|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
8 Aralık 2003
Satıcıların Sakalları ile Satışın Hedef Kitlesi Arasındaki D
Anıl Gökpek
Zira satıcının alıcıya ihtiyacı sona ermiştir ve bundan sonra alıcının satıcıya ihtiyaç duyduğu süreç başlar: Teknik Servis ve Müşteri Hizmetleri Süreci. |
|
Tuhaf bir başlık oldu değil mi? Ama saçma değil. Zira bu ilişkinin gerçekliği su götürmez temellere dayanıyor: Satıcının müşteriyi ciddiye alıp almaması ve bu ciddiyetin boyutları.
Öncelikle kimin kimi ciddiye aldığına, daha doğrusu kimin kime ihtiyacı olduğuna bakmakta fayda var. Bilindiği üzere tüm alışverişlerde iki unsur bulunur: Alıcı ve satıcı. (Bunların dışında kalan unsurlara yerine ve/veya zamanına göre yalaka, yanaşma, değnekçi, Dünya Bankası, Ayemef, vb. de denebilir.) Şimdi inceleyeceğimiz nokta, yukarıda da bahsedildiği üzere bu ikisinden kimin kime muhtaç olduğu ve bu ihtiyacın insan yüzünde çıkan kıllara yönelik etkisidir.
Satıcının alıcıya muhtaç olduğu tüm sektörler globalleşme kisvesi altında ortaya çıkan görece yeni sektörlerdir. Bunlar arasında finans sektörü ve sigortacılık sektörünü sayabiliriz. Aslında bu kurumların doğurduğu ihtiyacın (satıcıdan alıcıya doğru yönelen ihtiyaç) tek sorumlusu vardır: Prim. Normalde ev kirasını dahi ödeyemeyecek denli az aylık alan bir pazarlama uzmanının müşteri karşısında 41 takla atabilecek denli jölemsi bir kıvama gelmesini sağlamak amacıyla dizayn edilen dahiyane ‘maaş+prim’ projesinin mimarları ise başarılı işverenlerdir. Aslında ‘prim’ numarası ile küreselleşmenin en ufak bir bağlantısı dahi yoktur. Bunun müsebbibi kendi işini başkasına gördürmeye tutkun olan bir kısım puro tüketicisidir.
‘x = Maaş+prim’ denkleminde primin maaş karşısında göz alıcı bir eşitsizlik yaratmasını temenni eden bir sigortacının müşteriye bir hayli muhtaç olması ve onun karşısında şekilden şekle girmesi ise doğal olarak karşılanmalıdır. Bahsi geçen sigortacıya “karşılıksız ihtiyacın yarattığı bu dengesizliklerin ilk görüntüyü oldukça önemli kıldığı” palavrasını ise işverenin görevlendirdiği bir takım kişiler aşılar. (Bunlara mesleki jargonda supervisor, günlük dilde ise lafebesi, aklı evvel veya kendini beğenmiş denir.) Süpervizörün bu önerisini ciddiye alan satıcı ise görüşmeye gideceği güne, yüzünü -bu iş için özellikle dizayn edilmiş- bir takım metaller vasıtasıyla kazıyarak başlar, zira ilk görüntü önemlidir. Yapılan araştırmalara göre potansiyel alıcıların % 91,32’si karşılaştığı malı alıp almayacağına onu gördüğü ilk 13 saniye içerisinde karar vermektedir. Satıcı ilk 13 saniyedeki büyüyü yüzündeki kıllarla bozmanın prim şansını kötüye kullanmak anlamına geleceğini düşünmektedir.
Satış gerçekleştikten sonra asıl mal ‘ürün’ adını alırken alıcının ‘alıcı’lığı devam eder. Zira satıcının alıcıya ihtiyacı sona ermiştir ve bundan sonra alıcının satıcıya ihtiyaç duyduğu süreç başlar: Teknik Servis ve Müşteri Hizmetleri Süreci.
***
Madalyonun diğer tarafında ise zirvedekilerin aşağılarcasına kendilerine yakıştırdıkları ad ile KOBİ’ler, yani Küçük ve Orta-malı Bazı İşletmeciler gelir (Dikkat edilirse dilimizde aynı sesle [-obi,] kurulmuş bir çok aşağılama sıfatı vardır; Bobi, Dobi, Lobi, Moby, Robbie gibi.) KOBİ’lerde çalışan amcalar, (ki çoğu gerçekten de ‘Amca’dır) genelde kitlesi ve satışı -tamahkar birisine göre- garantili olan işleri idame ettirdiklerinden dolayı müşteriye karşı bir ihtiyac hissetmez ve böylelikle onlara yaltaklanmak durumunda kalmazlar. Bu Amcaların yüzlerini kazımak, ütülü takım elbise giymek, ayna bulunmayan yerlerde zor durumda kalmamak maksadıyla önceden ayakkabılarını parlatmak, vb. zorunlulukları yoktur. Bunlara ilişkin en bilinen örnek manifaturacılıktır; bu sektörün hedef kitlesi dükkan Kaf Dağı’nın ardında da olsa alışverişini gerçekleştirebilecek biçimde ‘arama-tarama-yok etme’ yetenekleriyle donatılmışlardır. Satışın garanti oluşu satıcı amcanın müşteri karşısında günden güne samimileşmesine, ve hatta kendini kaybetmesine sebep olur. Dükkan dakika başı kapanır ve ‘Cumaya gittim gelicem’ moduna girilir, konuşmadaki yardımsever ton yok olmaya başlar ve elbette sakallar da uzar. İşte bu noktada önce başlığı tekrar hatırlamanızı, sonra da ‘80’lerde her mahallede bulunan Hacı Bakkal modeli esnafları hatırlamanızı öneririm.
Zaman değişti tabii.
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Kayıp kuşak gerçek mi? Yoksa sadece bir efsaneden mi ibaret?
Etkilendiği Yazarlar:
Oğuz Atay, James Joyce, Sabahattin Ali
|
|
|