"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Geriye kendi dışında, tasavvur edemediği koskoca bir dünya bırakmıştı. Bu nedenle mantıklı ideyi sınırlamıştı. Ego, dış dünyadan kopan kısmı kendisine mal etmekle, parça düşünceyi yansıtmaya başlamıştı. Kendi doğrusunu dış gerçekliğin de doğrusu sanmıştı. Bu tam bir yanılsamaydı. Egoya dek izole edilen oluşma, yanılsamasını da dış dünyadan izole etmişti. Bencillik yine kendi bencilliğinden ötürü dış dünyayı merek edişle empati yapmaya başlar. Dış dünya empatisi demek; dış dünyayı kendisi gibi canlı kanlı, istek-arzu ve mana ilişkileriyle dolu saymasıdır. Bkz. Animizim ve Büyücülük yazı dizim. Ego, dış dünyayı da kendisi gibi bilip; dış dünya varlıklarını da haz-elem duyguları üzerinde yansıtmasıdır. Dış dünyaya yönelen empati zaten kendi gibi bedenlerin yanaşan büyüme gücü ve sağlayış olmasının eksen çekimiyle kişi özgecil olmaya başlamıştı. Bu nedenle dıştaki grup özeğine giden girişme grup empatisi şeklindeydi. Grup empatisi kişiye özgecilik oluşla tutum aldırıyordu. Empati kişi öznelliğinin ilk kez çevre bağıntılarıyla girişme yapar olmasıyla; grup özeğine konulan dev bir buluş yansıtmasıydı. Yine bencillikten dolayı olan özgecilik; koloni özgeciliği, sürü özgeciliği, grup (totem) özgeciliği oluşla sosyal özgecilikti dayanışmayken; üreten ilişkilerle de, toplumsal özgecilikti dayanışmayla karşılıklı gerektirmeye dönüşebilmiştir. Ne kadar çok bağıntılı yansıtma, o kadar çok hakiki (bütünü) yansıtma oluşla doğrudur. Ne kadar az parça bağıntılı yansıtma olursa, pozitiflik azalır; bencilliğin negatifi, artar. Sonuçta uygarlığa dek üreten ilişkiler; benci ilişkilerin birçok parça bağıntılar empatisi yapabilme, bağı üzerindeki girişmesiyle oluşur. Kendisini, kendi gibilerle ve kendi dışındaki noktalar empatisi üzerinde bağıntılarla dolaştırdı. Kişilerin çevre içindeki kendi dolaşmalarını; özek dediğimiz iç ve dıştaki grup sal noktalara değinim (meşrulaşma) yaptırırlar. Bu tür anlatımları tematik olan konu değinimdi veya konu açkılı yazılarımda yeri geldikçe sıklıkla belirttim. Bencillik, kararlı kaldığı durumlar içinde; kendi düşünmeli tutum sal davranışlarıyla kendisini empati sel kılacak çevre dolaşmasını yapmaya başladı. Her çevre karşılaşması aynı ve farklı bir etkilenmelerdi. Bu yerlerdeki etkilenmelerin her birinde farklı renk, ruh, soluk, hava, tavır türü yansıma kuplajlarını aldığını söylemiştim. Kişiler bu kuplajlarıyla kişi ve grup özekli totem noktasına bağıntı sal yansıttımı, yaptırdıklarını belirtmiştim. Bu tür totem (özek) yansıtması, senkronlayan bir yansıtmadır. Çünkü her ego kendisini bu yansıtmada bulurlar. Bu yansıtma, o eksendeki egolara hitap edicidir. Bu nedenle egolar bu yansımadan kendisine özgü bir parça buluşuyla, bu yansıtma her bir benciliğe çekim (cazibe) merkezi olmaktadırlar. Açıkçası empati; canlı cansız her şeyi, bencilliğimizin kendi dalda düşmesiyle anlıyordu. Açıkçası ben, kendi acıkması, kendi korkması, kendi canının acıması vs. gibi duygudaşlıkla diğer kayadan düşenleri anlıyordu. Bu nedenle yere vurduğu sopanın ya da uçurumdan düşen taşın hem halini, kendi dalda düşmesi olan duygusundan ötürü biliyordu. Bu nedenle gördüğü de anlam kazanıyordu. Bu empati sel durum ilk başlarda çevredeki her şeyin ona kendisi gibi canlı olduğunu düşündürtmekle her şeyde bu tür mana ilkesini arıyordu. Çocukluğumuz da tıpkı her şeyi canlı sanan, böylesi bir kendi bencilliğimiz olan; damdan düşmenin üzerinde yaşantılıma anlayışıyla oluşmaktaydı. İttifaklar, tevhidi ortaya çıkartmakla hem empatiyi kullandılar; hem de empatiye, temas eden girişme bağıntısından ötürü de sınırlama getirdiler. Böylece kimi noktalarda, empatiyi bastırır oldular. Köleci ittifak hem özel mülkiyetçi anlayışın kutsallığına dek tevhidi istiyordu, hem de en az empati istiyordu. Bu nedenle dinler empatiyi en az noktada kullanışla, daha çok empatiyi bastırdılar. Özeğe konan empati yerine, sanki özeğin kendi salınımlı kaynak yazılımı gibi durumları söylemeye başladılar. Dinler özek salınımı üzerine konan bağıntı girişmeli empatileri kaldırarak; empatiyi en az boyuta indirdiler. Duygudaşlık yerine benciliğin çevreyi yorumlaması olan empatiye de hükmeden bir irade getirdiler. Böylece dinler en az empatiyle, hiç demokrat olamadılar. Ve dahi ne de hoş görülü olamadılar. Çünkü egemen güç empati istemiyordu. Egemen güç herkesi kendi gibi soylu görmüyordu. Kendi gibi soylu olmayanla, ne gibi duygudaşlığı (empatisi) olabilirdi ki? Dinler korktukları sindikleri yerde hoş görü deyişle benim inancım bana, senin inancın sana dediler. Güçlü oldukları yerde “darul harp”, dediler. Kanaat’ımca Yüce Tanrı fikri oluşması, olmuş bitmiş bir anlama ve bilme değildir. Olacak olan ileri süreçlerle, süreçlere bağlı oluşla; sürekli oluşturulacak olandır. Yine kanaatimce Yüce Tanrı fikrine en yakın olan tema da budur. Oysa oluşturulmuş olan Yüce Tanrı temasına baktığımızda, tek yanlı; eksik temalar (değinimler) olduğunu görürüz. Ne düşünürsek düşünelim, Yüce Tanrı anlayışımız, parça yansıtış oluşla, hakiki bir yansıtmadır. Ama parça yansıtma bütünü yansıtmayacağı için, parça yansımalı kavrayış bütün gibi davranamayacağı için doğru bir anlama ve doğru bir tema değinmesi de olmayacağından, yanlış olacağı da çok çok açıktır. Burada bir paragraf açış sonrası asıl konuya geçeyim. "Ne düşünürsek" kavramına olumlu olumsuz, iyi kötü, pis temiz oluşla her şey "insan duygulu" belirtmelerin içine girer. Bu kabilden "insan duygulu" düşünmeler bağlamında kalmak, düşünme kıtlığıdır. Evrende iyi-kötü; pis-kirli diye bir şey yoktur. Her durum bir uğrak ve bir gelişmeye denk düşer olması gereken durumdur. Sizin için pis ve yıkıcı olan bir şey, başka devinme ve oluşma zemini için idealdir. Yani insan düşünmesini evren çekiminin merkezi yapıp (Yüce Tanrı düşünmesi yapıp) yansıttığınız zaman, siz evreni anlamış olmuyorsunuz. Anlamaya çok engel çıkarıyorsunuz. Elinizdeki parça, dolma kalem kapağı ise evrene bu tür parça üzerinden bakıp, evreni dolma kalem kapağına göre minicik doğru yorumlayıp akıl almaz denli daha çoğunu bilmezle kalıyorsunuz demektir. Şimdi dinlerdeki parça üzerinde anlama anlatma oluşla evreni ve Yüce Tanrı düşünmesini yansıtan yanılgılardan sadece bir tanesine bir bakalım. Parça yansıtma, değinim noktası olan özeğe çevreden gelen diğer bağıntılarla girişme yapmadan bağıntılındıksa, yanlışlığın şiddeti çok artar. Özeğe değinim yaptırılan senkronluma düşünce, bencilliği gütmekle birlikte; bencillik kaygılarından sıyrılıp; bağıntılar dengelenmeli süzülmesinin, seçme ayıklama kırpmalarıyla oluşur. Odak noktasında meşrulaştığı zaman, yine doğruyu değil de; doğru noktasına doğru en yaklaşışlarla hüccet etmiş olur. Tüm dinlerdeki "Tanrı'nın istemi" tıpa tıp insanın istemiyle aynıdır. Neden? Parça yansıtmadan ötürü. Nedir parçalı yansıtma? Başta benciliğimiz ve bencilliği güden düşünce ve duygulardır. İkinci oluşla sosyo toplumsa sınıf bencillikti ideolojisel parçalı yansıtmalardır. Bu bağlamda söz gelim; "birbirinizi sevin, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmasınız" türü sözlerin sıkça söylenmesi daha ötesini aramadan (uyutuşla) tekrarlanması kişisi bencilliğe ve hem de sosyal bencilliğe; uygun düşer. Ya da; "sadaka verin, zekât verin. Bu konuda birbirinizi gözetmekle Tanrı'ya yaklaşırsınız", gibi empatiyi kaldırışla, sanki bir empatiymiş gibi hüküm söyletilmeler yapılmaktadır. Bu söylemlerde de bencilliğe ters bir durum yoktur. Sosyal çalkantının da gazını alışla; alan elin alçalmasına katlanışla! sosyal bencilliğe de bir hayli uyar. Veya "sevdiğinizden harcamadıkça iyi kul olamazsınız", gibi hükmü söyleyişlerden; "Bana kan ve et ulaşmaz ama benim adıma kurban kesiniz, bunu konu komşuyla yiyiniz, bunda yoksullara da bir pay veriniz" gibi söylemler, hem tamda insanın yoksunluklarına denk düşüşle o düzlem akışına göre doğru olan yansıtmadırlar! Yansıtma bütünü yansıtmamakla, parçalı yansıtma oluşla doğrudur da dayanak kılınan özeğe, isnatla bu yansıtma doğru mudur? Totem düşünmeden beri hep savlıyorum. Sosyal oluşmanın ve insana dek öznel oluşmanın temelinde sizi kodlayan sizi senkronize edişle size doğru ve meşru olduğunu belirten bir eğilim oluşur. Bu eğim, sizin tutumu dayanak yapma noktanız oluşla; doğruluk ve meşruiyeti anlamanız oluşla, sizi gönül rahatlığı olan bir bilinirlikle davrandırıp senkronize edişle, birbirinizi birbirinize de anlaşılır kılar. İşte bu bağlamda böylesi bir değinim sel dayanak yaratmak öznel varlık için belli bir aşamadan sonra imleyen bir zorunluluk olur. İmleyen bu zorunluluk iki halde oluşur. Birinci halde kaynak, kendi salınım osilasyonlarını düzenleyen bir muktedirlik oluşla size kendisini zorunlu dayatan doğallıktır. Bu doğallık sizin öznel olan keyfinizin üzerindedir. Üç kere üçün, dokuz olması gibi. Ya da suyun kaldırma kuvveti gibi kendilik kaynak salınımlı osilasyonlar böyle doğal zorunlulukla belirme ve totem alandır. İkinci halde kaynağın bir kendi salınım osilasyonu baki oluşla; siz de bu baki salınıma istediğiniz gibi bir öznel anlama bindirişle, öznel anlamalarınızı bu salınımlara taşıtma yapabiliyorsunuz. Bu taşıtma size sanki kaynağın kendi öz güç salınımı gibi gelirler. Söz gelimi suyun kendilik salınımı oluşla, osilasyon kaynaklı bu kaldırma kuvvetiyle kütük yüzer. Sizde kütüğün üzerinde seyahat edersiniz. Seyahatin demini sürerken kendilik düşünmelerle siz; seyahatin size verilmiş bir ayrıcalık ve rızk oluşla değerlendirip bunu ritüellere bağlayan seyahatlere çevirirsiniz. Böyle düşünmenizin ne suyun kaldırma kuvvetine; ne kütüğün yüzmesine bir artı ve eksi etkisi yoktur. Yani bu totem alan içinde devinen öznelliğiniz totem alana sıfır etkidirler. Ama totem alan içindeki totem alana sıfır etki olan anlayış, sizin dünyanıza, katmerli kazanç ya da katmerli bir kaybediş oluşla yansırlar. Sizi düzenlerler, sizi yaşantı aştırırlar, sizi senkronize ederler böylece kurallaşır. Kural kalkana dek uymak zorundasınız. Çünkü kural yasal bir etki gibi davranır. Totem alan içinde imleyen bir zorunluluk oluşla doğrudur. Yol tutturuş oluşla doğrudur. Bir devinim oluşturan alan kılmasıyla ve alanın her birinize aynı senkron lamayı vermesi bağlamında doğrudurlar. Senkronlun anlaşılırlık oluşla; eşgüdüm ve birebir eşleme oluşla; sizi kaostan kaçındırır. Bir karar kılmanın denge noktasına götürür. Ancak doğru olan şey, yaslanılan şeyden yansıma olmayışla (sıfır etki oluşla) doğru değildir. Yani sizin yansıttığınız tüm şey yansıtılan şeyden yansıyan değildirler. Yani totem alan içinde yansıtıp ta, Yüce Tanrı’nın isteğidir dediğimiz her şey, yüce Tanrı'nın isteği olan bir yansıma olmayabilecektir. Çünkü bu odak sizin benci güden noktanıza göre salınmaz. Fakat benci noktanız somut ve evrensel olandan bir yan taşır. Evrensel olandan taşıdığı bu yan, evrensel düzenli olan osilasyon kaynağına yapışmasına ve bencilliğin osilasyon kaynağında kendisini bulması için gerekli ve yeterli bir nedendir. Bencilliğiniz kaynak salınımına kendi evrensel yanıyla çekimli ve eğimlidir. Şu halde kaynak salınımıyla senkronize olmuş siz ve diğer benci güdeninizi ve bencillik duygularınızı kaynak noktasına sıfır etkiyle yansıtmanız hem doğrudur. Hem de sadece siz olan bencillik genel eğilimi yansıtmamakla yanlıştır. Yani Yüce Tanrı bize kendi sosyo benci yansıtmamızdan ötürü hem kurban kesin demiş olabileceği gibi hem de genel eğilim bağlamında bu konuda tam da bir sukutla sıfır etki olabilir. Bencillik, görece hal bulunuşuyla sağlamaya giden, gelişme aşamalı zorunlulukların belirlediği kimi ön kabul doğrulardır. Her şeyi inorganiklerden ve farklı enerji sağlayışlarla ürettiğiniz bir durumda, kurbanın esamisi bile olmayacaktır. Kurban sınıfsal eşitsizliğin bir yardımlaşması gibi olmayacaktır. Bu durumlarda kurban kesilmediği için Tanrı olmayacak mı? İşte bu nedenle Yüce Tanrı, bizlerin dayanak oluşla yaslanıp yansıttığımız şeyden maada ve müstesnadır. Yüce Tanrı'yı bize göre ete kemiğe büründürüşle anlayış yapmak hiç te yanlış değildir. Ete kemiğe büründürdüğümüz dayanaklar özel ve öznel bağıntılı insan istemli olmakla doğrudur. Ve fakat sadece insana özgü bencillik istemi olmakla ve sürekli Yüce Tanrı istemi olmamakla, genel bağıntılı ve genel öznellikte olmamakla da, yanlıştırlar. Dini anlatımın kul mantığı ile bakarsak ve Yüce Tanrı'yı kul olan insan anlamasına göre yansıtışla anlamlandırıp ete kemiğe büründürürsek; parça (benci) yansıtış olarak bu doğrudur. Parça yansıtma evrenin ya da genel bağıntının tam da umurunda olan bir şey değildir. O anın bir belirme akışıdır o kadar. Bu nedenle de bencilliğimiz genel akıştan bir yan taşımakla beraber genel akış eğilimi değildir. Bununla birlikte bu parçalı doğru akışı koşutunda (paralelinde), görmezden geldiğimiz büyük bir akıl perdelenmesi vardır. Canlı cansız her şey Yüce Tanrı'nın kuludur (boyun eğişle ram olucu akmaktır)! İnsan kulluk etmek için Yüce Tanrı’yı saygılıma için Yüce Tanrı'ya ineği, koyunu, kurban kesiyorsa; aynı şekilde inek te, koyun da, Yüce Tanrı'ya kulluk etmek, saygılı olmak için insanı kurban etmelidir! Bu nedenle size yaklaşıp bir çifte ile hayatınızı bitiren atın bu çiftesinden, Yüce Tanrı'ya kurban olmakla memnun olmalısınız. Ve buna razı gelmeniz gerekir. At sizi yemeyecek ama sizi kurban kılmakla, kurdun, kuşun, böceğin, itlerin yemesine terk edişle umulmadık sevaplar kazanacaktır! Yani sizin kurban olmanız atın çevreye bir yatırımdır. Atın bir sevaplı davranışıdır. Bu sevap atı iyi bir mümin yapacaktır. Ve at sizin sırtınıza binip, sırat köprüsünden geçecektir! Atla sizdeki ego temelde aynıdır. Sadece bencilliği güden düşüncenin dışta organize olmada ve totem düşünce oluşturmasında sizden kısmen ayrılır. Ortak ego nedenle bu kabil yaşantılaşmaya at özeğinde bakalım. Şimdi bize göre olan öznel süreç bizim öznelliğin aleyhine doğru akacaktır. Kurban süreci tersine işleyecek. Süreç akışını ve süreç mantığını atın durumuna göre yansıtması, at egolu parçaya göre durumu yansıtma oluşla, çok doğrudur. Parça süreç, ya da parça öznellik başka bağıntılarla girişmeyip, direk totem merkezle ilintileyip yansıtılıyor ki; bu da empati yapamadan bencilliğin merkez oluşla, merkezdeki batağında kalması demektir. Ya da bir aslanın sizi kurban edip Tanrı rızası için diğer aslanlara siz kurbandan pay takdim etmesi, sadaka kabili yardımlaşma olup; aslanın, aslan egosuna denk parça yansıtmalı Tanrı anlayışına da pek uygun olacaktır! Görülüyor ki bilmezliğimiz, empatiyle kısmen çevreye açılırken; köleci sınıfsal durum nedenle daha az empati oluşla Yüce Tanrı anlayışımızı yanlış yönden sınırlamıştır. Yüce Tanrı’yı biz gibi egoyla düşünme eylemli yaparken kısmen doğru bir iş yapmakla, biz gibi olmayan genel akışa göre de bu düşünmemiz bizi alabildiğine yanlış bir tutum içine sokmuştur. Empatinin de her şeyi siz gibi görme, her şeyi sizleştirme gibi zaafları oluşla ikili yansımasının olacağı unutulmamalıdır. Zaten olası evrensel Tanrı dinini de insan merkezli görmemiz bundandır. Bkz. Empati yazı dizim. 02.08.2014
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |