Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
İnsan kavramı kutsal totem alanlı, tabu anlayışın kuralıdır da ondan. Batlamyus’cu kural burada “grup beni” ya da “grup bilinci” olarak akar. İnsan henüz çevredeki merkeze insan denmeyi koyamamıştır. İnsan denmek bir bağıntının ürünüdür. Grup bilinçli salınım devinmesi bu düzlemi ortaya koyamazdı. Kutsal “totem alanlı tabu kuralı”, köpeğin oluşturduğu dünyada grup engeli dışında hiç bir engel ve arızaya uğramadan yalın akmaktadır. Yani sürücü bütünlük, çok kez kesikli sürekli olmadan tekil akar. Bu bencil düzlemli organizma bilinç seviyesine uygundur. Olayları kendi sürülerinin algısı seçiciliğinde akıtırlar. Bu bile demektir ki, sürü totem alanına tabii, tabucu kutsama; başka düzlem ilişkisidirler. Siz sürü bilinçli totem alanla; grup totem alanıyla dünyaya bakarsanız dünyayı başka idrak edersiniz. Sosyo toplumsa totemle bakarsanız dünya’yı başka tür yaşantılaşırsınız. Sosyo toplum düzlemde her şey; “insan için” olmaya başlar. Dünya’ya bilinenler aksine (grup ve insan bencillikti) kutsalsız, totem alansız bakarsanız; dünyayı başka türlü idrak edersiniz. Bu duyuşun özeğinde evren merkezli kutsallık ve tabu vardır. Kısacası: Bu gözün mikroskopla teleskopla evrene bakmasını andırır. Nasıl göz bu kabilinden aracılarla dünyaya bakmakla dünya farklı idrak edilmektedir. İşte sosyal grup benliğimiz; totemi kutsal anlayışlı aracılarla çevreye bakarlar. Bu nedenle geçmişteki sosyal özneli düşünce dünyamıza dek idrakler de, çok farklı olabilmektedir. İşte köpek; "grup totemi (sürücü) kutsal anlayışı dışında " dünyaya bakamaz. Sürü dışı köpek ilişkileri, sürü (grup) dışına atılmış, sıra dışı köpek ilişkileri olmanın istisnalarını oluşur. Oysa totem dönemde ki atalar; "insanı" bilmediği gibi çevredeki her insan varlığını da, kendi grubu dışında olmakla; kutsal oluşla görmüyordular. Bencil öznemiz grup içinde daha güvenli şekilde ayakta kalır. Bu nedenle grubunun hayatta kalışını, dayanışma savunması yaparız. İşte kutsal oluş buydu. Bu nedenle kişi sadece grubunu, kutsal görüyordu. Kişinin kendisi için başka grup kutsal değildi. Bir grup aittisi kişinin başka grup kişisiyle karşılaşması bir kavga, bir meydan okuma savunması olurdu. Zaman zaman bu karşılaşmalar ölüm olmaktaydı. Biri birini av yapmayla sonuçlanıyordu. Bu nedenle atalarımız ne kendi grubunu ne başka grup kişilerini henüz insan diye tanımıyordu. Bunun şartları yoktu. Durup dururken de kendisine "insan" diyemezdi. Grubu içinde bencil sağlayışlarını gerçekleyen yol ve yöntemi kutsal kılan grup kişileri; kendi grubu dışındaki, kendisi gibi biyolojik grup varlıklarına, kutsal demiyorlardı. İnsan, ittifakla insan olmuştu. En az iki karşı grup ittifaklı biyolojik ve kültürel girişme ürünü olan doğumların temsilcilerine insan deniyordu. İnsanı melezleyenler bir ahit ittifakı üzerine insanı yaratanlardı. Her bir grup aittiler ittifakın aittesi olan ürüne "insan" demişti. Üstelik ittifakı oluşan gruplar ittifak içinde kendisine insan demediler. İttifak oturana kadar kendi yalın totem ad ve kültürü ile anılıyorlardı. Gruplar insanı yaratmaya karar veren ittifak ilahlardılar. İnsan söylemi tarihi bir girişme bilgi olmanın ve tarihi bir kırılma dönemi oluşun kodlarını taşır. Bu düzey ve düzlem, ittifakı girişmenin, melez olucu yansımasıydı. İttifaklar, gruplar üzerinde; grupların eski totem grup bilincine aykırı oluşlardı. Bu aykırılık grup üyeleri üzerinde suçluluk psikolojisi olarak belirdi. Suçluluk şiddetli bir hafıza engeliydi. İnsan kavramı bu şiddetli infialin kodlarını taşıyan anımsatma oluşuyla da çok önemliydi. Bu nedenle tufanlar oluyordu Bu nedenle insan kavramı kutsal oluşla kutsandı. Bir grup; ittifakı girişme yaptığı grupla, kendi bileşke sentezine (sentezi olan melez nesle) insan demeyi adlandırış yapmakla ittifakını da anlamlandırdı. Ataları ittifakla her bir grubun kendileri görünüşlü melezini yarattı. Ona da insan adını verdiler. Kendi ittifakı grubu dışındaki kendisi gibi benzerleri olan başka grup hemcinsleri, yine insan değildiler. Ne zaman ki bir ittifak başka ittifak içinde olan ittifaklarla, ittifaklar arası ürün takasını olan ticareti ortaya çıkardılar; işte o zaman dek dıştaki ittifakları insan saymama anlayışlarını sürdürdüler. Her ittifak kendi ittifak uyruğuna insan diyordu. Diğer ittifaklar kendi ittifakına göre cindi, periydi, bal kabağıydı, gök yerliydi vs. Görülüyor ki o aşamada atalarımız kendi çevresini belirtirken biyolojik yapı benzerliğinden çok “sosyaldi kutsal anlayışlı totemi girişmeleriyle” kategorize ediyorlardı. Atalarımız ikinci evrede "ittifakı kutsalcı tabuyla" çevrelerini kategorize ettiler. Yani ittifak gözlüğü ile çevreyi belirtiler. Bu belirtmeyle kendilerine insan diyorlardı. İttifaklar takdis edildi. Özne bilincinin anlaması içinde olan grup kutsallığı; ittifakların takdis edilmeleriyle ittifak kutsallığına dönüştü. Böylece ittifak kutsallığı kendi grup kutsallığı gibi temas edilir, dokunulur kılındı. İttifak aitlerini de kendisiyle aynı sayan kutsayıcı görüşle (takdisle) gruplar ve grup ittifakı kutsandı. İttifak grupları karşılıklı can mal güvenliği içinde oluşla, birbirine karşı dokunulmaz olmanın zırhına; takdis oluşla kavuştular. Bu takdis edilen kutsayıcı dokunulmazlık sözleşmesiyle bir grup karşı grubu kendi gibi insan (grup) olmanın kutsallığından sayıp can dokunulmazlığının emniyetini, sağlandı. Bu dokunulmazlık ile eskinin yamyamlığı olan insanın insanı avlanmasına karşı oluş güvencesini akdettiler. "İnsanın kanını içmeyecek, etini yemeyeceksin" diyordular. Kendileriyle ittifakta olmayan gruplar, insan olmadıklarından; canları kanları güvende değildi. Aksi halde ittifak içinde ittifak olduğu grubun totem yiyeceğini yememe, onlara elle ve cinsel yolla dokunmama anlamına bir güvence değildi. Bu eski ittifak öncesinin totem adetleri ittifakı takdisle zaten meşru olmuştu. Bu türden sosyal anlayışlı kutsalcı yol çevreden kült merkezine geldi. Giderek ittifak merkezinden çevreye doğru genişledi, düzenlendi. İnsanlar kutsallık tanımına, grup kutsallığı bilinçli yaşanılasılarından yola çıkmıştı. Grup bilinçli kutsallığı geçiş törenli ritüel olan "takdis" etmeyle "ittifak kutsallığının bilincine" çevirdiler. Sosyal anlayış karşı grubun kutsal oluşunu takdis edilme üzerinden hazmediyordu. Sosyal anlayış, takdisten sonra ittifak kutsallığı içine gelmişti. İttifaklarla, ittifakın melez ürünü olan kişilerini; insan deme kutsaması içine soktular. İttifak kutsaldı. İttifak üyesi olmakta kutsaldı. Böylece takdis etmeye başladılar. İttifakı kült, takdis etmeyi sosyal kurumlaşma kıldı. Takdisle ittifak melezlerine ittifaka boyun eğici oluşun aitlik kimliğini veriyorlardı. Takdis, melez kişinin ittifak aiti olmasını, ittifakı grup taraflarına onaylatmaydı. Takdis işini, meşruiyetti oluşuyla melez olmayan, totem mesleğini ittifaka öğreten; yalın totemiler yapıyordular. Takdis yapıcılar (yalın totemi kişiler), yani melez olmayan totemi etnik grupların tüm kutsal kişileri, insanları yöneten kurul konsorsiyumuydular. Melez insanın dünyayı (ittifak içini) doldurmasıyla melezlik yani insan meşru olmuştu. Ömür miadı dolmakla sahneden çekilmiş olan ittifak yaratıcılarından meşruiyetliği takdis etme yetkisi devralınmıştı. Yeryüzü, ittifakı insanların (melezlerin) soyuyla dolmuştu. İnsan bu bağlamda ittifak yapanların ürünüydü. Kutsallık, şimdi takdisle aşamalı oldu. Takdis, ittifakın, sosyal anlayışlı kutsama seremonisiydi. Artık dünya yeni ittifaklı takdislerle kutsal oluyordu. Kutsalcı idrakle (zihinsel içsinimiyle) ittifakı yaşantı ediyorlardı. İttifakı yapan; insanı yaratan; insana, insan adını veren totemi etnik kişileri, ittifak ürünü olan melezleri ittifak birliği içinde aitti ve kutsal kılmak için takdis etme işini yaptılar. Böylece takdis (kutsama) geçiş dönemi ritüellerine dönüştü. Takdis eden etnik, ari grup kişilerinin ortadan kalkmasıyla (miadı ölümleriyle), kutsama ritüeli hükmen ortada kalkması gerekirdi. Oysa takdis denen kutsama-onu öyle meşru kılma, sosyal güç ittifakının aittisi yapma işi yeni anlamıyla ve yeni gelenek oluşuyla, mana denen ruh geçişi türü olmanın el verişle kült merkezi temsilciliği yetkisinde sürdü. Yalın totemiler ittifak içine getirdikleriyle, her şeyi ikizleştirdiler. Emzirme, kutsal birleşme grupların saygıladığı sosyal yasa ( tüze) oldular. İlahlar, içkin oldukları anlamla her biri bir yasaydı. Tüzeli olan karşılıklı ikizleşme ittifakı söylemleri yasa oluşla, münavebeli kült merkezi temsilciliğine dönüştü. İlahlar her biri bir şeyi düzenleyen tüzeli yasaydılar. Totemler ittifak içinde birbirine karşı görevi düzenleme yapan ilah oldular. Totem ilah artık atalar söylemini aktaran ruh olmaktan çıkmıştı. Gruplar ittifakındaki ahdi olanı sözleşen imanı söylüyorlardı. İttifakın manifestosuna göre düzeni sağlamanın tüzeldi öznel anlayışına dönüştüler. İlahlar, ittifak içinde; tüzel olmanın, somut imleyeni olmak için yasa oluşlarıyla vardılar. Söz oluşla vardılar. Örnek uygulayıcı oluşla vardılar. Bu nedenle ittifak için önce söz (ahitleşme-manifesto-tüzelin-yasa) vardı. Kral Urukagina Pİ-LUL-DA diyordu. “Önce söz vardı”; “bu yetmeyince yasalar oldu” diyordu. İlk ittifaklar; totem gruba ait totem kişiler eliyle yapılan milattan sonrasının 13. yüz yıl Magna Carta manifestosu gibiydi. İttifak içi sosyal anlayıştaki karşılığı, takdis eden somutluktu. Bu somutluğun ittifak içi temsilcisi de, kült merkeziydi. İnsan böylesi sosyal totemi oluşucuların ürünüydü. İttifakı insanın kutsallığı, köleci dönemle adeta ortadan kalkmıştı. İnsanı oluşan sosyal süreç kırılma uğramıştı. Şimdi kutsal olan insan değildi. İnsandan alınan kutsallık mülke verilmişti. Mülk kutsaldı. Bu nedenle adalet mülkün temeliydi. Mülk adaletle de kutsanmıştı. İyi de mülkün ve adaletin temelinde ne vardı? Mülkün ve adaletin temelinde TAKDİR kutsaması vardı. Mülk takdirle keyfi olarak dağıtılmıştı. Adalette bu keyfi dağıtımı sağlayacak şekilde kutsal olmuştu. Takdirin temelinde köleci sosyo toplum bilinci dışında bilinç vardı. Bu bilinç mülk sahibi olmak için yanıp tutuşan bencilliğin gücüydü. Bu kutsama takdisiyle “adalet (yeryüzünü dağıtma-paylaştırma oluşla) mülkün temeli olmuştu”. Artık adalet mülkünüze göre tanımlanıp belli oluyordu. Mülkü olan hırsız (haksız) olamazdı. Çalışmanız-çalışmamanız; mülke sahiplikle belli oluyordu. Mülkünüz varsa çalışmıyordunuz. Mülke sahipliğinize göre efendi ya da kul oluyordunuz. Mülkünüz varsa efendiydiniz. Mülkünüz yoksa köleydiniz. Bunlar öncel bir takdire göre toplumun dışında irade oluyordu. Bu keyfi dağıtma yapmış iradeye göre adalet gerçekleşiyordu. Efendi ya da köle olmanız, mülk ediniş biçiminizdi. Köleci dönemle totemi takdisçe kutsallık, buydu. Şimdi İlahi Takdiri, kutsal kılıyordular. Takdirci ilişkilersen yansıtmayla mülkün sahipliğini belirleme olan adalet; o sisteme göre mülkü olanın söylemesidir diyemediğinden; çalmamalısın diyordu. Yani, mülke göre olan adalet, mülksüze hırsız diyordu. Kişinin mülkü olmadığından mülksüzler adaletli olamıyorlardı. Açıkçası mülksüzler adaletsizdiler. Çalmanızın da-çalmamanızın da saptanması olan adalet, yine mülke sahip oluşunuzla beliriyordu. O aşamada mülk keyfi dağıtımla verildiği için, mülk sahibine mülkü çaldı demeniz sizi cıs yapardı. İlk mülk iktisabına cıs denip adaletli olunmadığından, mülksüze karşı adaletsiz olunarak, adalet mülke temel oluyordu. İlk kavga da mal iktisabı nedenle olmuştu. Mülk edinme şekli diğer yanda mülksüz olmanın takdiriydi. Bu takdir edişin sembolizmi, Gılgamış-Enkidum (Habil-Kabil) cinayeti üzerinde şeytana uymak oluşla ifade edilir. Mülk iktisabının ediniş şeklinin ilk dezenformasyonu yapılıyordu. Gelişen özel mülkiyetçi sahipleniş eğilimleri, köleci ittifakın ilk özel mülkiyetçi yansıma şeklidir. Mal edinme yüzünden yapılan ilk kavga mala sahiplenmenin simgesi olan öldürme işini, yine mülke sahip olup olmamanızın süreciyle ortaya koyuyordu. Darbınız, gasplarınız; mala mülke sahip olamamanın ya köle olunuşuyla ya malın müsaderesiyle (el konmasıyla) oluşuyordu. Devlet gücü mala el komayla (vergiyle) meşru ve haklı ve adaletli oluyordu. Her şeyin temelinde mülk vardı. Haklı olmanızın temelinde de mülk sahipliği vardı. Haksız olmanızın temelinde de mülk sahipliği vardı. Mülkten yansıyan sahipleniş (iktisap) şekli, adaleti belirliyordu. Bu belirlenime (adalete) göre mülk, takdirle ve keyfi oluşla dilediğine dilediği gibi verilmişti. Bu dağıtıma göre mülk sahibi haklı ve mülkün temelindeki adaletten ötürü de adaletliydi. Mülkü olmayanda haksız ve her an haksız adaletsiz olma eğilimindeydi. İçsinilen, içsindirilen buydu. Bu içsininler semboller üzerinde köleci ittifakın sözleşmesi sistemin imanı oluyordu. Süreci mülk ilişkilerine göre yansıtmanın adaleti vardı. Sadaka veriyorsanız, yardımlaşıyorsanız, zekât veriyorsanız bunun adaleti yine mülk ilişkilerini yansıtır olmaya göreydi. Başka nasıl adaletli olacaktınız ki? Önce dengeyi bozacaksınız, sonra dengesizliğe göre süreci sadakalarla dengeye getirecektiniz. Bu adaletin ikinci şekilde belirtilmesiydi. Sadaka vererek mülksüzün, mülkünüz üzerindeki nefsini def ediyordunuz. Size dönecek öfke patlamalarını önlüyordunuz. Size çalışacak gücü ölmeyecek şekilde hazırda tutuyordunuz. Ve her şeyin temelinde mülke sahiplik bulunmasıyla gerçekleşen adalet sözünü, ben demiyordum “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” veciz sözüyle bu söylem yüz yılların vurgusuyla pekişiyordu. İnsanlar bir kodlama simgesi olan Fransız devrimine gelip ulus kimlikli yurttaş oluşla “adaleti” insan emeği ekseninde; yansıtmaya başladılar. Böylece emeği takdis eden kutsamayı meşrulaşmaya başladılar. İnsanın insanlığı da, adaletin eksen kaynağı da değişmeye başlamıştı. “Adalet mülkün temelidir” söylemi bir anı ve gelenekti hatıra olmasıyla, artık şimdiden geriye doğru yavaş yavaş tarihsel aşamanın anı bilinci olarak kalacaktı. Efendi köle ilişkisinin ceberrutluğundan yeniden insan olma fikri geliştirilmişti. Böylesi insan olma zulme karşı mazlum olmanın ifadesiydi. Eş deyişle zalime insan ol demekle zalim yumuşatılıyordu. Bu işi kotarmak için hep Adem’den (Apsu’dan) Eva’dan (Tiamat’tan) geldik denmeye başlandı. Aynı ana babadan gelme kardeşler oluşla insan din ve iman kardeşliği üzerinde insan olmayı deniyordu. Köleci dönemle bir kez insan insanlığını kaybetmişti. Artık bulması olanaksızdı. Bulduğu da aradığı o insan olmayacaktır. Görüldü ki din kardeşliğinden hepimiz insan kardeşleriz denmeye geçişte dahi efendi köle ilişkisi yine Mevla-Mevali üzerinde sürdürülüyordu. İnsan tanımları pansumanı debelenmeyi uzatmaktan başka hiç işe yaramıyordu. Köleci totemi bilinçle insanı yansıtma bir kez insanda sapma kırılması yapmıştı. Artık ittifakın insanı cennetin insanıydı. İnsan bir daha kutsanamayacaktı. Mülkü olanla mülkü olmayan; köleyle efendi bir arada kutsanamıyordu. 1789’da İnsan, insan olmakla, yeni insan; mülkün belirleyişine göre değil de özne nesnel emek gücüne göre ilişkilerini düzenlemekle adaletli ya da adaletsiz olmayı saptamıştı. Artık bu anlayış çerçevesinde mülksüze hırsız deme yerine sömürünün çarpıklığı oluşla, anılıyordu. Üstelik sadece mülksüz olan değil, mülk sahibi de hırsız olabiliyordu. Artık adalete mülkü oluşla değil, oluşların her bir yansımasıyla bakılıyordu. Şimdi yeni insan, özne nesnel emek gücü oranında sürece katılandı. Haklarını bilip haklarını meşruiyetlikle arayandı. Bu süreçlerle saygın ve adaletli olunan ve adaletli olan insandı. Yeni insan artık salt kendisine eşrefi mahlûk kutsaması yapmıyordu. Biliyordu ki kendisi sosyaldi totem anlayışça özel bağıntılar içinde kutsaldı. Oysa genel bağıntı içinde en az bir virüs, bir inorganik süreç kadar yaşamsal oluşla, kutsaldı. Bu nedenle insan; bir zamanlar kendi karnını doyurduğu bitki, hayvanları; özel yaşam alanlarında koruyup kaloriferli ortamlarda hayat bulmalarını sağlamanın sorumluluğu üslenmişti. Emek eksenli anlayışı sahiplenme, insanın kutsalı oluyordu. Sosyal insanın; kutsal olan canlılar ve çevrenin kendi kutsallığıdır deme noktasına gelmesi ve bunu açık açık seslendirmesi için MS’ ki 21. yüz yıla gelmesi gerekecekti. İnsan bir kere oluşmuştu. Bir daha oluşmuyordu. Aynı görüntü içinde olsanız da, oluşan da insan değildi. İnsan ittifakın ürünüydü. Eğilimlerimizi İnsan anlaması üzerinde kendimizle geleceğe doğru meşrulaşmaktı. 11.12.2014 Devamı var
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |