..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Dinsel > Onur Tekin




13 Aralık 2014
Buluş  
Onur Tekin
Gece ile gündüzün sınır noktasında ikisine de tabii olmayan o noktada bir insan devasa bir sur kapısının önünde o kadar güçlü hissediyordu ki kendini tıklatsa o devasa kapıyı kıracaktı. Gücü bünyesinden mi yoksa bulunduğu yerin esbabından mıdır bilinmez ama o kapı açılacaktı yoksa niye o insan orda olsun ki? Açıldığında gören gözleri görmeyi görecekti, duyan kulakları duymayı duyacaktı fakat tutan elleri ve ayakları tutmaz olacaktı. 'Sırlara vakıf olmak' bu o kadar korkutacaktı ki onu güçsüzlüğünü görecek ve korkacaktı, az önceki kudretinden eser kalmamış olacaktı. Derinliklerin fısıltılarını, gece vakti seslerin bile uykuya daldığı anda şaklayan yıldırım sesi misali duyacaktı kulakları ve utanç yaşları gelecekti gözlerinden ve en önemlisi ki mahkemelerin en yücesini kuracak ve hâkimlerin en acımasızının, ‘vicdan’ın karşısına çıkacaktı.


:ADDB:
BULUŞ

Gece ile gündüzün sınır noktasında ikisine de tabii olmayan o noktada bir insan devasa bir sur kapısının önünde o kadar güçlü hissediyordu ki kendini tıklatsa o devasa kapıyı kıracaktı. Gücü bünyesinden mi yoksa bulunduğu yerin esbabından mıdır bilinmez ama o kapı açılacaktı yoksa niye o insan orda olsun ki? Açıldığında gören gözleri görmeyi görecekti, duyan kulakları duymayı duyacaktı fakat tutan elleri ve ayakları tutmaz olacaktı. 'Sırlara vakıf olmak' bu o kadar korkutacaktı ki onu güçsüzlüğünü görecek ve korkacaktı, az önceki kudretinden eser kalmamış olacaktı. Derinliklerin fısıltılarını, gece vakti seslerin bile uykuya daldığı anda şaklayan yıldırım sesi misali duyacaktı kulakları ve utanç yaşları gelecekti gözlerinden ve en önemlisi ki mahkemelerin en yücesini kuracak ve hâkimlerin en acımasızının, ‘vicdan’ın karşısına çıkacaktı.

Çok geçmeden ne ve nasıl olduğundan emin olmadığı bir siluet gördü insan ya da gördüğünü düşündü. Ama emindi ki kendi dilince bir şeyler duyduğundan. Söze başlayan “Senin dilinle anlatacağım beni, ne olduğumu kolayca anlayasın diye.” dedi. Ve ekledi “Ben Kâhin.” İnsan fırsatı kaçırmadı elbet, az önceki cesareti ve ardından gelen güçsüzlüğünün hissiyatını unutarak. Her insan gibi geleceğini sordu hem de hiç vakit geçirmeden. İnsanın duyabileceği en içli sesiyle “Sen en hayırlı mükâfatlardan tadacaksın.” dedi Kâhin. Beklentisine karşılık alamayan insan yaşadığı hayal kırıklığının en sert pençesi ile sordu Kâhin’e:”Geleceği bilmek ama ne zaman olacağını bilmemek ve dahası müdahil olup değiştiremedikten sonra neye yarar ki?” alacağı cevabı bilen Kâhin, insanın huzur bulmasını istercesine sesine en güzel renklerden oluşan bir buket katarak “O halde şimdi sorgulama zamanı genç insan.” dedi. Şaşkınlığına şaşkınlık katılan, aklı karmaşıklığın zirvelerini mekân edinen insan “ Neyi sorgulayacağım?” dedi, belli belirsiz belki de kendisinin dahi duymakta zorlanacağı bir ses tonuyla. Ama duymuştu Kâhin, duymaya ihtiyacı yoktu gerçi. İnsan tekrarladı sorusunu, Kâhin’in duymadığını düşünerek “Neyi sorgulayacağım?” Kâhin, insanın sabırsızlığını gidermek istercesine ve yine anlamayacağını bilerek cevapladı sorusunu “Neden geldiğini?” İnsan nerede olduğunu ve buraya nasıl, ne zaman dahi geldiğini bilmediğini hatırladı ve yeni bir soru sormak için hiç beklemedi “Ben nerdeyim ve buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum ki nedenini sorgulayayım?” Sorunun geleceğinden emin olan Kâhin biraz bekledi, adeta biraz düşünmesi için insana zaman tanıyordu ama biliyordu ki “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.(Mearic suresi, 19. ayet)” bunu ona Allah öğretmişti.


“O, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir, Habir’dir.(Mülk Suresi, 14. Ayet) Bilirdi, bilmişti de. Bu durum hakikatin bir tecellisiydi Kâhin için. Bu sebepten şaşkınlığın zerreyi miskali bile yoktu onda. Vücudunun her milimini öfke kaplayan insan kızgınlıkla söze başladı “Ne söyleyeceksen açıkça ve ayrıntılı bir şekilde söyle bana!” insanın bu öfkesini fıtratına verdi Kâhin. Çünkü yine Allah’tan öğrenmişti ki “…Allah sabredenlerle beraberdir.(Bakara suresi, 153. Ayet)” Bu yüzden sabretmesi gerektiğini iliklerine dek hissediyordu Kâhin. Yaptı da. Ancak insan açısından sonuç aynıydı hatta ki şiddeti az biraz daha da artmıştı. Durumdan haberdar Kâhin, kendisi için sabretmesi gerektiğince sabrettikten sonra insana “Bulunduğun zaman; zamanın ötesinde, senin akıl limitlerinin üstünde bir zaman. Bulunduğun yeri ise senin kelimelerince tarif edemem. Buraya geliş şeklini ise ‘yolculuk’ diye anlatsam en kolayı olur sanırım. Zaten ki burayı, bu zamanı ya da buraya neden geldiğini sorgulamanı istemedim ben.” cümlesi burada bitmişti Kâhin’in ama insan devamı gelecek diye bekliyordu. İnsana göre devamı vardı bu sözün ya da olmalıydı çünkü aklındaki soru işaretleri henüz bitmemişti. Hatta tam manasıyla algılayabildiği hiçbir şey yoktu. Çaresizce ama kızgınlığından bir şey kaybetmeden devamının gelmesini bekledi. Baktı ki devamı gelmiyor, sükûta bürünmüş Kâhin; insan yine ses tonuna kızgınlığın her koyu renginden katarak “Anlamıyorum, yeri ve zamanı geçtim ve hatta buraya nasıl geldiğimi de ama ‘Neden geldiğini?’ derken ne demek istedin? Bunu bulmam bana geleceğimi bilmem veya geleceğime müdahil olmam fırsatı verecek mi?” Bu soru Kâhin’in aklına Allah’ın ona öğrettiği başka bir sözü getirdi ve bunu insanla en yumuşak şekliyle paylaştı “De ki: Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir…(Neml suresi, 65. Ayet)” Duyduğu söz tanıdık gelmişti insana ancak bu tanıdıklık öfkesinin sakin bir deniz olması için yeterli gelmemişti. O zaman diye söze başladı insan “ Neyi sorgulayacağım ve bulacağım şeyin bana faydası ne olacak?” Kâhin biliyordu ki insan çıkarını düşünen bir varlıktı ve onun için canhıraş mücadele edecek bir şekilde yaratılmıştı. Nefsanî istekleri buna çokça müsaitti. Bu sebepten Kâhin, insanı anlıyordu ve kızmıyordu ona. Ama bunları bildiği kadar da az sonra olacakları gözünün önünde canlandırabiliyordu.


Kâhin yine derin bir sessizliğe büründü. İnsanı düşünceleriyle baş başa bırakmak istercesine. İnsansa artık sakinleşmenin ve anlamak için uğraşmanın zamanı geldiğini fark etmişçesine durumdan fayda çıkararak düşünmeye başladı. “Bu yer, zaman, buraya nasıl geldiğim hükümsüzse neydi o zaman sorgulamam gereken?” Önce ışığı sonra sesi gelen yıldırım misali aklına bir şeyler gelir gibi oldu. İnsanın düşünmeye başladığının farkına varan Kâhin vazifesince sabredip beklemeye koyuldu. Aklını zorlamaya çalışan insan zorlanıyordu her halinden belliydi. Ancak bulacağından emindi insan. Düşündü, düşündü ve düşündü… Aklına acabalarla dolu cevaplar geliyordu ki bu acabalarla dolu cevapların içinde en yoğun cevap ”Kendimi mi acaba?” sorusu oldu. Kâhin’in varlığını bir süreliğine unuttuğunu anlayan insan Kâhin’i görme alanının içinde fark edince ona yöneldi ama bu kez sesi en yumuşak hâlini almıştı. “Aklıma sadece kendimi sorgulamak geliyor, öyle mi?” diye sordu. Duyduğundan memnuniyetini bedenine de yansıtan Kâhin “Sanırım anlamaya başlıyorsun ama eksik kaldı. Kendinin nesini sorgulayacağını da bulmalısın.” İnsan, bedenine bir aynadan bakarmışçasına ruhuna bakmak ve ona yönelmek istedi. Kâhin’i daha iyi anlamaya başladığını düşünüyordu.


Sanırım, diye sakin bir ses tonuyla söze başladı ve kısa bir süre duraksadıktan sonra alt dudağını üst dişleri ile hafifçe ısırdıktan sonra derin bir nefes alarak devam etti. “Yaratılma sebebimi, bedenimin varlık sebebini, bu mükemmel organizma bütününün bana verilme sebebini ve bu organizmanın varlığını sürdürmesi için çevredeki rızıkların benim için yaratılmasının sebebini sorgulamalıyım.” cümlesinin sonunu getirir getirmez dizlerindeki yoğun yorgunluğu hisseden insan, dizlerinin üzerine kapaklanıverdi. Kâhin biliyordu aslında insanın kendisinden utandığını ve bunun insanın ilk adımı açısından harikulade olduğunu. İnsanı sükûnete götüreceğinden emin olduğu ayeti beklemeden söyleyiverdi “Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.(Bakara suresi, 160. Ayet)” İnsan, yüreğine huzur salan o sözlerden duymuştu yine Kâhin’den. Bu kez doğru soruyu bulduğundan emince sordu Kâhin’e “Nedir bu sözlerin esbabı, neden bunları duyunca yüreğime huzur salınıyor?” Kâhin konuşmaya başladığından bu yana ilk kez bu kadar mutlu olduğunu hissediyordu ve anında cevabını verdi “Bunlar Allah’ın kelamıdır. Kuran ayetleridir.” Duyduğu karşısında sevinse mi üzülse mi bilemeyen insan sakince “Anladım.” diyebildi sadece. Gerçekten de anlamıştı. Bu donanımlı vücudu, verilen bu nimetler… Bunlar boşuna olamazdı bir sebebi olmalıydı. Adeta insanın düşüncelerinden haberdar olan Kâhin “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?(Enam suresi, 32. Ayet)” Kâhin sözünü henüz bitirmişti ki insan “İşte bu!” çığlığıyla bastırdı Kâhin’i. Ardından da “İlk ne yapmalıyım?” sorusuyla devam etti. Kâhin bir önceki ayette belirtildiği gibi tövbe etmesi gerektiğini ve bir daha da bu hatalarına geri dönmemesi gerektiğini belirtti, sözü bin bir türlü güzel sözle süsleyerek. Ve ekledi Kâhin “Ey insanlar! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir; dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.(Fatır suresi, 5. Ayet)” bu ayeti, aklından da hiç çıkartma. Duyduğu ayet suratında patlayan bir tokat gibi aklında yer etmişti. Anlamıştı günahlarından ötürü tövbe etmeliydi fakat nasılsa Allah affeder deyip de günahları fütursuzca işlememeliydi.


Kâhin ile sohbetinin sonuna geldiğini anlayan insan bir son söz istedi Kâhin’den. “Sohbetin başındaki tavırlarım için beni affedip bana benim için işime çok yarayacak bir şey söyle Kâhin. İçimde tutmak bana göre değil paylaşmak, anlatmaktır benim işim. Sen de paylaş benimle, benim işime yarayacak şeyleri.” dedi. Kâhin, insanın gözlerinin en ücra yerindeki samimiyeti görünce “O kadar çok ki ne anlatsam, ne söylesem diğerini söyleseydim keşke diyeceğimden eminim ama yine de sana bir son söz, Oku. Okumaktan vazgeçme. Okudukça anla ve anlat anladıklarını. Ve de anlattıklarınca yaşamaları için yardımcı ol insanlara. Ayrıca okumanın kardeşine de sımsıkı sarıl. O da ne diyorsun eminim ki: “YAZMAK. Yaz ki rahatlayasın, yaz ki kendini bulasın, yaz ki anlamlandırasın.”


Ancak insan anladı ki artık: “En doğrusunu ancak Allah bilir. Kalem O’nun. Kitap O’nun. Gönül O’nun…”

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Sevgili Onur Tekin
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
20 Aralık 2014
Sevgili Onur Tekin. Siz istediğiniz için yorum yazdım. Görüşlerime katılırsınız- katılmazsınız, saygı duyarım. Ama, " az biraz daha" ifadesinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Ki'ler için de aynı görüşteyim. Saygıda kusur ne demek! Rica ederim. Görüşlerimizi açık açık yazmak, en doğrusu.Sizi okumaya devam edeceğim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Selâm ve sevgiyle...:)

:: Teşekkürler
Gönderen: Onur Tekin / , Türkiye
20 Aralık 2014
Sayın Kamuran ESEN Öğretmen'im, öncelikle yapmış olduğunuz yorum ve eleştirileriniz için teşekkür ederim. Yazılarımı kısa tutmak ve olayların öncesine sonrasına bakmaksızın ana fikir üzerinde odaklanmak benim amacımdır. “ Ama emindi ki kendi dilince bir şeyler duyduğundan.”…Bu cümlede “ki” gereksiz. Sanki cümle yarım kalmış gibi duruyor, ki olunca… demişsiniz ancak cümle anlam açısından incelendiğinde bir yarımlık göremedim ben.Bir de buradaki "ki" bağlaç olan "ki"dir. Bu sebeple cümleden çıkartılınca cümle anlamı bozulmaz. Eğer "gereksiz" ifadesinden kastınız "gereksiz ek kullanımından kaynaklanan anlatım bozukluğu" ise size katılmıyorum. Çünkü "ki" orada iki alakalı cümleyi birbirine bağlamıştır. "Bu iki cümleyi tek cümle halinde yazsanız daha iyi olurdu. Bu yüzden 'ki' bana göre gereksiz" diyorsanız bunu değerlendireceğim ve yazılarımda uygulayacağım. "...az biraz daha..." ifadesinde de yine aynı anlama gelen kelimelerin tekrarından kaynaklanan bir anlatım bozukluğu yoktur. Orada "az"lık vurgulanmıştır. Tıpkı "Bu işi BEN KENDİM yaptım." cümlesindeki aynı anlama sahip o iki kelimenin varlığı bir anlatım bozukluğuna yol açmadığı gibi "az biraz daha" ifadesi de hem azlığı küçültmek hem de hem de buna vurgu yapmak amaçlıdır. Allah'ın affına güvendirerek..." ifadesi ise kesinlikle doğrudur. "güvenerek" olmaz. Bu cümlede şeytanın "güvendirmesi" söz konusudur. Güvenmek, kişinin kendi başına yaptığı; güvendirmek ise işin başkası tarafından özneye yaptırılmasıdır. Yazmaya çalıştığım kısa bir hikayem daha var inşaallah onu da en kısa zamanda yükleyeceğim. Saygıda kusurum olduysa affınıza sığınırım sayın öğretmenim...

:: ....
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
20 Aralık 2014
Merhaba Sevgili Onur Tekin; Yazının başında, Kâhin’e giden insanın, ona gitmeden önce neler yaptığından, nasıl bir yaşam sürdüğünden, işlediği günahlardan, hatalarından söz etseydiniz daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Yazınız hakkında naçizane eleştirilerim şöyle: “ Ama emindi ki kendi dilince bir şeyler duyduğundan.”…Bu cümlede “ki” gereksiz. Sanki cümle yarım kalmış gibi duruyor, ki olunca…”Ancak insan açısından sonuç aynıydı hatta ki şiddeti az biraz daha da artmıştı.”…Aynı cümlede “az” ve “ biraz daha” sözcükleri birlikte kullanılmaz. Çünkü hemen hemen aynı anlamı taşıyor her ikisi de. Ayrıca, buradaki “ki” de gereksiz. …”Zaten ki burayı, bu zamanı ya da buraya neden geldiğini sorgulamanı istemedim ben.”……Bu cümledeki “ ki “ de gereksiz……”Kâhin yine derin bir sessizliğe büründü. İnsanı düşünceleriyle baş başa bırakmak istercesine.”…Bu iki cümle, tek cümle olmalı…”Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.”…Bu cümlede,” güvendirerek” yerine “güvenerek” demek daha doğru olur…… Devamını dilerim…Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kibir: Ateş ve Ölüm - 2 -
Bedevi Çoban'ın Hayalleri
Kibir: Ateş ve Ölüm - 1 -
Hayattan Kaçış

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ezan, Varoluş ve Ölüm [Deneme]
Saygıdeğer Öğretmenim [Deneme]


Onur Tekin kimdir?

Elinde kalem, dilinde kelam. Fıtratının gereğini her şartta yapan ya da yapmayı arayan. . Dilin formülünü görüp özümsediğinden beri için için cehennem ateşiyle yanan ve yazmakla cennet bahçelerine dalan. .

Etkilendiği Yazarlar:
Erdem Beyazıt, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Nazan Bekiroğlu...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Onur Tekin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.