"Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı." -Mevlana |
|
||||||||||
|
“Şu fotoğraf makinenle ilgilendiğin kadar derslerinle de ilgilensen ne kadar güzel olurdu, değil mi?” dedi Can’a sinirli bakışlar atarken annesi. Aslında annesine göre de Can iyi bir fotoğrafçıydı ama yine annesine göre, bu ikisini; fotoğrafçılığı ve öğrenciliği beraber götürememesi onun tek kusuruydu. Can fotoğraflara ve fotoğrafçılığa ilgi duymaya on yaşındayken başlamıştı. Şimdi ise on yedi yaşında usta denebilecek kadar iyi bir fotoğrafçıydı. Fotoğraf makinesini de yanında taşırdı her zaman. Özellikle yaşadığı bu şehirde, herkesin kendi derdiyle meşgul olduğu bu kalabalık şehirde, değişik insan ve şehir manzaralarını çekmekten çok hoşlanıyordu. Bu değişik kareler ona yarışmalarda birincilikler getirmişti. İşte şimdi de evde “fırtına öncesi sessizliği” yaşandığını düşünerek fotoğraf makinesini sırt çantasına koydu ve kendini sokağa attı, “Belki değişik kareler yakalarım.” diye. Otobüs durağına yönelmişti ki, bir şey fark etti: Otobüs durağının önüne dizilmiş insanların hepsi, anlaşmış gibi, kollarını göğüslerinde birleştirmişlerdi. Tabi Can bu yarı komik, yarı ilginç manzarayı atlamadı ve fotoğraf makinesini çıkarıp bu görüntüyü ölümsüzleştirdi. Sonra o da durağa gelince, bekleyen ve kollarını göğüslerinde birleştirmiş insanların oluşturduğu sıranın sonuna geçti ve o da diğerleri gibi yaptı. Beklemeye koyuldu; acaba bir insan, tek bir insan bu komik ve ilginç manzarayı fark eder mi, diye. Ama insanlar o kadar kendi hallerindelerdi ki! Sadece önlerine bakıyorlardı. “Küçük güzellikleri kaçıran ne kadar insan var, yazık!”diye geçirdi içinden ve gelen otobüse atladı. Bir süre gittikten sonra otobüsten indi ve her zaman makinenin filmlerini verdiği fotoğrafçıya yöneldi. Çünkü duraktaki insanları çekince başka pozu kalmamıştı. Fotoğrafçı onu tanıdığı için hemen fotoğraflarını veriyordu ona. Biraz bekledikten sonra dükkandan fotoğraflarıyla çıkıp karşı parktaki banklardan birine oturdu. Çıkarıp fotoğraflarına bakmaya başladı. Şehrinden görüntüler: Gün batımının güzelliği, bugün duraktaki gibi ilginç insan manzaraları ve niceleri… Tekrar tekrar bakıyordu ki, bugün çektiği fotoğrafta, çekildiğinin farkında, insanların arkasında kemanıyla belli belirsiz görünen, güzel bir kız fark etti. Bir süre kıza baktı. Onu ilk fark ettiğinden beri içini bir sıcaklık kaplamıştı. “Kendine gel Can Şahinel…!” diye geçirdi içinden. Sonra diğer resimlere bakmaya başladı bir kez daha. Bu kez fotoğrafları en ince ayrıntılarına kadar inceliyordu -hatasız olmalıydılar-. Diğer fotoğraflarda da yani diğer her fotoğrafında da bu güzel kız vardı! Bazen büfenin yanındaki ağaca yaslanmış, bazen bugünkü gibi durakta beklerken… Ama her fotoğrafta da tam objektife bakıyordu. Can’ın çektiği fotoğraflarda tam objektife bakan, çekildiğinin farkında insan yok denecek kadar az olurdu. Ayrıca bu kişiler her fotoğrafta yer almazlardı zaten. Bu kız bayağı kafasını kurcalamıştı Can’ın. Banktan kalktı ve öylesine yürümeye başladı. Çünkü fotoğraflardaki bu gizemli ve güzel kızı, onun her fotoğrafa nasıl girdiğini düşünüyordu sürekli. Eve gidince bu yaşına kadar çektiği tüm fotoğraflara bakmaya karar verdi. Bu düşüncelerle bedeni onu otomatik olarak durağa yöneltmişti. Eve gittiğinde hala kızı düşünüyordu ve odasına girdiği gibi her yaş için ayrı ayrı hazırladığı fotoğraf dosyalarının tamamını yere döktü. On, on bir, on iki… Hepsine teker teker baktı. Onlarda yoktu. Kız sadece on yedi yaş –yani Can’ın şu an içinde olduğu yaş- dosyasındaki fotoğraflarda vardı. Buradan bir şeyler çıkaramayacağını anlayıp sinirle dosyaları yerlerine koydu ve kendini koltuğuna atıp düşünmeye devam etti. Artık tüm işi gücü bu kız ve fotoğraflarında nasıl olduğuydu. Okulda da, her yerde de bunları düşünür olmuştu. Sınıfta dersleri dinlemiyor, Atatürk’ün Samsun’a çıkışının seksen beşinci yılını kutlayacak öğrencilerin bir haftadan beri olan bahçede yaptıkları çalışmalarını izliyordu. 19 Mayıs’a iki gün kalmasından dolayı hızlandırılan bu çalışmaları, derslerden kaçış yolu olarak görüyor, dersi umursamayıp dışarıyı izliyordu. Günler böyle geçerken bir gün arkadaşlarıyla, okul çıkışı, yürüyorlardı. Can’ın kafası yerdeydi, önüne bile bakmadan yürüyordu. Arkadaşlarının onun bu dalgınlığına takılmalarına hiçbir tepki göstermeden yürürken, birine çarptı. Kafasını kaldırıp tam basit bir “Pardon.” diyecekti ki dili tutuluverdi gördüğü karşısında. Çarptığı oydu, çarptığı o kızdı! Hiçbir şey yapamadı bir an. Şaşkındı, bu kadar yorgunlukla bir de şaşkınlığı birleşince afallamıştı. Kız gülümsedi ona ve hiçbir şey söylemeden yoluna devam etti. Beraber yürüdüğü arkadaşlarından biri “Hey niye durdun uyuyan güzel?!” diye bağırdı önünden. Can aldırmadı ve kıza dönüp “Pa-pardon…” diyebildi. Ama hemen arkasından “Adınız nedir?” diye sordu. Çok kabacaydı, kabul, ama öğrenmeliydi. Arkadaşları kızı görmüyor olmalılardı ki, sadece durduğunu zannediyorlardı. Kızdan çok derinlerden, belli belirsiz bir ses geldi yanıt olarak “Mavi… Mavi Şahinel.” diye. Hemen sonra kız ya da Mavi hızlıca yürümeye devam etti. Şaşırtıcı bir şekilde normalden kısa sürede kayboldu. Çok hızlı yürüyordu herhalde, dedi Can kendi kendine. Can’ın biraz önünde bekleyen, bu sefer diğer arkadaşı “Kiminle konuşuyorsun, gerçekten ayakta rüya görüyorsun sen ya! Eve git ve iyi bir uyku çek bence.” diye seslendi. Can arkasını dönüp arkadaşlarına katıldı ve “Görmediniz mi, kıza çarptım.” dedi. Diğerleri birbirlerine bakıp gülümsediler. “Ne kızı ya?” dediler yürürken. Can alelacele birer “Hoşçakalın” dedikten sonra onlardan ayrıldı ve sokaklarına girdi. Kafası çok ama çok karışıktı. Mavi’yi nasıl bulacağını, onunla nasıl iletişim kuracağını, onu nasıl bir daha göreceğini düşünüyordu ki, aklına internetteki arama sitelerinden birine Mavi Şahinel yazıp araştırmak geldi. Normal bir insan -her resme nasıl girdiğini saymazsak-, olarak düşündüğü Mavi’yi bu şekilde bulamayacağına neredeyse kesin gözüyle bakıyordu ama içindeki onu bir daha görme arzusunu ve “Ya çıkarsa?” düşüncesini atamadı ve bilgisayarını açtı. Hemen internete bağlandı, aklının bir köşesindeki arama sitesine girip “Mavi Şahinel” yazdı. Bekledi heyecan içinde… İçinden onu böyle bulamayacağını söylüyordu ama çok küçük bir umut ışığı da vardı ya… Beklemediği oldu… Önüne Mavi Şahinel isminin yer aldığı birkaç site çıktı. Öylesine herhangi birine tıkladı. Karşısına 04.05.1985 tarihinin yazdığı bir haber çıktı. Okumasıyla donup kaldı: “2 Mayıs’ta acımasızca öldürülen ünlü işadamı Faruk Şahinel’in kızı Mavi Şahinel bugün toprağa verildi. Katilin kim olduğu halen bir sırken, işadamı Faruk Şahinel ‘Bu konuda Türk Polisine ve adaletine güvenim sonsuz.’ diye konuştu…” Can bir an bunun o olmadığına inanmak istedi ama bu düşüncesini yalanlıyordu gördüğü fotoğraftaki kız. Bugün çarptığı kızın ta kendisiydi. Can kendini uyuşmuş hissediyordu. Bu kız ölü müydü şimdi? Ama nasıl… Bu kız… Ölü bir kızın fotoğraflarına girmesi inanılmazdı. Peki soyadı? Can’ın soyadıyla aynıydı. Can bu ayrıntı üzerinde basit bir soyadı benzerliği diyerek fazla durmadı. Bu gerçeğe az da olsa alışınca –aslında beyni hala inanmayı reddediyordu- bu konuda başka haberlere bakmak istedi. Bir diğerine tıkladı. Bu da nasıl ve nerede öldürüldüğüyle ilgiliydi: “Çok iyi bir kemancı olan, işadamı Faruk Şahinel’in kızı Mavi Şahinel, gittiği keman kursu çıkışı kaçırıldı. Cesedi iki gün sonra bulunan Mavi Şahinel’in keman hocası Baran Alkan, Mavi’nin kaçırılmasına kendisinin de çok şaşırdığını ve üzüldüğünü söyleyip ekledi ‘ Mavi kimseyle sorunu olmayan kendi halinde bir kızdı. Ona niye böyle bir şey yaptılar aklım almıyor.’ Bu konuda araştırmalar hala sürüyor. Şu an polisin elinde sadece bir parmak izi bulunmakta…” Can bunu da okuduktan sonra daha fazlasını kaldırabilecek güç bulamadı kendinde ve bir şeyler atıştırıp dinlenirken fotoğraflara bakmaya devam etmek için masadan kalktı. Eline gelen herhangi bir yiyeceği aldı ve odasına çekilip fotoğrafları çıkardı. Mavi tüm gizemli güzelliğiyle karşısındaydı yine. Ama bu sefer dalmayacaktı. Mavi’nin fotoğraflardaki yüz ifadesine, fotoğraftaki görüntüsünün orada ne yapıyor olduğuna dikkat etti. Normal görünüyordu ilk bakışta ama dikkatli bakışlar onun bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark edebilirdi. Mavi her fotoğrafta olduğu gibi tedirgin bakıyordu, sırtında kemanı vardı. Can’ın elindeki bu fotoğrafta büfenin yanındaki ağaca yaslanmıştı. Başının sağ yukarısında, ağacın üzerinde bir tabela vardı. Can bir süre inceledi. Durmadan düşünüyor, değişik fikirler geliyordu aklına. Sırtında bir keman, ağaca yaslanmış bir kız… Aklına gelen önemsiz diye düşündüğü bir fikir yüzünden başka fotoğraflara baktı. Belki de fikri o kadar önemsiz değildi. Aradığını bulmuştu çünkü. Mavi her fotoğrafta kemanıylaydı. Kemanla ilgili bir şey anlatıyor olamaz mıydı? Sonra diğer fotoğrafa döndü. Yine kemanıyla güzel kız, ağaç, ağacın üzerinde bir tabela… Can bu kez ağacın üzerindeki tabelaya baktı. Şunlar yazılıydı: Baran Alkan Keman Kursu Tel… Vs... vs… Her fotoğrafta kemanlı ölü bir kız, keman hocası… En sonunda aradığını bulmuştu. “Faruk Bey ben bugün biraz erken çıkabilir miyim?” demişti sekreter. Faruk Bey izin vermişti sekretere ve şu anda inatla çalmaya devam eden telefona direkt kendisi cevap vermek zorunda kalmıştı. “Alo?” dedi yorgunca. Genç bir ses önce kendini tanıttı: “Ben Can Şahinel. Faruk Bey ile görüşebilir miyim?” Yorgunluğun verdiği sabırsızlıkla, “Ne vardı?” dedi biraz kabaca, adam. Ondan sabırsız davranarak Can hemen konuya girdi, karşısındakinin kim olduğuna önem vermeden: “Konu kızı Mavi Şahinel.” Faruk Şahinel duraksadı. Bu adı duymayalı o kadar çok olmuştu ki. Kalbine yıllar önce gömdüğü acısı yeniden alevlendi, gözyaşları halinde gösterdi kendini. Elinin tersiyle dolan gözünü silerken, bu saatte, bu konuyu konuşmak isteyen de kim diyordu kendi kendine. Uzun süre ses vermediğinden karşıdan tekrar sabırsız bir “Alo?” ve “Konu kızı Mavi Şahinel ve acil!” sesi geldi. Bu ses Faruk Şahinel’i düşüncelerinden kopardı. “E-evet. Benim. Lütfen konuşun. Bunca yıl sonra… Dinliyorum.” “Telefonda anlatamam efendim, görüşmeliyiz.” Dedi hattın diğer ucundaki. Kızına çok bağlı bu adam, katillerin de hala bulunamadığından kızıyla ilgili ne varsa dinlemeyi kabul etti. Kendini çok zavallı hissediyordu. “Ofisime gelebilir misiniz?” dedi ve ekledi “Şimdi.” Can tüm bu olanlara son vermeyi Faruk Şahinel kadar istiyordu. Bu yüzden kabul etti. Adam bunun üzerine arabasıyla Can’ı aldıracağını söyledi ve telefonu, adresi aldıktan sonra, kapattı. Can hemen fotoğrafları ve üstünü başını topladı. Bir şey söylemeden evden çıktı. Şoförle mermer merdivenlerden çıktılar. Adam onu Faruk Şahinel’in ofisine kadar götürecekti anlaşılan. Can da itaatkarca şoförü takip etti. Mermer merdivenler ve koridorlardan geçtikten sonra, cam kapılı ofise vardılar. Şoför yol boyunca ilk kez ağzını açarak “Buyurun, ofis burası. Faruk Bey sizi içeride bekliyor.” Dedi. Can başıyla şoföre teşekkür anlamında selam vererek kapıyı tıklattı ve yavaşça içeri girdi. Kapıyı açmasıyla içeride onu merak ve heyecan içinde bekleyen Faruk Şahinel, ani hareketlerle yerinden kalktı. Can’a oturması için kibarca işaret ettikten sonra kendisi de yerine oturup “Hadi artık başla!” diyen bakışlarla Can’ı süzmeye başladı. Can nasıl başlayacağını bilmediğinden bunu yol boyunca düşünmüştü. Pek iyi bir çözüm olduğunu sanmıyordu ama… Önce çantasında fotoğrafları çıkardı. Adamı kendine inandırabilmesi için fotoğraflar çok önemliydi. Masanın üstüne, adamın önüne doğru fotoğrafları dizdi. Faruk Şahinel şaşkınlıkla Can’ı izliyordu. Ne yaptığı konusunda fikir yürütmeye başlamıştı ve bunların kızıyla ne ilgisi olabileceğini düşünüyordu ki Can’ın anlatmaya başlamasıyla bu düşüncelerinden sıyrıldı. Can eline ilk o geldiğinden dizdiklerinin en başındakini aldı, hani şu durakta olduğu… Mavi’yi buldu ve Faruk Şahinel’e göstererek, “Kızınız bu, değil mi?” diye sordu. Adam onu doğruladı. “Bu resmi nereden bulduğunu bilmiyorum ama çok eski olmalı.” Dedi hemen ardından. Can, “Hayır, efendim,” dedi “Aksine fotoğrafı bu sabah çektim. Sizinle konuşmak istediğim konunun bir düğüm noktasını da bu oluşturuyor zaten.” Can adamın bir şey demesini beklemiyordu, bekleyemezdi zaten. Anlatmaya devam etti: “Kızınız Mavi bir türlü anlam veremediğim bir şekilde fotoğraflarımda. Bu niye böyle, buna da bir anlam veremedim diyebilirim ama bir fikrim var sanırım. Mavi bana, yani bize, öldürülüşü ile ilgili bir şey anlatmak istediğinden fotoğraflarıma giriyor olabilir diye düşündüm ben. Başta mantıksız geldi ama fotoğraflarımı tekrar tekrar incelediğimde… Yani o kadar mantıksız değildi sanırım. Düşündüğümü kanıtlıyor gibiydiler. Bir kere Mavi her fotoğrafta kemanıyla ve haberlerde gördüğüm kadarıyla aynı kıyafetler içinde. Hep kemanı ile olması da ilgimi çekti. Ayrıca bazı resimlerde –Baran Alkan’ın reklam tabelasının da Mavi ile bulunduğu fotoğrafı ararken sustu-, keman kursunun tabelaları var. Hocasının ismi Baran Alkan mıydı?” Faruk Şahinel bir süre cevap vermedi. “Saçmalık bunlar!” diyordu kendi kendine. Bir yandan da inanıp inanmamak arasındaki ince çizgide gidip geliyordu. Yani bu kadar yıl sonra gencin biri gelmiş, ölmüş kızının fotoğraflarına girdiğini iddia ediyordu. Tüm bunlara bu kadarcık zaman diliminde karar veremeyeceğini bildiğinden şimdilik sadece: “Evet, Baran Bey... Mavi’yi o da çok severdi.” Dedi. Can’ın gözleri başka bir noktaya odaklanmıştı. Bir yandan hala düşünüyordu belli ki. Gözlerini odaklandığı noktadan ayırmadan: “Bence öyle değil. Sorun da bu zaten.” Dedi. Faruk Şahienel Can’a dönüp: “Kızımı sevmediğimi mi söylüyorsunuz? Yani bir bakıma katilin o olduğunu ima etmek bence bu.” “Yapmak istediğim de buydu.” Diye cevap verdi Can. Faruk Şahinel Can’a döndü: “İma etmiyor açıkça söylüyorsunuz o zaman.” Can gözlerini daldığı noktan ayırarak adama döndü: “Şimdilik sadece bir tahmin ama güçlü bir tahmin. Mavi’nin resimlerde kemanıyla ve hep üzerinde Baran Alkan yazan reklam tabelalarının olduğu yerlerde durmasının nedenini de açıklayacak güçte olur. Bilmiyorum… Bu konu o kadar kafamı kurcalıyor ki… Aklıma gelenlerin en mantıklısı da bu...” Faruk Şahinel hala olayın gerçekliğini irdeliyordu. O yüzden katil ve Baran Alkan konusunda bir şey söylemedi. Olayın gerçekliğine gelince; o kadar çaresizdi ki! Böyle bir şeye inanacak kadar… Gence, kendisinin bu durumundan dolayı bir şans vermek istedi. “Bu noktadan sonra düşündüğünüz nedir?” dedi. Sesi titriyordu. Can adamı kendine inandırabilmenin verdiği yarı mutlulukla: “Polisin elinde bir parmak izi olduğunu okumuştum. Baran Alkan’ın parmak iziyle karşılaştırırsanız… Sanırım bu bizi doğru sonuca götürür. En azından katilin Baran Alkan olup olmadığını öğreniriz. Parmak izi önemli bir bulgu. Tek yumurta ikizlerinin bile parmak izlerinin aynı olması ihtimalinin çok düşük olduğunu göz önünde bulundurursak… Sanırım elde ettiğimiz sonuç kesinlikle doğru olur.” “Baran Bey… Polis onun da parmak izinin alınmasını önermişti. Aklımın ucundan bile hiç geçmedi böyle bir şey, şimdiki gibi… O yüzden Baran Alkan’ın parmak izinin de alınması ona karşı güvenimin olmadığı sonucunu çıkarır diye düşündüm. Çok uzun zamandır tanışıyorduk. Aileden biri gibiydi. O yüzden bunu istemedim. Ama şimdi… O kadar çaresizim ki… Kızımın katillerinin bulunmasını hep çok istedim, kızımın yaşamasını istediğim kadar… Sanırım şimdi size bir şans vermeliyim.” Saatine baktı. 20:45’i gösteriyordu. “Hemen şimdi polisi arıyorum.” Dedi. Polisle görüşmesi uzun sürmedi. Polisler bu işle yarın ilgilenip, sonucu ona ileteceklerini söylediler. Yarı rahat, yarı tedirgin görünüyorlardı. Bir parça rahatlardı; polis ilgilenecekti bu parmak izi işiyle. Sonra Can, gitmek için ayaklandı. Bunun üzerine Faruk Şahinel ona yardımlarından dolayı en azından bir fincan kahve ısmarlamak istedi. Can teklifi kabul etti. Bu arada havadan sudan konuşurlarken Faruk Şahinel: “Soy isimlerimizin aynı olması ilginç bir rastlantı.” Dedi. Can gülümsedi. Kahvesini içtikten sonra da aynı şoförle evinin yolunu tuttu. Ertesi sabah hayli heyecanlı kalktı. Bilgisayarı dün yaptığı başka bir araştırmadan sonra açık kalmıştı. Ne araştırma yaptığına gelince; bu olayın sırları hiç bitmiyordu ve bu kez Can, yine önemsiz diye düşündüğü bir fikir üzerine yaptığı araştırmada, soy isimlerinin basit bir rastlantı olmadığını anladı. Yani Mavi yıllar önce ölmüş bir akrabasıydı! Teknolojinin nimetlerinden yine yararlanarak, soyağacını bulmuş ve Mavi ile akraba olduğunu öğrenmişti. Sonuç ise şuydu; Faruk Şahinel dedesinin babasının, yıllar önce onlardan ayrılarak Amerika’ya gittiği erkek kardeşinin torunu oluyordu. Yani… Yani uzun bir hikaye… Kardeş torunlarıydı Can’ın babasıyla Faruk Şahinel. Can ile Mavi ise, kardeş torunlarının çocukları oluyordu herhalde. “Ne karışık iş bu ya? Ben daha kime ne diyeceğimi bilemezken bu akraba ilişkilerinde…” diye geçirmişti Can da içinden. Sonuçta akrabalardı işte! Heyecanlı kalkmasının bir diğer nedeniyse, parmak izi sonuçlarının ne olduğuydu. Bunun için tekrar Faruk Şahinel’le görüşmek için yanıp tutuşuyordu. Ayrıca akraba olduklarını da söyleyecekti ona. “Sanırım,” dedi “her şey yavaş yavaş bir sonuca varıyor.” Dün gece aldığı Faruk Şahinel’in -ya da her ne deniyorsa dedesinin babasının torununun- telefon numarasını tuşladı. Birkaç kez çaldıktan sonra, sekreter çıktı. Can sekretere adının Can Şahinel ve Faruk Şahinel’in akrabası olduğunu söyledi ve bunu Faruk Bey’e iletince çok şaşıracağını düşündü. Bu düşünceler içindeyken, normalden neşeli bir ses “Alo?” diyerek Can’ı düşüncelerinden ayırdı. Can: “Şey… Günaydın efendim. Sonuçları merak etmiştim…” dedi ve hemen sonra çok büyük bir kabalık yaptığının farkına vardı. Sabah sabah hal hatır sormadan böyle pat diye “Sonuçları merak etmiştim…” demişti. Allah’tan günaydın demeyi unutmamıştı. Faruk Şahinel’in dünkü halinden eser yok gibiydi, en azından sesi için söylenebilirdi bu. Çünkü oldukça mutlu geliyordu. Can herhalde sonuçlar iyi, diye geçirdi içinden. Ama iyi olması ne demekti ki? Faruk Şahinel’e göre katil hem bulunmuş olabilirdi, hem de aileden biri gibi saydıkları biri katil çıkmamış olabilirdi. Can için Baran Alkan pek bir şey ifade etmediğinden katilin bulunmuş olduğunu yani Baran Alkan olduğunu düşündü Can da. Bu arada Faruk Şahinel: “Ben de aramanızı bekliyordum,” dedi “Sonuçlar sevineceğiniz yönde.” Can, evet, sevinmişti. Ama bu arada bir şey fark etti. Faruk Şahinel’e sekreterin akrabanız demesiyle ilgili bir şey söylememişti ya da sekreter akrabanız dememişti. Neyse, dedi ve konuya döndü. Tekrar Faruk Şahinel: “İsterseniz ofisime gelin ve burada her şeyi konuşalım. Böyle telefonda olmayacak gibi…” dedi. Can gitmeyi kabul etti ve o ofise ilk gidişindeki gibi hemen toparlandı, evden çıktı. Otobüsle gitmeyi düşünürken Faruk Şahinel’in arabasını kapının önünde bulmuştu. Bana gelmemiş de olabilir, diye düşündü ama bu sırada dün akşamdan tanışıklıkları olan şoför arabadan inip onu selamlamış, arabanın arka kapısını binmesi için açmıştı. Can dünkü gerginliğinden dolayı hiç “İyi akşamlar.” bile demediğini hatırladı şoföre. Bu sefer sevimli görünmeye çalışarak “Günaydın!” dedi. Şoför de “İyi öğlenler!” dedi. İkisi de gülümsediler. Can öğle vaktinde kalktığını unutmuştu. Bu arada bir şey daha unutmuştu; annesiyle bu konuda konuşmayı. İki gündür –bugün iki oluyordu- bir şey söylemeden evden çıkıyordu. Akşama da bir şeyler söylerim, dedi kendi kendine. Şoförle yol boyunca sohbet ettiler, yine mermer merdivenler ve koridorlardan geçtikten sonra cam kapılı ofise vardılar. Faruk Şahinel, Can’ı ayakta karşıladı. Dünkü tanışmalarından ve yine dünkü gerginliklerinden pek de eser kalmadığından dolayı bu sefer toklaşarak ve hafiften gülümseyerek selamlaşmışlardı. Faruk Şahinel, masasına geçti. Eğilip bir dosya çıkardı, Can’a gösterdi. Bu dosyanın içinde parmak izlerinin karşılaştırıldıktan sonra elde edilen sonuçların yazdığından, adının Can olduğu kadar, emindi. Faruk Şahinel yavaşça kağıtları dosyadan çıkardı ve: “Sabah haberlerini izlemedin ya da gazeteleri görmedin sanırım.” dedi. Can daha da meraklandı. Faruk Şahinel kağıtları okumaya başladı: “02.05.1995’te işlediği cinayet sonucu Baran Alkan, suçlu bulunmuştur.” Can çok mutluydu. Bu olayı çözmüş sayılıyordu. Demek düşüncesi doğru çıkmıştı! “Artık fotoğrafçılığı bırakıp, dedektiflikle ilgilenebilirim!” diye mırıldandı. Faruk Şahinel ona minnettarlıkla bakıyordu: “Size borcumu nasıl ödeyebilirim?” dedi. Can hiçbir şey istemiyordu ve bunu kibarca söyledi. Bu merak, coşku arasında söyleyeceğini de unutmuştu! Hemen sırt çantasından soy ağacının ve aile bilgilerinin bulunduğu kağıdı çıkardı. Faruk Şahinel’e dönerek: “Bu olayın sırlar hiç bitmeyecek gibi!” dedi. Sonra kağıdı Faruk Şahinel’e uzattı. Faruk Şahinel merakla okumaya başladı. Okudukça şaşkınlığının arttığını, gözlerini her satırda daha da açarak okumasından anlayabilirdiniz. Bitirince, kağıdı masanın üzerine bırakıverdi. Birkaç dakika sonra: “Demek akrabayız,” dedi. “Mavi kendini en iyi anlatabilecek akrabası olarak seni gördüğü için fotoğraflarına giriyordu demek! Bu vesileyle ayrı akrabaları da birleştirmiş oldu!” Gülümserken hafifçe gözleri doldu. Can da gülümsüyordu. Tüm bunlardan sonra Faruk Şahinel, Can’ın fotoğrafçılığını maddi ve manevi yönlerden hep destekleyeceğine söz verdi. Can’a da Mavi’nin içinde olduğu her fotoğrafı kendisine de getirmesi için söz verdirdi. Ne var ki; Mavi olayın çözümlenmesinden sonra Can’ın çektiği bir fotoğrafta daha yer aldı. Teşekkür içindi herhalde. Bu son fotoğrafta diğerlerindeki tedirginliğinden ve mutsuz bakışlarından eser yoktu. Can’a teşekkür edercesine, adı gibi derin mavi gözleriyle, gülümsüyordu…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nur Gayretli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |