"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Adam elindeki çubukla camı tıklatıp bağırıyordu: “İçeriye buyurun beyler, yeni kızlarımız geldi” Dışarıda, kapı önünde birikmiş erkekler topluluğu. Aç gözler, aç bedenler, yutkunmalar, iç geçirmeler, şapırtılar… Her kafadan çıkan anlaşılmaz sesler… Ve ürkmüş arıların uğultularını andıran sesler… Genç bir erkek kalabalığı yarıp içeri girdi. Hemen arkasında bir başkası onu izledi. Birlikte içeriyi izlemeye başladılar. İlk gelen –takım elbiseli- yanındakine, “Sarışın nasıl ama?” dedi ağzını şapırdatarak. Ötekisi; “Bilmem!” dedi. “Ben sarışınlardan hoşlanmam… Ama sarışının önünde oturan esmeri soruyorsan, o zaman iş başkalaşır. Esmer afat, huri” Delikanlı, bakışlarıyla tahta merdivenin basamaklarına hoyratça yayılmış, olmadık hareketler yapan, yirmi-yirmi beşinde esmer, uzun saçlı bir kadını işaret ediyordu. Esmer kadının hemen arkasındaki sarışının ise yalnızca üstü gözüküyordu. Ha bire sırıtıyor, etrafına ve dışarıdakilere gülücükler dağıtıyordu. “Gelsenize canım” diye seksi davetler gönderiyordu. Pembe kombinezonunu, sutyenini yarıya indirmiş, meme uçları gözüküyordu. Avını yakalamak için oltaya taktığı bir yemdi aslında bu yaptığı. Önündeki esmeri dürtüklüyor, kulağına bir şeyler fısıldıyor, ikisi birlikte şuh kahkahalar atıyorlardı. İkisinin de sedefi andıran dişleri parıl parıldı. İki genç aynı anda kapının camını tıklattı. Sabırları tükenmek üzereydi. İçeri girmek istiyorlardı. Adam sürgüsünü açtı, kapı düşecekmiş gibi açıldı, içeriden dışarıya ağdalı, arabesk bir müzikle, kızıl, loş bir ışık yayıldı. Işık pervaneleri kendine doğru çeken bir kandilden farksızdı. Tahta merdivenin basamaklarına yayılmış kadınların şehvetli bakışları, ağlamaklı isterik gülüşleri, kendini beğendirmeye çalışan akıl almaz davranışları ve de kanepelere kaykılmış sıra bekleyen erkekler… Pezevengin kulakları tırmalayan bağırışları: “Buyurun beyler, içeri buyurun” Takım elbiseli bir genç, başıyla sarışını selamladı. Sarışın hafifçe gülümsedi. Dolgun dudaklarının yumuşak hatları arasında sedefi andıran dişleri bir an ışıldadı, sonra bir şimşek gibi çakıp yok oldu. Oturduğu yerden merdivenin korkuluğuna tutunarak kalkarken, “On yedi numaraya çık” diye fısıldadı. Öteki genç erkek hızlı davranmış, esmerin yanına çoktan varmıştı bile. İki genç erkek ikinci kata çıktılar. Önlerinde dar bir koridor, koridorun sağında ve solunda odalar sıralanıyordu. Yeni boyalı kapılar ışıl ışıl parlıyordu. Sarışın genç erkeğini çekerek odasına soktu. Esmer kadın da sarışına öykündü… Sarışın, “Soyun kocacığım” dedi. Kendi de soyunmaya başladı. Üzerindeki kombinezonundan usta bir hareketle kurtuldu, ardından sutyenini çıkardı. Göğüsleri bir heykel gibi tüm görkemiyle ortaya çıkmıştı. Ardından kendini sırtüstü karyolaya attı. “Hadi gel kocacığım” diye şehvetle fısıldadı. Bir süre sonra karyoladan doğrulup indi. Elinde bez bir peçeteyle apış arasını tutuyordu. Boşta olan eliyle komodinin üzerinde “hak ettiği” ücretini aldı, avucuna sıkıştırdı. Gidecek gibi yaptı ama gitmedi. Geriye döndü, giyinmekte olan erkeğinin yanağına usulca bir öpücük kondurdu. “Beklerim, yine gel” deyip banyoya yöneldi. Muslukta hızla akan suyun sesi duyuldu. Genç erkek sarışının arkasından bakakaldı. Düşüncelere daldı, kimdi bu sarışın, neden böylesi bir yaşamı seçmişti? Neden bedenini para karşılığında erkeklere sunuyordu? Gençti, üstelik bir film aktrisi kadar da güzeldi… Pekâlâ evlenebilir, iyi bir yuva kurabilirdi. Sevecendi, iyi bir anne olabilirdi. Ama o hiç birini yapmamıştı. Belki de birileri engel olmuştu. Kim bilir? Belki de bu hayatı kendisi seçmişti. Kafasında yanıt arayan onlarca soru vardı. Az evvel kadınla birlikte olduğu için pişmanlık duymaya başladı. Hatta yaptığından utanıyordu. Dalmıştı. Sarışının odaya geri döndüğünü fark edemedi bile. Kadın onu dürtüp de kendine getirmeseydi, o, hâlâ derin düşüncelere dalmış olacaktı. “Kusuruma bakmayın” dedi pişmanlıkla, “dalmışım.” Basamakları yavaş yavaş inerken düşünceleri hâlâ sarışındaydı. Şimdi gençti, güzeldi, müşterisi çoktu. Güzelliği, gençliği en büyük sermayesi olabilirdi ama yine de bir sorun vardı. Güzellik kavramı göreceli bir kavramdı. Sonunda kaçınılmaz olarak yaşlanacaktı. Canlılara has bir olaydı bu. Yaşlılık; bir noktada yok olmaya işaretti. O zaman sarışının hali ne olacaktı! Bunu bilemiyordu ama bilmek istiyordu. Kapıdaki kalabalığı yararak dışarıya çıktı. Yağmur yağıyordu. Yüzüne çarpan yağmur damlalarının farkında bile değildi. Onun aklı sarışındaydı. Yalnızca onu düşünüyordu. Yaşantısını yarı-açık cezaevi koşullarına benzetti. Ömrü, gençliği, güzelliği ve onuru yavaş yavaş yok oluyordu. İçinden etlerini satan, hayat kadınlarına acıma ve yardımcı olma hissi doğdu. Hayıflandı, ‘’ismini bile sormadım’’ dedi. Gerçi sorsaydı da doğru bir yanıt almayacağını biliyordu. Kimin kimsen var mıdır? Diyememişti. Hayat kadınlarının “Anaları” vardı hep, bunu iyi biliyordu. Ama bu ana başkaydı. “Kızları erkeklere para karşılığı satan markacı analar… Ahlaksız, kokuşmuş ve yere batasıca analar. Kızlarının etinden servet yapan analar ve kızlarına vesika veren devlet baba.” İkisine de ağız dolusu küfür etti. “Hay ben böyle ananın ve babanın…” Bir yandan da kendini, genelevlerin gerekliliğine inandırmaya çalıştı. Ama ikna olmamış, bir çıkar yol bulamamıştı. Neden bugün böyle duygusal olduğuna bir türlü anlam veremedi. Genelevden çıktı, eliyle yüzünü kapayarak otobüs durağına kadar yürüdü. Ayakkabısının sivri ucuyla sağa sola tekmeler savurmaya, ağza alınmadık, yakası açılmadık küfürleri etmeye başladı. Durağa, tahta banka varıp oturdu. Otobüsü beklemeye koyuldu. İlk o zaman ıslandığını fark etti. Acı acı güldü. Önünde sarışın kadının yüzü belirdi birden. Gözlerini ovuşturken gerçek sandı bir an. Tekrar beliren güneş, sırtını ısıtıp asfaltta ışımaya başladı. Gelip geçen araçlar, yolda biriken suyu etrafa saçıyordu.. Onlar da küfürden nasibini aldı. Küfretmediği tek şey kalmadı. Yerdeki gölgesine bakıp konuşmaya başladı. “Bu sarışın kadın ve binlercesi toplumun gözünde birer yosma değiller miydi?” diye sordu. “Evet, evet öyleler” der gibi hareket etti gölgesi. “Böylelerini toplumun katı Ahlak Kuralları kabul etmez ve onları toplum dışına iter. Sen ne dersin? Benimle aynı fikirde misin? Belki ‘senin de onlardan bir farkın yok’ diyeceksin. Haklısın. Ben bile bu zavallılar üzerinde cinsel açlığımı tatmin etmekle yetindim. Hâlbuki onlar da benim gibi insan! İnsanca yaşamalılar, hayvanca değil. Tabii ki hayvanlar da iyi yaşamalı. Yoksa bunlar analarının rahmindeyken mi oruspu olarak seçilmişlerdi? Yoksa yazgıları gereği mi böyle olmuşlar? Yoksa bunlar erkeklerin cinsel açlıklarını gidermek için mi özel olarak mı seçilmişlerdi?” Bu kadınların ve kadınsı erkeklerin bu yola başvurmalarında bir neden aranmalıydı. Sosyo-ekonomik gibi nedenler mesela. Nasıl çözülecekti ama bilemiyordu. Fuhşa ve oruspuluğa zorla itilen bu insanlar topluma yeniden nasıl kazanılırdı, bu konuda hiçbir fikri yoktu. Bu konuda yetkin de değildi. Gölgesinin üzerine eğilerek, “Bunlara yaşama yeniden aday olma şansı verilmeli değil mi?” diye sordu. Hafif bir yel esti, otobüs durağının yanı başındaki ağaçtaki yapraklar hışırdadı, yerdeki birikmiş suyun yüzü kırış kırış oldu. Otobüsü beklemekten vazgeçti, oturduğu banktan kalkarak yürümeye başladı. Yağmur hâlâ çiseliyordu Başı önünde dalgın dalgın yürüyordu. Aklında onlarca soru vardı. Kadın olmak yalnızca cinselliğin sömürülmesi mi demekti? Çocuk yapma fabrikası mı yoksa mutfağa köle olmak mı demekti? Yanıt aramadı yalnızca annesini düşündü. Özgür değildi annesi. İçi acıdı, yüreği burkuldu. “Yoksa çıldırıyor muyum ne!” diye korkmaya başlamıştı. “İnsanlar iyi yaşamalı” diyordu ama nasıl bir yaşam biçimi olmalıydı, bu konuda yeterince bir bilgisi yoktu. Yaşamak yalnızca nefes almak, yemek, içmekse eğer onlar da yaşıyorlar demekti. Etlerine karşılık kazandıkları para ile yiyip içiyor ve nefes alıyorlardı. Ama ya ahlak kuramları, kişilikleri, üretkenlikleri, yaşadıkları psikolojik çöküntüleri, ya o kadınlar ne düşünüyordu, bu konulara dair bir fikirleri var mıydı, onu da bilemiyordu. Kuşatılmışlık her yanını sarmıştı. Kendi de özgür değildi. Şimdi bunu daha iyi anlıyordu. Geriye dönmek, sarışın kadına gidip ona her şeyi anlatmak geçti içinden. Anında da vazgeçti. “Şöyle demeliyim” diye geçirdi aklından. Gırtlağını temizledi. “Kendi yazgınızı kendiniz belirlemelisiniz! Yeni bir dünyanın var olduğunu, gerekirse birlikte yapabiliriz” diyecekti. Kabul görür müydü fikri bilemiyordu ama mutlaka deneyecekti. Sarışın kadın gibi olan binlerce kadının dört duvar içinde eriyip gitmelerine gönlü bir türlü razı olmuyordu. Yürüyordu… Tek destekçisi gölgesiydi. Düşüncelerini paylaştığı tek dostu! Adımlarını hızlandırdı. Düşüncesinin doğruluğuna kendisini öyle kaptırmıştı ki, gündüzün ortasında serap gördüğünü sandı. Her adımı binlerce adıma dönüşüyordu adeta. Kendisiyle yürüyen, kendisiyle konuşan binlerce gölge… Sarışınlara, esmerlere, kumrallara karışan binlerce gölge… Adım başı büyüyor, yayılıyorlardı. Tıpkı suya atılan bir taşın suda çıkardığı halkalar gibi kat kat…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |