Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Yıllardır iş hayatı içinde olup yıllardır böyle ardından atlı geliyormuş gibi yaşayan insanlar "hayatı yaşayabilecekleri" hiç bir fırsat bulamadıkları bu tempo içinde ellerine tam olarak ne geçtiğini söyleyebilir mi? Para mı? İyi güzel, başarılı ve günde yirmi dört saati az bulan bir iş adamı ya da kadınısınız, aylık kazancınız büyükşehirde bile rahat rahat yaşamaya yetecek düzeyde. Peki, ya paranın satın alamayacağı küçük mutluluklar? En son ne zaman eşinizle ya da sevgilinizle baş başa kalıp onun gözlerinin içine bakabildiniz? İşe ya da işle ilgili birşeylere yetişme telaşı olmadan, sevgilinizin ruhunun sizin ruhunuzla bir olduğunu hissedecek kadar sevgiyle sarıldınız ona? Birlikte yediğiniz son yemeğin, gittiğiniz son pikniğin, izlediğiniz son filmin üzerinden kaç gün, kaç hafta, kaç ay geçti? En son ne zaman çocuğunuzun elinden tutup parka gittiğinizi, onunla oturma odasında kıran kırana güreştiğinizi, birlikte oyunlar oynayıp çılgınlar gibi eğlendiğinizi hatırlıyor musunuz? Çocukken bütün sırlarınızı paylaştığınız ablanızı ya da ağabeyinizi son bir hafta içinde ziyaret edebildiniz mi? Ya da en azından telefonla hatrını sorabildiniz mi? Ya anneniz babanız? Sizi büyütürken kimsenin kimse için yapmayacağı şeyleri yapan, katlanamayacağı şeylere katlanan ve bunların karşılığında da sizden güleryüz ve saygıdan başka birşey beklemeyen o mukaddes insanların elini yakın bir tarihte öpebildiniz mi? Yoksa onları çoktan bir huzurevine yerleştirdiniz de bayramdan bayrama mı ziyarete gidiyorsunuz unutulmadıkları hissini vermek için? Sevdiklerimizle yapabileceklerimiz düşünüldüğünde bu liste daha da uzatılabilir elbette. Beş on sene öncesine kadar birçok ailenin haftalık programı içinde yer alan, ama günümüzde sadece bayramlarla sınırlanan akraba ziyaretleri de eklenebilir örneğin. Ne oldu bizlere? Ne oldu insanlara, insanlığa? Bırakın öyle 50'li 60'lı yaşlara gelip de "nerde o eski günler" demeyi, ben şu genç sayılabilecek yaşımda bile görebiliyorum son yıllarda insan ilişkilerinde, sevgide, vefada meydana gelen ve tüm yüreklerde ağır hasarlar bırakan depremi. Giderek yalnızlaşıyor ve kendimizden başka kimseyi önemsemez oluyoruz. Akrabaların, arkadaşların kopması bir yana, aile içinde eşler bile birbiriyle konuşmaz oldu. Biri televizyon izlerken diğeri bilgisayara takılır, ya da biri yemek yaparken diğeri gazete okur, derken gide gide koskoca gün içinde üç beş mecburi cümleyi geçmeyen kısır muhabbetlere mahkum olur toz pembe hayaller üzerine kurulan güzelim evlilikler. Arkadaşlarımız vardı çocukluğumuzda, gençliğimizde saniyemiz ayrı geçse hasretine dayanamayıp kapılarına dayandığımız ya da Allahın günü telefonunu çınlattığımız. Sonra büyüdük, iş güç sahibi olduk ve unuttuk isimlerini, adreslerini. telefonlarını daha birkaç sene önce yere göğe koyamadığımız o can dostlarımızın. Biz zahmet edip aramadığımız gibi, bize ulaşmaya çalışanlarla da muhabbetimizin çerçevesini daralttık günlük meşgalelerimizi bahane ederek. "Şu an biraz işim var ben seni sonra ararım"lar kılıf oldu "Nerden çıktın be kardeşim bunca dert arasında bir de senin muhabbetini mi çekecem şimdi"lere, ya da zoraki bir "Aa, filancım ne iyi ettin de aradın, valla kusura bakma hep aklımdasın ama"lar ile direkten döndü "Seni aramıyorsam demek ki görüşmeye bayılmıyorum, niye tekrar tekrar arayıp duruyorsun ki"ler. Ailemizi bile gözümüzün görmez olduğu şu ortamda akraba ilişkilerinin pamuk ipliğine bağlı hale gelmesine hiç şaşmamalı. "Çağırmışlar, gitmezsek çok ayıp olur, zaten takı takmak lazım, sonra hediye verme işi çıkmasın" diye yüzümüzde kiralık gülücüklerle, sıra savma amaçlı gittiğimiz düğünler ve zamanında az çok ilişkimiz, hukukumuz olduğu için merhuma karşı son görevimizi de yerine getirmek zorunda hissederek gittiğimiz cenazeler de olmasa akrabalarımızı yolda görsek tanıyamayacak olduk neredeyse. Bu konuda bugüne kadar sayfalarca yazı yazıldı. Bunları okuyanların kaçta kaçı o an durup düşünerek, sonraki yirmi dört saatin bütün planlarını iptal edip kendini sevdiklerine adadı bilmiyorum ama bir gün şu ülkede altmış milyon nüfus olarak birbirini tanımayan, selam bile alıp vermeyen altmış milyon birey haline gelmeden önce aklımız başımıza gelir de insanlığımızı ve sosyalliğimizi hatırlarız umarım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Merve Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |