Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Beklemek kadar sıkıcı bir şey yoktur. Birini beklerken çoğu zaman yapacak bir şeyiniz de olmaz. Gelen geçene takılır gözleriniz; beklersiniz, beklersiniz… Aklınızdan türlü düşünceler geçer. Bu düşüncelerin en başında sizi orada bekleten kişiye söyleyeceğiniz sitem dolu sözcükler de vardır. Eğer benim gibi yazmaya ilgi duyuyorsanız, aklınıza sizi yazabilmek için arkasından sürükleyen, bu konuda düşünmeye iten pırıltılar, fikirler, gelir bazen. Güneşli bir öğleden sonra ben de bahsettiğim bu durumda arkadaşımı bekliyordum. Kafamın formüllerle dolu olmasından aklıma dersten başka bir şey gelmiyordu. Formüller, dersler… Derken o kadar dalmışım ki, ne formülleri, ne de başka şeyleri düşündüğümü fark ettim. Önümden geçen insanlara, kuşlara, karşıda akıttığı suların şırıl şırıl sesi duyulan parka bakakalmış, dalmışım. Biri beni itse, bana vursa baktıklarımdan vazgeçecek değilim neredeyse… Sonra daha dikkatli baktım her şeye. İnsanlara baktım, gözlemledim. Ne kadar da değişik insanlar vardı. Önümden kızıl saçlı rengarenk kıyafetler içinde genç bir kız geçiyordu. Adımlarını sağlam atıyordu, kendine güvenen ve bu yüzden de sert adımlarla kendinden emin yürüyen genç bir kızdı. Geleceği sağlam olacaktı. Mutluydu. Bu mutluluğu yüzündeki tebessümden anlayabilirdiniz. Güçlüydü. Sırtında taşıdığı ağır çantanın yükünden şikayet eder bir yanı yoktu. Güçlükleri pek umursamayan ve bu nedenle de onları kolayca aşabilecek gibi görünüyordu. Hayatında gerçekten başarılı olabilirdi. Onun arkasından yavaş yavaş başka biri geçiyordu; bir erkek. O da gençti, kızıl saçlı kız gibi. Yakışıklıydı. Alnına düşen siyah perçemlerinin altından derin yeşil gözleri kendini belli ediyordu. Biraz kamburca, yıpranmış spor ayakkabılarını yere sürte sürte yürüyordu. Biraz mutsuzdu herhalde. Bu güzel surata somurtmak yakışmıyordu halbuki. Kendini ne gibi bir zorluk karşısında olursa olsun güçlü tutamayacak bir yapıya sahipti herhalde, biraz önceki kızın aksine. Geçerken de gözlerinden süzülen bir damla yaşı fark ettim. Üzüldüm. Elimden bir şey gelmedi. O da tüm mutsuzluk ve yalnızlığıyla geldi, geçti. Karşı kaldırımdan hızlı adımlarla bir erkek daha geçiyordu. Belki bir toplantısı vardı orta yaşlardaki bu adamın. Elindeki iş çantasını sıkı sıkıya tutmuştu. İnsanlar kendilerine göre büyük önem taşıyan şeylere böyle sıkı sarılırlar. Belli ki bu sarı saçlı ama aksine simsiyah gözleri olan bu adam için de çanta hayati değer taşıyordu. Siyah üzerine gri çizgili takımının ceketine, adamın çantasını tuttuğu gibi sıkıca, küçük, beyaz bir el tutunmuştu. Tökezleyerek, koşmaya çalışarak yürüyordu. Adamın kızıydı sanırım. Aynı sarı saçlar, aynı siyah gözler… Tekrar adama döndüm. İşini her şeyin üstünde tutuyordu, hayatın değerini bilmiyordu. Çünkü ufacık, dünya tatlısı kızı her ne dese, onu “Şimdi olmaz, bakarız.” gibi sözlerle yanıtlıyordu. Hayatı ıskalıyordu. Bu kadar hızla yürürse tabi ki ıskalar! Bir gün yorulup durduğunda ise bunun farkına varacak ama her şey için çok geç olacak. Ardından yolun ortasından yürüyerek gelen, ceketi adeta omuzlarının üzerinde duran, elindeki tespihle dünyaya “Buranın ve her yerin efendisi benim!” der gibi bakan, uzun boylu, orta düğmelerinden biri göbeğinin germesiyle kopmuş sarı gömlekli, otuzlarında gösteren biri yürüyordu. Kendine aşırı güveniyordu ya da en azından bu duruşu ona bunları kazandırıyordu. “Ne iş versen yaparız ağabey!” diyen ve aslında bu yüzden de pek vasıfsız bir tipti. Hayatı böyle, göbeğinin gerdiği sarı gömleği, omuzlarında duran ceketi ve tespihiyle boş boş gezerek geçecekti bence. Ani bir hareketle bu tespihlinin yanından genç bir kadın göründü. Saçları bakımlı ve düzdü. Kuaförden yeni çıkmıştı anlaşılan. Kendine bakıyordu. Bunu düzgün kıyafetlerinden, çiziksiz mutlu yüzünden çıkarabilirdiniz. O kadar da hızlı yürümüyordu. Hayatının her zerresinin tadını çıkarmaya yeminli dünyaya gelmiş gibiydi. Boyu pek de uzun sayılmazdı ama “Neysem oyum.” diye düşünüyor olmalıydı ki, tabanı dümdüz ayakkabılarıyla yürüyordu. O kadar sağlam basmasa da, kendine güveni vardı, dik yürüyordu. Aklıma kızıl saçlı kız geldi hemen. Bu iki güçlü kadın yan yana gelse, neler yaparlardı kim bilir! Daha geçen o kadar çok insan vardı ki! Hepsi ayrı ayrı… Yıldızlar gibiydiler; kimi büyük, kimi küçük; kimi parlak, kimi sönük… Farklılardı, çok farklılardı. Tüm bu düşünceler içindeyken ben, arkadaşım geldi. Gözleri gülüyor bir yandan da geç kaldığı için özür diliyor gibiydi. Bembeyaz, inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi bana. O da farklıydı işte. Ben de öyleydim sanırım. Sonra kendimi daha özel hissettim. Benden başka bir tane daha yoktu. Sizin gibi bir tane de yok. Her biri tek, özel… İnsanlar, insanlar…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nur Gayretli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |