"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Kına gecesi bitmek üzereydi, son hazırlıklar yapılıyordu. Gelinin kız evine gitmesi gerekiyordu, damadınsa damat evine… Kendisini evine bırakan kız arkadaşlarına seslendi Sultan. „Yarın beni aranıza katmayı unutmayın e mi“? Kapısını kapatıp odasına geçti. Herkes uyuyordu, evde çıt çıkmıyordu. Çabucak soyundu, üzerindekilerden kurtuldu. Yorulan ayakçıklarını eliyle bir güzel ovuşturdu. Ahmet’le düşüncelerinde karşılaştı. Onunla sarmaş dolaş oldu. Sonra bunları düşündüğü için kendinden utanmaya başladı. Fakat elinde değildi, onu düşünemeden edemiyordu bir türlü. “Nasılsa yarın düğün yerinde onu bir kez daha görürüm.“ diyordu kendi kendine. Sonra biri duyacak diye eliyle ağzını kapatıyordu. Kendi yaptığına güldü, bir anlam veremedi. Düşünceleriyle boğuşurken uykuya daldı. Anası dürtükleyerek uyandırmasaydı onu, (kalkacağı yoktu yataktan)hiç kalkmayacaktı belki de yataktan. Düğünü, Ahmet’i görecekti hep düşünde. Bir ara, “Acaba Ahmet’te beni, benim onu düşündüğüm gibi düşledi mi?“ diye geçirdi aklından. Ahmet’te onu düşünüyordu kuşkusuz. Uyuyamıyordu bir türlü, yatağından kalkıyor, sigara üstüne sigara içiyor, tekrar yatağına giriyor, ama bir türlü düşüncelerinden Sultan’ı söküp atamıyordu. İkisi de güneşin doğuşunu, yeni bir günü, düğünün kaldığı yerden devam etmesini sabırsızlıkla beklediler. Konuşamadılar, yalnızca halayda, düğün yerinde görebildiler birbirlerini. Şimdilik bu yetiyordu… Ya sonrasını bilemiyorlardı. Düğün yerine ilk varan Ahmet olmuştu. Şaşkın bakışlarla aradı Sultan’ı, bulamadı. Gelmeyecek diye korkuya kapıldı, üzüldü. Durgunlaştı birden, çekip gitmek istedi oradan, sonra vazgeçti gitmekten. İçinden bir ses, „Gelecek O.“ diyordu. İçindeki ses yanıltmadı onu. Geç de olsa gelmişti Sultan. Evdeki işleri yüzünden geç kalmıştı, anca varabilmişti düğün yerine. Ahmet’i karşısında görünce sevindi, yüzü heyecandan kızardı. Başını yere eğdi, utancından. Benliğini bir ateş sardı, terlemeye başladı. Oyalı mendiliyle yüzünü sildi kuruladı. ‘’Sultan“ diye sesleniyordu Ziynet. “Halay bizi bekliyor.“ Ahmet ilk kez adını duyuyordu. “Sultan ne güzel bir isim,“ dedi kendi kendine. “Ziynet az bekle, geliyorum hemen“ “Sultan doğruca Feride’nin yanına gitti, usulca sokuldu yanına, kulağına bir şeyler fısıldadı, karşısında ayakta durmakta olan Ahmet’i göstererek, ‘’Kimdir bu?“ diye sordu. Feride bu soru karşısında şaşaladı, yüzü heyecandan al al olmuştu, soğuk terler bastı vücudunu. Nasıl diyebilirdi hem, “Bu senin babanın öldürdüğü Husonun oğlu Ahmet.“diye. Diyemedi, yalnızca ismini söylemekle yetindi. “Ha o mu? Bizim köyden Ahmet.“ Halaylar çekiliyor, at üzerinde ciritler oynanıyor, havaya mermi yağdırılıyordu… Nihayet düğün bitti. Gelini bir kır ata bindirdiler, damadı da başka bir ata… Herkes yollara döküldü, oynamalar davul zurna eşliğinde sürüyordu. Sultan ve kızlar birlikte güle eğlene köylerine döndüler. Sultan odasına geçti, ağlamaya başladı. Feride artık yoktu... Onunla canı çektiğinde, kafası estiğinde görüşemeyecek ve dertleşemeyecekti. Kız evini düşündü, Feride’nin annesini gözlerinin önüne getirdi. Onun çektiği üzüntüyü yaşadı. Onu nasıl özleyeceğini, yokluğunu hissetti. İçi acıdı, kalbi burkuldu. Oysa gelin olurken Feride’nin yüzündeki mutluluğu görmüştü. Birden, „Keşke“ dedi kendi kendine ağlamasına ara vererek. “Feride’nin yerine kır ata binen gelin ben, damadın yerinde de Ahmet olaydı... Ne güzel olurdu o zaman.“ Ama günün birinde bu hayali gerçek olacaktı. İnanıyordu buna, tüm kalbiyle. Feride gibi aynı köye gelin gidecekti. Sultan bir sevdaya tutulmuştu, yemiyor içmiyor yalnızca düşüncelere dalmıştı. Zayıflamış, eski neşesini yitirmişti. Anası kızının bu durumunu fark etmişti ama tarladaki işlerden kaynaklandığını sanıyordu. Oysa durum farklıydı. Kızı sevda çekiyordu. Hem de kanlı bıçaklı olduğu birine. Üstelik tek taraflı bir sevda değildi bu. Ahmet de aynı duygular içinde kıvranıp duruyor, ne yapacağını bilemez bir hale gelmişti. Bazen, „İyisi mi gidip Sultan’ın yolunu çevirip, onunla konuşayım,“ diye kafasında kuruyor ama vazgeçiyordu bu düşüncesinden, yapamıyordu. Korkuyordu… devam edecek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |