..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > Oğuz Tepe




25 Şubat 2015
Şans ve Dans (Üçüncü Bölüm)  
Oğuz Tepe
Yazdığım ilk romandır.


:AGGB:
Üçüncü Bölüm



I



Aralık 2005

Venüs, adını güzelliğinden almış olmalıydı. Kiraza benzeyen dudaklarından bal damlayıp duruyordu. Durmakta olduğu yerden bal damlayan dudaklara ulaşması, hiçte zor değildi. Atacağı birkaç adım kadar uzaklıktaydı. Ellerini uzatacağı an ona dokunabileceğini hissediyordu. Birden mavi renkli elbisesiyle önünde duran kadının, etrafında dikenler ortaya çıkmaya başlamıştı. Durduk yerde ortaya çıkan dikenlere bir anlam veremiyordu. Dikenlerin arasında duran güzel kadının cazibesi ve çekiciliği karşısında ise kendisini papatya tarlasının ortasındaymış gibi hissediyordu. Güzel kadına dokunmak ve onu kollarının arasına alıp öpmek için, ona doğru bir adım atmaya kalktığı anda, üzerinde durduğu toprağında kendisini yere yıkacak şekilde hareketlendiğini fark etti. Toprakta beliren hareketliliğin süresi çok uzun olmadı. Hareketlilik durduğu anda adımını atarak tam güzel kadına dokunacağı sırada birden, derinliğini kestiremediği kör bir kuyunun içine hızla karanlığa doğru düştüğünü görüyordu. O anda bağırmak istiyor ancak bağıramıyordu. Kendisini kısıtlı bir alan da kıstırılmış bir fareye benzetiyordu. Hızla düşmeye devam ederken, dilinin damağına yapışmış olduğunu anladığı anda, aniden gözlerini açtı.

Gözlerini açtığı andan itibaren bir an, nerede ve hangi zaman diliminde olduğunu anlamak için, hafızasını yoklamaya çalıştı. Beyaz renkteki kalın perdelerinin birleştiği yerde bulunan aralığın içinden geçen güneşin, tavana yansıyan ışıkları altında, öğlen yemeğini yedikten sonra, şekerleme yapmak için, salonda bulunan üçlü koltuğun üzerinde uzanmış durumda yattığını fark etti.

Yine rüya görmüş olduğunu anladı. Genç ve evliyken gördüğü rüyalar bu kadar korkutmuyor, aksine kendisine her zaman huzur veriyordu. Bundan üç ya da dört ay önce, bir gazetede, bir makale okumuştu. Makalenin konusu, uyku ve rüyalardı. Uyumakta olan insanın mutlaka rüya görüyor olduğunu, uykudan uyandıktan sonra ise akılda kalan rüyalar anlatılıyor, hatırlanamayan rüyalar ise anlatılmıyordu.

Selim Bey, evinin salonunda uzanmış olduğu üçlü koltuğundan kalktı. Yemek masasının üzerinde duran, çalar saatine bakıp, zamanın, akşamüstüne doğru ilerlemekte olduğunu anladı. Yavaşça salonunda bulunan eşyalarına göz gezdirmeye başladı. Görmüş olduğu rüyanın etkisinden bir an önce kurtulmanın yollarını arayıp bulmak istiyordu. Ölen eşi Münevver Hanım yaşıyor olsaydı, gördüğü rüyasını anlatabilmek için can atardı. Yalnızlığın, görmüş olduğun rüyayı bile o an başkasıyla paylaşamamak olduğunu da anlamıştı. Yalnızlığın, insanı dilsiz hale sokarak ne kadar acımasız olduğunu düşündü. Acıma konusunda dediğim dedik biri olamamıştı. Kendi anlayışına göre, birine acıyor olmak, o kişiye karşı yapılabilecek en büyük kötülüktü. Acıma duygusunun insanları rencide eden tarafını göremeyen anlayamayan ne çok insan vardı. Bu anlayışta olan insanlar kendi gözünde çok düşüncesiz insanlardı. Geride bıraktığı yıllar içerisinde düşüncesizce yaşayan insanlara çok rastlamış olduğunu hatırladı. Düşüncesizce konuşup, hareket eden insanların, ne kadar çok bencil olduklarından habersiz olarak yaşayıp duruyorlardı. Bu şekilde karşılaştığı insanların, olumsuz yönlerini fark ettirdiği zamanlarda, yaptıklarını kabullenmemelerine de çok tanıklık etmişti. Bu tür insanların, huzursuz insanlar olduğunun farkındaydı. Hatasını kabullenmek konusunda inat eden bu tür insanlardan, olmadığına seviniyordu.

Canının sıkılmaya başladığını hissetti. Can sıkıldığı anlar da ne yapacağını iyi biliyordu. Üzerine paltosunu alarak evden dışarıya çıktı. Çarşıya doğru yürümeye başladı. Rüya görüp uykudan uyandığında evinin içine kadar giren güneş, yeniden bulutların ardına saklanmıştı. Güneşin bu tür hareket tarzı, yalancı olan yüzünü de ortaya çıkartıyordu. Yürümekte olduğu çarşı yolunun sol tarafında bulunan sokağa yöneldi. Sokağa girip on metre daha yürüdükten sonra, tek katlı bağımsız bahçeli evin bahçe kapısını açıp, bahçede ilerleyip evin kapısındaki zile bir kere bastı. Birkaç dakika geçti ancak kapı açılmadı. Bir an telaşlandığını hissetti. Belki de evde yoklar mıydı diye aklından geçmek üzere iken evin kapısı açıldı. Kapıyı açan Pamuk nine, bir yandan başının üzerine attığı tülbendini çenesinin altında düğümlemeye çalışırken, diğer yandan gülen yüzüyle:

--- Gel Selim, İçeriye gir. Hoş geldin. Diyerek kenara çekildi.

Pamuk nineyi ne zaman görse yüzüne kondurmuş olduğu tebessüme de mutlaka denk geliyordu. Onun yaşlarına geldiğin de kendi yüzünde de, tebessümlerin eksik olmamasını çok istiyordu. Pamuk nine yüzündeki tebessümü eksik etmeden, yaşamasını bilen tanıdığı nadir insanlardan birisiydi. Ayakkabılarını çıkarttıktan sonra içeri girdi. Yüksekçe olan divanın üstünde oturan Değer dedenin uzatmış olduğu elini öpüp başına koyarak:

--- Merhaba Değer dede, nasılsın?

Yerinden hafifçe doğrulan ihtiyar adam:

--- Merhaba Selim. Diyerek yanıtladı.

Selim Bey Değer dedenin elini öptükten sonra, arkasından odaya gelmiş olan, Pamuk ninenin de elinden öperek:

--- Pamuk ninem benim. Nasılsın iyi misin?

Pamuk nine, elini öpen Selim’in boynuna sarıldıktan sonra:

--- Allah'a şükür iyiyim. Çıkart paltonu otur şuraya. Diyerek Selim Bey’in üstünden çıkartmış olduğu paltosunu alarak duvarda asılı duran askılığa astı. Değer dedenin yanına oturarak elleri ile sırtını sıvazladıktan sonra:

--- Sen nasılsın. İyi misin Dedem. Dedi. Değer dede yanına oturmuş olan, Selim Bey’in ilgisinden çok memnun oluyordu. Aralarında kan bağı olmadığı halde ona sevgisini her fırsatta gösteriyordu. Beyaz sakalını sağ elinin avucuyla sıvazladıktan sonra:

--- Hamdolsun. Allah'a şükür, iyiyim. Bu halimize de şükür. Sen nasılsın.

--- Allah razı olsun. Canım biraz sıkılınca, bir uğrayayım, hal hatır sorayım, bir istekleri var mı yok mu öğreneyim dedim. Diye yanıtını verip, bu iki sevimli insanın yanların da oldukların da sıkıntısının yok olduğunu fark ediyordu. “Çok sağ olasın. Gelmekle iyi ettin.” Diyen Değer Dede, elin de bulunan tespih tanelerini ağır şekil de çevirmeye devam edip, durdu. Değer dede ile Selim Bey’in sohbetlerini bölmemek için, itina gösteren Pamuk nine de oturmuş olduğu yerden:

--- Selim ne yaptın. Evlatlar nasıllar. Haber alıyor musun? Diye sordu.

--- Pamuk ninem. Geçen gün büyük oğlanla evden telefonla görüştüm. İyilermiş. Ellerinden öperler.

--- Sağ olsunlar. Selim biz de çayı yeni demlemiş idik, içer misin?

--- Pamuk ninem zahmet etme.

--- Ne zahmeti! Dedikten sonra, Pamuk nine oturduğu yerden kalkarak mutfağa doğru yöneldi. Selim Bey, gözleri masmavi olan Değer Dede’nin deniz tutkusunu ve sevgisini gözlerinin renginden almış olabileceğini, ihtiyar adamı her gördüğün de aklından geçirip, duruyordu. Yıllarını sahil kasabasın da balıkçılıkla uğraşarak denize adamış olan bu ihtiyar, kış mevsimi yaşandığında kumsala çekilmiş ve ilkbahar mevsimi gelene kadar, kumların üstünde kalan, boyaları dökülmeye başlamış sandalın, yalnızlığını ve suskunluğunu resmeder halde karşısında duruyordu.

Değer dede bir gün, Selim Bey’e Pamuk nineyle nasıl evlenmiş olduklarını anlatmıştı. O dönem zıpkın gibi delikanlı olan Değer dede, doğup büyüdüğü bu kasabada Pamuk nineyi, açılmış olduğu denizden geldiği bir gün, çarşıdaki manavın önünde görmüş ve bir bakışta âşık olmuştu. Pamuk ninenin adı gibi bembeyaz olan tenini, denizanalarına benzetmişti. Hemen Pamuk Nineyi, anne ve babasından istemek üzere, ailesine haber vermişti. Ailesi de Değer Dedenin çok ısrar etmesi üzerine, araya aracılar koyarak, konuyu Pamuk ninenin ailesine açmışlardı. Ancak, olumsuz yanıt almışlardı. Pamuk ninenin ailesinin olumsuz yanıt vermelerindeki en büyük etken, Değer Dedenin balıkçı olmasından kaynaklanan, sürekli olarak denize açılmasıydı. Pamuk Ninenin ailesinin bunu ileri sürmelerinde ki asıl nedense, genç ve güzel olan kızlarının erken yaşlarda dul kalması endişesi taşımalarıydı.

Değer dede, anne ve babasından almış olduğu olumsuz haberi duyduğu gün, iskelenin sonuna kadar giderek önünde duran denize doğru, sesi kısılana kadar bağırıp durmuştu. Pamuk nineyi kaçırmak için, kafasında plan yapmaya başlamıştı. Kaçırma planını hazırlayıp, Pamuk Ninenin en samimi kız arkadaşına durumu iletmişti. Pamuk ninenin kız arkadaşı da, kaçış planını Pamuk Nineye ayrıntılarıyla anlatmış, Pamuk Nine de kaçış planına razı olmuştu. Pamuk Nineyi kaçırdığı gece, balıkçı motoruyla denize açılmışlar, geceyi kasabalarına, çok uzak olmayan diğer komşu kasabasının, balıkçı barınağında geçirmişlerdi.

Ertesi gün kızlarının kaçırılmış olduğunu öğrenen Pamuk Ninenin ailesi, yakınlarının, ikna etmeleri üzerine, Jandarma karakoluna giderek şikâyetçi olmaktan vazgeçmişler ve kaçak âşıkların evlerine gelip ellerini öpmeleri halinde, kızlarını kendilerinden istemek koşulu ile evlenmelerine razı olacaklarını söylemişlerdi. Pamuk Ninenin ailesinin verdiği bu karar çabucak, diğer komşu kasabada bulunan ve balıkçı barınağında bekleyen kaçak âşıkların kulağına kadar gitmişti. Kaçak âşıklar da aldıkları bu haber üzerine, Pamuk Ninenin ailesini, daha fazla üzmemek için balıkçı motorunun rotasını, kendi kasabalarına doğru çevirmiş, Pamuk Ninenin ailesine uğrayarak, ellerini öperek, evlenmeleri konusunda kendi izinlerini de almışlardı.

Değer Dede ile Pamuk nine 1950 yılının Ağustos ayının 22 gününün akşamında, sahil kasabasında, aşklarına yakışır biçimde düğünlerini yapıp evlenmişlerdi. Selim Bey, Değer Dede ile Pamuk Ninenin evlilik hikâyelerini, anılar istasyonuna uğratıp hareket ettirerek geçirdikten sonra, Pamuk Ninenin sesi ile kendisine gelmişti.

--- Selim, buyur evladım. Afiyet olsun.

--- Sağ olasın Pamuk Ninem. Ellerin dert görmesin. Diyerek Pamuk Ninenin uzatmış olduğu çay bardağını aldı. Bu sırada Değer Dede:

--- Selim, bu aralar çarşıya çıkamıyorum. Deniz ne âlemde? Diye sorusunu sorduktan sonra, Pamuk Ninenin, uzatmış olduğu çay bardağını alıp, Selim Bey’den gelecek olan yanıtı duymak için dikkat kesilmeye başladı.

--- Nasıl olsun Değer Dede, sensiz tadı yok ama geceleri kıyıya vuran dalgaları ile sana selamlarını gönderiyor. Deyince, Değer Dede gülerek:

--- Hay, sen çok yaşa. Artık eskisi gibi geceleri pek ayakta duramıyor, erkenden yatıyorum. Bu nedenle de aşkımın selamlarını alamıyorum. Ama Allah senden razı olsun. Bana aşkımın selamını getirip duruyorsun. Kaç gündür dizlerimdeki ağrılardan dolayı bu viraneden dışarıya çıkamıyorum. Aşkımı görmeyi çok özledim. Onu göreceğim zamana kadar, aşkımı her görüşünde kendisine, onu çok özlediğimi haykır. Der demez:

--- Haykırmaz mıyım, haykırırım tabi ki. Diyen Selim Bey, elindeki çay bardağından bir yudum aldı. Değer Dedenin son sözlerini duyan, Pamuk Nine de gülerek:

--- Aman, sakın geç kalma. Sevgilin kaçıyor sanki hadi hemen git. Diyerek yarı şaka olarak sitem etti.

Pamuk nine evlendikleri günden itibaren kocası Değer Dedenin denize tutkusunu ve aşkını anlamaya başlamıştı. Deniz’in kocasını kendisine nasıl âşık etmiş olduğunu, çok anlamasa da içten içe de kıskanmıyor değildi. Allah'tan kocasının âşık olduğu denizdi. Bundan dolayı da içinde, içten içe beliren, kıskançlığa gem vurabiliyordu. Kocasının denize âşık olmasının, Pamuk Nineye bunun dışında bir zararı olmamıştı. Senelerce aynı yastığa baş koymuş olduğu kocası, onun mavişiydi.

Kocasının gözlerinin rengi, kendi gözlerinin rengi olan kestane renginin yerini almış olsaydı, sahil kasabasın da canını yakmayacağı erkek bırakmazdı. Pamuk Nineye göre, yaratan yaratmış olduğu her kulunda, mutlaka bir eksik bırakmıştı. Kocasını, masmavi gözler ile yaratırken diğer yandan da eğri buruna sahip olmasını da, düşüncesini doğrular nitelikte buluyordu. Gözlerinin rengi mavi olmasa da, teni kocasının teni gibi buğday renginde değil, aksine bembeyazdı. Pamuk Ninenin bu sözlerini duyan, Değer dede:

--- Ah hanım ah. Yine damarın tuttu. Dedikten sonra yüzü gülümseme ile kaplandı.

Selim Bey, hayranı olduğu bu iki sevimli ihtiyarın birbirlerine bu şekilde takılıyor olmalarından, memnunluk duyuyordu. Keşke, zaman durmuş olsa da, bu güzel anlar bitmese diye içinden geçirdi. Kolun da ki saatine baktığında, zamanın 19.00 a yaklaşmakta olduğunu gördü. Hiç istemese de kalkmak zorundaydı. Çayından son bir yudum daha alarak, boşalan çay bardağını oturduğu yüksek divanın yanın da ki sehpanın üzerine bırakarak, ayağa kalktı.

--- İzninizle ben artık gideyim, daha çarşıya uğrayacağım. Orada biraz alış veriş yaptıktan sonra da eve geçeceğim. Diyerek, yüksek divanda oturmakta olan, Değer Dedenin elini öperek, başına koydu. Eli öpülmüş olan, Değer Dede:

--- Allah razı olsun evlat. El öpenlerin çok olsun. Arayı çok fazla, soğutmadan yine gel uğra bize. Biliyorsun yaşadığımız virane senin de evin sayılır. Bunu da aklından çıkarma. Hadi Allah'a emanet ol. Ha! Aşkıma da selam söyle ve sana söylediklerimi de kendisine ilet. Dedi.

--- Sağ olasın, Değer dedem. Allah senden de razı olsun. Kendine çok iyi bak. Bu arada aşkına, dediklerini ileteceğim. Bu konuda da gönlün rahat olsun. Hadi allahaısmarladık. Diyerek, Pamuk Ninenin elinde duran paltosunu alarak giydi. Paltosunu giyip, kapının girişine doğru yürüyüp, ayakkabılarını giydi. Selim Bey, bütün bunları yaptıktan sonra arkasında duran Pamuk Ninenin de elini öpüp başına koyarken:

--- Pamuk Ninem, her şey için sana çok teşekkür ederim. Sende kendine çok iyi bak. Allah'a emanet ol. Haydi, allahaısmarladık. Dedi.

--- Olurum evladım. Ayrıca unutma bunu saymıyorum, bir daha ki sefere akşam yemeğine beklerim. Hadi sende sağlıcakla kal. Güle, güle git. Diyerek Selim Beyi uğurladıktan sonra, uzun süre Selim Beyin arkasından baka kaldı.

Selim Bey sokağa çıktıktan sonra, paltosunun yakasını yukarı kaldırarak, kulaklarına vuran soğuğu da engelleyerek, gelmiş olduğu yolu geri yürümeye başladı. Kasabanın merkezi olan Çarşının olduğu yere vardığında, içerisini beyaz floresan lambanın aydınlatmış olduğu, büyük kahvehanenin önünde durdu. Kahvehanenin dışından içeriye bakmış olduğunda, masalarda oturan insanların üstüne, ince bir bulutu andıran, sigara dumanının çökmüş olduğunu gördü. İçeride oturanlara göz gezdirdikten sonra, bu saatlerde kahvehanede olması gereken postacı Ekrem’i göremedi. Alış verişini yaptıktan sonra, iki elinde taşıdığı dolu poşetler ile evine doğru yürürken, denize başını çevirip; “Aşkının sana selamı var. Seni çok özlediğini söylememi istedi.” Diyerek haykırdı.

Bu sözleri söylemeden önce de tedbir amaçlı sağına ve soluna bakarak, kendisini görme ihtimali olan herhangi birinin var olup olmadığını da kontrol etmeyi ihmal etmedi. Görünürde kimseler yoktu.



II



“Kadın sevdiği adamla, bir ömür boyu beraber olamayacağını biliyordu. Sevdiği adam da bunun farkındaydı. Hayatlarının arasında örülü olan duvardan, atlayamayacaklarını da öğrenmişlerdi. Duvarın üstü tellerle çevriliydi. Kadın ve adam, duvara her tırmanışlarında, tellere takılıp duruyorlardı. Tellere her takıldıklarında ise kanayan ve acıyan yanlarını görüyorlardı. Aralarında filizlenmiş olan aşk, duvarın kendilerine ait olan bahçelerin de, günü geldiğinde solup duracaktı.”

Okuduğu kitaptaki bulunan bu ifadeler Sibel’in, gözlerini uzaklara daldırmaya yetmişti. Taksim’e doğru hareket etmekte olan, dolmuşun ön kısmında oturuyordu. Dolmuşun silecekleri, dolmuşu kullanmakta olan şoförün, üstünlüğüne kendisini teslim eder halde bir sağa, bir sola hareket ederek çalışıyordu. Sileceklerin çalıştığını fark eden Sibel, erkek kadın ilişkilerinde, üstünlüğün kimde olduğu konusunda kararsızdı. Üstünlük erkekte olduğunda bazen iltifat, bazen de hakaret yağmurlarına engel olmak için, ilişkinin silecekleri gibi çalışıyordu.

Üstünlüğün kadına geçtiği zamandan, bir süre sonra kıskançlıklar, çekememezlikler, hesap sormalar tıpkı, fırtınalı havada yağmakta olan şiddetli yağmurun iri tanelerini andırır gibiydi. O anlarda ilişkinin silecekleri, ilişkinin nereye gideceğini, açık ve net şekilde görülebilmesi için, yeniden devreye giriyordu. Okumaya başladığı kitabındaki, kadın ve erkek karakterlerin ilişkilerinde ise herhangi bir üstünlük yoktu. Çünkü ikisinin arasında duran üstü tellerle örtülü olan duvarın, yıkılması gerekiyordu. Bunun olması da imkânsızdı. Her iki karakterde evliydi. Seyir halinde olan dolmuşun şoförü, sol tarafa ani manevra yapıp, dolmuşu durdurup kapısını açtığında Sibel’in de, düşüncelerinden sıyrılacağı kapı da aralanmış oldu. Yolculuğun başından beri trafik için homurdanan şoför:

--- Buyurun, son durak. Dediğinde, Sibel oturmuş olduğu taraftaki dolmuşun kapısını açarak, bir elinde tuttuğu kitap ve çantasıyla aşağı indikten sonra, dolmuşun kapısını kapattı.

Dolmuştan inmiş olduğu yerden karşı tarafa geçerek, geldiği yönden, ters yöne doğru yürümeye başladı. Beş katlı apartmanın kapısının önüne geldiğinde durdu. Kapının girişinde duran apartman görevlisi başıyla Sibel’i selamlayarak, apartmanın içine girmesi için kenara doğru çekildi. Sibel de, her sabah apartman görevlisinin sergilediği karşılama törenine, yüzüne tebessüm kondurarak karşılık veriyordu.

Apartmanın girişinden bir kat üste çıkmak için merdivenlere yöneldi. Basamak sayısı çok fazla olmayan merdivenlerden çıktıktan sonra, iş yerinin bulunduğu dairenin kapısının önünde durdu. Omzunda bulunan çantasını açarak, içindeki iş yerine ait anahtarlığı bulması zor olmadı. Anahtarlıkta bulunan, iki anahtarla iş yerinin kapısını açarak içeriye girdi. Sibel’in içeriye girdiğinde yaptığı ilk şey, masasının yanında duran pencereyi açmak oluyordu. Masasının arkasındaki büro tipi koltuğunun üzerine çantasını bıraktı. Giymiş olduğu siyah renkli uzun mantosunu da, üzerinden çıkartıp giriş kapısının yanında duran, üçayaklı ve kahverengi askısına astı. Askılığı, boşanma davası için babasının tanıdığı olan avukatın bürosuna gittiğinde görmüştü. Avukatın bürosunda duran aynı renkte ki, askılığı gördüğü zaman, o zamana kadar seyrettiği siyah beyaz filmlerin, avukatlık bürosunda geçen sahneleri, birden gözünün önün de canlanmıştı. Bunun için Sibel, bu türdeki askıyı nerede görürse görsün avukat askısı diye tanımlardı. Sekreter’lik görevini üstlenmiş olduğu iş yeri ise avukatlık bürosu değil, Mali Müşavirlik hizmetleri sunan bir firmaydı. Sabahları iş yerine gelen ilk kişi de kendisiydi. Ancak her akşam, iş yerinden çıkan en son kişi kendisi değildi. Sibel neskafe yapmak için, masasının en üst çekmecesinde, peçeteyle sarılı olan fincanını alarak, mutfağa doğru yürüdü. Mutfak tezgâhının üzerinde bulunan, su ısıtıcısına, açtığı musluktan suyu doldurarak, düğmesine basıp çalıştırdı. Bu sırada, Sibel’in iş yerinde olduğunu tahmin eden Aslı, iş yerinin kapısında bulunan zili çaldı. Mutfaktan, kapı zilinin çaldığını duyunca, mutfaktan çıkarak, kapıya doğru yöneldi ve kapıyı açtı.

Kapıyı açtığında, karşısında duran Aslı’yı görünce:

--- Günaydın Güzelim, hoş geldin. Dedikten sonra içeriye adım atıp giren Aslı ile kucaklaşarak, Aslı’yı yanaklarından öptü. Sibel’in içten gelen öpücüğüne aynı şiddetle karşılık veren Aslı:

--- Günaydın canım, hoş buldum. Diyerek içeriye girdi. Sibel, alıcı gözüyle süzdüğü, yirmi sekiz yaşında ve 1.70 boyundaki, uzun ve düz siyah saçlara sahip, Aslı’ya:

--- Güzelim, neskafe hazırlıyorum, Sana da hazırlayayım mı? Diye sordu. Aslı, derin bir nefes alarak:

--- Canımsın. Tabi ki isterim. Üstümü başımı değiştireyim, geliyorum. Diyerek, odasına doğru yürümeye başladı. Aslı’nın odası, masasının karşısında ki uzun koridorun sonundaydı.

Sibel, Aslı’nın peşinden mutfağa doğru yöneldi. Mutfağa girdiğin de, düğmesine basmış olduğu su ısıtıcısından gelen suyun fokurdama sesinin, tam doruğa çıkacağı anda düğmeye bir kez daha basıp su ısıtıcısını kapattı. Lezzetli bir neskafenin hazırlanabilmesi için, Su ısıtıcılarında bu anı yakalaya bilmek çok önemliydi. Deneme yanılma yöntemiyle; Lezzetli bir neskafe içebilmek için, gerekli olan ve istenilen sıcak suyun elde edilebilmesi için, suyun kaynama noktasına geldiğini anlamanın tek yolunun, bu an olduğu, yani suyun kaynamaya başlamasından kısa bir süre önce, fokurdama sesinin azaldığını keşfetmişti. Tezgâhın üzerine bıraktığı fincanının içine, üç çay kaşığı neskafe koyduğu an da Aslı’da elinde kendi fincanıyla yanında belirdi.

--- Tam zamanında geldin. Canım.

--- Güzelim; Dostlar zamanlama konusunda iyi olduğumu söylerler.

Aslı’nın getirmiş olduğu fincanına da neskafesini koyarak, su ısıtıcısını eline aldı ve sıcak suyu fincanların içine boşalttı. Neskafe kokusuna bayılıyordu. Özellikle de fındıklı olanı favorisiydi. Aslı ise genelde sade olanını seviyordu. Ellerinde taşıdıkları fincanlarıyla mutfaktan dışarıya çıkarak, çalışma masasının bulunduğu yere geldiler.

Sibel, masasının arkasındaki koltuğuna, Aslı da masasının önünde sağ tarafta bulunan koltuğa, ellerinde tuttukları fincanlar da ki neskafelerini dökmeden oturdular. Aynı anda fincanlarındaki neskafelerinden birer yudum aldıktan sonra, fincanını sehpanın üzerine bırakan Aslı:

--- Canım. Biliyor musun? Bugün ne yapıp edip erken çıkmam gerek. Diyen Aslı’nın hasta olup ta yatağa düşmediği ana kadar, iş yerine o hasta haliyle bile gelip, gittiğini biliyordu. Bugün kendisini gördüğü andan itibaren, gayet sağlıklı ve güzel endamıyla, masasının karşısında oturan Aslı’nın neden erken çıkması gerektiğini merak etti.

--- Hayırdır güzelim, sen böyle şeyler yapmazdın. Kötü olan bir şey mi var.

--- Merak etme canım. Kötü olan bir şey yok.

--- İyi, sevindim. Bir an için heyecan yaptım. Peki. Bugün seni erkenden aramızdan alıp ayıracak olan konu nedir?

--- Ya! Bak şimdi, benim senden gizli saklı bir şeyim yok ki, bunu biliyorsun.

--- Bilmem mi? Aynı şey benim içinde geçerli. Sende bunu biliyorsun. Değil mi?

--- Evet, bugün randevum var. Oraya gitmem gerekiyor.

--- Bak şimdi daha çok merak ettim.

--- Sen, geçen gün benden, kendini sakladın. Biliyorsun değil mi?

--- Güzelim, sen halen onu unutmadın mı?

--- Bak nasıl oluyormuş! Neyse, ben senin gibi saklamayacağım.

--- Güzelim ya!

--- Bir aya yakın zamandır, birisiyle telefonda görüşüyoruz.

--- Bak sen! O şanslı kim acaba?

--- Özel bir bankanın çağrı merkezinde çalışıyormuş.

--- Çağrı merkezinde demek!

--- Evet, Sibel, bu gece de görevliymiş. Akşamüstü buluşalım diye teklifte bulundu. Ben de kabul ettim.

--- Sana inanmıyorum.

--- Neden?

--- Buluşacağın kişinin fotoğrafını gördün mü?

--- Hayır.

--- Ya! Güzelim… Fotoğrafını bile görmediğin birine hele bu devir de nasıl güveniyorsun?

--- İnsanların seslerinden nasıl birisi olduklarını anlıyorum, desem…

--- Pekiyi güzelim. Kendin bilirsin, kaç gibi buluşacaksınız?

--- Saat,16.00 ‘da buluşacağız.

Fincanında azalmakta olan neskafesinin, bitmesi için gerekli olan son yudumu da aldıktan sonra, masasının üzerinde duran evrak ve dosyaları düzenlemeye başladı. Aslı’da fincanını eline alıp ayağa kalkarak:

--- Görüşürüz, hadi sana kolay gelsin. Dedikten sonra, işine başlamak için odasına doğru giderken, Sibel:

--- Sağ ol güzelim, görüşürüz. Diye arkasından seslendi.

Odasına giden Aslı’nın arkasından baktı. İnsanların ilişkilerinde ses tonlarının önemli olduğunu biliyordu. Yüz yüze görüşmelerde ses tonunun yükseltilmesinin veya alçaltılmasının birçok anlamlar ifade edebileceğini biliyordu. Gelgelim yüz ifadesinin görülmediği, yalnız ses tonunun işitildiği, bu tür durumlarda, hele de ses tonunun güzel ve etkili olmasından yola çıkılarak, yaşam alanına sokacağı birisine âşık olma düşüncesi, kendisine çok saçma geliyordu. Aslı yapmış olduğu bu davranış tarzıyla, kendisini çok şaşırtmıştı.

Günün yoğun çalışma saatlerinde bile, elinden geldiği kadar düzenli olmaya çalışıyordu. Ne kadar düzenli olursa, o kadar kolay şekilde aradıklarını bulacağına inanıyordu. Masasının üzerinde bulunan dosyalarla ilgilenirken, telefonu çaldı.

--- Efendim. Dedi. Telefon eden kişinin sesini duyduktan sonra, şaşkın bir ifade ile:

--- Anladım Zeki Bey… Çok geçmiş olsun. Kendinize iyi bakın. Diyerek, kulağında duran ahizeyi yerine koyarak, telefon görüşmesini tamamladı. Telefonda görüşmüş olduğu patronunun, hastalanmış olacağına inanamıyordu. Dün akşam işini bitirdikten sonra iş yerinden ayrılmadan önce, odasına girdiğinde sapasağlam masasının başında oturduğunu görmüştü.

Bir gecede ne olmuştu da patronu Zeki Bey rahatsızlanmıştı! Bugün ikinci şaşkınlığını yaşıyordu. Aslı’yı da durumdan haberdar etmek için, telefon ahizesini kaldırarak Aslı’nın dâhili numarasını çevirdi.

--- Efendim canım. Ne oldu? Beni ne kadar da çabuk özledin böyle?

--- Müjdemi isterim.

--- Hayırdır canım, ne müjdesi?

--- Şimdi Zeki Bey aradı, rahatsızlanmış, işe gelemeyecekmiş.

--- Ya! Sen var ya… Canımsın benim, canım. Şimdi dile benden ne dilersen.

--- Ben biraz düşüneyim. Sen çıkacağın zaman haber ver, o zaman söylerim.

--- Tamam. Canım. Ben çalışmama devam edeyim. Görüşürüz.

--- Tamam, güzelim, görüşürüz. Diyerek telefonu kapattıktan sonra, Aslı’nın ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Keşke şans Aslı’ya uğradığı yoğunlukta kendisine de uğrayabilseydi. Sibel, içinden bir ah çekerek, yeniden çalmakta olan telefonlarıyla ilgilenmeye başladı. Bugün, geçmiş günlere nazaran telefon trafiği erken başlamıştı. Bu yoğunluk arasında fırsat bulabilirse annesine telefon açacaktı.

Sabah sersemliğini üzerinden atmış olanlar sadece insanlarla sınırlı değildi. Koskoca şehir bile, sabah sersemliğini üzerinden atmış gibiydi. Şehrin ana yollarında, sabahın erken saatlerin de yoğun olan araç trafiği, günün yaşandığı bu saatler de azalmaya başlamıştı. Yağmakta olan yağmura rağmen, havada insanı üşütecek kadar soğuk yoktu. Pastırma Sıcaklarının[1]yaşandığı zamanlardı.



III



Camla kaplı bölmenin üzerindeki panoda gördüğü, kırmızı renkli rakamların neden kırmızı dışındaki diğer herhangi bir renkle yanıp sönmediğini, ille de kırmızı renk olması gerektiğinin mantığını anlamaya çalışıyordu. Aslında kırmızı renk olması gerektiğinin önem taşımadığı rakamların yan yana gelerek 58 numarasını oluşturduklarında, düşüncelerinden sıyrılarak saçmaladığını fark etti. Numaranın yandığı veznenin bulunduğu tarafa doğru yöneldi. Veznenin arkasında duran zayıf, kısa ve siyah saçlı, kendi yüzü gibi yuvarlak yüz hatlarına sahip kadına, çocukluğunda gülerek seyrettiği çizgi filmde ki akıllı farenin, yuva girişine benzettiği ebadı büyük olan cam bölmeden, hesap cüzdanını uzattı. Hesap cüzdanını alan kadın:

--- Hoş geldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim. Diyerek hafifçe gülümsedikten sonra, yüzüne kondurduğu gülücüğün, sahte gülücük olduğunu bilen cazibe sahibi kadın müşterisinin dudaklarından dökülecek cümleleri beklemeye başladı.

--- Vadesiz hesabımdan 5000 TL çekmek istiyorum.

--- Tabi efendim. Kimliğinizi de alabilir miyim?

--- Buyurun. Dedikten sonra, kimliğini istemiş olan kadının gözlerinin altındaki, göz torbalarının şişliğine dikkat etmeye başlamış, kadının geceyi uykusuz geçirmiş olma ihtimalini göz önün de bulundurarak işlemlerinin bir aksilik çıkmadan çabucak bitmesini umarak, içinden dua etmeye başlamıştı. Bankaya işi düşeceği zaman, bankaya girdiği her andan itibaren içini saran tedirginliğe bir türlü anlam veremiyordu. Bu tedirginliği nedeniyle bankaya gitmeyi pek sevmiyordu. Cam bölmenin arkasındaki kadın, müşterisinin isteğini yerine getirmek için gerekli olan işlemleri tamamlar tamamlamaz:

--- Türkan Hanım, buyurun. İyi günler dilerim. Diyerek 5000 TL’sini ve hesap cüzdanını, kimliği ile birlikte verdi. Bankadaki işinin bitmiş olmasına sevinerek bir an önce dışarı çıkmak istediğinden, banka görevlisi kadının uzattıklarını çantasına koyarak, bankadan dışarı çıktı. Bankaya girmeden önce, arabasını park ettiği, yere doğru hızlı ve uzun adımlarla yürümeye başladı. Bugün, dışarıda işlerinin çok yoğun olabileceğini ve çok yere yürüyerek gidebileceğini, bir gece öncesinden biliyor olduğu için, sabah spor kıyafetler giymişti. Park yerine geldiğinde beyaz renkli arabasını teslim ettiği, park görevlisine, ücretini ödedikten sonra, park girişinde bulunan arabasına binerek trafiğe çıktı.

Arabasını kullanırken radyodan müzik dinlemekten zevk alıyordu. Radyoda çalan müziğin ruhunu dinlendirdiğini biliyordu. İş yerinin önündeki caddenin, paralelin de bulunan cadde üzerinde ki mobilya mağazasının yakınında, bulmuş olduğu boşluğa arabasını park ettikten sonra mobilya mağazasına girdi. Mağazadan içeri girdiğin de, sol tarafta bulunan beyaz renkteki koltuk takımına bir kere daha göz, attı. Kendisini karşılayan mağaza müdürüyle tokalaşırken, mağaza müdürü elini uzatarak:

--- Hoş geldiniz, Türkan Hanım.

--- Hoş buldum, Sinan Bey.

--- Görüşmeyeli nasılsınız?

--- İyiyim, teşekkür ederim, Siz nasılsınız?

--- Teşekkürler, ben de iyiyim. Satın almaya karar vermiş olduğunuz koltuk takımının, teslimatını yapacağımız yerin adresini yanınız da getirdiniz mi?

--- Evet, getirdim buyurun, burada yazılı olan yere teslim edeceksiniz. Ödemenizi de anlaştığımız gibi şimdi, peşin olarak yapacağım. Diyerek çantasından 2000 TL ile üzerine, teslim adresini daha önceden yazmış olduğu kâğıdı da uzatarak, verdi.

2000 TL’sini ve teslim adresinin yazılı olan kâğıdı alana kadar yüzü gülücüklerle kaplı olan Sinan Bey, teslimatın yapılacağı adresi gördükten sonra, yüzündeki gülücükler bir an da yok oldu ve suratına, aniden şaşkınlığın ifadesini yerleşti.

--- Türkan Hanım!

--- Ne oldu, Sinan Bey?

--- Şey!

--- Ne oldu?

--- Yok, yok ben sanmıştım ki!

--- Ne sanmıştınız?

--- Tamam, tamam Türkan Hanım. Ödeme için çok teşekkür ederim. Bugün koltuk teslimatını gerçekleştirdikten sonra size haber veririm.

--- Memnun olurum, Sinan Bey. Sizden haber bekleyeceğim. Size iyi günler dilerim. Hayırlı işler.

--- Teşekkür ederim, Türkan Hanım. Başka bir emriniz olursa yerine getirmekten zevk alacağımı bilmenizi isterim. Size de iyi günler efendim. Diyerek şaşkın, şaşkın arkasından baka kaldı.

Mağazadan çıkmak için, kapıya doğru ilerlediğinde beyaz renkte ki koltuk takımının üzerinde, parmaklarını gezdirdikten sonra dışarıya çıktı.

Dışarı çıkarak arabasına bindi. Kendi mağazasının önüne gelip, arabasını park ederek içeri girdi. İçeri girdiğinde Neslihan, alışveriş yapan, iki kadın müşteriyle ilgileniyordu. Kendisinin geldiğini gören Neslihan, müşterilerle ilgilendiği için, patronunun gözlerine bakarak, gülümseyerek:

--- Hoş geldiniz, Türkan Hanım. Diyebildi. O da Neslihan’a:

--- Merhaba canım. Diyerek, masasına doğru yürüdü.

Omzunda duran çantasını ve elin de tutmuş olduğu arabasının kontak anahtarını masasının üzerine bırakarak, koltuğuna oturacağı sırada, elinde bulunan boş çay tepsisiyle Emine Hanım yanında beliriverdi.

--- Hoş geldiniz. Türkan Hanım. Montunuzu alıp asayım. Çayı yeni demledim, getirmemi ister misiniz?

--- Vallahi iyi olur Emine Hanım. Diyerek üzerinden çıkartmış olduğu montunu, Emine Hanıma uzattı. Koltuğa oturduktan sonra, masasının üzerinde duran çantasını kucağına alıp, masasının en alt çekmecesini açarak içine koydu. Masasının üzerinin bir anda boşalmış olduğu hissine kapıldı. Çantasını yeni almıştı. Aldığı günde büyüklüğü konusunda biraz düşünmüş fakat ıvır zıvır taşımayı sevdiği için, bu çantayı almıştı. Masasının en üst çekmecesini açarak, çekmecenin içinde duran ve ödeme tarihleri yaklaşmış olan faturaları çıkartarak masasının üzerine koydu. Faturaların toplamlarına yeniden bakarak, toplam ödeme miktarını belirlemek için, kabaca hesabını yaptığı anda, elindeki çay tepsisini, taşıyan Emine Hanımı fark etti. Emine Hanım:

--- Buyurun Türkan Hanım, afiyet olsun.

--- Teşekkür ederim, Emine Hanım. Diyerek tepside bulunan çay bardağını alarak, masasının üzerine koydu. Çay servisini yapmış olan Emine Hanım, elinde tuttuğu çay tepsisiyle yanından uzaklaştı. Faturaları masasının kenarına koyduktan sonra, dışarıda yapacağı işleri sıralaması gerektiğini düşündü. Öncelikle muhasebecisinin bürosuna gitmesi gerekiyordu. Orada işi fazla uzun sürmeyecekti. Oradan çıktıktan sonra, kızının okuluna giderek, öğretmenleriyle görüşüp, ardından da okulun yakınlarında oturmakta olan anne ve babasına uğrayacak, ayrıca zamanı kalırsa da kuaförüne gidecekti. Kafasında ki planlamayı yaptıktan sonra, çayını yudumlamaya başladı. Mağazaya geldiğinde mağazanın içinde olan iki kadın müşteri, nihayet alacakları kıyafetlerin hangisi olduklarına karar vermişlerdi. Perdelerle kapalı olan bölümün içerisinde üzerinde ki kıyafetleri çıkartarak, almaya karar vermiş oldukları kıyafetleri giyip üzerlerinde nasıl durduklarını görmek için önce kendi aralarında sonrada boy aynasının karşısında endamlarını göstermişlerdi.

Müşteriler ellerinde taşıdıkları giyim mağazasına ait poşetlerle mağazadan dışarı çıktıklarında, onlarla ilgilenmiş olan Neslihan, Türkan Hanımın masasına doğru gelerek:

--- Bugün siz gelene kadar kıyafet sattığımız, dördüncü Müşterilerdi. Dedikten sonra çekinir vaziyette konuşmasına devam ederek:

--- Bugün maaşlarımızı verecek misiniz? Diyerek sözlerini tamamladı.

--- Anladım, Neslihan. Evet, Bugün maaşlarınızı ödeyeceğim. Diyerek, çay bardağından son yudumu alarak çayını bitirdi.

--- Neslihan, unutmadan bugün dışarı da yapacak çok işim var. Ben bir saat sonra dışarı çıkacağım. Bak burada duran faturalarla birlikte sana yetecek kadar para bırakacağım. Mağazayı ben yarın sabah açarım. Sen mağazaya gelmeden önce bu faturaların ödemelerini yapıp öyle gelirsin.” Dedikten sonra, faturalarla birlikte masasının alt çekmecesinden çıkartmış olduğu çantasının içindeki cüzdanından aldığı paraları Neslihan’a uzattı.

--- Tamam, Türkan Hanım. Siz hiç merak etmeyin. Ben sabahtan hepsini halleder öyle gelirim efendim.

--- Aman! Gözünü seveyim kızım. Sakın ola ki unutma. Yarın hepsinin son ödeme günü, ödemezsek cezalı öderiz.

--- Yok, Türkan Hanım unutmam.

--- Tamam canım. Dedikten sonra cüzdanın da bulunan banka şubesinden çekmiş olduğu paraları, yanın da çalışan personelinin maaşları olarak teker, teker eni kısa boyu uzun olan beyaz zarfların içine koyup, üstlerine de isimlerini yazmak için çalışmaya devam etti.

Bir zamanlar, İstanbul şehrinin sokakları arasında seslerinin güzel olup olmadığını merak ettiklerinden değil de ekmek derdine düşmüş olduklarından yüksek sesle malını satmaya çalışan seyyar satıcıları vardı. O seyyar satıcıların hepsi gündüzleri sokak aralarında bağırıp dururlardı. Karanlık bastığında ise sokak aralarında tek dolaşan seyyar satıcılar boza ve salep satanlardı. İstanbul şehrinin Vefa isminde semti ve o semtin ismini gönüllerinde taşıyan insanlarda vardı. İstanbul’da en güzel boza Vefa semtinde ki bozacıda içilirdi.


[1] Pastırma sıcakları: Aralık ayının ilk ve ikinci haftasında ki günlerdir. Hava sıcaklıkları 15 derece civarındadır. Pastırmalar bugünlerde kurutulur.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın karakterler üzerine kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şans ve Dans (Sekizinci Bölüm)
Şans ve Dans (Altıncı Bölüm)
Şans ve Dans (Dokuzuncu Bölüm)
Şans ve Dans (Onbirinci Bölüm)
Şans ve Dans (İkinci Bölüm)
Şans ve Dans
Şans ve Dans (Yedinci Bölüm)
Şans ve Dans (Onuncu Bölüm)
Şans ve Dans (Beşinci Bölüm)
Şans ve Dans (Dördüncü Bölüm)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Umudun Adı Var. [Öykü]
Yaşam Parkı [Öykü]
Yaşım Tuttu. [Deneme]
Telaşe Memurluğu Sınavı [Deneme]
Dikmek [Deneme]
Takılmak… [Deneme]
Boyumun Ölçüsünü Aldım. [Deneme]
Yazdım. [Deneme]
Oyunbozanız. [Deneme]
İspanyol’uma... [Deneme]


Oğuz Tepe kimdir?

. . . . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Tepe, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.