Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Kime dert yansam; “-Bizde de öyle” diyor, “Bu darbeyi almamış bir şehir kaldı mı ki?” Doğru, kalmamış. Öyleyse şimdi sadece benim şehrim için değil bütün şehirler için “Nereden nereye” makamında bir kayıplar bilançosu çıkarmalı. Siyah-beyaz geçmiş zaman fotoğraflarının en taze, en bahar, en bahçe olanlarını çoğaltmalı. Sağa sola asmalı. Şehir belki hatırlar. Neydi ne olduğunu… *** Tren… Ulaşım vasıtalarının en estetiği, en nostaljiği. Kendisini teknolojik yeniliklere ne kadar uydursa da bütünüyle modern zamanlara ait olamıyor. Bir yanı hep eski zamanlardan akıyor. Güzergâhı, hatları, durakları, kendisini hareket ettiren mekanizma ve taşıdığı yolcunun hâlet-i ruhiyesi sabit kaldığından mı aynı hat üzerinde aynı seyahat tekrarlanıp duruyor? Sırtında taşıdığı onca roman sahnesi, onca yaşanmışlık ve tarih ile trenin eski zamanlara aidiyetini kaybetmesi mümkün değil. *** “Hıristiyanlığın öyküsü” olarak takdim edilen Ben Hur filminde Peygamber İsa, metnin en az görünen figürü olmasına rağmen başkahramandır. Film boyunca üç kez görüntüye girer. Üçünde de sadece bir siluettir. Yüzü görünmez, sesi duyulmaz. Kutsal’ın görüntüye girmeyişi. Göz, gördüğünden; akıl, kavradığından üstündür çünkü. Ancak ondan daha ihatalı bir göz, bir gerçeği kavrar ve anlar bütünüyle. Öyleyse Ben Hur’da sureti verilmeyen bir Peygamber İsa, sureti görünenden daha etkileyicidir. *** Keşke hiç bilmeseydik. “Elif’i görse mertek sanıp” kara cahil kalsaydık. O yüksek ökçeleri çıkarmasaydık ayağımızdan, duymasaydık. Keşke o ağacın ötesini merak edip de bir adım ileri geçmeseydik. O bahçede kalsaydık ömrübillah… **** Eski kültürde “Be”nin noktası, iki cihanı birbirine bağlayan bağdır. Gerçekten hayale, asıldan surete, gaybden görünüre, manadan varlığa, kaderden tecelliye; kısacası öteden beriye… *** Şükrü Erbaş: “Birbirine ihtiyacı olanlar özenle uzak duruyor birbirinden.” diye dert yanıyor. Çok haklı… *** “Leyla mıyım Mecnun muyum çöl müyüm? Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım? Köle miyim bir güzele kul muyum? Hiçbir türlü bulamadım ben beni… “ Şatıroğlu Aşık Veysel’de böyle buyurmuş… *** Ne ise… Pazar günü çok sevdiğim bir arkadaşımın ninesini hastaneden alıp eve getirdik. Yani ben de bir nevi hasta ziyaretine gittim diyebilirim. Efendim, doksanına merdiven dayamış muhterem bir ninenin eline eğilip öpmek ve hayır duasını almak istiyorum ama inanın ne söyleyeceğini, ne yapacağını da bilmiyorum. Yüzünde acılı bir ifade. Yüzünde karışmayan bir bölge kalmamış… Gözleri yarı kapalı. Benim görmediklerimi görüp, duymadıklarımı duyuyor gibi bir hali var… O acı arasında kısık bir sesle mırıldanıyor elini uzatıp kafamı diğer eliyle kendine çekerek: “Rüya olduk ay oğlum…” şimdi ben daha ne söyleyebilirim? *** Ah! Unutmadan: “Gelelim sana ve bana Sen harikuladesin, Ben, seni seviyorum. “ demiş yoldaş Nazım… *** 11-12 yaşlarımda ben dâhil, dünya üzerinde ne kadar insan varsa hepsinin bir gölge olduğunu sanırdım… Şaka değil! Hatta bu düşünceme ek olarak; evrenin her bir insan için yeniden ve daima ve farklı biçimlerde yaratıldığını da düşünürdüm. Doğruymuş! Yani insan sayısınca evren, her an yaratılıp duruyor. Şimdi “insanlar kadar kâinat var” desek gevezelik etmiş olmayız herhalde… *** Öyleyse bunca fiil ile ifadesini bulan hal, dünyanın daima bir özne etrafında döndüğü gerçeğini de koyuyor anlayış ufkumuza… Yalan mı? Haşa! *** Öyleyse benim bütün yaşadıklarım, hatırladıklarım, ihtimal ki ben göreyim diye var kılınmış. Belki benim gördüklerim, gördüklerimin kendi gerçeklerine uymaz. Sen’den öte sen’ler oradadır belki ne dersin? *** Öyleyse onlar gibi ben de, başkalarının evreninde kendi gerçeğine uymaz’ım. Ben’den öte ben’ler de oradadır. Sen benim sınavımsan ben de senin sınavınım çok net! *** Bu fark ediş, kendi acım kadar büyüttüğüm başkalarına ait acıyı da katlanır kılarken benim bütün bir hayata tanıklığımı da fevkalâde anlaşılır kılıyor olsa gerek! Yahu ne zor bir mesele bu!!! Yine anlatamadım… *** Her ne ise, bugün sadece bir dua ile yetineyim öyleyse… Rabb’im! Ben gerçeksem, benim acım gerçekse bile, şu masumların acısı gölge olsun… Her şey benim sınavım için olsun… Zira ben ekmekten kaçan aç olduğunu hiç görmedim…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |