..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > Oğuz Tepe




25 Şubat 2015
Şans ve Dans (Sekizinci Bölüm)  
Oğuz Tepe
Yazdığım ilk romandır.


:BJAG:
Sekizinci Bölüm



I



Kıyıya vuran dalgaların, kıyıya bıraktığı beyaz köpükler, çıplak ayaklarıyla el ele tutuşup, kumsalda yürüyen evli çiftin, mutlulukları şerefine patlatılan şampanyanın köpüklerine benziyordu. Selim Bey ile Münevver Hanım, birbirleriyle konuşmadan yürümeye devam ediyorlardı. Otelin yerleşim konumuna göre, bulundukları yerden koyun sağ tarafına doğru yürümeyi tercih etmişlerdi. Gelip geçmekte olan zaman dilimi, her ikisinin de umurunda değildi. Burada geçirecekleri iki haftalık tatilin, daha ilk haftasının ortalarındaydılar. Denizden esen meltem rüzgârı, Münevver Hanımın siyah saçlarını hafiften dalgalandırıyordu. Münevver Hanım, kocasıyla birlikte üç yıldır yaşadıkları, sahil kasabasında da güzel günler geçirdiğini anımsadı. Kocasının emekli olması ve iki çocuklarını da büyütmüş olmalarından ötürü de, İstanbul’da yapacakları fazla bir şey kalmadığına karar veren karı koca, kocasının yıllardır çalışmış olduğu iş yerindeki en iyi arkadaşı Galip’in, memleketi olan sahil kasabasına taşınmışlardı.

Taşındıkları iki yıl boyunca, her ilkbahar mevsiminde İstanbul’dan gelen Galip, eylül ayına kadar sahil kasabasında kalıyor, yaz bitiminde de, İstanbul’a geri dönüyordu. Bir yıl önce, kocası bir akşam eve geldiğin de Galip’in, çok hasta olduğunu ve hastanede yattığını, öğrendiğini söylemişti. Haberi almalarının üzerinden 24 saat geçmeden yanlarına günlük eşyalarını alarak, Galip’i hastanede ziyaret etmek üzere, İstanbul’a gitmişlerdi. Anımsadığı kadarıyla, mart ayının ortalarıydı. Galip’i, son kez görüyor olduklarını da bilmiyorlardı. Münevver Hanım, anılarından sıyrılarak ve elini tuttuğu kocasına dönerek:

--- Bey, biraz dinlenelim mi? Dedi.

--- Hanım, ne oldu sana? Seni, formunu kaybetmiş olarak gördüm.

--- Bey, ben senide düşündüğüm için böyle dedim. Baksana ter içinde kaldın.

--- Tamam, Hanım. Haklısın. Şu kayanın olduğu yerde oturup, biraz soluklanalım. Dedikten sonra dalgaların kayalara her çarpışında, çıkardıkları sesi duyabilecekleri, kayalardan birinin üzerine oturdular.

--- Bey, görüyor musun? Dalgalar burada daha çok coşuyorlar.

--- Görüyorum, Hanım. Diyen Selim Bey, kayalıklara vuran dalgaları seyretmeye başladı. Geçmişindeki bazı anların, dalgaların kayalara vurarak, geriye döndükleri gelgitlere benzediğini aklından geçirdi. Selim Bey, bunları aklından geçirmeye devam ederken, yanında oturmuş olan Hanımının, bulundukları yere yaklaşmakta olan, adama doğru çevrilmiş olan gözlerini, sonradan fark etti.

--- Bey, buraya doğru birisi yaklaşıyor.

--- Farkındayım Hanım. Galiba o da, bizim gibi yürüyüş yapmasını seven birisi.

--- Haklısın Bey’de, sanki bize bir şey soracakmış gibi bir hali var sanki!

--- Telaşlanma Hanım, adres soracak hali yok.

--- Telaşlanmıyorum Bey. Telaşlandığımı da nereden çıkartıyorsun? Dedikten sonra her ikisi de kendilerine doğru iyice yaklaşan adama, gözleriyle dikkat kesilmeye başladılar.

--- Merhaba!

--- Merhaba!

--- Merhaba!

--- Kusura bakmayın sizi bu öğlen sıcağında rahatsız ediyorum.

--- Beyefendi. Kusura bakılacak bir durum söz konusu değil. Buyurun ne istemiştiniz. Diyen Selim Bey’in, yanında oturan Münevver Hanım, yanlarına gelen adamın, sohbete başlamasıyla birlikte kocasının koluna daha sıkı sarılmaya başladı. Adam gayet normal bir ses tonu ile:

--- Teşekkür ederim. Ben her sabah buraya kadar yürüyüş yapar ve buradan da geriye dönerim. Sizin de buraya kadar yürümüş olduğunuzu, fark ettim. Sizin yürüdüğünüz yerde, bu sabahki yürüyüşüm sırasında, kolumdaki saatimi düşürmüşüm. Sizler, saatimi gördünüz mü acaba? Diye sormak istemiştim. Dedikten sonra, karşısında duran adam ile kadının aynı anda birbirlerine bakıp, hayır anlamında kafalarını sallamalarının ardından:

--- Ben farkında değilim. Yani dikkatlice yere bakmadım. Hanım sen hiç dikkat ettin mi? Diyen Selim Bey, yüzünü Münevver Hanıma çevirdi.

--- Yok, ben de görmedim.

--- Gerçi bende sizin yürümüş olduğunuz yoldan geliyorum. Bugün saatin kolumdan düştüğünü, geç fark ettim. Sizden önce de bir iki kere bu güzergâhta yürüdüm. Bugün kafam karışık olduğu için, dikkatli olamayacağımı düşünerek size bir sorayım dedim.

--- Beyefendi, yerde saat bulmuş olsak emin olun ki sizin bu açıklamalarınızdan sonra çıkarıp verirdik. Gerek Hanımımın gerekse benim size söylemiş olduğumuz gibi, ne yazık ki biz saatinizi görmedik, çok üzgünüz.

--- Anlıyorum Beyefendi. Yeniden kusuruma bakmayın. Bu arada adım Nuri. Tanıştığımıza memnun oldum.

--- Benim adım da Selim, hanımımın adı da Münevver.

--- Öyle mi! Çok memnun oldum Selim Bey ve Münevver Hanım. Ben sizi baş başa bırakayım. İlginize yeniden teşekkür ederim. İyi günler dilerim. Diyerek, üzgün ve dalgın bir ifade ile geldiği yöne doğru dönmekte olan adamın arkasından:

--- İyi günler Nuri Bey. Size de iyi günler dileriz. Diye seslenen Selim Bey, eşi Münevvere doğru dönerek, ağzında ki alt dudağını üst dudağından daha ileriye doğru çıkartırken, bir yandan da iki elini omuz hizasına kaldırarak:

--- Vallahi Hanım. Anlamadım! Umarım dedikleri doğrudur. Derken, bir yandan da, ellerini yavaşça bel hizasına doğru indirdi.

--- Bey, Koskoca adam, neden yalan söyleme ihtiyacında olsun ki? Saati kendisi için çok değerliydi herhalde ki, bu yüzden de bulabilme umudunu içinde taşıyarak, gelip bize de sorarak şansını bir kere daha denemiş oldu. Üzüldüm doğrusu.

--- Hanım, yüzünü yine astın. Haydi, kalk ta, biz de otele dönelim. Terimiz fazla kurumasın.

--- Ne yapayım Bey, zil takıp oynayacak halim yok. Sende bazen çok tuhaf oluyorsun. Tamam, haydi kalk, geri dönelim. Dedikten sonra kocasından önce, oturduğu kayalardan kalkarak, kalkmaya çalışan kocasının elinden tutup kalkmasına da yardım etti.

--- Sağ olasın Hanım. Benden beş yaş genç olmanın avantajını kullanıyorsun. Ah senin gibi genç olmak vardı! Diyerek ve gülmeye başlayarak, kendisini kaldırırken uzatmış olduğu ve tuttuğu eli bırakmayarak, uzaklaşmış olan adamın gittiği yerden otele doğru yürümeye başladılar.

--- Bey, adamcağız kafasının dalgın olduğunu söyledi. Biz gene ne olur ne olmaz, giderken kumsala dikkatli bakalım. Belki adamcağızın saatini buluruz.

--- Peki Hanım. Senin bu halini, seni tanıdığımdan beri seviyorum. Bunu da bil. Diyen Selim Bey, eşinin sözlerinden sonra, eşi gibi bir yandan yürürken, diğer yandan da gözleriyle kumsala dikkatli bir şekilde bakmaya başladı.

Hayatın içerisinde, kaybolan eşyalar gibi, bir takım değerlerin de yavaş, yavaş kaybolmaya yüz tutmaya başladığı zamanlar, daha yeni, yeni yaşanmaya başlamıştı. Kaybolan eşyaların yerine mutlaka yenisi alınabilirdi. Ama kaybolan değerlerin yerine yenisi alınamazdı.



II



Deniz kenarında uzandığı şezlongda, vücuduna güneş yağı sürmesine rağmen, güneşin omuzlarını ve sırtını yakmasına engel olamadığını, havanın kararmış olmasına rağmen, tatlı tatlı kaşınmaya başlamasıyla anlamıştı. Fakat buğday tenli olmasına karşılık nasıl da üç dört gün içinde bu kadar yanmış olduğuna Sibel anlam veremiyordu. Her iki eliyle sırtını, uzun olan tırnaklarının ucuyla kaşıdıktan sonra, kendisine iki günden beri, dans türleri hakkında bilgiler veren Nuri Bey’le, otelde akşam yemeğinin verildiği yerde buluşacaklardı. Lise öğrenimini bitirene kadarki okul dönemlerinde, eğitimini almış olduğu müzik derslerinin, ne kadar da yüzeysel olduğunu, Nuri Bey’i tanıdıktan sonra, daha iyi anlamaya başlamıştı.

Nuri Bey’le birlikte geçirmekte olduğu iki gün boyunca, Hully Gully[1]isimli dans ile Langaus[2]dansı hakkında bilgiler edinmişti. Otele geldikleri gece, kumsalda Nuri Bey’in yanına gidip, ertesi gün de kendisiyle buluşacakları yere gitmekle ve kendisini yakından tanıma fırsatını yakalamakla ne kadar doğru bir karar vermiş olduğuna, içten içe seviniyordu. Nuri Bey’de, keşfetmiş olduğu ilk şey; İlk defa tanıştığı halde, sanki daha önceden tanıyormuş da, belli bir süre görüşemedikten sonra, yeniden karşılaşan, tanıdık eski yüzler gibi, sıcacık bir duyguya kapıldığı idi. Bundan da adı gibi emin olmasının, nedeni de Nuri Bey’in ruh güzelliğinden kaynaklandığını bilmesi idi.

--- Merhaba Sibel. Umarım çok bekletmemişimdir. Diyerek arkasından kendisine doğru gelen, Nuri Bey’in sesini duymasıyla birlikte, geriye dönerek, üzerine şık bir yazlık elbise giymiş olan ve yine beyaz renklere bürünmüş haliyle karşısına çıkan Nuri Bey’e gülümseyerek:

--- Merhaba. Yok, Nuri Bey çok fazla bekletmediniz, bende yeni geldim sayılır. Diyerek, akşam yemeğine gitmeden önce, buluşma yeri olarak kararlaştırdıkları yer olan ve ışıkları yanan havuzun kenarında, karşılıklı olarak ayakta durdular.

--- Öyleyse güzel. Bu yaşıma kadar randevularıma sadık kalmışımdır. Bu akşamda bu alışkanlığımı kaybetmemiş olduğuma sevindim. O zaman, yürümeye başlayalım. Bir yandan da sohbetimize devam ederiz.

--- Tamam.

--- Aklıma gelmişken sormak istiyorum, iki gündür az çok tanışıyoruz. Ben, senden yaşça bayağı büyük birisiyim. Gel seninle anlaşma yapalım. Bundan sonra bana bey diye hitap etmeni istemiyorum. Amca ve dede dışında, bana ağabey diyebilirsin. Dedikten sonra neşeli olan yüzüne daha çok neşe katarcasına kahkaha atmaya başladı.

--- Peki, dediğiniz gibi olsun, Nuri ağabey.

--- Hah! İşte böyle Sibel, neşelendikçe daha da çok güzelleşiyorsun. Bu da ağabeyinden sana, iltifat olarak gelsin. Diye sözlerini bitirmiş olan, Nuri ağabeyinin iltifatı karşısında, yüzünün kızardığını anlayan Sibel:

--- Ağabey, çok teşekkür ederim. Ayrıca da çok naziksin. Sağ ol. Diyerek yanaklarında hissettiği kızarıklığın azalması için ne gerekiyorsa bir an önce olması için, dua ediyordu.

Sohbet ederek, akşam yemeği için geldikleri yerden, ay ışığı altında, uykuya yatmaya hazırlanan koy da, harika görünüyordu. Otelin kuzey yönünde ki yamacın üzerinde kurulu olan, diğer otelin dış ve iç aydınlatma lambalarından yayılan beyaz ve sarı ışıklar, yamacın boynuna takılmış olan, beyaz bir inci kolye gibi görüntü oluşturuyordu. Denizdeki yatlardan etrafa yayılan solgun ışıklar da, deniz üzerine, tabak içinde bırakılmış, mumların ışıklarını andırıyordu.

Nuri Bey ile Sibel gözlerine kestirip oturmak istedikleri masa konusunda anlaştıktan sonra, açık büfeden, akşam yemekleri için, yemek çeşitlerinden kendi tabaklarına azar, azar aktararak, kararlaştırdıkları masaya doğru giderek, masaya karşılıklı olarak yerleştikten sonra, yanlarına gelen olan garsonlardan birine de, içecek olarak kendilerine rakı getirmelerini istediler. Bir süre sonra gelen garson, rakı şişesini açarak, boş olan iki kadehi de doldurup, yanlarından uzaklaştı. Garsona, her ikisi de teşekkür ederek, karşılık verdiler.

--- Nuri ağabey, bugün, bir ara ne düşündüm, biliyor musun?

--- Düşündüğün şey neymiş, söyle bakalım.

--- Keşke Nuri Bey’le, daha önce tanışmış olsaydım diye, kendi kendime sordum. Örneğin, bundan beş yıl önce ya da bilemedin dört yıl önce, seni tanımış olsaydım, O zaman hayatım daha farklı olabilirdi.

--- Sibel, ben de derim ki, güzel olurdu. Ancak, ağabeyin olarak keşkeler dünyasını ben hiç sevmedim, senin de keşkelerle fazla yaşamamanı öneririm.

--- Neden?

--- Çünkü keşkeler dünyasında fazla durduğun zaman, yaşadığın anın kıymetini anlayamaz ve pişmanlık duyguları altında ezilir gidersin.

--- Anladım ama yaşadığın anlar, kimi zaman çok sıkıcı oluyorsa, o zaman ne önerir siniz?

--- Yaşadığın o anlara, alternatif olarak sana tavsiyem olamaz. Aksine o anlara daha çok sıkı sarılmayı öğrenmeni isterim ve o yönde temennilerim olabilir. Bunları keşkelerle karıştırmamak gerekir. Keşke dediğimiz olaylarda pişmanlık veya acı bir özlem varken, bahsettiğimiz olaylarda, acısıyla tatlısıyla o anıları yaşamak ve haz almak vardır.

--- Haklısınız galiba, temennileriniz için de, teşekkür ederim ağabey.

--- Bak, bugün ben de ne düşündüm! Sibel’e, tatili bitip ayrılacağımız ana kadar, daha kaç tane dansı öğretmeye çalışabilirim, diye bütün gün kendime sorup durdum.

--- Ağabey, tatilim bitene kadar dans türlerini öğrenmek konusunda iyi bir öğrencin olacağımdan şüphen olmasın.

--- Bundan şüphem yok, Sibel.

--- Yemekler de çok nefismiş değil mi? Sahi, dün konuştuğumuz da, birçok ülkeyi gezdiğinizi söylediniz. Peki, yemek konusunda hiç sıkıntı yaşamadınız mı?

--- Evet, yemekler nefis. Diğer soruna gelince, şunu iyi bilmeni isterim ki, insanoğlu aç olduğu zaman, yemek ayırımı yapmaz. Ben onca ülke dolaştım, birçok tatlarla karşılaştım ve sonuçta bunun bir kez daha doğru olduğuna tanık oldum.

--- Haklısınız ağabey, Annem de her zaman; ’’ Allah, insanı hiçbir zaman açlıkla terbiye etmesin.’’ Derdi.

--- Annen doğru söylemiş. Akıllı kadınmış. Dedikten sonra, akşam yemeği için gelen ve boş masa arayan, Münevver Hanım ve Selim Bey’le göz teması sağlayarak:

--- Buyurun, istiyorsanız bize katılabilirsiniz. Diyerek onları masalarına davet etti. Karşılıklı olarak oturan, Nuri Bey ile Sibel’in yanlarında bulunan iki sandalyenin de, boş olduğunu gören Selim Bey, eşi Münevver Hanımın gözlerine bakıp onunla anlaştıktan sonra:

--- Teşekkür ederiz, ama Sizi rahatsız etmiş olmayalım. Derken, Nuri Bey, ayağa kalkarak:

--- Ne rahatsızlığı efendim! Allah aşkınıza, buyurun lütfen, bu akşam burası kalabalık oldu. Gelin, gelin herhangi bir rahatsızlık vermeniz söz konusu bile değil. Sibel söyle bakalım haksız mıyım? Deyip Sibel’e baktı. Nuri Bey, bunları söylerken Sibel’de ayağa kalkmıştı.

--- Haklısınız ağabey, ne rahatsızlığı olacak ki. Aksine bende memnun olurum. Dedikten sonra Selim Bey ile Münevver Hanıma bakarak:

--- Buyurun efendim. Dedi.

Selim Bey ile Münevver Hanım Sibel’in açıklamalarından ve davetinden sonra iyice rahatlamışlardı. İkisi de yanlarında bulunan boş sandalyeleri çekerek, Münevver Hanım Sibel’in yanına, Selim Bey’de Nuri Bey’in yanına oturarak, onlara eşlik etmeye başladılar.

--- Hoş geldiniz. Sibel bak, tanıştırayım. Yanımda oturan beyefendinin ismi Selim. Senin yanında oturan hanımefendinin ismi de Münevver Hanım. Doğru hatırlıyorum unutmamışım değil mi?

--- Memnun oldum. Benim adımda Sibel. Hoş geldiniz.

--- Sizin adınız da Nuri Bey’di yanılmıyorsam. Maşallahınız var. İsimlerimizi unutmamışsınız. Hanım görüyorsun değil mi? Beyefendinin hafızası da müthiş!

--- Görüyorum Bey, bizde tanıştığımıza memnun olduk Sibel Hanım. Ayrıca ben de beyefendiyi, güçlü hafızasından ötürü tebrik ederim.

--- Evet, Nuri efendim. İsmim konusunda sizinde maşallahınız var. Sizde unutmamışsınız.

--- Kumsalda kaybolan saatinizi buldunuz mu? Sizin ardınızdan Hanımla beraber gelirken, bizde çok dikkat ettiğimiz halde saatinizi bulamadık.

--- Sahi, Nuri Bey bulabildiniz mi? Kocama sizin kadar üzülmüş olduğumu belirttim.

--- Nuri ağabey, konu nedir? Saatinizi mi kaybettiniz?

--- Evet Sibel. Sana söylemeyi unuttum. Bu sabah kumsalda yürüyüş yaparken kolumda ki saatimi düşürmüşüm. Onu aradım bulamadım. Öğleden sonra da, Hanımefendiyle Beyefendinin de, saatimi düşürdüğümü, düşündüğüm kumsalda kayalıklara doğru yürürken gördüm. Dinlenmek için oturduklarında, hem ben de bir daha ortalığı kolaçan edeyim, hem de kendilerine bir sorayım diye yanlarına gitmiştim. O zaman kendileriyle tanışma fırsatım oldu. Sağ olsunlar. İlgi gösterdiler.

--- Nuri ağabey, canınız sağ olsun, üzülmeyin.

--- Yok, çok üzülmüyorum ama çok sevdiğim bir dostumun hediyesiydi. O yüzden biraz üzgünüm.

--- Hanımımın da az önce belirttiği gibi kendisi de, sizi öyle görünce ve siz konuyu anlatınca size üzülmüş olduğunu, siz ayrıldıktan sonra bana söyledi. Sağlık olsun diyelim Nuri Bey.

--- Sağ olun Hanımefendi. Ne yapalım sağlık olsun.

--- Ben beyefendi ve hanımefendiyi uçakta görmüştüm. Uçak indikten sonra, bizi buraya getiren minibüse bindiğimiz de kendilerinin, şoförün arkasındaki koltukta oturduklarını fark ettiğimde,‘ne hoş rastlantı diye içimden geçirmiştim.

--- Evet, Sibel Hanım. Bizde sizi, minibüse bindiğinizde görünce, açıkçası biraz şaşırmıştık.

--- Bazen hoş rastlantılar güzeldir. İnsanların birbirleriyle bu şekilde tanışıyor olması da o hoş rastlantıların eseridir. Gerçi ben sizlerin geldiği uçakla gelen, birisi değilim ama şu anda hep beraber aynı masayı paylaşan birisiyim.

--- Evet, Nuri Bey Siz bizim uçakta değildiniz. Bugün kumsalda, siz bize yaklaştığınızda, doğrusunu söylemek gerekirse sanki sizi daha önceden tanıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Ancak, şu andan itibaren söyleyebilirim ki, sizi daha önceden hiç görmedim. Sende benim gibi düşünüyorsun değil mi Hanım?

--- Haklısın bey, bunu yemeğe çıkmadan önce odamızda dillendirmiştik, hatırlıyorsan.

--- Sizler benden daha çok yaşayacaksınız. Bugün Nuri ağabey’i tanıyalı üçüncü günüm oluyor. Siz gelmeden kendisine anlatmıştım. Benim içimde olan düşüncemi net şekilde siz ortaya koydunuz. Hakikaten beyefendinin dediği gibi, ben de o hisse kapılmıştım. Sanırım Nuri ağabey’in özelliklerinden bir tanesi de bu olsa gerek.

--- Şahsım hakkındaki düşüncelerinizden ötürü, hepinize çok teşekkür ederim. Bildiğiniz üzere ‘’insanlar çift yaratılmıştır’’ derler. Kimi zaman buna inanırdım, kimi zamanda inanmazdım. Sibel az çok bilir. O kadar ülke dolaştım. Dolaştığım ülkelerde dillerini konuşmasını bilmediğim, birçok insana rastladım. Ancak, içlerinde bazı insanları gördüğüm de, sizin de az önce ifade ettiğiniz şekilde ki aynı hislere kapıldım. Kim bilir, belki de dedikleri gibi hepimiz çift yaratılmışızdır. Dedikten sonra diğer masalarında dolu olmasından dolayı koşuşturma içinde olan garsonlardan bir tanesine el işareti yaparak, yanlarına doğru gelişini seyrettiği anda:

--- Kusura bakmayın, sohbete daldık. Sizlere içecek konusunda hiçbir şey soramadım. Ne içerdiniz? Derken, yanına gelmiş olan garsona yine eliyle biraz beklemesini, işaret etti.

--- Önemli değil Nuri Bey, Hanım içki kullanmıyor. Ben rakı içmesini severim.

--- Ben de meyve suyu alırım.

--- Tamam. Diyen Nuri Bey, yanında beklemekte olan garsona siparişleri verdikten sonra:

--- Selim Bey, demek ki sizde Sibel’le benim gibi rakı içenlerdensiniz.

--- Ağabey, ben tatildeyim diye içiyorum. Yoksa her zaman içmem. Dedikten sonra siparişleri getiren garsonun, masaya doğru yanaşarak, Münevver Hanımın önüne meyve suyunu, Selim Bey’in önüne de rakı dolu bir kadeh, bırakıp masadan uzaklaşmasını seyre daldı.

Gökyüzünde bulunan yıldızlar, ay ışığıyla birlikte parlayıp duruyorlardı. Denize vuran ay ışığı, kıyıdan ufka doğru denizin üstünde patika’yı andıran bir yol çiziyordu. Ay ışığının çizdiği patikayı andıran yolun üzerinde, balıkçı motorunun arkasında oturan balıkçının da, güzelliğine güzellik katan, koyun açıklarına doğru sakin inançlı şekilde yol alışı da, herkese harika anlar yaşatıyordu.



III



Bağdaş kurarak oturduğu kumların üzerinde, avuçlarının arasına aldığı kum taneciklerinin, parmaklarını araladığı anda, parmaklarının arasından kumsala dökülüşünü izlerken, az ötesindeki denizin dalgaları da, sakin bir şekilde kıyıya vuruyordu. Kumsalın biraz ilerisinde, gecenin sessizliği içinde, denizi seyredip, aynı zamanda birbirlerine sıkıca sarılmış olan çiftlerin, bu hallerini görünce, içinde Hakan’a karşı olan öfkesinin, daha da çoğaldığını hissediyor ve ‘Allah’ım, ne olursun, aklıma sahip ol!’ Diye kendi kendine söylenirken de, bir yandan da; ‘Hakan’ı nasıl affedebilirim. Haydi, ben affettim diyelim. Allah affedecek mi.’ Diye aklından geçen cümleleri sıralamaya devam ediyordu.

Kızını çok özlediği aklına geldi; ‘Yavrum benim, kim bilir neler düşünüyordur. Gerçi ona iş gezisine çıkacağım söylemiştim. Yalan söyledim ama bütün bu olumsuzluklar geçene kadar, olanı biteni bu şekilde algılaması gerekiyor.’ Diyerek, annesini akşamüstü aradığın da, kızının sesini de duyarak moralinin biraz yerine geldiğini düşündü. Türkan kendi iç dünyasında kopan fırtınadan en az hasarla nasıl çıkabileceğini düşünüyordu. Bir an önce kafasını toplaması gerekirken, bunu hala becerememiş olmasının ezikliğini de içinde yaşıyordu. Bu düşünceler içerisindeyken, bulunduğu ortamda ki sessizliği bozan sesin geldiği yere başını çevirdi.

--- Çocukken gökyüzünde bulunan yıldızların yalnız olduklarını düşünürdüm. Büyümeye başlayıp, koca adam olduğum zamana kadar, gökyüzündeki yıldızlar dışında, insanların da yalnızlıklarına çok tanıklık ettim. İnsanların yalnızlıklarına tanıklık ederken, o yalnızlığı kendi içimde de yaşadım. Diyen adam:

--- Yanınıza oturmam da sizce bir sakınca var mı? Diyerek sözlerini tamamladı. Bu sözleri söyleyen, adamın yüzüne biraz daha yakından bakınca, bugün meyve suyu içmek için gittiği yerde gördüğü adam, olduğunu anladı. Adam son sözlerini ilk başta söyleseydi, kesinlikle yanına oturmasına izin vermeyeceğinden emindi. Ancak, sözlerine gökyüzündeki yıldızlarla başladığı için, Türkan, adamın oturması için:

--- Tabi ki buyurun. Oturabilirsiniz. Dedi. Türkan’dan oturması için gelen izin üzerine, Nuri Bey’de bağdaş kurarak Türkan’ın yanına oturdu.

--- Nasılsınız?

--- Teşekkür ederim, Beyefendi. Ya siz?

--- Ben de teşekkür ederim. İyiyim, ayrıca oturmama izin vermiş olduğunuz için de, sağ olun.

--- Rica ederim. Sizde sağ olun. Gökyüzünde ki yıldızlar hakkında sözler söylemeseydiniz, şu anda yanımda oturmuyor olacağınızı da bilmenizi isterim.

--- Tek başına olan insanlar, hele ki yaz mevsiminde gökyüzünde ki yıldızlarla mutlaka konuşurlar. Bu konuşma kimi zaman sesli kimi zamanda sessiz olur. Adım Nuri. Sizin adınızı öğrenmemde sakınca yoksa adınızı öğrenmek isterim.

--- Yok, tabi ki benim adımda Türkan.

--- Memnun oldum.

--- Bende.

--- Burasını çok seviyorum. Çok yer gezdim ama buranın doğal güzelliği ve sessizliğine, çok gezmiş olduğum yerlerde pek fazla rastlayamadım.

--- Haklısınız, ben de buraya ilk defa geldim. Burasını daha önceden keşfetmiş olsaydım, eşim ve kızımla birlikte sürekli gelirdim. Dedikten sonra içinin burkulduğunu hissederek ağlamaklı bir ruh haline büründü.

--- Umarım, sizi üzecek yanlış bir şeyler söylemedim. İyimi siniz?

--- İyiyim Nuri Bey iyiyim. Merak etmeyin.

--- Güzel, sevindim.

--- Çok yerler gezmiş olduğunuza göre, herhalde ticaretle uğraşıyorsunuz sanırım.

--- Öyle de sayılabilir, ama eskisi gibi gezmiyor ve ticaretle de eskiden olduğu kadar, ilgilenmiyorum. Gördüğünüz gibi, birçok yılı devirerek geride bırakmış biriyim. Artık bu hayatı, kendim için yaşamaya karar vermiş olanlardanım.

--- Hım… O zaman bende sizin adınıza sevindim.

--- Bir gün kendi kendime ; ‘‘Çalış, çalış nereye kadar!’ dedim. O günden itibaren, iş hayatının yükünü omuzlarımdan azalttım. O gün bugündür, inanır mısınız? Kafam çok rahatladı.

--- Size hak veriyorum. İnsanın kafasının içinin rahat olması, gerektiği zamanları da yaşaması gerektiğine inanıyorum. Belki zorunluluktan belki de hayatın zorluklarından, çoğu zaman istediğimiz şeyleri gerçekleştiremiyoruz. Ben olaya bu açıdan da bakıyorum.

--- Yaşadığımız hayatta, isteklerimiz çok ancak, yerine getirebildiğimiz istekler de, ne yazık ki az oluyor. Bu nedenle isteklerimizin, olabilecek istekler olmasından yana olanlardanım. Yani Kuzey Kutbunda yaşıyorsam, hava sıcaklığının otuz beş derece olmasını isteyemem.

--- Çok haklısınız. Bazı zamanlar üzülüyorsak, esas nedeninin de, söylemiş olduklarınızı unutuyor olmamızdandır. Gelin görün ki, insanız ve bazı anlarda, yerine getirilmesi olanaksız olduğunu bildiğimiz halde isteklerimize gem vuramıyoruz.

--- Gem vuramadığımız zaman da, üzülen kendimiz oluyoruz. Bakın: Çok sevdiğim birisi, çok üzgün olduğum bir zamanımda yanıma gelip, bunun farkına varmıştı. O zaman beni karşısına çekerek, ‘’Bak Nuri, bu hayatta hiçbir şey için çok fazla üzülmeyeceksin. Sen ne kadar çok üzülürsen üzül, üzülmüş olduğun şey her ne ise, senin üzülmenle asla düzelmeyecek, bunu çok iyi bil.’’ Dedi. Bu nedenle, bu söylediklerimi bir düşünün ve tartın. Bir gün işinize yarayacağını göreceksiniz.

--- Size kim demişse, çok doğru söylemiş Nuri Bey, ayrıca sizin bana söylediğiniz bu sözleri de unutmayacağım.

--- Öyle işte. Bu arada ben sizden izin isteyeceğim. Birkaç gündür burada çok güzel insanlarla tanışma fırsatım oldu. Hatta bugün üçüyle birlikte akşam yemeğimizi yedikten sonra, yarın akşamüzeri, hamakların kurulmuş olduğu ağaçlık alanda buluşacağız. Burada olduğunuz süre içinde sizinle görüşmek isterim. Hatta yarın ki buluşma için çok özel bir nedeniniz yoksa sizi de aramızda görmekten en başta ben mutlu olacağım. Diğer tanışmış olduğum dostlarımın da memnun olacaklarından da eminim.

--- İzin sizin Nuri Bey, ayrıca yarın buluşma yerinize davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Orada olacağımdan emin olabilirsiniz. Benim açımdan herhangi bir sakınca yok. Diğer tanışmış olduğunuz dostlarınızın da sizin gibi güzel insanlar olduklarını tahmin edebiliyorum.

--- Güzel. O zaman size iyi geceler dilerim.

--- Bende iyi geceler diliyorum.


[1] Hully Gully: İng. Twist’ten kaynaklanan, ancak daha hızlı tempoda çiftlerin birlikte dans etmedikleri, 1960’lar da moda olan dans.

[2] Langaus: Alm. 1800’lerde uzun adımlarla, pek az dönerek oynanan, hızlı tempoda ve yine Vals’in ön formlarından biri olduğu belirtilen bir Deutscher Tanz ( Alman Dansı) türü.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın karakterler üzerine kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şans ve Dans (Altıncı Bölüm)
Şans ve Dans (Onbirinci Bölüm)
Şans ve Dans (Dokuzuncu Bölüm)
Şans ve Dans (İkinci Bölüm)
Şans ve Dans
Şans ve Dans (Üçüncü Bölüm)
Şans ve Dans (Yedinci Bölüm)
Şans ve Dans (Onuncu Bölüm)
Şans ve Dans (Dördüncü Bölüm)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Umudun Adı Var. [Öykü]
Yaşam Parkı [Öykü]
Telaşe Memurluğu Sınavı [Deneme]
Yaşım Tuttu. [Deneme]
Dikmek [Deneme]
Takılmak… [Deneme]
Boyumun Ölçüsünü Aldım. [Deneme]
Yazdım. [Deneme]
Oyunbozanız. [Deneme]
İspanyol’uma... [Deneme]


Oğuz Tepe kimdir?

. . . . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Oğuz Tepe, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.