..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Kesinlikle Karşıyım! > Mehmet Sinan Gür




10 Aralık 2002
Sayın Bilgehan Buğra’nın Kafa Karıştıran Lafları  
Mehmet Sinan Gür
Bu yazı ilgili bütün yazıları içeriyor... Ayırım istemiyorsanız ayrıcalık tanımayacaksınız ve kabul etmeyeceksiniz. Düşünün, taşının, kararı siz verin.


:BJFJ:
Seçimlerden sonra ‘Seçim 2002 Sonuçları ve AKP’ başlıklı bir yazı yazdım. Türkiye’de yaşayan her dört yetişkin kişiden biri AKPye oy verdi. Yazdıklarım benim açımdan geçerlidir. Yalnız şunu söylüyorum, eğer ben yanlış söylüyorsam, AKP uygulamasıyla yanlış düşündüğümü göstersin. Ancak Bülent Arınç’ın eşi ile patlayan türban sorunu pek de haksız olmadığımı gösteriyor. AB ve ABD’ye karşı olan tutumları da önceki partilerden farklı değil. Gerisini hep birlikte göreceğiz.

Seçim 2002 Sonuçları ve AKP

Recep Tayyip Erdoğan seçimleri kazandığı belli olduktan sonra bir balkondan halkı selamlıyor. Yanında elinde mikrofon olan bir adam onu halka sunuyor ve bir eliyle mikrofonu Erdoğan’a uzatırken diğer eliyle Erdoğan’ın elini yakalamaya çalışıyor ve başarıyor. Erdoğan boynunda bir rahatsızlık varmış gibi başını döndürüp adama bakamıyor ama mikrofonu alıyor. Adam Erdoğan’ın elini öpmek için eğilip hamle yapıyor. Erdoğan elini öptürmüyor.

Bir gazetecinin uzattığı mikrofona ve sorduğu soru üzerine ters ters bakıp, “Ben bunu daha önce söylemiştim” diyor.

Bu tablo, gelecek dönemde neler yaşayacağımızın kısa bir özetidir.

Bilinen sözde söylendiği gibi, her ülke layık olduğu şekilde yönetilir. Yani sonuç Türkiye’nin gerçek görüntüsünü veriyor. 2 ay önce Türkiye’nin daha da sağa kayacağını söylemiştim. AKP’nin başarısı geçici bir tesadüf olmadığı gibi, örgütlü, gayretli bir çalışmanın sonucudur. 2 ay önce söylediğim söz hâlâ geçerli. Yaşamım boyunca, şimdiye kadar öğrendiklerim doğruysa, önümüzdeki dönem Şeriatçılarla Cumhuriyetçiler arasında mücadelenin kızışacağını düşündürüyor.

Uzun süredir, demokrat yapıdaki kişilerde her seçimden sonra gördüğüm (geçmişte belediyelerin kaybedilmesi, Erbakan’ın Başbakan olması) uzlaşmacı eğilimin doğru olmadığı görüşündeyim. Evet, AKP’de toplanmış olan oyları veren kişilerde çok şey değişmiştir. Eskisine göre belki biraz daha ılımlıdırlar. Ancak bu hem yeterli değildir, hem de bütün AKP’lileri kapsamadığı açıktır. Bundan birkaç ay önce polisle çatışan Hizbullah ve onun gibi adamların, din tarikatlarının oyları acaba bu seçimde kime gitti? AKP onları içinde barındırıyor. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Kanımca uzlaşmacı olmak, alınan sonuç karşısında çaresiz kalmaktan ötürü o görüntünün, gücün kanatları altına girmekle eş değerdedir. Böyle bir tutum yalnızca yeni hakim gücün artmasına neden olur. Bu güç, açık düşünceli, aydın insanlara annelik yapmayacaktır.

Demokrat kişilerin uzlaşmacı bir tutum almasına çok şaşıyorum. Çünkü o demokrat kişiler, kendisiyle tam olarak aynı görüşte olmadığı için, biraz da kişisel nedenlerle hizipler yaratmış, eski CHP’nin yıkılmasına neden olmuştur. Çok sayıda sivil toplum örgütü vardır ama hiçbiri yeteri kadar güçlü değildir. Nedeni demokrat olan kişilerin –yanlış yorumlanmış – demokrat kişilikte olmaları yüzünden başkaları ile anlaşamamasıdır. Bu yazdıklarımdan sakın uzlaşmacı biri olmadığım anlamı çıkmasın. Uzlaşma, yakın görüş içinde olan kişiler arasında yapılır; yapılmalıdır. Çünkü biraz edebî bir deyişle “dünyada birbirinin aynısı iki tohum, iki saç kılı yoktur”. Demokrat olmak, bireysel olmakla eş tutulmuştur. Sağ görüş bir kişi çevresinde mutlak bir hiyerarşiyi öngörür. Özgür görüş ise yanlış olarak hiçbir düzene, organizasyona girmeme, hiç ama hiçbir düzenli otoriteyi kabul etmeme şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü bu durumda özgürlük ‘yara’ alır. Kişi sağcılara benzer.

Aslında AKP sürekli söylediğim, hep üzerinde durduğum kurumlaşma, örgütlenme, kişilere bağlı olmama ilkelerini bir ölçüde yerine getirmiştir. Tayyip Erdoğan yasaklı olduğu için Başbakan olamayacaktır. O yüzden partiyi tek başına yönetmemektedir. Seçmen bu durumu bile bile oyunu Erdoğan’a, Türkiye’de ilk kez olarak bir kişiye değil, AKP’ye yani bir partiye vermiştir. Bu durum onlar için iyi ama Türkiye Cumhuriyeti için kötüdür. Neden bu kadar kesin konuşuyorum? Çünkü AKP’li belediyelerin uygulamalarını biliyorum. AKP’li belediyeler hiç sözü edilmeyen, halbuki yaşamsal önemde olan kültür ve doğayı korumak yerine yok etmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Bergama sunağının Almanya’da, Brelin Müzesinde olmasına neden olan zihniyet şimdi bizi yönetecek. Her zaman şikayetçi olduğumuz yolsuzluklar bu dönemde de olacak. Belki tek partili dönemde CHP’nin ve sonra Demokrat Partinin, AP’nin ANAP’ın yaptıklarını yapmaya çalışacak. (Türkiye’nin tek başına iktidar olan beşinci partisi) “Benim memurum işini bilir” sözü kulaklarımdan gitmiyor. Yalnız bulunduğum çevrede Büyükşehir Belediyesinin uygulamalarını görüyorum. Türkiye Cumhuriyeti şimdiye kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştır. Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ancak sözünü ettiğim –laiklik ilkesini çiğnemeye çalışan – kesimi çeşitli şekillerde güçsüz göstermek, görmek, uzlaşılabilir kabul etmek, büyük tehlikeyi hafife almak anlamına gelir. Büyük tehlike daha antidemokratik bir Türkiye’dir.

“Doğrunun her karşıtı yanlıştır. Ancak yanlışın her karşıtı doğru değildir.” Bu söz çerçevesinde karşı çabanın doğru temeller üzerine kurulması gerektiğini söylemeliyim. Özet olarak büyük ölçekte gözden kaçırmadığım temelim şudur: Dünyada küreselleşme yaşanmaktadır. Türkiye dünyanın gittiği yönde istese de istemese de payını almaktadır. Bununla birlikte iki şey gelişmektedir. Biri totaliterleşme, biri demokratikleşmedir. Gidişin istediğimiz yöne olması için mücadele etmek gerekir ve mücadele etmeden, doğru görüşler savunulmadan başarı kazanılamaz. AKP, bizi kazaya uğratmadan demokratikleşmeye götürecek bir parti değildir.

AKP, karşısında doğru görüş, örgütlenme olmadığı için başarılı olmuştur. Bütün Türkiye’yi kendi yaşadığı marjinal yer gibi sanan, öyle gören insanların sorumsuz davranışları yüzünden başarılı olmuştur. Gerçek demokratlar doğru örgütlenmeyi becerebilmelidirler. Yoksa gelecek yalnız demokratlar için değil, herkes için pek iyi olmayacaktır.

Bu seçimin tek iyi sonucu olmuştur. Artık TV’de yüzünü görmekten nefret ettiğim parti başkanlarını eskisi kadar sık görmeyeceğim anlaşılmıştır. 4 parti başkanı birden aynı anda siyaseti bırakıyor. Bu durum, yakın gelecekte başka iyi bir sonuca yol açacak. Siyasi partilerin güdümündeki bazı TV kanalları ve gazeteler kapanacak. Ama eminim ki şekil değiştirerek, yeni bir isimle yeniden karşımıza çıkacaklar.

4.Kasım.2002

Bu yazımdan sonra Sayın Bilgehan Buğra ve Sayın Ekrem Salih Bilgin bana yanıt olarak birer yazı yazdılar. Aşağıda Sayın Bilghan Buğra’nın yazısı var. Basşlığı ile ne demek istediği tam olarak anlaşılamasa da (ben mi irticacıyım? İrtica benle neden gurur duyuyor anlayamadım) içeriği oldukça anlaşılır bir dilde.

Bilgehan Buğra

İrtica sizinle gurur duyuyor Sayın Mehmet Sinan Gür!..

Milletçe gerginiz. Herşey, hiç olmadık zamanlarda bizi germeye başlıyor. Mehmet Sinan Gür’e de olmuş anlaşılan, gerilmiş adamcağız. Nedeni de belliymiş gerginliğinin: AKP’nin iktidar olması.
Tabii ki içinizden bazıları “ne yani bu da dert mi, niye gersin ki?” diyenler olacaktır. Ben de aynı kanaatteyim, yani demokratik bir ülke de milletin seçimi önemlidir, milletin tercihi kimseyi germez. AKP’yi mi seçti, duracaksın orda, ne kıpraşacaksın, ne de gerginleşeceksin. Ama inanın bu “öcü geliyor” edebiyatı ülkemizin son yıllarda ki en moda ruh hali. Belli bir güruh birşeyi beğenmedi mi basıyor feryadı:” Hayır olamaz, onlar öcü, bizi yiyecekler!..” Bunu neye dayandırıyorlar, o da belli değil, şizofrenik bir durumda söz konusu olabilir mi acaba? Olması da lazım, çünkü Sayın M. Sinan Gür yazısının bir yerinde olayı iyice abartmış ve “Yaşamım boyunca, şimdiye kadar öğrendiklerim doğruysa, önümüzdeki dönem Şeriatçılarla Cumhuriyetçiler arasında mücadelenin kızışacağını düşündürüyor” gibi bir naneyi ortaya koyuvermiş.

Şeriatçılar ve Cumhuriyetçiler!... Mücadele!...Kızışabilir!... Bababababaaaa!... Yani Allah aşkına biri beni çimdiklesin yahu, böyle bir fikriyat olabilir mi, böyle bir sorumsuzluk olabilir mi? Siz beyler, bayanlar, sizler bu yazıyı okurken böyle bir mücadelenin olmadığını hele bir milletin Şeriatciler ve Cumhuriyetçiler diye ayrılmasının bir garip akıl cinnetinden başka bir şey olamadığını eminim çok iyi biliyorsunuz. O nedenle bundan sonra ki satırlarım direkt Sayın M.Sinan Gür’e....

Sayın Gür, öncelikle merakım şu: sizin bu denli gerilmenizin, dertlenmenizin altında yazınızda da bir çok kez belirtmiş olduğunuz demokratik tavır kaygınız mı var? Demokratik tavır kaygınız %34.4 oy oranına ulaşmış bir parti karşısında neden tutukluk yapmaktadır, demokrasi yoksa sizde de mi birkaç tane? “ Bana göre demokrasi, ona göre demokrasi” aşıklarından mısınız? Hizbullah ve Tarikat ölçer misiniz? AKP’ye giden oylarla ilgili bu denli rahat konuştuğunuza göre AKP’ye giden her oyla ilgili size YSK detaylı bilgi göndermiş olmalı. Mesela: Adı: Hasan Soyadı : Mındık Sandığı:3652 Kime Oy Attı: AKP Neyin Nesi: Hizbullahçı :) YSK tarafından böyle bir detay gönderildi mi size?
Evet değerli arkadaşlar, Sayın Gür’ü sormuş olduğum sorularla başbaşa bırakmak istiyorum. Ve bir kez daha bu ülkenin bir vatandaşı olarak önemle belirtmek istiyorum: “Kendi hastalıklarını genelleyenlere itibar etmeyin lütfen”

O korkabilir, çünkü korkusu beynidir, keyfidir, keyiflenmek için Türkiye’nin çağdaşlaşma rotasını çizmiş ve bunu cümle aleme göstermiştir. Sonrasında rotasının tam tersi bir sonuç çıkınca yine aynı senaryoyu ortaya koymaktan çekinmeyecektir: “Öcüüüüüü!...”

Birilerine, bazı değerlere ait hissederler bu tür insanlar kendilerini, safları, takımları bellidir, en önemlisi Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olmaktır onlar için. Cumhuriyetin ve Atatürk’ün onlara bakış açısı onları ilgilendirmez, onlara yapışmışlardır bir kere o değerlere, sökebilene aşk olsun. Cumhuriyeti barlarda , Atatürk’ü leblebi ve rakıyla anmada hatırlarlar. Zaten Cumhuriyetçilik ve Atatürkçülükleri de ancak o kadar olabilir. Rakipleri de vardır: Sanal Şeriat. Biri hoşlarına gitmedi mi basarlar yaftayı: Şeriatçı!.. İnançlarıdır oysa karşısında ki insanın tek meramı, inançlarının gereğini yerine getirmek ister.

Olur mu hiç!... Şeriat hortlar, irtica patlar... İrtica nedir: gericiliktir!... Evet sayın Gür demokrasiyi hazmedemeyenler, birlikte yaşamayı sindiremeyenler, inançlara saygı gösteremeyenler ne ilericidir, ne cumhuriyetçidir, ne de demokrattır, yalnızca gericidir, irticacıdır.

Ben AKP’ye oy vermedim. Açıkça söylüyorum bunu ama bu öcü paranoyasının da sıktığını hissediyorum. İlericilik denen şey CHP’ye oy vermek, AKP’ ye “tu kaka” demek, rakı şişesinde balık olmak, “bana göre üstadım Türkiye’nin meselesi” diyerek barlarda caka satmak, Atatürk’ü leblebi ve rakıyla anmak,inancını yaşayan kendi insanıma tiksintiyle bakıp diğer bir inanca mensup yabancıya her türlü yalakalığı yapmaksa ben ilerici olmuyorum arkadaş!... Böyle ilericilik de yerin dibine batsın diyorum!.. Sonuç olarak:İrtica sizinle gurur duyuyor Sayın Mehmet Sinan Gür!..
Bakın beni de irticacı yaptınız!...

M. Sinan Gür:

Ben her zaman düşünürüm. Acaba gerçekten kendi hastalığımı genelledim mi? Yoksa onun göremediği veya görmek istemediği bir şeyi mi görüyorum? Bu sözleri söylemekte çok mu acele ettim? Yoksa illa ki yumurta kapıya dayanmalı mı? İş işten geçtikten sonra yol gösteren çok olur derler. Acaba o zaman bu sözleri söyleyebilir miydim? Henüz iş işten geçmedi.

Bu yazı üzerine ben de aşağıdaki yazıyı yazdım.

Ne yapmalıyım?

Öncelikle söylemeliyim ki “Seçim 2002 Sonuçları ve AKP” başlıklı yazıda kimseyi hedef almadım. Yalnızca zihniyet eleştirdim ve evet, korkularımı dile getirdim. İki yazar beni eleştirdi. Ama Bilgehan Buğra’nın yazısı öncekinden çok farklı geldi. Hiç söylemediğim şeyleri söylemişim gibi ve benim adıma hiç olmadığım biçimde bir karakter ortaya çıkarmaya çalışmış.

Bundan yaklaşık 5 Ay önce Bilgehan Buğra’ya bir e-mail yolladım. İçeriği özet olarak şöyle idi.

“Şimdiki partilerle ilgisi olmayan bir hareketin haftalık toplantılarına katılıyorum. Türkiye’nin sorunları ile ilgilisiniz. Sizinle haberleşelim.”

Aşağıdaki yanıt geldi. Okuyuculardan dileğim, yazının içeriğini de benim önceki yazımla birlikte düşünmeleri.

“Sayın Gür,
Mesajınızı aldım. Öncelikle nezaketinize ve yazılarıma duymuş olduğunuz alakaya     
teşekkür etmek isterim. Sormuş olduğunuz sorulara gelince, ben zaten siyasi bir
teşekkülün bilfiil içindeyim.Hangi siyasi teşekkül olduğunu söylemek
istemiyorum, çünkü önyargılara yol açmayı sevmiyorum. Yine size katıldığım bir
nokta insanların konular ve olaylar karşısında duyarsız kalmaması, tepki
koyması, örgütlenmesi gerektiğidir. İşte eli kalem tutan yazmalı, hitabet gücü
olan konuşmalı, doğru ve yanlış noktasında insanları yöneltmeli vs...vs...Sonuç
olarak birşey yapmalı...
Saygılar sunarım.
Bilgehan Buğra”

(Benim toplantılarına devam ettiğim hareketin adı Çare Siz Hareketi. Toplantılar yasallık olarak Demokratik Değişim Derneği çerçevesi içerisinde yapılıyor. Bu seçimlerde İstanbul 1. Bölgeden bağımsız bir aday çıkardı. Toplan 1265 geçerli oy aldı. Benim oyum da bunların arasında)

Demek duyarsız kalmamalı, tepki koymalı, örgütlenmeli. Bilgehan Buğra.

Bunu yazdınız ve sonra birkaç kez yazmama rağmen bir daha haber alamadım. Şimdi birdenbire bomba gibi patladı. Anlamakta güçlük çekiyorum. Beni birçok şeyle suçluyor. AKP’nin oylarını biliyor muymuşum, YSK bana yazı mı yazmış vs. Asıl benimle ilgili olanlar karşısında şaşkınlığa düştüm. Yazıdan son paragrafını alıyorum.

“İlericilik denen şey CHP’ye oy vermek, AKP’ ye “tu kaka” demek, rakı şişesinde balık olmak, bana göre üstadım Türkiye’nin meselesi diyerek barlarda caka satmak, Atatürk’ü leblebi ve rakıyla anmak,inancını yaşayan kendi insanıma tiksintiyle bakıp diğer bir inanca mensup yabancıya her türlü yalakalığı yapmaksa ben ilerici olmuyorum arkadaş!...”

Arkadaş herhalde oyumu zarfın içine koyarken benim yanımdaydı, gördü de o yüzden böyle kesin konuşuyor. Bir de beni İstanbul’un barlarında takip etti herhalde. Belki ben bir bardan çıkıp ötekine giderken beni sarhoş olarak yolda gördü. Bu kadarla da kalmadı. Kendi insanıma tiksintiyle bakarken ABD ve AB yalakalığı yapıyorum. Öyle mi? Hatta belki barlarda uyuşturucu bile satmaya çalışıyorumdur kim bilir. Benim kütüphanelerim sizim yazılarınızla dolu. Siz kütüphaneye almayı boş verin; bir tane yazımı okudunuz mu Sayın Bilgehan Buğra?

Ben mümkün olduğu kadar yazdığım ve aldığım mailleri saklarım. Olabildiğince açık olmaya çalışırım ki daha sonra şimdi olduğu gibi bir pürüz çıktığında sırt üstü devrilmeyeyim diye. Aşağıya Bilgehan Buğra’ya aylar önce yazıp yanıt alamadığım e-maili de yazıyorum. Okuyuculardan ricam, mailin anlamını da daha sonra düşünmeleri.

“Merhaba,

Haftalık toplantılarımız sürüyor. Sizi o toplantılarla ilgili olarak bilgilendirmemi ister misiniz? Tek taraflı yazmak istemem. Ben bir şeyler yapılacaksa bunun bireysel ve dağınık olarak yapılamayacağını düşünüyorum. O yüzden gerek benim içinde bulunduğum dernek, gerekse sizin (hangisi olduğunu bilmiyorum) kuruluşunuzun bir başına bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Bununla birlikte gelecekte yapılacak bir birlik çağrısı “gelin, birlik olalım” şeklinde olmamalı. Bu çağrı aynı zamanda birlik olamamanın ve elle tutulur bir şey yapamamanın sebebini oluşturuyor. Ben ilk çağrımı yaptığım sırada herkese gidin, yakınınızdaki bir STÖ’ye katılın dedim. Halen de diyorum. Ancak bunu yaparken aramızda haberleşmenin yapılmasını, kurulmasını, devam etmesini öneriyorum. Böylece çabaların bireysel olmaktan çıkıp toplu bir olay olmasını sağlamaya ve yeni bir STÖ türetmek yerine, var olanları bir araya toplamaya çalışıyorum. Kanımıza işlemiş olan bireyci davranış, her şeyi ben bilirim, ben yaparım havası kesinlikle kırılmalıdır. Yoksa herkes havanda su dövmeye devam eder.

Selamlar
Sinan”

Bunları yazdığımda DSP, MHP, ANAP koalisyonu vardı ve Ecevit hastalanmamıştı. 27 Mart 2002 tarihli. Çevremde demokratlar da, MHPliler de, AKPliler de var. Şeriattan, yalnız ben değil onlar da kaygı duyuyorlar.Benim demokrasi anlayışım, önceki yazıda da belirttiğim gibi demokrat olduğunu bildiğim kişi ve kuruluşlarla işbirliği yapmayı gerektirir. Bana göre AKP yönetimi takiiyye yapmaktadır. O yüzden onları bu amaç doğrultusunda anlaşılabilecek kişiler olarak görmüyorum. Yeri geldiği için söyleyeyim; aslında önceki yazıda da vardı ama kör gözler okumak istemiyorlar. Bütün AKPlileri, AKPye oy verenleri şeriatçı olarak nitelemiyorum. Kuş kadar aklı olan böyle düşünmez zaten. Bir partide yöneticilerle ona oy verenler ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. AKP eğer benim düşündüğüm gibi değilse, takiyye yapmıyorsa bunu uygulaması ile göstersin.

Demokrasi, sizin gibi düşünmeyen insana katlanmaktır. Aynı zamanda olanakları paylaşmaktır. Bunu ben birkaç kez söyledim. Ama bunun bir bedeli, bir karşılığı var. Farklı düşüncede olan da bana katlanacak. Her şey karşılıklı. Ben ona katlanacağım, ama o fırsatını bulunca canıma okuyacak. Bazı özellikleri benden farklı olduğu için fazla yiyecek, ben aç kalacağım. Böyle demokrasi olmaz.

Ben ilericiyim, evet. Ama sosyalist değilim. Hatta solcu bile değilim. Kendimi öyle nitelemiyorum. Ama ben yurtseverim, demokratım, bu ülke insanları için iyi şeyler olmasını arzu ediyorum. Bunun için yasalar çerçevesinde mücadele ediyorum. Çıkış yolu olduğunu düşündüğüm bir görüşüm var. Ulaşabildiğim insanlara (barlarda değil) elimden geldiği kadar bunu anlatmaya çalışıyorum. Ama önyargılarını yenemeyenler, ne dediğimi dinlemeyenler, okumayanlar, daha doğrusu bilmeyenler küffarın arasına yalın kılıç dalar gibi dalıp hakkımda ahkâm kesiyorlar.

Size bir buçuk yıldır siteye yazdığım yazıları okumanızı öneriyorum. Demek Sinan Gür Atatürk’ü de leblebi rakıyla anıyor. Kendi insanını hor görüyor, yabancı inançlı insanlara yalakalık yapıyor. Komik. Zaten son Pazar günkü vaazı da kilisede papazla kol kola girip birlikte vermiştik. Dinleyiciler arasındaki sayın Bilgehan Buğra’nın gözünden kaçmadı tabi. İyi ki iki gün önce “Atatürk’ü Unutmalı mıyız?”ı yazmışım. İyi ki onun yazısından önce çıkmış. Çok iftira gördüm ama bu kadarını görmemiştim.

Eleştirecekseniz elle tutulur bir şey söyleyin. Özde bir düşüncemin tersini söyleyin. Leblebi rakıyla olmaz. Böyle yalnız kendinizi ve birkaç kişiyi kandırırsınız.

12.Kasım.2002

Yazım bu kadar. Sayın Bilgehan Buğra siyasi eğilimini saklamak niyetinde. Olabilir. Kendi tercihidir. Ama bu yine benim ve başkalarının tahmin etme çabasına girmesine, belki de yanılgıya düşmesine neden olacak. Ben hep buradaydım. Başka bir yerde değildim. Konuşmaktan, yazışmaktan da kaçmıyordum. Neden böyle yaptı bir türlü anlam veremiyorum.

Yazımın üzerine aşağıdaki yanıt geldi.

Bilgehan Buğra

Komik bir cevap: İftira!..ve ardından etik olmayan ifşa!...



Sinan Gür’e atfettiğimiz yazı doğal olarak kendi merkezinde yani Sinan Gür’de yankı buldu.
Geçti bilgisayarının başına attı yeni yazısının başlığını: “Ne yapmalıyım?”
Ben olsam Sinan Gür’ün yanında : “Size yöneltilen eleştirisel, ancak bir o kadar da eğlenceli yazıyı iftira olarak niteleyin.” derdim. Tevafuk, o da aynısını yaptı “iftira” dedi, hatta “bir çok iftira ile karşılaştım amma bu başka” dedi.

Saygı duyarız, iftira attığımız konusunda yine müstehzi tebessümümüz bize saklı kalmak kaydıyla saygı duyarız. Çünkü Sinan Gür’e iftira atmamız için Sinan Gür’ün özeline inmek ve özelini bilmek gibi bir zorunluluğa sahip olmamız lazımdır. Yani genele verilen örneklerin, özelde yankılanışının bu denli bir drama dönüştürülmesi garibime gitti. Yani Sinan Gür’ün :”Tabi tabi, ben barlarda aslında uyuşturucu da satıyorumdur, kilise de vaaz bile vermişimdir!” serzenişlerini pek anlayabilmiş değilim.
Ben yazımda Sinan Gür beyin yazısında tarif etmiş olduğu AKP ve gelecekte yaşanacak sorunlara karşı ortaya konulmuş olan tespitleri eleştirdim. Evet, bunun kaynağının toplum mühendisliği sevdasının “Öcüyle korkutanlar” kolu olduğunu açıkça söyledim ve bunun içine Sinan Gür’ü de dahil ettim. Ancak daha sonra ki satırlarımızda geçen Cumhuriyet’i barlarda, Atatürk’ü rakı ve leblebi de arayanlar Sinan Gür’ün özelinde olan değil genelinde yaşanan karakter özellikleridir. Aynı fikri savunmak zannedersem fabrika tornasından tek tip çıkmayı gerektirmez. Sinan Gür’ün bilerek veya bilmeyerek yazısında savunmuş olduğu “korku duyan, sahte bir tehlikeyle savaşan, bu tehlikeyi savuşturmak için kamplaşan ve bu kamplaşmanın adını koyan” akıl ve fikir güruhunun içinde emin olun ki yukarıda ki genellememden nasiplenen bir çok insan vardır.
Ama Sinan Gür öyle değildir, zaten ona öylesin diyende yoktur, gereksiz alınmış, ana fikriyatı genel tavırda değil, kendi özelinde almak nezaketini göstermiştir, teşekkür ederim amma şunu sakın ola unutmasın bu beyin ve bu kalem Sinan Gür için özel olarak kalem oynatmaz.

İftirayı geçtiysek etik olmayan ifşayla ilgili hatırlatma yapalım. Sinan Gür’ün “Ne yapmalıyım?” adlı yazısında kendisine göndermiş olduğum cevabi e-posta mesajımı yayımladığını görmüşsünüzdür.
Herşeyi yapın, ancak bunu yapmayın Sinan Gür. Bu ne bir tavsiye, ne bir eleştiri, ne de bir üslup değişikliği talebi. Ahlaki olanın bu olduğuna inanan birisinin samimi sesi. Benim size göndermiş olduğum bir mesajı iznimi almadan yayımlamanız bana inanın çok büyük zarar vermez.
Zaten mesajımda yazdıklarımın direkt arkasındayım. Evet, bilfiil siyasetin içindeyim ama AKP’li değilim. Demokrasiye, insan haklarına, düşünce özgürlüğüne, din ve vicdan hürriyetine aşığım.
Bunlar beni ben yapan değerler ve yayımlamış olduğunuz mesajın özü de budur. Hal böyleyken bu etik olmayan ifşanın size olacak zararı ise insanların size e-posta gönderirken veya e-postalarınızı cevaplarken 5 dakika da olsa durup düşünecekleridir. Olur ya, belki bir yazısını beğenmezde bütün mesajlarını ifşa ederseniz. Kesinlikle olmaz demeyin Sinan Gür. Ne yazık ki oldu, yaptınız!..


M. Sinan Gür:

Sn. Bilgejan Buğra’nın ‘Yakılacak Yazılar 1’ başlıklı yazısına aşağıdaki yazıyı gönderdim.


Katılıyorum.

Burada yazdıklarınıza tümüyle katılıyorum. Benim ‘Kırmızı Işıkta Geçme Hakkı’ başlıklı yazım da tam bu konu ile ilgili ve aynı doğrultuda idi. Burada yazdıklarınızda samimi iseniz eğer, bu kişiye, zaten az bulunan dürüst insanları leblebi- rakıyla harcamamak gerektiğini bir kez daha belirtmek isterim. Umarım ne büyük bir yanlışlık yaptığınızı anlarsınız.
11 Kasım 2002 Cuma

Bana aynı yerde yanıt olarak şu yazıyı yazdı.

Bilgehan Buğra:
Yanlış anlaşılma garip bir kaos doğurdu...

Sayın Gür, daha öncede defalarca belirtmiş olduğum gibi sizin yazınızla ilgili eleştirim genele yapılmıştı. Ancak siz bunu ısrarla özelde değerlendirmek istiyorsunuz...
11 Kasım 2002 Cuma


M Sinan Gür:

Yazışmalar bu kadar. Evet, Bilgehan Buğra’nın bana yolladığı yazıyı yayınladım. Çünkü haksızlığa uğradığımı ve dost görünen birinden gelen bu davranışı hak etmediğimi düşündüm. Aynı zamanda üzüldüm. Dost olan biri böyle bir çıkış yapmak yerine doğrudan bana yazardı. O yüzden yazısını yayınladım diye kızmaya hakkı yok.

Komik bir yanıt vermişim ve iftira demişim. Ama yazının içinde önce “ben olsam iftira derdim” diyor. Sonra da “zaten öyle söylüyor” diyor. Evet ben de öyle söylüyorum. Yaptığı koca bir iftira. Ama çamur atınca izi kalırmış. Siteye ilk kez giren birinin başlıkları görünce neler düşüneceğini tahmin edebiliyor musunuz? Kavram ve kafa karışıklığı. Ben irticacı mıyım? Onu mu demek istiyor? Bilgehan Buğra ilerici mi? Ben ne kadar kötü, gerici bir adamım. O ise adı gibi, Bilge.

Sayın Bilgehan Buğra adımı başlık yaparak hazırladığı yazının içinde bir sürü yanlış şey söyledikten sonra beni hedef almadığını, genel olarak söylediğini iddia ediyor. Ama yazısının içinde beni hedef almadığını söylemiyor. Üstelik tam tersi ifadeler var. Ancak birkaç örnek verebileceğim.

“...AKP’yi mi seçti, duracaksın orda, ne kıpraşacaksın, ne de gerginleşeceksin...”
“...Bunu neye dayandırıyorlar, o da belli değil, şizofrenik bir durumda söz konusu olabilir mi acaba?...”
“Mücadele!...Kızışabilir!... Bababababaaaa!... Yani Allah aşkına biri beni çimdiklesin yahu, böyle bir fikriyat olabilir mi, böyle bir sorumsuzluk olabilir mi?”
“...Mesela: Adı: Hasan Soyadı : Mındık Sandığı:3652 Kime Oy Attı: AKP Neyin Nesi: Hizbullahçı :) YSK tarafından böyle bir detay gönderildi mi size?”
”...Evet değerli arkadaşlar, Sayın Gür’ü sormuş olduğum sorularla başbaşa bırakmak istiyorum. Ve bir kez daha bu ülkenin bir vatandaşı olarak önemle belirtmek istiyorum: Kendi hastalıklarını genelleyenlere itibar etmeyin lütfen”
“...Birilerine, bazı değerlere ait hissederler bu tür insanlar kendilerini, safları, takımları bellidir...”

Kendi açımdan tanımadığım bir kişi için böyle alaycı laflar sarf etmem kolay değil. Bu sözlerden sonra şu sözü de sarf edebiliyor:

“Sayın Gür, daha öncede defalarca belirtmiş olduğum gibi sizin yazınızla ilgili eleştirim genele yapılmıştı. Ancak siz bunu ısrarla özelde değerlendirmek istiyorsunuz...”

Başlık benim adımla atılmış, yazılanlar başkalarına, aynı zamanda bana da yazılmış. Ama ben alınmışım. Öyle bir şey yokmuş. Bu sözleri birleştirince pek de dost ve düzgün bir davranış gibi gelmiyor bana.

Sayın Bilgehan Buğra Türban konusunda ‘Kırmızı Başlıklı Türban’ başlıklı bir yazı yazdı. Ben de ‘Kamu Alanında, Özel Yaşamda Türban’ ve ‘Kadınların Korkulu Rüyası: Çarşaf ve Türban’ başlıklı iki yazı yazdım. Kendisi özgürlüğe aşık olduğunu söylüyor. Ama özgürlüğün ne demek olduğunu anlayamamış. Düşünce farklılığımız bu iki yazıda açıkça anlaşılıyor. Aynı zamanda – belki de yanlış olarak, bilmiyorum - siyasi eğilimi konusunda da biraz bilgi sahibi oluyoruz.

“İnançlarıdır oysa karşısında ki insanın tek meramı, inançlarının gereğini yerine getirmek ister. Olur mu hiç!... Şeriat hortlar, irtica patlar... İrtica nedir: gericiliktir!... Evet sayın Gür demokrasiyi hazmedemeyenler, birlikte yaşamayı sindiremeyenler, inançlara saygı gösteremeyenler ne ilericidir, ne cumhuriyetçidir, ne de demokrattır, yalnızca gericidir, irticacıdır. “

Sayın Bilgehan Buğra yazısında beni irticacı yapmakla kalmıyor, türbanın özgürlükle ilgili olduğunu iddia ediyor. Yani özgürlük varsa herkes istediği gibi istediği yerde giyinebilmeli, bu arada türban da takabilmeli. Ben de aynı gerekçe ile tam tersini söylüyorum. Sonsuz özgürlük yoktur. Sonsuz özgürlük ANARŞİ demektir. Özgürlük başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter. Örneğin Ramazan ayında “Oruca Saygı” deyip siz oruç tutarken Müslüman olmayanların da ya da oruç tutmayanların da yemek yememesini isteyemezsiniz. Buna hakkınız yok. Ayırım istemiyorsanız ayrıcalık tanımayacaksınız ve kabul etmeyeceksiniz. Düşünün, taşının, kararı siz verin.

10.Aralık.2002

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Dışında...
Gönderen: Nida / İst
13 Aralık 2002
Yazdıklarının dışında, saplantının altındaki gerçek ne? Korkun ne? Öcü görüşlerin ne? Tayyip le bağdaışık kurman niye. Sen Deniz Baykal ı bilir misin? Bu sorun neden bugün. ABY\' alınmayışımıza yada ağzımıza bir kaşık balama değinmen. Ben Türkiye yi değil, olsam T\'sini almam. Neden mi? T\' nin başı da kapalı.

:: Anlaşılması zor
Gönderen: M. Sinan Gür / İsanbul/Kadıköy
13 Aralık 2002
Sayın Nida Karaçizmeli, Yazılarınızdan ne anlatmaya çalıştığınızı his ediyorum ama tam olarak anlayamıyorum. Peki iyi şeyler söylemiyorsunuz. Ancak sanki sırf bana karşı olmuş olmak için yazılmış şeyler gibi geliyor bana. Ya da benim ne demek istediğimi anlamamaya çalışmak, tersinden yorumlamak gibi. Doğruya yaklaşabilmek için bölük pörçük yazıları yine toparlamak zorunda kaldım. Yazılarıma yorum yazan nadir kişilerdensiniz. Ancak kabalığa gerek yok. Ben yine de size ‘siz’ olarak hitap edeceğim. Aşağıda benim ‘Karışıklık’ öyküsüne yazdığınız yorum var. Fakirlik edebiyatını es geç artık. Senin gibi düşünenlerin sayesinde üç kuruşlık elektrik parası,bin kuruş haberin var mı. Ben çalışıp çırpınayım, bir ev sahibi olmak için. Sen gel gece kondu kur, üç seneye kalmaz tapunu yok pahasına al, yık sonra apartman dik. Hangi dilin edebiyatı bu. Yok Öyle. Bu öyküyü fakirlik edebiyatı olarak algılıyorsanız başarılı olamamışım demektir. Burada ya da aklımda, ondan daha farklı bir şey, daha da önemlisi ‘öteki Türkiye’ var. Tayyip Erdoğan’ın geldiği Türkiye. Ama önemli olan Tayyip Erdoğan değil. Vergi ödemeden yaşayan, kayıtlara girmeyen Türkiye. Fakir insan fakir de olsa yaşar. Ama ya yaşam şartları ortadan kalkıyorsa? İşsizlikten ve işten çıkarmalardan o yüzden söz ediyorum. Devlet onları kayıt altına almaya çalışırken bir şey vermiyor. Yalnızca almaya çalışıyor. Yoksa ben zenginim sen fakir; bu öyle bir öykü değil. Af edersiniz ama bunu açıklamalı mıydım? Ben bu konuya değinmeseydim, ben değil de başka biri değinseydi acaba düşüncenizde bir değişiklik olabilir miydi? Nasıl yorumladığınız tam açık değilse de bu öyküyü yazmamdaki neden, çivisinden çıkmak üzere olan bir durumu anlatmaya çalışmak. Yoksa o kişileri yermek ya da savunmak değil. Kötü giden şeyler eskisi gibi kötü bile gitmeyecek. Çözüm kabloları toplamakla kaçak elektrik kullananlara hapis cezası getirmekle olmaz. Çünkü sorun daha derinde. Seçim 2002 Sonuçları ve AKP’ye Nida Karaçizmeli’nin yorumu: “Ecevit acuru hala yorum yapıyor. Tıkamayın Türkiye\'nin önünü Cem,hala Gülhane Parkında. Biz ceviz olamadık. Tutun sami. Depremden sonraki, arkeoloji tutkunu. Derdiniz ne... Rejim sömürgeciliği bitti artık. Koca bir Türkiye var. Dahası Asker var. Senin yaygaran kime... Bir kaşık su mu kaçtı genzine.” Acur ne demek bilmiyorum. İkinci cümleyi de anlayamadım. Rejim sömürgeciliğinden ne kast ediyorsunuz? Anlayabildiğim tek cümle sonuncusu. “Deniz Baykal’ı bilir misin?” Diye sormuşsunuz ama neden sorduğunuzu anlayamadım. Ecevit’ten de söz etmişsiniz Bu kişilerle benim aramda nasıl bir ilgi kurdunuz? Bir zahmet yazdığım eleştiri ve inceleme yazılarına bir bakarsanız onlar hakkında neler düşündüğümü anlar, belki eleştirecek daha çok şey bulabilirsiniz. Ancak sizin anlamanız için siyasi kişilik olarak ikisini de beğenmediğimi açıkça söylemek isterim. “Yazılanların dışında derdin ne” diyorsunuz. Yazdıklarım benim düşüncelerimi yansıtıyor. Belki bazen öykü yazarken satır arası yaparım. Ama inceleme, yorum ve eleştiri yazılarında yapmam; yoktur. Yine sizin anlamanız için, ben kendimi tanımlarken ‘demokrat ve yurtsever’ kelimelerini kullanırım. Anlayışınıza uyabilir ya da uymayabilir. Sizin yazılarınızı zaman zaman okuyorum. Bazen olumlu ipuçları da görüyorum. Ben yazılarımda ne sizi ne de başka bir kişiyi hedef almadım; almam da. Benim eleştirim her zaman düşüncelere ve tutumlara olmuştur. Ancak gerektiğinde kendimi savunma hakkım saklıdır. Burada da onu yaptım. Belki de çok fazla önyargılı olduğunuz için ve tek taraflı düşündüğünüz için oluyor bütün bunlar. Her insanın olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Önemli olan önyargılı davranmamak, dünyaya at gözlükleri ile bakmamaktır. Gereksiz, anlaşılmaz, zor anlaşılır (belki bazılarında yazıyı hızla yazıp o sinirle yanlışları düzeltmemenin de etkisi olabilir) şeyler söylemenize rağmen ben size, - hiç olmazsa şimdilik - sizin bana baktığınız gibi bakmıyorum. Saygılar. M. Sinan Gür




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın kesinlikle karşıyım! kümesinde bulunan diğer yazıları...
Youtube Hâlâ Yasak
Frankenştayn Besin Gdo, Sağlığımızı Tehdit Ediyor
Trafik Kurallarına Uyan Köpek

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yemen Türküsü
Kitap - Sevdalinka - Ayşe Kulin
Erbil (Kuzey Irak) 1
Kitap - Karl Marx 32inci Dereceden Masonmuş
Rüya Gibi - Kafkas Halk Dansları Gösterisi
Empati Kelimesinin Anlamını Hrant Dink'ten Öğrendim
Sezen Aksu Konserinin Düşündürdükleri
Film Kitap - Turyetski Gambit ve Plevne Savaşı
Boykot Bütün Dünyada Yayılıyor
İngilizce Eğitim I, ODTÜ ve Oktay Sinanoğlu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.