Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Terkedilenin hüznü inler hep satırlarda. Dizelerdeki gözyaşları geride kalana aittir hep. Oysa aşk iki kişiliktir. Terk edilenin olduğu bir yumağın diğer ucunda da mutlaka terk eden vardır. İki kişilik yaşanan aşk, tek kişilik bitmez. Nedense yok sayılır hep bıçağın keskin olmayan ucundaki taraf. Oysa terk edilenin yüreği nasıl tanımsız sızılarla sızlıyorsa, terk edenin yüreğinin bir yarısı da kayıptır artık bir yitikliğin dibinde... En kolayı, basit bir düzlemde yargılamaktır gideni. Acımasız deriz ona. Kendi acımasızlığımızı saklayıp unutkan dimağımıza. Tabii ya, suçludur. Giden odur, terk eden odur. Seçimi o yapmıştır. Geride kalan olmak daha zor zannederiz. Oysa bazen gidebilmek, kalabilmekten çoook daha zordur onu hiç düşünmeyiz. Çünkü basmakalıp düşüncelerin tanıdık anlamları yüklüdür beynimizde. Hiç düşünmeyiz o beden ölçüleriyle minicik, ruh dünyamızın sınırlarında ise devasa adımların atılırken hangi duyguların pençesinde kıvranıldığını. Geri adım atabilmek için dünyaları vermeye hazırken, bir adım ileriye gidebilmenin nasıl bir savaş olduğunu bilmeyiz. Çünkü bu savaşın galibi bellidir bizim gözümüzde. Giden güçlü, kalan zavallı zannederiz. Oysa biz gidenin yüzünde zafer kazanmış bir komutan edası var zannederken, o yüreğinin en dokunulmaz, en duyarlı parçasını kaybettiği bir savaşın zavallı kahramanının acıklı yüz ifadesiyle seğirtmektedir kendi geleceğine. Sakın kanmayın yüzünde gördüğünüz mağrur ifadeye. Bazı acıların üstü ancak böyle yalan gülüşlerle örtülebilir. Gözündeki pırıltı yanıltmasın sizi, gözyaşlarının taze izidir aslında gözbebeklerindeki... Kimi zaman “korkak” yaftası yapıştırılır terk edene. Öyle ya korkaktır, bir aşkı yaşayabilecek, sevdiğini yüreğinde taşıyacak cesareti yoktur.” Haykıracak gücü bile yok sevdasını” diye burun kıvırırız. Bilmek istemeyiz aslında gidebilmenin de kalabilmek kadar cesaret istediğini. Hatta bazen kalmaktan çok daha fazla. Sunulmuş bir ömrü elinin tersiyle ittiğini düşünürken biz, belki o kendi yitirdiği bir ömrün asla yakalayamayacağı yarınlarının peşine düşmüştür. Belki umutsuz ama yürekli bir adımdır gününe eklediği. Biz bilmesek de, hatta kalan da bilmese de, yarın yoktur artık ona. Dünün gölgesinde ışımayacaktır yarınları. O bilir. Belki sadece o bilir. Anlatmaması bile cesarettir bilir misiniz? Kendimizi kurtarmak adına sığındığımız ikiyüzlü duyguların yanında, kendimizi yitirmek pahasına susmanın nasıl bir cesaret olduğunu düşünün...Hiç, hem de hiç kolay değildir bir çizik atıp silebilmek yaşananları. Tıpkı bir mutsuzluğun üstüne yeni bir mutluluk inşa etmenin olanaksızlığı gibi bir karmaşa gizlidir burada. Harcı yoğuramazsınız bir türlü. Mutluluğu inşa edebilmek için ihtiyacınız olan gülücükler terk ettiğiniz sevgilide kalmıştır, geri alamazsınız ki! Bir köşesine tutku ile şekil vermek istersiniz, hatırlarsınız ki mühürlüdür dudaklarınız. Giderken, kalana bırakmışsınızdır onun bile haberi olmadan. Umut ana malzemesiyken bu inşaatın, bir de bakarsınız bir tutam bile kalmamış elinizde. Ona ihtiyacınız olacağını bile unutmuşsunuzdur terkedişinizde. Aşka dair ne varsa hepsini terketmişsinizdir çünkü. İnsana dair tüm yanlarınızı geride bırakmış gibi hissedersiniz kendinizi. Dünün yere sağlam bir inançla basan adımları gitmiş, yarının sarsak, ürkek adımları gelmiştir yerine. Yalpalaya yalpalaya, eksik yanını gizleyip gururunun en şımarık yerine; koyulur terk eden, terk edilensiz geleceğine... Belki de tek saygı duyulan yanı “kararlı kişiliği” olur terk edenin. Öyle ya, o güçlüdür. Doğru ya da yanlış, kendi hayatı adına önemli bir kararı verebilmiş ve yoluna terk edilensiz devam etme kararlılığını gösterebilmiş biridir o. Oysa kimsenin göremediği bulanık denizlerde yüzüyordur düşünceleri minik bir yavru balık gibi. Yüzeyde durgundur sular. Ama gözümüzle gördüklerimiz bazen yanıltıcı olabilir. Biraz derine indiğimizde, tahmin bile edemeyeceğimiz mağaralarla karşılaşırız. Ama elbette inmek istemeyiz değil mi güvensiz derinliklere.? Vurgun yeme korkusu durdurur bizi. Oysa terk eden bulanık suların en bulanık yerinde yemiştir zaten vurgununu; ki bu vurgunun adı ; kararsızlıktır. Hem de en karasından. Boşa koymuştur yüreğinin boşluklarını geceler boyu, dolmamıştır. Doluya koymaya çalışmıştır umutlarını, bir damla bile sığdıramamıştır terazinin kefesine. Paraleldir duyguları ve terazi. Dengelenmez bir türlü.Sonra silkinip adı “karar” olan gidişini kaydırır dilinin ucundan sevdiğine. Bizim bildiğimiz adıyla; terkedilene. Ne büyük kararsızlıkların anne babası olduğu bir bebektir o karar, biz bunu hiç ama hiç bilmeyiz. Doğmuştur ya, ele avuca gelmiştir ya. Onun acıların ve kayıpların rahminde nasıl şekillendiğini hiç düşünmeyiz. Bizi ilgilendiren buzdağının görünen yüzüdür nasıl olsa. “Karar”lı terkedenin aslında en çok acılası yanına saygı duyarız böylece. Öyle yaman bir çelişkidir ki bu... Kimi zaman da terk edilenin payını hiç bilmeden, hatta hiç düşünmeden yargılarız terk edeni. Sadece gidiyor olması yeterli değil midir onu suçlamamız için? Bir yüreği yakmış, bir ömrü parçalamış acımasız bir katildir o. Her türlü cezayı hakediyordur. Peki ya onun yüreği? Onun yüreği ne olacak gitmezse? diye düşünmek hiç aklımıza gelmez. Oysa tıpkı terkedilen gibi terkedenin de bir yüreği vardır. Ve mutlu olmak terkedilen kadar terkedenin de hakkıdır. Artık uyandığı rüyanın kabusa dönüşmesinden korkuyordur belki de. Dokunmaktan haz duymadığı bir bedenin yanında kıvrılıp yatabilecek kadar yalancı bir bedene ev sahipliği yapmak istemiyordur belki ruhu. Ya da belki kelimelerin büyülü bir masal gibi döküldüğü dudaklara kilitlenmek istiyordur gözleri yüreklice. Dikensiz, renksiz ve hissiz ama güvenli bir yolda yürümektense; engebeli, alacalı ve heyecan dolu dönemeçler düşlüyordur belki içten içe. Dürüstçe bunları söyleyip, doğruları ve yanlışlarıyla koyulduğu yolda yalnızdır belki ama, kendi yolunda yürüyordur onurluca. Bizim acımasızlık sandığımız özsaygısını yoldaş olarak almıştır yanına. Bazen de, çaresiz bir umudun kıskacına sıkışmış bir halde düşmüştür bir oyunun kucağına. Mızıkçılık yapar mantığı, aşkının deliliğinin olduğu tarafa. Bazen sadece terkedilenin “kal” demesi için gider gidenler. Tek bir kelime. “KAL”. O üç harfi, o aşık olduğu sevgilinin dudaklarında kıpırdanırken görebilme uğruna gidenler öyle çoktur ki aslında. Sakın beklemeyin size bunu itiraf etmelerini. Kendileriyle paylaşmadıkları gizlerini, kendilerinden gizledikleri beklentilerini sizinle paylaşacak değillerdir ya. Bazen kendileri bile bilmezler gidişlerinin tek sebebinin bu üç harfte gizlendiğini. Aşk iki kişilik bir oyundur. Bazen oyuncular değişir, bazen oyuncunun rolü .Bir oyunda terk edilen rolü düşerken payınıza, diğerinde terk eden taraf olabilirsiniz acımasızca. Siz siz olun sakın ama sakın sığınmayın kuralların iç boğucu sıkıcılığına. Hangi rol size ait olursa olsun bu kuralsız oyunda, içinizden geldiği gibi oynayın sakınmasızca.. . Terk eden de, terk edilen de yoktur aslında hiçbir aşkta...Olsa olsa, biri mızıkçılık yapıp yarım bırakmıştır oyunu en tatlı anında...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Funda BİLGİLİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |