulan olur mu,ben altmış,o otuz?” Zarife yengen,nane limon kaynattı,anason verdi,yine de uyuyamadım.


Sabah kalktığımda yirmi yaş gençleşmiş gibi idim. İçim kıpır,kıpır yerimde duramıyorum. Kahvaltımı yaptım mı , yapmadım mı bilemeden çıktım evimden, doğru Meşküre’nin evine vardım.

- Sahi bana varır mısın, dün söylediklerin essah mıydı kız?

- Senden iyisini mi bulacağım, sen, he de olsun.

- He Meşküre he, Abuzittin sana kurban olsun.

Meşküre’nin evinden çıktım, yerde miyim, gökte miyim bilmiyorum. Dağda, bayırda gezdim akşama kadar, ne yorgunluğumun, ne de nerede olduğumun farkındayım. Aklımda Meşküre, gözlerimde yine o.


O gece, Arife’nin sırası, zarife den daha anlayışlıdır diye meseleyi ona açtım. Meşküre ile evlenme lafımı duyar duymaz, yorganı yatağı bir yana fırlatıp , bin bir figanla ayağa kalktı.

- Deyyus papaz, teneşir azgını bunak. Kara yazılı başım, kara yazılı zarife Abum.

Diye ağlayıp dövünmeye başladı. Gecenin yarısı, evi ve köyü ayağa kaldırdı. Öte evden Zarife, gömlek paça seyirtti.

- Ne oldu kız, ne ağlanıp bağırıyorsun ,benim adımın, bu saatte senin ağzında işi ne?

- Bu, canı çıkasıca papaz var ya, üçüncüye evlenecekmiş, he mi de Haceli’nin duluyla.

- Vay başıma gelen. Delirmiş olmalı bu, sen sus güzelim, sıkma canını, bu herif aklını yitirmiş, yarın doktora neyim götürürüz.

Sonra bana döndü,

- Abuzittinim, yiğidim. Son iki senedir bacı kardeşe yatmıyor muyuz? Arife ile de öylesin biliyorum, bu halde evlenmek kim, sen kim?

”Ulan acuzeler,siz adamda iştah mı bırakırsınız” diyerek bastım ikisine de şaplağı. Zarife,arife kumasının yatağında bir birlerine sarılmış halde uyuyarak, bense peykede uyanık, sabahı ettik. Sabah oldu, olmaz olsaydı. Köylünün ağzına sakız olmuşuz, beni her gören; ” -Ağa ne zaman düğünün? -Balayına neyin gidecen mi? -Murşit oğlunun işi yine yattı desene, -senden sıra gelmez ki. -Ula ne erkekmiş sin,sana fazla yanaşmak da doğru değil.” Köyün veletleri peşimde, “Damat ağa” yaveleriyle dolanıyorlar.Oğullarım da, kızlarım da bir surat, bir surat, Arife,zarife mahkeme duvarının en yükseği. Dünyam karardı anlayacağın, köyün şebeği olmama mi, evimin huzuruna mı, Meşküre’me mi yanayım şaşırdım. Ne yapacağımı bilemiyorum, iki ucu pis deynek arasındayım. Gönlüm,evlen diyor,aklım,olmazlanıyor. Aklımı başıma toplamak , milletin zevzekliğinden kurtulmak için kasabaya inmeye karar verdim. Bir iki gün sonra köye dönmek istiyorum, dönmeye cesaretim yok. Meşküreyi de çok özledim.

Kadirin hanında geceliyorum, gündüzleri, Halil’in kahve de, düşünüp duruyorum. Kasabada dördüncü günümün sabahında, katırcı Nizam’ın dürtmesiyle uyandım.

- Abuzittin ağa, seni aşağıda bekleyen var.

Dışarı çıktığımda karşımda ki Meşküre’ydi.

- Beni o hal bırakıp nerelerdesin? Köye rezil oldum, üç günde beş kere kapımı tık tıkladılar. Köyün kahpesi mi olacam gayrı. Sen nasıl erkeksin, adımı pis ettin, bırakıp gittin!?

- Aklımı ters çevirdiler Meşkürem. Kendimi unuttum ama hep seni düşündüm, neylesek ki?

- Edeceğini ettin, gönlümü çeldin, adımı çıkardın, evlenmekten başka yol kaldı mı?

- Kabasakalın Ali hocayı çağıralım, basalım imam nikahını, kasabada bir de ev tutalım…..

- Yağma yok. O kadar kolay mı? Hani benim garantim? Hükümet nikahı yapamıyorsun, bari mehir olarak mal tapula.

- Malı nideceksin, Haceli’den dünya mal kaldı, senin dünyalığa ihtiyacın mı var?

- Ben kendime mal mı istiyorum sandın, benim istediğim sensin. Lakin benimde kadınlık gururum var. Üstüme üç, beş tarla tapula, bir de oturacağımız evi tapula yeter. Benim olan senin değil mi kocam olunca? Ele güne karşı, çır çıplak evlendi, metres gitti dedirtmem kendime.

- Hele bir düşüneyim.

- Düşünecek ne var ağa?

- Benim, çoluk çocuğum, iki tane acuze karım daha var, onların malını tapulamak kolay mı?

- Düşündüğün şeye bak. Onların nereden haberi olacak, aha tapu oracıkta, takriri verdin mi bitti bu iş. Mal yine senin sanırlar, tellal bağırtmasak da olur. Adı benim, tadı senin olsun, Haceliden kalanları da seninkiler eksin, biçsin.Ben bir şey istemiyorum, seninle olmak bana yeter.

Aklıma yattı, Hacelinin tarlaları oğlanların sesini kısar, tapu Meşküre nin olmuş,ne fark eder ki? Meşküre benim,malım Meşküre nin olmuş, olsun be..

Tapuya gittik,üç tarla, bir de kasabada aldığım evi Meşküre’nin üstüne yazdırdım.



Evi dayadık,döşedik.Kabasakalın Ali hoca nikahımızı kıydı. Beş aydır Meşküre ile beraberim, yengelerin ve çocuklar epey zorlandılar, zamanla sesleri kısıldı, Haceli’nin tarlalarını, ekip, biçmeye başladıklarında keyif oldular. Arife ile Zarife yengelerini unuttum, yüzlerini bile görmüyorum. Meşküre, bütün dünyamı doldurdu, ondan gayrısını ne görüyor, ne duyuyorum. Karım beni seviyor, ben de onu seviyorum. Her şey öylesine kusursuz ve güzel ki, bana tuhaf geliyor.

Çok dertliyim Abbas; sinirlerim laçka oldu. Ne gündüzleri uyanığım, ne de geceleri uyuyabiliyorum. İçimi kemiren şüphe mahf ediyor. Kasabada bir dedikodu ,güya “Meşküre beni,kasabanın bıçkını,Zarbana Rüştü denen kopuk la” aldatıyormuş. Önceleri inanmak istemedim ama, şüphe bir bıçak gibi beynimi kanatıyor.

Bir gece uyku ile uyanıklık arasında bocalıyorum. Meşküre,bir melek saflığı ile yanımda uyuyor. Bir ara dalmışım, uyandığımda Meşküre yoktu. Yataktan yavaşça kalkarak, ayak yoluna gittim. Tam hela kapısı ve ışığını açacaktım ki, kulağıma bir takım fısıltılar çalındı. Meşküre bir erkekle fısıltılı bir sesle konuşuyordu. Nefesimi tutarak, safi kulak kesildim.

- Bu kaçamaklardan bıktım artık.Yıllardır sana hasret, elin moruklarının kıçını kokluyorum.

- Beni dinledin kötümü oldu? Hanım ağa oldun sayemde.Sefa beyin beslemesi, ondan bile zenginsin şimdi.

- Orası doğru ama bu kadar mal yetmez mi bize? Haceli’nin dünyalığı bile fazla değil mi idi rahatımıza, bu Abuzittin pezevengine ne lüzum vardı?

- Ulan feleksiz karı,dırdırı bırak,yüzdük kuyruğa geldik.Moruk yukarda uyuyor, sen benim yanımdasın, böylesi daha bir güzel oluyor. Bu kırmızılı çamaşır, pek de yaraşmış sana.

- Tarlaları evi tapuladı, maksadımıza erdik, vurayım kıçına tekmeyi ne olacaksa olsun?

- Abuzittini def etmek o kadar kolay değil. Onu üzersen,işin farkına varırsa ikimizi de yaşatmaz, Allah’ıma,dinime..

- Ya ne yapacağız,yoksa vuracak mısın herifi?

- Bıçkınız hileciyiz, ama katil değiliz. Adım Zarbana Rüştü ve her işin kolayı vardır.

- Lafı gevelemeyi bırak ne yapacağız onu söyle!

- Bütün malını satacaksın, hem de kocanın eliyle.

- Abuzittin bu işi yapmaz ve de yaptırmaz!

- Sen şeytanın sol ayağısın kız. Bu herif sana öyle aşık ki akıl neyim unutmuş, sen ne istersen yapar, değil tarlaları, senin için maşa bile satar.

- Satınca da, paraları alıp, pırr...

- Benim akıllı şeytanım, moruk uyanmadan yatağına gidersen iyi olur.

- Yarın öğlen bağ evinde buluşalım tamam mı?

- Tamam, tamam, git hadi.

Hemen yatağıma koştum, uyur taklidi yaparak beklemeye başladım. Meşküre , parmak uçlarına basarak geldi ve yattı. Derin, derin soluklanarak, dudaklarında bir tebessümle uykuya daldı. Ben de, derin düşüncelerimle baş başa sabahı ettim. Kullanmamakla hata ettiğim aklımı kullanmaya karar verdiğim için sana bu mektubu yazdım. Senin aklına ihtiyacım var, benimkine güvenim yok, beni bu çamurdan kurtar Abbas.

Abuzittin,Çemişin Musanın dükkanından mektubunu aldı ve zarfı açarak okumaya başladı.

“Sevgili kardaşım Abuzittin. Gönderdiğin tafsilatlı mektubu aldım, içinde bulunduğun duruma çok üzüldüm. Bu konuda gerekli çalışmalara başladım. Sen, aklın ve sabrınla beraber ol yeter. Bu açmazın hakkından geliriz, meraklanma.Benim her şeyden haberim olacak, işaretsiz iş yapmayacaksın. İrtibat kuracağın kişiler mektubun altında yazıyor, onları hafızla ve mektubu yak. Selamlar,sevgiler.
Kardaştan yakın arkadaşın, Abbas Geçvur.”

Abuzittin, yüzünde memnun bir gülümseme ile dükkandan çıktı.Kendine güveni geri gelmişti sanki. Rastladığı herkese selam verdi, hal hatır sordu, neşe ile evine vardığında Meşküre ağlıyordu.

- Ne oldu meşküre, niye ağlıyorsun?

- Çok hastayım Abuzittinim, kasıklarımda dayanılmaz ağrılarım oluyor. Seni üzmemek için söylemedim. Ha bu gün geçer, ha yarın geçer bu ağrı geçmedi arttı, bir doktora gitsek mi?

- Hemen gidelim, bir dakika ağrı çekmene dayanamam.

- Dandin Ayşe’nin şehirde bir doktoru varmış, ondan gün almış.

- Hangi gün?

- Yarın saat üç gibi bekliyormuş muayenesinde.

- Gidelim kanatsızım, gidelim meleğim, yeter ki sen iyi ol Fizana neyim bile giderim.

-Ah, Abuzittin’im, yiğidim, hakkını nasıl öderim? Bu hastalık beni alır götürürse, bensiz neylersin diye düşünmekteyim.

- Allah geçinden versin,o nasıl söz, ölüm bana daha yakın.

- Allah senin eksikliğini göstermesin yiğitim, sen ölme ben öleyim.

- Gız bırak bu lafları,gel şöyle kucağıma, ağrıların buralarında mı kız?

- Geçti valla, sen elleyince geçti.

Ulan hergele pezevenk dedim kendi kendime, Cilali İbo bile senin gibi rol kesemez, hadi hayırlısı. Ya bu Meşküre kancığı ceyarın dişisinden beter, yılan emme güvercin gösteriyor.

Meşküre’nin gün aldığı doktorun bina kapısına vardığımızda, Zarbana Rüştü kapıdan çıkıyordu.Eğleştim, geldi ellerime sarıldı.

- Ne o Rüştü nörüyon?

- Hastalandım da ağa,doktora geldim.


- Geçmiş olsun,geçmiş olsun!

Bu işte bir bit yeniği olduğunu anlamıştım, hiç renk vermedim.

Doktor muayenesini bitirdi ve Meşküreye

- Hanım, sen dışarıda bekle, ben beyefendiye gerekli izahatı verir, ilaçlarını yazarım.

Meşküre çıkınca doktor kısık bir sesle

- Bu söyleyeceklerim aramızda kalacak, sen dürüst bir adama benziyorsun, sana yalan söyleyemem.

- Ne yalanı doktor?

- Biraz önce bir bıçkın geldi beni silahla tehdit etti, kararlı görünüyordu.Senin getirdiğin hanımın çok hasta olduğunu, tedavisi için yüz elli milyar gerekeceğini söylememi istedi. Hekim yeminimi bozup bu alçaklığı yapamazdım. Kabul etmiş gibi yaptım, gerçeği söylüyorum kadının hiç bir rahatsızlığı yok.

- Doktor bey, gerçeği söylediğiniz için teşekkür ederim. Hanıma sizin dediğiniz gibi çok hasta olduğunu, dediğiniz miktar para lazımını söyleyip sizi devreden çıkaracağım, gerisini ben hallederim.

Turşu gibi bir suratla doktorun yanından ayrıldığımda, Meşküre,

- Bu ne hal yiğitim, kötü haber mi?

-     Kötü olmaya kötüde..çaresi varmış. Biraz masraflı olacak o kadar.

- Hastalığım kanser mi?

- O kadarını anlamam, doktor söyledi ya anlamadım!

- Masraf ne kadar?

- Yüz elli Milyar!

- Aboo, o kadar etmez ki Haceli’nin dünyalığı.

- Yetmezse benimkileri de satarız, yetmezse evi bile satarız,c an mı ileri, paramı ileri.

- Abuzittinim, canım benim. Gün geçtikçe seni daha çok seviyorum. Sen ne insanlıklı adammışsın yiğitim. Bu dünyadan göçmek değil üzüntüm, senden ayrılacağıma yanıyorum.

- Sevince candan sevecen, gerekirse candan geçecen.

Meşküre mayıştı,mayıştıkca sokuldu,şehrin caddelerinde sarmaş dolaş yürüyoruz,herkes bize bakıyor.Ne zormuş,içi başka dışı başka olmak,ne zormuş böylesi sabır.


Abbasın, adamı Hıdırın Musa ile buluştuk.İri yarı,dost canlı bir adamdı.Hoş sohbetten sonra bana bir çanta uzattı,

- Bu çanta tedariklidir, bunu al karın dışarıda iken evde bir yere sakla,para dolu çantanın benzeri bu.

- Çantaları ben mi değiştireceğim?

- Ben değiştiremem ki tabi sen değiştireceksin. Ha unutmadan sorayım,Abbasın mektuplarını yok ettin mi?

- Hemen yaktım, yoklar artık.

- Tapucu Mestan, muameleyi yapınca sizi çağıracak, öğlen sonunu bulur.

- Ben gideyim Musa kardeş, şu çanta işini halledeyim.

- Ulaa,az kalsın unutuyordum, Abbasın gönderdiği bir çanta var, seninmiş, tamir mi ettirmiş neyse bu çantayı da al.

Çanta benimdi Muhasebe evraklarımı sakladığım muamelat çantamdı.Büyükçe bir çanta idi.Çantanın neresini yaptırmış diye bakınca altının boş olduğunu fark ettim. Canına yandığımın Abbası, ne hin oğlu hinsin diye düşündüm. Abbasın eski evrak çantamı niye istediğini anlamıştım. Hıdırın Memiş’in verdiği çantanın üstüne benim çantayı geçirince, yepyeni çanta görünmez oldu. Muhasebe muamelatı çantamın sapından tuttum ve yürüdüm. Hıdırın Musa ardımdan,

- Zengin adamsın Abuzittin ağa, Abbas gibi aklın var.

Doğru söze ne denir, yerden göğe haklı idi. Çantayı aldım, eve geldim. Meşküre not yazmıştı"Dandin Ayşe abladayım,birazdan gelirim". Dolabın kapağını açtım, çanta içinde çantayı görülecek şekilde yerleştirdim. Muhasebe evraklarını cebime yerleştirerek uzanmıştım ki Meşküre eve döndü.

- Hastalık peydahlanalı, bu Dandin Ayşe karısından ayrılmıyorsun,doktor mu o?

- Can sıkıntısından ne ettiğimi biliyor muyum, ağrılarımda azdı.

- Tarlaların evin pazarlığını bitirdim.

- Aman herif, daha önce söylesene,kaça verdin kaça?

- Neye seviniyorsun Meşküre, sanki ikimizin sefa parası, doktora vereceğiz,doktora.

- Kaça verdin dedim?

- Yalvara yakara yüzelli milyara verebildim, hepsi doktorun,bize yolluk bile kalmıyor.

Eteğini kaldırdı, belindeki keseden çıkardığı bir tomar parayı bana uzattı!

- Al gözlerimin ışığı, gönlümün yakışığı, fedakarım, cefakarım.Bu para yolluğumuza yeter de artar bile.

- Peki Meşküre canım, öğlen sonu Tapucu Mestan çağıracak, takriri verecen parayı alacağız. Yarın sabah yola çıkar, doktorun dediği hastaneye varırız.

Yemeği bitirmiştik, sofrayı toplamadan, Tapucunun ayakçısı çıka geldi,

- Abuzittin ağa, Mestan dayım istiyor, çabuk gelecekmişsiniz.

- Peki oğlum, söyle birazdan oradayız.

Tapu dairesinde, Meşküre, bütün varlığının takririni verdi, Hıdırın Musa, tapu müdürünün önünde parayı saydı, çantaya istifledim. Çantayı iyice kilitleyip anahtarı boynuma astım ve çantayı Meşküreye verdim.

- Ağam çantayı benim taşımam olur mu, sen varken. Erkek sensin, para senin eline yakışır.

Eve geldiğimizde, çantayı koyarken dolaptaki çanta ile değiştirdim, iki hareket yetti, çektim çıktı, bastırdım para dolu çanta benim eski muamelat çantasının içine girmişti bile. Büyüksün Abbas.
Menşure, dolabın kapısını kilitledi ve bulaşıkları yıkamaya mutfağa gitti.

Birden hatırlamış gibi yaparak bağırdım.

- Dolabı aç,Muhasebeye gitmeliyim, muamelat çantamı almalıyım.İstanbul da ne kadar kalacağız belli değil, devletten ceza yemeyelim, ulan iyi ki aklıma geldi!

Meşküre dolabı açtı, büyük sarı çantamı aldım, para dolu çantanın benzeri dolapta idi ve Meşkürenin gözü hep onda idi.
Çantayı, Hıdırın Musaya teslim ettim, talimat gereği söyleneni yapmıştım.Cebimdeki evrakları boş ve eski çantanın ceplerine yerleştirerek muhasebecime gittim, evrakları Muhasebecime teslim ettim, biraz para bırakıp ayrıldım.Dibindeki düzeneğini çıkarıp başka yöne fırlattım, eski çantayı muhasebecinin çöpüne attım. Verilen talimata uyarak görevimi tamamlamıştım,”Dur bakalım ne olacak” diye düşünerek eve geldim.

Evde kimsecikler yoktu, bulaşıklar öylece duruyor, musluk boşa akıyordu. Dolaba baktım, çanta yoktu, konsolda bir zarf, “beni oku” diyordu.

“ Seni koca bunak, seninle ömür geçireceğimi mi sandın? Sevgilim Zarbana ile gidiyorum. Sakın ola beni arama. Hiçbir sıfatın yok, polis, seni dinlemez bile. Senin için, bir karı bile çok, sen kendini ne sandın. Hesabım olmasaydı selamını bile almazdım ya, neyse, hakkını helal et yine de.”

Abuzittin, derin iç geçirmesiyle daldı, gözleri nemlenmişti.

- Bile bile tuzağa düştüm, gideceğini zaten biliyordum. İhanet ne acı. Oh olsun bana, oh olsun öküz kafama, ben bunu hak ettim. Sende hak ettin Meşküre, sen de hakkını helal et.

Meşküre’nin mektubunu, polise götürdü.Tutanak tuttular, “yapacak bir şey yok, kadın reşit ve satış kanuni”.

Karakol dan çıktığında rahatlamıştı. Abbas’ın planını uygulamışlar ve başarmışlardı. İki eli cebinde, ıslık çalarak köye yollandı.


Meşküre ,bindiği otobüste, Zarbana Rüştü’ye yaslanmış, mutluluk hayalleri kuruyordu. Para dolu çantayı bir eliyle tutuyor, Zarbanasına bile elletmiyordu.
Otobüs, mola için durduğunda, çanta elinde tuvalete doğru yollanıyordu ki, Zarbana;

- Güzelim çantanı bana ver, çıkınca alırsın. Helaya da çanta ile mi girecen? Tövbe, tövbe..

- Sen kapıda bekle ama, korkarım ben.

- Bekliyorum, haydi işini bitir, bende sıkıştım.

Meşküre helaya girince, Zarbana topukladı. Yanına gelen taksiye atladığı gibi uzaklaştı.Taksi ile anlaşmış, otobüsü takip ettirmişti. Meşküreye kazık atmayı planlamıştı. Sapa yollardan bilinmeyen bir yere doğru gittiler.

Meşküre,tuvaletten çıkıp Zarbana’yı göremeyince, sağa sola seyirti, oyuna geldiğini anlayınca ağlamaya başladı.

- Gitti, gitti. Yıllarımın emeği, kahırlı gecelerin bedeli gitti.

- Ne oldu hanım,neden ağlıyorsun?

- Yanımdaki adam, bütün paramı, servetimi alıp kaçtı.

- Jandarmaya haber verir yakalatırız, merak etme.

Jandarma geldi, Meşküre ifadesini verdi, yazıp çizdiler, “mutlaka yakalarız, meraklanma” diyerek teselli edip gittiler. Yolcular, aralarında para toplayıp Meşküre’ye verdiler.
- Al bunları kardeş, yolda lâzım olur.
- Sen,hiç meraklanma, ben sana iş bulurum, yatacak yer buluncaya kadar bizde kalırsın. Bak bu hanım eşim. Tanrı misafirimiz olursun.

Meşküre, acılı gözlerle baktı adama ve karısına,
-     Allah razı olsun, başka çarem yok ki. Siz olmasaydınız, aç açıkta kaldıydım.

Jandarmaya, iyi kalpli Abdullah amcanın adresini verdiler, otobüs, İstanbul’a doğru yollandı.



Birkaç gün sonra, deniz kenarında ki kayalıklar da cesedini buldular. Katil kimse, kimliğini almamıştı. “Rüştü Karakuru”,namı diğer, Zarbana Rüştü. Kasabada küçük bir araştırma, polisi , taksici Nizam Testere yi buldurdu. Biraz sıkıştırınca itiraf etti,
-     O kadar parayı yürüttü, bana sadece taksi parası vermeye kalkınca kendimi kaybettim ve öldürdüm onu.
-     Peki paralar nerede?
-     Ne parası? Çanta, bomboştu, bir yerde eğleştik, her halde oralarda bir yerde saklamıştı. Çantayı salladım gitti yola.
Polis, çok araştırdı ise de çantayı bulamadı, taksici Nizam Testere, yirmi dört yıl ceza aldı, dosya kapandı. Kader,kötülerin cezasını, biri birilerini harcatarak veriyordu.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Tebessüm...Düşünme... Hoş Vakit...
Gönderen: Orkun Levent BOYA / Ankara/Türkiye
15 Kasım 2005
Hepsi için teşekkürler... Ama ne yalan söyleyeyim, öykünün sonunda "Abbas Vurgeç"in hepsine bir şeyler yapmasını bekliyordum:)))




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Alt Kimlik - Üst Kimlik
Alatrik
Kardeşlik Market

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Adı Güzelsin Sultan-ı Gül [Şiir]
Seninle Dönerken Sana [Şiir]
Çuvaldız Bile Değil [Şiir]
Destan - I Net [Şiir]
Sensizliğin Şarkısı [Şiir]
Sevda Zamanı Değil. [Şiir]
Vici [Şiir]
Kardeşim [Şiir]
İşte Yazdım Şiirimi [Şiir]
Aşk'ın Döngüsü [Şiir]


Bayram Leventoğlu kimdir?

Doğdum,yaşıyorum. İki nokta arasında zik zak bir ömür,ağlayan bir çift göz ve yanık bağrımda kömür. Başkalarının sorunları ile ilgilenmeyen yazar,sadece kendine yazar.

Etkilendiği Yazarlar:
Viktor Hugo-Mayakovski-O.Veli Kanık-Nazım-NFK


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Bayram Leventoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.