Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Bu al sat işleri gelirini oldukça arttırmıştı. Önce kiraladığı damı ve içinde bulunduğu araziyi satın aldı. Daha sonra Tarım Bakanlığı standartlarına uygun yeni damlar inşa ettirdi. Hayvancılığı teşvik kredisiyle yirmi sağmal inek ve süt sağım makinaları satın aldı. İşler yoğunlaştıkça tek başına yetmez olmuştu. İki bakıcı aldı. Bakıcıların gel git işlerinde yardımcı olacak birde çocuk ta bulunca yeterli kadro sağlanmış oldu. Kendisi fakirlikten ve işçilikten o noktaya geldiği halde çobanlarına ve hele hele çoban yardımcısı çocuğa çok acımasızdı.Bu yüzden çobanlar sık sık işi bırakırlardı. Yenisini bulmak nasıl olsa kolaydı. Yeni gelenlerde en kısa zamanda işi bırakıyorlardı. Tüm yük çocuğun üstüne kaldığında, çobanların işi bırakmalarında neden sanki çocukmuş gibi, çocuğu acımasızca döverdi. Çocuk babasından korktuğu için işi bırakamıyor ve yediği dayakları sineye çekiyordu. Yine feci bir dayak yediğinde, ağzından, burnundan akan kanları yıkama fırsatı bulmadan babası çiftliğe geldi. Oğlunu kanlar içinde görünce, Oğlum bu halin ne böyle? Patronum dövdü baba, Neeee patronun mu dövdü? Ben o patronun ta anasını avradını ....... Yürü bakayım eve. Ama baba, patron bırakıp gittiğimi görünce çok kızar. Yürü ulan eve. Başlatma senin patronundan. **** Gece yatağa girdiğinde gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Tam uykuya dalacağı anda oğlunun kanlı yüzü gözlerinin önüne geliyordu. Oğlunun bu denli dövülmesini içine sindiremiyordu. Eli yastığının altındaki tabancaya gitti. Ya sabır diyerek elini tabancadan çekerek uyumaya çalıştı. Olmuyor, olmuyor. Uyumanın olasılığı yok. Elinin yastığın altına uzatarak tabancayı aldı. Çocuğunun patronu Şeftali Hamit’in tos topan yüzünü hayalinde canlandırdı. Tabancayı bu hayalindeki yüze doğrulttu. Tetiği çeker gibi yaptı. Çekse de bir şey olacağı yoktu. Zira tabancanın emniyet mandalı kapalıydı. Tabanca patlamadığı halde, tabancadan fırlayan hayali mermi, Hamit’in tos toparlak yüzünde, tam alnının ortasından girdi. Hamit gık demeden ayaklarının dibine devrildi. Beğenmedi bu tür bir ölümü. Tek bir kurşunla işi bitmemeliydi. İlk kurşun can alıcı olmamalıydı. Yalvarmalıydı ona, kokuyla büyümüş gözlerinden yaşlar akmalıydı. O yalvardıkça bir kurşun daha, yetmedi bir kurşun daha. Yalvar ulan aşşağılık herif, yalvar ki çocuk dövmenin ne olduğunu öğrenesin. Hoş öğrense ne olacak. Öteki dünyada ne işine yarar ki. Hamit , Ne olur bağışla beni, bir daha ne senin çocuğuna, ne de başkalarının çocukların tek bir fiske vurmayacağım. Yalvar ulan köpek diyerek bir kurşun daha sıktı. Yattığı yer kan gölüne dönmüştü. Süleyman yavaş yavaş ölüyordu. Son kez tetiğe bastı. Kurşun Hamit’in kafasında kof bir ses çıkardı. Bu ölüm çoban Recep’in çok hoşuna gitmişti. Kalkıp tabancasını masanın üzerine koydu. Çabucak giyindikten sonra tabancayı beline soktu. Saate baktı Gece yarısından sonra üçü gösteriyordu. Tam da adam öldürme saati diye düşündü. Herkesin en tatlı uyku saati. Ara sokaklardan hızla ilerleyerek kentin kenarından geçen sulama kanalına ulaştı. Kanal üzerindeki patika yoldan ağır ağır ilerledi. Bu yolu sürekli kullandığından, gecenin zifir karasına rağmen bir kedi sessizliği ile ilerledi. Ulan Şeftali Hamit, biraz sonra seni domates Hamit yapmazsam, anamın ak sütü haram olsun bana dedi kendi kendine. Az sonra patika yoldan aşağı inip Hamit’in çiftliğine giden yola saptı. Her taraf derin bir sessizlik içindeydi. Ayağından ayakkabılarını çıkarıp, kolayca bula bileceği bir ağacın dibine bıraktı. Yoluna yalınayak devam etti. Çiftliğin derme çatma sokak kapısından sessizce içeri girdi. Kerpiç binanın kapısı önünde durup içeriyi dinledi. Süleyman’ın horultusundan başka bir ses yoktu. Bağ evinin çakma kapısına var gücüyle omuz vurdu. Kapı tahmininden daha dayanıksız çıktı. İlk omuzda ardına kadar açıldı. Hamit yatağının içinde doğrulup, Ne oluyor be diye bağırdı. Gece lambasının loş ışığında kapıyı kırıp içeri gireni hemen tanıdı. Bu sabahleyin kıyasıya dövdüğü çocuğun babasıydı. Hamit iri yapılı ve güçlü kuvvetli bir insandı. Elbette bu ufak tefek adamdan korkacak değildi. Oldukça sakin, Recep, hayrola? Gecenin bu saatinde evime paldır kürdür niye girdin? Recep elindeki tabancanın namlusunu Hamit’in bacaklarına doğru çevirip iki el ateş etti. Kurşunların ikisi de yerlerini bulmuştu. Hamit acıyla kıvranarak yatağa uzandı. Acılı bir sesle, Recep, ne olur kıyma bana. Ben sana ne kötülük yaptım? Diye inledi. Nasıl dövdün benim oğlumu? O daha kaç yaşında? Ne istedin ondan. Hiç acımadın mı ona? Şimdide benden af diliyorsun. Oğluma çok acı çektirdin. Sen de acı çekerek öleceksin. Namlunun tekrar üzerine doğrulduğunu fark eden Hamit umutsuzca, Ne olur be Recep affet beni. Çocuğunu öfkeyle döverken fazla hırpaladığımı fark etmedim. Eğer beni öldürmezsen sana ineklerimin yarısını veririm. Dilediğince de para veririm. Sus ulan köpek, çocuğumu döverken aklın neredeydi diyerek tabancayı bir daha ateşledi. Kurşun karın bölgesine girdi. Yatağın içinde yana dönerek iki büklüm hale geldi. Recep namluyu kafasına doğrultup tetiğe bir kez daha bastı. Elektrik düğmesine basıp ışık altında kurşunun girdiği yere baktı. Kurşun beynini parçalamıştı. İki el daha göğsüne ateş ettikten sonra, ışığı söndürüp dışarı çıktı. Açık çiftlik kapısından çıkıp sessizce ayakkabılarını bıraktığı yere gitti. Giydikten sonra, yine kanalın üzerindeki patikaya çıkıp yoluna devam etti. Eve döndüğünde, Oh be kimseye görünmeden bu işi hallettim dedi. *** O kimsenin görmediğini zannediyordu. Oysa yerin kulağı var sözü boşuna söylenmemişti. Uykusu kaçan Mahmut efendi evinin penceresinden sokağı seyrediyordu. Ayak sesleri duyunca dikkat kesildi. Kim ola bilir gecenin bu saatinde diyerek sokaktaki adama dikkatle baktı. Seçemedi. Az sonra sokak lambasının altına geldiğinde sokaktaki adamı tanıdı. Bu komşuları çoban Recep’ti. Bu saatte ne işi var bu adamın diye düşündü. Beş vakit namaz kılan biri olsa, hadi saati şaşırdı diyeyim. Bırak beş vakti, ne bayram ne de Cuma namazı bile kılmayan biri bu. Hırsızlık yapmaktan geliyor desen, şimdiye kadar böyle bir şey duymamıştı. Üstelik çok çalışkan biri. Niye hırsızlık yapsın diye düşündü. Pencereden bir süre daha sokağı seyretti. Tan yeri yavaş yavaş ağarmaya başladığında sabah namazına gitmek için abdest aldıktan sonra giyinip camiye gitti. Namaz sonrası yaşlıların gittiği erkenci kahve haneye gitti. Yaşlıların konuşulacak neleri var ki? Kimi hastalığından, kimi doktorundan söz ederken zaman akıp gidiyordu. Mollaların kadir kahve haneye girip selam verip boş bir sandalyeye oturdu. Oturur oturmaz, Haberiniz var mı? Şeftali Hamit’i evinde öldürmüşler. Hem de altı kurşunla. Yakın mesafeden ateş etmişler. Kafası parçalanmış zavallının. Biri Eeee ne olacak. Biraz paralandım diye herkese tepeden bakıyordu. Çobanlarını dövüp parasını vermeden kovan o. Dün yanında çalışan çocuğu da feci şekilde dövmüş, babası çocuğu eve götürürken gördüm. Ağzı burnu kan içindeydi zavallının. Gerektiğinde insan döver, döver ama böylesine öldüresiye dövülmez ki. Vah vah dediler kahve hanedekiler, canavar mı bu yahu? Mahmut efendinin beyninde bir şimşek çaktı. Sakın katil sabaha karşı gördüğü ve gecenin o saatinde bu adam nereden geliyor diye düşündüğü çoban Recep olmasındı? Olmaz, olmaz derler. Neden olmasındı? Zaten çoban Recebin oğlu Şeftali Hamit’in yanında çalışıyordu. Üstelik çocuğu feci şekilde dövmüştü. Ola ki oğlunun intikamını almak için öldürmüştür. Evine döndüğünde bu cinayet haberini kafasından atamıyordu. Telefonun ahizesini kaldırıp manyetoyu çevirdi. Santralcı kıza polis karakolunu bağlamasını söyledi. Tekrar manyetoyu çevirdi. Karşıdaki ses, Buyurun efendim. Polis karakolu. Ben polis memuru Mehmet. Biraz önce kahve hanede bir cinayet haberi duydum Gerçek mi efendim. Niye sordunuz? Ben birinden şüphelendim de. Cinayet saat kaçta işlenmiş evladım? Saat üç buçukta, sabaha karşı. Ben pencereden sokağı seyrediyordum. Uykum kaçmıştı. Saat dört sıraları Çoban Recep’i görünce hayra yordum ama, yine de içimde bir kuşku var. Cinayeti o işlemiş olmasın diye. Maktul onun oğlunu dövmüş dün, hem de feci şekilde. Siz kimsiniz efendim? Ne olur benim adımı vermeyin. Ben yaşlı bir adamım. Bu yaşta başımı belaya sokmayayım. Tamam bey amca ben gerekeni yaparım. Polis heyecanla komiserin yanına gitti. Komiserim bir ihbar geldi. Çoban Recep saat dört sıraları evine dönmüş. Onun eve dönüşü cinayet saatiyle çakışmıyor mu komiserim. Hem de nasıl tamamı tamamına. Hemen bir ekip gönderip aldıralım onu. Ekip hemen harekete geçti. Çoban Recep’in kapısını çaldılar. İçeriden uykulu bir ses Kim o dedi. Bir dakika kapıya kadar gelir misin? Ne yapacaksın beni. Uyuyorum ben şimdi. Uyumana sonra devam edersin. Sen hele gel biraz. Recep kapıyı açtığında karşısında polisleri görünce hiç renk vermedi. Uyuduğuna inandırmak için, esneyerek, Benden ne istiyorsunuz diye sordu. Bizimle karakola geleceksin. Siz gidin ben gelirim. Hayır şimdi beraber gideceğiz. Kapıyı açık bırak git giyin. Tamam efendim hemen giyinip geliyorum diyerek Yatak odasına gitti. Polislerin kendisini bu kadar çabuk bula bileceklerini aklına getirmemişti. Çaresiz gece giydiği elbisesini giydi. Karakolda komiserin odasına aldılar. Komiserin keskin gözleri elbise üzerindeki belli belirsiz lekeleri hemen fark etti. Hadi bakalım öt dedi Recep’e. Recep hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi sordu, Neyi öteyim komiserim? Bilmiyormuş gibi rol yapma. Alırım ayaklarımın altına, anandan doğduğuna pişman ederim. Neyi öteceğimi bilmiyorum ki komiserim. Nasıl bilmiyorsun ulan, Şeftali Hamit’i sen öldürmedin mi? Hayır komiserim, ben öldürmedim. Ya bu üstündeki kan lekeleri ne böyle? Silmişsin ama tam temizleyememişsin. Hadi naz etmede öt bakalım. Recep Vay be diye geçirdi içinden. Keşke o kadar yakın mesafeden ateş etmeseydim. Dalmıştı. Komiserin sert tokadıyla kendine geldi. Tamam komiserim vurmayın. Onu ben öldürdüm. Neden öldürdün? Oğlum onun yanında çalışıyordu. Oğlumu çok fena dövmüştü. Oğlumun ağzını, burnunu kanlar içinde görünce dayanamadım ve öldürmeye karar verdim Bu gece saat üç sıralarıydı evden çıktığımda. Onu öldürüp geri döndüğümde saat dörde geliyordu. Oğlumun intikamını aldım ya, isterlerse idam versinler bana. Mademki oğlunu dövmüş, neden gelmedin bize. Biz gerekeni yapmaz mıydık. Adalet onun cezasını verirdi. Sen de elini kana bulamazdın. Ne diye bilirim komiserim, takdiri ilahi. Komiser iki tokat daha patlattı suratına, Af ferim ulan iyi bildin. Bak bu tokatlarda senin takdiri ilahin. Her mağdur senin gibi intikam almaya kalksa, yer yüzünde insan kalmaz be. Atın şunu içeri. Komiser bir süre sonra nezaret haneden çıkartıp ifadesini aldırttı. Cinayetin görgü tanığı yoktu. İfade değiştirmesine fırsat vermemek için hemen yargıya gönderdi. Karakolda verdiği ifadesini aynen tekrarladı. Yargıç suçu sabit görerek davanın ağır cezalık olduğuna karar verdi ve davayı ağır ceza mahkemesine havale etti. Ayrıca tutukluluğunun devamına karar verdi. Ağır ceza mahkemesinde duruşması uzun sürmedi. Taammüden adam öldürmekten önce idamına karar verildi. Daha sonra çocuğunun feci şekilde dövülmesi ve iyi hali hafifletici neden sayıldı ve cezası on beş yıla indirildi. Bu durumda meşrutan tahliye ve iyi hal nedeniyle en çok beş yıl kalacaktı ceza evinde. Öyle oldu. Beş yıl sonra tahliye oldu. Şimdilerde yine çobanlık yapıyor. Derler ya vay gidene. Özcan NEVRES
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |