Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
İbreti Baba Türk halk şiirinin en zor şiir türü olan şathiyenin yirminci yüzyıldaki en önemli ustasıdır ve neredeyse bütün şiirleri de şathiyedir. Arada sırada söylediği taşlama, semai ve güzellemeler de vardır. İbreti Baba’yı bir miktar tanıtarak şiirleri üzerinde durmak ve yüreğimden geçenleri siz şiire gönül verenlerle paylaşmak istiyorum. İbreti Baba’nın asıl adı Hıdır Gürel’dir. İbreti Baba’nın dedeleri Malatya’nın Akçadağ ilçesinden kalkıp, Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı Kırkısrak köyüne gelip yerleşirler. Babası Ali, anası Sultan’dır. İbreti’nin babası at sırtında köy köy dolaşıp, meyve ve öteberi satarak geçimini sağlayan biri. İbreti Baba rumi 1336, miladi 1920’de doğmuştur. İbreti Baba üç yaşındayken anası vefat eder. Babası Hatice adında başka hanımla evlenir. Hatice’den beş çocuğu olur. İbreti Baba on yedi yaşlarındayken evlenir, hanımı teyzesinin kızı Sultan'dır. Köşkerlik (ayakkabı tamirciliği) yapar ve ayakkabı üretimiyle geçimini sağlar. Üç yıl askerlik yapan İbreti Baba, askerde iken babasını kaybeder. Askerlik dönüşü Maraş’ın Afşin ilçesine giderek, on sekiz gün gibi kısa bir zamanda biçki, dikiş öğrenir. İbreti Baba, Sarıza döner ve bu sanatını on sekiz yıl sürdürür. Bu arada saza söze büyük ilgi duyan İbreti Babanın okuma merakı da artar. Geceleri gaz lambasının ışığında okuyarak, kendini yetiştirir. 19. yüzyılda yaşamış ünlü halk şairi Edip Harabi’nin tarzı ve etkisi belirgindir İbreti Baba’da. Kitaplarının içinde özenle koruduğu çok eski bir Harabi divanı bulunması İbreti’nin bu şaire olan sevgi ve saygısını gösterir. Seyrani, Dertli, Erzurumlu Emrah, Meluli sevdiği diğer şairlerdir. Aşık Hüdai, İbreti Baba’nın çağdaşı olarak en beğendiği ozan olarak bilinir. İbreti, babanın altı çocuğu olur. Bu kalabalık nüfusla doğal olarak geçim darlığı çeker ve birden çok işi de bir arada yapmaya başlar. Saz yapıp satmak, diş çekmek, madencilik, en son fotoğrafçılık gibi işleri de yapar. Madencilikte yaptığı kazılarda yüzde seksen isabet kaydetmesine karşın ekonomik yetersizlikler nedeniyle bu işi sürdüremez. Devlet desteği alamadığı için bulduğu krom, gümüş, kurşun madenleri toprak altında kalır. Son olarak fotoğrafçılık hizmeti yapmakta olan İbreti Baba, Sarız’da elektrik olmadığı için işini sürdürmekte zorlanır ve Elbistan’a gider. Elbistan’da fotoğrafçılığa devam ederken, 1967’de patlak veren Elbistan olayında fanatik bir gurubun saldırısından İbreti Baba da nasibini alır; dükkânı tahrip edilir, kendisi de canını zor kurtarır. Bunun üzerine tekrar Sarız'a döner, burada da beklentilerine karşılık alamayınca İstanbul’a göçer. İbreti Baba 5 Kasım 1976 tarihinde İstanbul’da Hakk’a yürür. Ben İbreti Baba’nın şiirleri üzerine duygularımı kaleme almadan önce İbreti Baba’nın İslam ve Anadolu Kızılbaşlık anlayışını değerlendirdiği bir deyişini sunmak istiyorum. Bakalım sazı eline alan İbreti Baba konuya ilişkin neler söyledi… “Hangi peygamberden kaldı bu usul Hangi ayet bunun hakkında nazil Sünnet, sakal, bıyık kesmek mi gafil Bu mu Müslümanlık işaretiniz … Kitapsız şunlar ki bilmezler suçun Dışın temiz tutar, arıtmaz için Cehennem deresi riyakâr için İblisten saklıdır ibadetimiz Mümin okuyan mı, emri tutan mı Yoksa ilmi para ile satan mı Namazda duvara cephe tutan mı Ancak su ile mi teharetiniz Ölmeden ölenin temiz ölüsü Mevt-i kıble an'a mevttir dirisi Günah, yuğmak değil daha doğrusu Ölü yuğmak ancak bir adetimiz … Cilve-yi Rabbani Ali'de kudret Bu kudretle zâhir eyledi hikmet Hak Ali ile birdir, bu nasıl gaflet Hatemullahi kul u bihim işaretiniz … Dört mezhep lafına vermeyiz kıymet Abbasi icadın biliriz elbet Ehlibeyte râgıp olmayan her fert Ta elestten beri cenabetimiz Muhibbî evlâdız değiliz inkâr Bu yüzden softaya göründük ağyar Ta'ani teşninizden ne gamımız var Herkese mâlum bir habasetiniz Vaiz pendi etmez asla bize kâr Bizlere malumdur yâr ile ağyar Müstakim adlı bir tarikimiz var O yoldandır hakka garabetimiz Mirac bir kademdir girebilene Haktan yakın yoktur görebilene Hakimdir Muhammet, Ali cihana Mahşerden sonra mı şol cennetiniz Siz cennete aşık, biz de cemale Acep bundan kimler erer kemâle Huri, gılman için çekmeyiz çile Sizin onlar için hep teatiniz Sümme vechullahi demişiz beli Lâ taknet u min rahmete ezeli Mescidi melâik ademdir celi Bizim bu camide ibadetimiz Men aref remzinden dersimiz aldık Dört kitap ilmini bir nokta bildik Cami-yi vücutta namazı kıldık Beş değil dem be dem ibadetimiz Ger zuhur edeydi Mehdi-yi devran Meydana çıkardı güruh u şeytan Tiğ-ı hunrizini çaldığı zaman Âşikâr olurdu kabahatiniz Ayrı gayrı değil, kulda sırrı var Mümin olan bunu edemez inkâr Haktan gayrı nesne görmeyiz zinhar Bu mu göze çarpan kabahatimiz Ali öldü dersin, mezarı nerde Kendisi tabutu gömdüğü yerde Bunu bilmek kısmet olmaz her ferde İşte bu yüzdendir hakaretiniz Ali'nin kudreti edilmez tarif Nice sırları var akla muhalif Yeni midir adâvete tesadüf Yoksa ezelden mi bu adetiniz Davut çalmadı mı udu, tamburu Ona ermedi mi hidayet nuru Musiki çalmanın var mı kusuru Nedir taş atmaktan ticaretiniz Farz ile sünnetten geri kalmayız Çünkü hak mevcuttur meçhul bilmeyiz Yılda bir kez biz Mekke 'ye varmayız Gönül Kâbesi’dir ziyaretimiz El kalb el mü’minin beyt'ül hûdadır Bu yüzden haccımız haccı kübradır Hazinetullahtır hem Beytullah’tır Dem be dem bu hacdır ziyaretimiz Kürsüde vaaz eder, gözü bakar kör Kendini hoş görür, özgede kusur Bunlar rafazi der, hem dahi kâfir Nedir bu zümreye adavetiniz Millet seçmek değil bizdeki temel Doğru söz üzere ederiz amel Acem sözlerinden Kuran var evvel O gösterdi rahı hidayetimiz İbadetin hası selahı dâim Nefsimiz neyinden kılarız saim Mal zekâtı vermek nemize lâzım Hak yola baş vermek iradetimiz Zencefil, zina yok bizden dilin çek Evlâdımız tahir piç değil bişek Hak emri üzere süreriz sürek Yok böyle batıl bir adetimiz Kâinatı yoktan var eden Allah Ondan gayrı var mı bir ata, ana Niçin olmadınız bu sırra âgâh Bu kadar mı bağlı basiretiniz İbreti fariğ ol, uyma cahile Nasihatin hiçe gider nafile Hüner odur kişi kendini bile Ondan belli olur maharetimiz” Bu yazıya giriş yaparken, İbreti babanın yirminci yüzyılın en önemli şathiye ustası olduğundan söz ettim. Bu doğrultuda şathiye hakkında kısa bir bilgi vermek elzemdir. Şathiye Arapça bir kelime ve “Şath” kökünden gelmektedir. “Şath” kelimesi Arapça'da alaylı söz anlamına gelir. Tasavvufta ise sûfînin kendisinden geçtiği bir sırada söylediği şeriata aykırı söz ve hareket anlamına gelir ki, söyleyen bu kendinden geçme durumunu fark ettiği anda söylenenleri acizliğe bağlayıp, doğru olanın hak olduğunu yeniden zikreder. Şath kelimesi Türkçe'de bir duygu veya düşünceyi iğneleyici ve alaylı bir şekilde dile getirmek demektir. Şathiye, ilahi güç ve isteklere karşı ilk bakışta sert eleştiriler ve karşı çıkışlar gibi görünmekle birlikte, aslında insan mizaç ve nefsinin bir tür sınanmasıdır da denilebilir. Tanrı hata yapmaz. Hata yapan insandır. Ancak insan hatasını kabullenmediği için suçu bir başka varlığa atmaya meyillidir. Bu suçun gerekçesini ya doğrudan Tanrı’ya atfedecek, ya onun yerini alacak ve kendisini de kurtaracak başka bir varlık bulacak ki, bu varlığı da yaratıyor, adına da “Felek” diyor. İşte bu durumu bir nebze de, görebilmek için, Türk şairleri şathiyeyi kullanmayı sürdürmüşler. İnsanın içinden geçenleri, ama ifade edemediklerini şairler dile getirip, “Ne kadar da haklı” ya da “tıpkı benim düşüncelerimi ifade etmiş” dedirtecek duyguları sergileyen şairler, şiirlerinin sonunu insanın yanıldığını, yanlışların ilahi güçten değil, beşerin tutarsız davranışından kaynaklandığını ifade ederek şiirlerini tamamlamışlardır / tamamlamaktalar. Tarihsel süreç içinde bazı önde gelen isimlerden Hallaç Mansur, Yunus Emre, Şahabeddin-i Maktul, Bayezid-i Bistami, Muhyiddin-i Arabi, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, Niyazi Mısri şathiyeyi kullanmışlardır. Bu isimlerden bazılarının konuşmaları, bazılarının şiirleri şathiyedir. Beni üzen ve yeri gelmişken şairlerin en çok yakındığı ve benimde bu yüzden görev saydığım bir konuyu dile getirmek istiyorum; her şair gibi İbreti Baba’nın da şiirlerini okuyan icracılar şairin söylediğini şiirindeki kimi dizeleri ya da kavramları ya dünya görüşlerine uygun düşmediği için değiştirip söylüyorlar, ya akıllarında kaldığı biçimde yanlış söylüyorlar. Bu durumdan en çok yakınanlardan biri rahmetli Mahzuni, diğeri ise Abdurrahim Karakoç’tu. Eminim İbreti Baba’da yaşasa ve söylediği şiirin değiştirildiğini duysaydı aynı ıstırabı duyar, imkân bulsa, değiştirenin de yüzüne tükürürdü. Bu değişikliğe bir örnek vermek okuyucu kitlesi ve değiştirenler için de yerinde olacaktır diye düşünüyorum. “… Ararız Mevla’yı vicdanımızda Allah aşikârdır seyranımızda Türk dili okunur irfanımızda Arabi Farisi lisan gerekmez …” Bu dörtlükte geçen “Türk” kavramı Türk’e düşman olan her kimin zoruna gidiyorsa, söylerken, “Türk” kavramını değiştirip “Kuş” kavramı olarak söylemekteler ki, bu şekilde söyleyen bütün icracıları da esefle kınıyorum ve İbreti Baba’nın şiirleri üzerinde duralım, diyorum. *** Şiirde şathiyenin nasıl işlendiğini birlikte görelim. “Minareye çıkıp bize bağırma Haberimiz vardır, sağır değiliz Sen kendini düşün bizi kayırma Sizlerle kavgaya uğur değiliz … Eğer insanlıksa doğru niyetin Nefsini ıslah et varsa kudretin Bize lazım değil senin cennetin Huriye gılmana esir değiliz … İbreti, bu hale insan acınır Ham sofular bu sözlerden gücenir Aslına ermeyen elbet gocunur Onu avutmaya mecbur değiliz” Görüldüğü gibi, ilk dörtlükten itibaren okuyan kişinin dinden çıkmış birini düşüneceği bir şiiri, son dörtlükte, kimler için ve ne için söylediği açıklanarak düşünce tamamen değiştiriliyor. İşte şathiye dediğimiz şiir türü bu. Bunu şair mizahi bir anlatım içinde de kullanabilir, İbreti Babanın yaptığı gibi sert bir üslupla bir karşı çıkış biçiminde de kullanabilir. “Bir kaz aldım ben karıdan Boynu da uzun borudan Kırk abdal kanın kurutan Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz” Biçiminde, dergâha giren ve bir şeyler öğrenmemek için sanki özel çaba sarf eden bir öğrenciden söz etmekte bu şathiyesinde Kaygusuz Abdal. Kaygusuz Abdal ile İbreti Baba arasındaki üslup farkı… İbreti Baba’nın şiirinde ne anlam, ne ölçü, ne ses düzeni olarak hiçbir kusur yok. İrticalen (hazırlıksız) söylenen şiirlerde kusur illaki olmakta. İşte ustalık ya kusursuz söylemek, ya kusuru en aza indirmekle olmakta. Şiirde İbreti Baba’nın mizacına uygun sert sessizlerden oluşan seslerin ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Anlam olarak da aynı sertliğin şiire hakim olduğu meydanda. Bir diğer husus ise, yine şiirde görüldüğü gibi, İbreti Baba “Taşlama” ile “Şathiye” türlerinin sentezini yaparak, kendine has bir şiir özelliği kullanarak ustalığını ayrıca ortaya koymakta. İbreti Baba’dan bir başka mükemmel şathiye: “İlme hizmet edip, uykudan kalktım Sarık seccadeyi elden bıraktım Vaizin her günki vaazından bıktım Ramazanı sele verdim de geldim … Aklım ermez ahret eğlencesine. Saygım var insanın düşüncesine Hayal cennetinin has bahçesine Yobaz sürüsünü sürdüm de geldim İbreti emelim insana hizmet Eşim bana huri, evim de cennet Hacıya, hocaya kalmadı minnet İbriği, tespihi kırdım da geldim” Arap geleneği, İslam kavramlarını alıp kendi hayallerine adapte edenler için söylenen, yine hem taşlama, hem de şathiye türünün sentezi olan bir İbreti Baba şiiri… 1400 yıldır hep aynı şeyler söyleniyor, ama hep aynı yanlışlar yapılmaya devam ediliyor. Ben diyorum ki, söyleyen himmet ve hikmetten yoksun kimseler olduğu için söyledikleri zevk vermeyen müzik türünden başka bir şey değil. Peygamber söylerken, etkili oluyordu da, bunlar söylerken neden etkili olmuyor? Vaizler, mollalar, hocalar, dervişler kendilerini gözden geçirmeliler. Bir başka husus, “Kur’an-ı Kerim’i âlim olmayan anlamaz” diyen âlimler, bu kutsal kitabın ne kadarını anladılar? Söylediklerinin “Akıl ve mantık dini” olan İslam’la ne kadar örtüşüyor? Bunların yeni baştan gözden geçirilmesi gerekir, diye düşünüyorum. Zaten İbreti Baba da bu hususlara bu şiirinde dikkat çekiyor. Birincisi din, cennet ve hurilerden önce dünyada nasıl yaşanması gerektiğinin sınırlarını çiziyor. İkincisi Allah sadece kendisine kulluk yapılmasını istiyor. Üçüncüsü Allah boşa harcama yapılmamasını ve ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesini istiyor ve bu yüzden eskiler “Hac kapının önünde” deyimini kullanıyorlar. Bu yüzden Allah gösterişi bir kibir alameti sayıp yasaklıyor. Şimdi bu karakter ve zayıflıkta olan hacı ve hocalara kişi minnet duyarsa, imanını ve ibadetlerini gözden geçirmeli. İşte İbreti Baba’nın dile getirdiklerini ben böyle anlıyorum. İbreti Baba aynı zamanda, beşeri aşkın da kıyılarını aşındırmış deli dalgalarla. “Aşkın pazarına uğrarsa yolun Ateşlere yakıp seyran ederler Gönül kaptır da bak, görürsün halın Din iman bırakmaz talan ederler … Kimi kaşı kara kirpikleri ok Kimi çok sevimli, işvesi pek çok Kiminin yüzünde hiç pervası yok Âlemin diline destan ederler … İbreti, güzeller nazik edalı Nerde âşık varsa, başı belalı Çöllere düşürür Mecnun misali Dünyayı başına zindan ederler” Yine İbreti Baba’dan bir şathiye… Bu şiirde de uydurulmuş hayallerin peşinde koşan garip dindarlardan söz ediyor İbreti Baba. Ey sofu bizlere kem gözle bakma Özünü fark eden insanımız var Gerekse cennete bizi bırakma Bizim de bir huri gılmanımız var … Manasın biliriz ilm ü irfanın Bizce değeri yok kuru dâvânın Bunun için bize gel sıkma canın Hep dinlere önder vicdanımız var Kim hoşlanır senin böyle halinden Hem dua hem küfür çıkar dilinden Geçtik ham sofunun kıl u kalinden Hilkati-i âdemiz izanımız var …” İbreti Baba semai konusunu da şiirlerine az da olsa taşımıştır. Yukarıda bahsedildiği gibi Erzurumlu Emrah ve Seyrani’yi çok seven bir ozandır. Gerek Seyrani, gerekse Emrah Türk halk şiirinin vazgeçilmezi semai türünün ustalarıdır. Yine efkârlandı divane gönlüm Gam kederle yüklü kervanım vardır Ah u vah çekmekle tükendi ömrüm İçerimde derdi hicranım vardır … Gönül vazgeçer mi boyu fidandan Emsali bulunmaz devri zamandan Yaradan ayrılalı usandım candan Tek teselli kası kemanım vardır … İbreti, yarımı unutmam bir an Gözlerimden akar yas yerine kan Dedim yar yüzünü göreyim hemen Çünkü derdi hasret çekenim vardır Hulasa, bu dünyadan birçok peygamber, kağan, âlim, şair gibi, bir de İbreti Baba geçti. Allah rahmet etsin. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. 20 Haziran 21 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |