Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Sultan sofrayı toplayıp, ortalığı topladıktan sonra, odasına yönelip gitti. Düğün için hazırlık yapmaya başladı. Saçlarını taradı, yeni entarisini giydi. Yemenisini de takınca, bir başka güzelleşti. Aynada kendini görünce, gülümsedi. Bu haliyle kendini bir gelinlik kıza benzetti. Salona geri döndüğünde; Memo emmi dikkatlice kızına baktı, onu bir güzel süzdü. Onda karısı Fadimenin gençliğini buluyordu. Sonra yarı alaylı bir dille takıldı kızına, "Ne o kız?"dedi. "Düğün senin mi yoksa Feridenin mi?" Sultan utandı, yanakları al al oldu. "Aman baba" dedi gerisini getiremedi. Babası oturduğu yerden kalkarak kızının yanına gitti, ona sevgiyle sarıldı, yanaklarından öperek, "Şaka şaka. Benim tatlı kızım." dedi. "Baban kurban olsun senin yoluna." Sultan babasının titreyen ellerinden öptü. Anası seslendi. "Kız sultan sana sesleniyorlar" "Tamam ana, geliyorum..." Koşar adımlarla kendisini kapıda bekleyen arkadaşlarının arasına katıldı. Anası ve babası onun ardından hayranlıkla bakakaldı. Anası yakın bir zamanda, kızı Sultanın evden ayrılacağını, gelin gideceğini düşündü. Evleri onu isteyeceklerle dolup taşacaktı. Biliyordu bunu. Bundan gurur duymuyor değildi. Düğün davul zurna ile başlardı. Erkekler damat evinde, kadınlar ise kız evinde eğlenirler, maniler dizerlerdi, kına gecesinde. İkinci gün köy meydanına toplanılırdı, orada devam ederdi davul zurna eşliğindeki halaylar. Damadın sağdıcı vardı. Sağdıç; damada ilk gece ve evlilik konusunda bilgiler verirdi. Gelinin ise yengesi vardı. Yenge de geline ilk gece ve evlilik hakkında bilgiler aktarırdı. Bu bir gelenekti, yıllardır süre gelen. Sonra kız evinden geline eşlik eden kadınlar ve genç kızlar köy meydanına gelir orada toplanırlardı. Damat evinden de damada eşlik eden erkekler köy meydanına akın ederlerdi. Damat ve gelin aynı masaya oturtulurdu. Sağında yenge, solunda sağdıç bulunurdu. Gelin yüzünü ince renkli bir tül ile saklardı. Düğün yeri hazırdı. Etrafı lüks lambaları aydınlatıyordu. Birazdan ortalığı rakı ve anason kokusu saracaktı... Atılan kahkahalar, sevinçler, halaylar çekilirken söylenen türküler geceye renk katacaktı. İnsan kahkahaları, konuşma sesleri davul zurna eşliğinde gecenin karanlığına karışıp, dağılıp gidecekti. Meydanda kurulan halay bir anda kendiliğinden büyürdü. Başka köylerden gelen misafirler karşılanacak, erkekler erkeklerin masasına, kadınlar kadınların masasına davet edilecekti. Bu bir kuraldı neredeyse değişmeyen. Artık her şey tastamamdı. Başlayabilirdi düğün. Ve başladı... Davul zurna çalmaya başladı. Bir anda Sultan kendini halayın başında buldu. Eline tutuşturulan renkli halay mendilini heyecanla sallıyordu. Tüm güzelliğiyle yanıp sönen bir yıldızı andırıyordu adeta. Halaya katılanlar çoğaldıkça halka gittikçe büyüyordu. Yorulan halaydan çıkıyor ve çıkanların yerine yeni birileri katılıyordu. Halay davul ve zurnanın ritmine göre bazen hızlanıyor, bazen de yavaşlıyordu. Ahmet, aynı masada oturan iki arkadaşıyla birlikte hızla akıp giden halaya katıldı. Neşeyle halay çekiyordu Ahmet. İlk kez Ahmetle göz göze gelen Sultan, yüreğini bir sıcaklığın sardığını ve damarlarındaki kanın hızla aktığını hissetti. Kendini bulutların arasında uçan bir kuş gibi görmeye başladı. Sonra Ahmet ile ikinci kez göz göze geldiğinde, utanıp kızardı, kimse fark etmesin diye başını öne eğdi. Ama göz ucuyla Ahmet"e bakıyordu; Ahmette ilgisiz değildi. Bu kez heyecanı ikiye katlandı. İçinden bir şeylerin eridiğini hissediyordu Ahmet. Nedenini bilmediği, güçlü bir heyecan tüm vücudunu etkisi altına almıştı, kurtulamıyordu bundan. İlk kez yaşıyordu bunu. Birden acemi biri gibi halay çekmeye başladı. Hemen kendisini toparlaması gerektiğine karar verdi. Ve öylede yaptı. Ama düşünceleri, az önce yüreğini titreten Sultandaydı hala. İçine belli belirsiz bir sevinç gelip oturdu. "Aşk, sevda!" dedikleri bu olmalıydı. Ahmet, Sultanın babası Memo emminin öldürdüğü Husonun oğluydu. Gür siyah saçları, kalın siyah bıyıkları, hilali andıran kaşları ve sivri kemer burnu ona apayrı bir güzellik katıyordu. Etrafında köyün kızları fır dönmeye dünden razı gibiydi. İkisi de bilmiyordu, düşman ailelerden olduklarını. Ahmet bu düğüne arkadaşlarının ısrarı sonucu gitmişti, Üstelik annesi bundan habersizdi. Duysa neler diyecekti, belki de kızabilirdi Ahmet"e. Kim bilir? Cemile kocası ölünce çocuklarını korumak maksadıyla onları gözünden sakınmış, civar köylere gönderemez olmuştu. Kan davasıydı bu hiç belli olmazdı. Kimin başına ne geleceği belli olmazdı? Bir yandan çocuklarını başına gelecek bir felaketten koruyordu, diğer yandan kocasının kanı yerde kalmamalıydı. Bu yüzden oğlu Ahmet"e kan davasını sürekli aşılıyordu. devam edecek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |