..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Bilimsel > Tüze Felsefesi (Hukuk) > Ahmet Odabaş




17 Eylül 2012
Sevgili Atatürk (Kitap)  
Ahmet Odabaş
Bir de hukuk fakültesinin birinci sınıfında okunan Medeni Yasanın ilk maddesini herkes iyi bilmelidir. Hakime, bir konuya ilişkin yasal düzenleme olmaması halinde, ne yapacağını söyleyen bu madde çok ama çok önemli bir düzenlemedir.


:ADJA:
Sevgili Atatürk





DOSTÇA BİR SÖYLEŞİ

Atatürk,, bizim insanımız. Aynı sokağı bölüştüğümüz, aynı sofrayı, aynı çayı bölüştüğümüz bir dost…

Yaşamı hakkında biraz bilgimiz var. Her şeyi bilmek gibi bir lüksümüz yok elbette… İçimizden biri olduğunu biliyoruz.

Askerliği konusunda, devlet adamlığı konusunda, 15 yıla sığan (1923-1938) çalışmaları konusunda bilgimiz, yüzeysel . Hukuk devrimi yapılmıştır…örneğin 1926 tarihli Medeni Kanun, toplum yaşamını kökten değiştirmiştir. Yalnızca bu ayrıntıyı görmek için, hukuk bilmek, en basitinden, boşanma hükümlerindeki değişikliği bilmemiz gerek. Yasada hüküm bulunmayan bir konu, hakimin önüne gelirse, ne yapılacağı açıktır. (Medeni Yasa m.1)

Yurttaşların, dillerine, dinlerine göre ayrım yapılmayan bir düzenleme… Özenle okunması gereken bir hukuk devrimi… Azınlık sorunu bu yasa ile sona ermiştir. Bugün itibarı ile azınlıklardan söz edenler, ya bu ayrıntıyı bilmiyorlar, ya da başkaları için konuşuyorlar.

Yılların deneyimi ile söylenmiş bir sözü anlamak için, bilgi sahibi olmamız gerekir. Conk Bayırı’nda verilen ve “ Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum…” diyen emri, bölerek çözümleyemeyiz. Emrin devamını okumak ve çözümlemek durumundayız… “ Biz ölene kadar geçecek zamanda…” diye devam ediyor.

Özel biri.. bizim için, bizimle birlikte savaştığını, yaşamını ülkemiz ve insanımız için feda etmekte gözünü kırpmadığını biliyoruz. Yalnızca bir kahraman değil, bilgisini ve zekasını da kullanan bir dost.

Atatürk dönemi yasalarını, ekonomik kalkınmayı, sanat, kültür ve toplum yaşamını iyi bilmeliyiz.

Borç batağına saplanmadan, ciddi yatırımlar ve sanayileşme sağlanabilir mi… Evet…

Dünyadaki en güzel örnek Türkiye’dir. Atatürk dönemi Türkiye’si kalkınma hızında, Rusya ve Japonya ile birlikte ilk sırada yer almıştır.

Atatürk’ün ekonomi felsefesini, yabancı kaynaklardan, kitap ve dergilerden anlamaya çalışmayalım. Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz… Bu söz Ziya Paşa’nın… Demek ki söylenenlere değil, yapılanlara bakacağız…

Uçak fabrikası kuruldu mu… evet…(lütfen nereye gitti, nasıl ve neden gitti diye sorgulayın… şaşırmak yok!..

Demir-çelik fabrikaları kuruldu mu.. evet… (Ne durumda olduklarını sorgulayın)

Cam, çimento, şeker fabrikaları kuruldu mu.. evet.. (ne durumda olduklarını sorgulayın)

Etibank’ı, Sümerbank’ı sorgulayın… nerden gelip nereye gittiler…

Tarımda dünyanın kendi kendine yeten sayılı ülkelerinden biriydik. Olması gereken de bu…Şu anda ne durumdayız…düşünmemiz gerek.

Yapılanları anlatmak beni aşar. Her şeyi anlatmak yerine, bazı örneklere değinmek yararlı olur… Nazilli Basma Fabrikası açılırken gösterilen hoşnutluğu ve tesisin, yalnızca basma üreten bir yer olmadığını dikkate almalıyız.

Eğitime, spora, kültüre katkılarını dikkate almalı ve öğrenmeliyiz.

Bugün itibarı ile, yani 29 Mart 2011 Salı günü itibarı ile, fabrikanın ne durumda olduğunu da görmeliyiz.

Zor şartlarda yapılan mükemmel tesisler, özelleştirme denilerek satılmış veya yok olmaya bırakılmıştır. Lütfen özelleştirme sonrası tesislerin ve çalışanlarının ne hale geldiğini merak edelim.

Askerliği konusunda yorum yapmak için, askerliği bilmek gerek… Devlet adamlığı hakkında yorum yapmak için, yöneticilik yapmış, sorumluluk almış, başarılı olmuş olmak gerek.

Borç para tuzağına düşmeden, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Bu ayrıntı önemlidir. Osmanlı’dan kalan borçlar dahi son kuruşuna kadar ödenmiş, bir çok yatırım yapılmış, bir çok tesis devletleştirilmiş ve bunlar yapılırken borç para tuzağına düşülmemiştir.

Ülke güvenliği ve savunmasını, kendi kaynaklarımızla gerçekleştirmiştir.

Atatürk sonrası , ekonomik yardım adı altında alınan borç paralar, sonuçta borca batık bir ülke haline gelmemize neden olmuştur.

Ekonomik yardım, askeri yardım adı ile alınan borç paralar, ülke yönetiminde yabancı ajanların söz sahibi olmasına neden olmuştur.

İstedikleri tesisin kurulması ve veya kapatılması, istedikleri silahların satılması gibi, kapitülasyonlar tanınmıştır. Kapitülasyonların kaldırılmasından, gururla söz ederken, ikili anlaşmalarla, çoklu anlaşmalarla, adı değişmiş olsa da, bu tuzağa yeniden düşülmüştür.

Hangi silahı kaç paraya satacakları, hangi sınıra mayın döşeneceği, hangi ülkelerle ilişkilerin gergin olacağı ve koparılacağı, yabancı uzmanların (ajanların) keyfiyetine kalmıştır.

Her şeyden biraz kırık dökük bilgi sahibi olmaktansa, bildiklerimizi tam ve sağlam tutmak doğru bir seçenektir.

1924 Anayasa’sı, 1960 darbesi ile alaşağı edilmiştir. Anayasa hukuku ve tüm anayasa metinlerini öğrenmeye çalışmadan, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesini inceleyelim.


1924 Anayasası:

Madde 2: (5.2.1937-2115) Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır.

Yakın tarihimiz, devrimcilik sözcüğünün yasaklanması veya aradan çıkarılması ve özellikle aynı maddede, yan yana bulunan devrimcilik ve milliyetçilik sözcüklerinin birbirinden ayrılması sürecini yaşamıştır.

Bu ayırımı anayasa metni hazırlayan masum hukukçuların değil, arka planda bulunan ve sağ-sol çatışmasını planlayan gizli servislerin desteklediğini düşünebiliriz. Bu kadar basit mi… Hayır, bu denli karmaşık…

1924 Anayasasının ikinci maddesi, uygulanan politikaların özetidir.

Daha demokratik olduğu iddia edilen 1961 Anayasası, ayrıntılar konusunda düzenleme yaparken, 2. Maddede özetlenen felsefeyi göz ardı etmiştir.

Devrimcilik ve milliyetçilik birbirinden ayrılmış, zamanla birbirine düşman gibi tanıtılmıştır. Devrimciler, solcu ve Rusya yanlısı gibi, komünizm sempatizanı ve yandaşı olarak tanıtılırken, milliyetçiler, komünizm ve sol tehlikesini bertaraf etmekle görevli, Amerika ve Avrupa yanlısı bir görüntü almıştır.

Aslında, sağ-sol bölünmesinin zemini hazırlanmış ve basın kanalıyla ciddi bir bilgi kirliliği oluşturulmuştur.

Doğru kullanılmayan ilaç, tedavi edeceğine, daha kötü hale getirebilir ve hatta öldürebilir.

Demek ki sorumlu olan anayasa metni değil.

Aynı sokağın, aynı mahallenin insanını birbirine düşüren, kavga ettiren, anayasa metni değildir. Bilgi kirliliğini pompalayan karanlık güçler, istediklerini yaptırmıştır.

1982 Anayasa’sına gelindikte, devrimcilik sözcüğünün yerini inkılapçılık almış, bu da anayasanın giriş bölümünde yazılmıştır.

Çizilen tablo, 12 Eylül dönemine kadar yaşanan karanlık olayların faturasını, birkaç sözcüğe yüklemek olmuştur. 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi yine göz ardı edilmiş, üstü kapalı belki de açık olarak , olumsuzluğun sorumlusu olarak devrimcilik gösterilmiştir.

Türkiye’yi, solcu, komünist ve sanal Rusya yanlısı düşünceden korumak için, sağcı, milliyetçi, Amerikan yanlısı bir grup oluşturulmuştur.

Aslında, tam bağımsız Türkiye diyen, Atatürk‘çü düşünce hedefe konulmuştur. İnsanımızın tam bağımsızlık düşüncesi ve Atatürk sevgisi o denli güçlü ki, doğrudan Atatürk ve Atatürkçülüğü hedef gösterememiş, ama değişik gruplar eli ile, cumhuriyet dönemi, tam bağımsızlık, Atatürkçülük düşüncesi, saldırıya uğramış ve saldırı devam etmektedir.

Demek ki açıkça saldıramayanlar, dolaylı yollardan, başkalarını kullanarak, propaganda ve zayıf halkalara çıkar sağlamak yöntemi ile, onları kendi hesaplarına kullanmışlardır.

Türkiye’nin çok partili döneme geçerek, daha demokratik olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılmıştır. Aslında, Demokrat Parti yönetimi, Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşları, sinsi bir tuzağın içine çekilmiştir.

Celal Bayar, Atatürk döneminde , başbakan ve bakan olarak görev yapmış ve Atatürk hayranı bir kişidir. Aynı şekilde Adnan Menderes, CHP milletvekilliği yapmış, Atatürk hayranı bir milliyetçidir.

Öyle bir sisli hava yaratılmıştır ki, sanki çok partili dönem ile daha demokratik, daha halkçı, daha milliyetçi … bir yönetim kurulmuş, tüm olumsuzluklar, 2. Dünya Savaşından kaynaklanan sıkıntılar DP öncesi yönetime, yüklenmiştir.

Yönetimde, çok uluslu şirketlerin telkinleri, yabancı uzmanlar (ajanlar) etkili olmuş ve basın dahil her türlü aracı ile karalama ve çatışma ortamı yaratılmaya çalışılmıştır. Olumsuzlukların asıl sebebi olan yabancı güçler ustaca gizlenmiştir.

Demokrat parti kurucuları ve yöneticilerinin, değişik bir savaş taktiğinin ortasında kalan, ülkesi için ölmekten çekinmeyecek milliyetçi ve devrimcilerdir. Belki atom bombasının sansasyonel etkisi ile, küçük Amerika olma düşüncesi ile, borç para ve faiz tuzağına düşülmüştür.

Savaşların kılıç-kalkan, tank ve toptan, tüfekten ibaret olmadığı açık. Bir ülkeyi işgal etmek, onun kaynaklarına, doğal zenginliklerine el koymak için, değişik yöntemler olmalı.

Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır…o satıh bütün vatandır sözünü anlamak çözümlemek gerek. Buraya, Hançerlioğlu’nun, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik konusundaki açıklamalarını eklemeliyiz. (Felsefe Ansiklopedisi)


Yardım sözü, yıllarca, sempatik görünüme bürünmüş, para satma, borç para verme eylemidir. Bir saldırı yöntemi, bir işgal yöntemidir, devletler arası ilişkilerde.

Bir virüsün, içine girdiği bir hücreyi bütünü ile ele geçirmesi dikkatlice izlenmelidir. Size yardım ediyoruz, sizi düşman saldırısından koruyoruz, tek istediğimiz, bizi sempatik gösterecek yayınlar yapmanız, uzmanlarımızın hazırladığı ekonomik politikaları uygulamanız, yardım adı ile verdiğimiz yüksek faizli paralarla, yalnızca ve yalnızca silah satın almanız… istemediğimiz ülkelerle ilişkiyi kesmeniz, sınırları kapatmanız… bize karşı propaganda yapacak herkesi düşman kabul edip, imha etmeniz…

Sizi saldırıdan koruduk, komünizmin yayılmasını engelledik, istediğiniz kadar para yardımı verdik daha ne yapalım…

Kralcıların kraldan daha sinsi ve tehlikeli olabileceği gerçeğini unutmayalım. E tabi krallara düşen, kralcı yetiştirmek, onları etkili konuma getirmek…

Kendi işini yapmak dışında bir düşüncesi olmayan askere, kendisinin karar vermediği konularda, sorumluluk yüklemeye çalışmak, siyasilerden kaynaklanan manevra hatalarını onlara yüklemeye çalışmak ciddi bir hatadır.

Anayasaların askerler tarafından yazıldığı gibi bir yanıltma sözkonusu… Oysa:

Koreye asker gönderme kararını kim verdi…Genelkurmay mı…

1961 Anayasası sonrası sivil yönetimler kurulmadı mı…

1982 Anayasa’sı sonrası sivil yönetimler kurulmadı mı…

Anayasa metinlerinde pek çok değişiklik yapılmadı mı…

İkili anlaşmaları kim yaptı, asker mi…

Borç para ve silah alımına kim karar verdi… asker mi…

Uçak fabrikasının kapatılmasına kim karar verdi…

Fabrikaların yabancılara satışına kim karar verdi…

Tarımın bitirilmesi kararını kim verdi…

Hayvan ithalatına kim karar verdi…

Vergi koyan kim… petrol ürünlerindeki KDV ve ÖTV ye kim karar verdi… Tüm maliyetleri, tarımsal üretimi, zamları, enflasyonu, refah düzeyini doğrudan yönlendiren bir vergi…

Bugünkü devlet borçlarına kim karar verdi…

Hukuk sorunları neden var…

Seçim Yasası neden değişmez… askerler mi tutuyor.

Yabancı üslere, savunma ittifaklarına, Suriye sınırının mayınlanmasına kim karar verdi…

Genelkurmay binasına yardım heyetini kim yerleştirdi…. Ne işi vardı orda..

Kontrgerilla nasıl, niye ve kim tarafından kuruldu…

Stratejik ortaklık kararını kim verdi…

Çekiç Güç’ün yasal altyapısını kim kurdu…


Askerlerimizin tutuklanmasına kim karar verdi…Tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında gerekçe göstermeyen yargıcın sorumluğunu kim kaldırdı.

Özel yetkili mahkemeleri ve savcılıkları…
kim kurdu…

Topu askere atmak yanlış seçenek…




















ATATÜRK VE TÜRKİYE

Başlarken;

Tarihimizi ve yaşanan olayları, başkalarının propaganda görevlisi gibi değil, bilimsel olarak değerlendirelim. Buna çok ihtiyacımız var.

Osmanlı’nın, bir savaş ile değil, aldığı borç paralar, yabancı hayranı zavallılar ve yerli işbirlikçilerin ortak çalışması ile parçalandığını unutmayalım.

İnsan hakları savunucusu özgürlük havarilerinin Ortadoğu ve Balkanları nasıl parçaladığını,böl-yönet politikalarının nasıl yürütüldüğünü ve bu yerlerin hala kan ve gözyaşı içinde olduğunu bilelim.

Atatürk döneminde,yabancılardan tek kuruş borç para alınmadan, Dünya tarihinin en hızlı ekonomik kalkınmasının gerçekleştirildiğini, üstelik Osmanlı’dan kalan borçların bu dönemde ödendiğini ,unutmayalım.

(1929 - 1939 yılları arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi artışının %96'yı bulduğunu, Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülkede, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadığını bilmeliyiz)
Askeri darbelerin Türk Silahlı Kuvvetlerine mal edilemeyeceğini, 1960 darbesinin arkasında demokrasi aşkı değil, Türkiye’nin sanayi alanında kalkınmasını engelleme manevraları olduğunu, düşünelim. Menderes’in 1960 yılı haziran ayında Rusya’da yapacağı görüşmelerin, Türkiye’nin siyasi tutumumu kökten değiştirebileceği , endişesi ile sudan nedenlerle darbe yapıldığı, yargılama benzeri hukuk dışı uygulamalar yapıldığı ve idamların gerçekleştirildiğini tekrar tekrar düşünelim.

Yapılan hukuk ötesi uygulamalar, sanki ordunun sebebiyet verdiği bir eylem olarak ve ordumuz aleyhine kullanılmıştır, kullanılmaya devam edilmektedir.

Hangi anayasa daha modern, hangisi daha özgürlükçü gibi teknik incelemeyi gerektiren ulusal konuların sokaktaki vatandaşa sakız olarak dağıtıldığını, reklam ve propagandalarla uzun süreli uykulara daldığımızı unutmayalım.

Ulusal konularda, konusunda eğitimli yabancı uzmanlar ile , sözde işbirliği yapan deneyimsiz elemanlarımızın un çuvalı gibi kullanıldığını ve fakat sonuçta kişisel değil ulusal boyutta zararlarımız olduğunu unutmayalım.

Yargılama sürecinin ise hukuk tanımaz bir süreçten ibaret olduğunu göz ardı etmeyelim.

Kore’ye asker göndermenin ve askeri ittifakların silahlı kuvvetlerimizin kararı değil, siyasi iradenin kararı olduğunu bilelim.

Bir askerin başarısının orduya, olumsuz çalışmalarının ise kendisine ait olduğunu unutmayalım.

Yüksek maliyetli askeri satış kredilerinin, vatandaşa yardım diye tanıtıldığını, bu kararları siyasi iradenin aldığını görmeye çalışalım.

Silah satış kredisi verenlerin, hangi silahların verileceğine, fiyatlarına ve silahın nerede kullanılabileceğine kendilerinin karar verdiğini,

Savunma ittifakının Türkiye’nin savunmasına tek kuruş katkısı olmadığını, bilelim. Getirdiği ekonomik yük konusunda duyarsız olmayalım.

1960, 1971 ve 1980 darbelerinin aynı kaynaktan yönlendirildiğini, Türkiye’deki sağ-sol gibi yapay bölünmelerin ve çatışmanın aynı kaynağın ürünü olduğunu,

Alevi, sünni, Türk-Kürt ve Ermeni gibi yapay bölücülüğe sevk edenin de aynı kaynak olduğunu iyi bilelim.

Terör örgütü kimliğinde eylem yapanların, yabancı gizli servislerin elemanı ve/veya tetikçisi olduğunu her türlü karanlık eylemin arkasında yabancı devletlerin olduğunu yerli işbirlikçilerin paravan olarak kullanıldığını göz ardı etmeyelim.

Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkesin eşit haklara sahip olduğunu ve hepsine aynı hukukun uygulandığını,

Medeni Yasa’nın kabulünden itibaren Türkiye’de azınlık diye bir ayrıcalık kalmadığı, herkese aynı hukukun uygulandığını iyi bilelim.

Medeni Yasa ile vakıflar konusunun tümü ile çözüme ulaştığı bilinmelidir.

Bir de hukuk fakültesinin birinci sınıfında okunan Medeni Yasanın ilk maddesini herkes iyi bilmelidir. Hakime, bir konuya ilişkin yasal düzenleme olmaması halinde, ne yapacağını söyleyen bu madde çok ama çok önemli bir düzenlemedir.

1915 te Conk Bayırında verilen emri tekrar ve tekrar okuyalım.(Size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum….)

Atatürk döneminin muhteşem sanayi tesislerinin kuruluşunu ve kapatılmaları için yapılan manevraları, kullanılan teknik destek, konusunu iyi bilelim. , Karabük Demir-Çelik fabrikasının neden kapanması gerektiğine dair raporları ve bu ve benzer raporların 1960 darbesi ile ilişkisini düşünelim, Türkiye’deki kardeş kavgasının gizli fotoğrafını göreceksiniz.

Karabük bir örnektir… bu dev sanayi tesisi, İnönü başbakan iken, 1937 tarihinde, Atatürk döneminde kurulmuştur. Tek kuruş borç para alınmadan gerçekleşen ulusal bir başarıdır. Okunması ve anlaşılması gereken bir destandır.

Menderes döneminde satılması ve elden çıkarılması için rapor verilen ve satılmayan , 1960 darbesinin gizli sebeplerinden biri olan bu tesis, 1994 tarihinde, Tansu Çillerin başbakan olduğu dönemde özelleştirilmiş, zararına satılmıştır. Bugün ise, fabrika çalışanları bedel ödemeye devam etmektedir.

Çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz günlerdeki, acemi yöneticilerin küçük Amerika olma sevdasından uyandıklarında, kendilerine Atatürk döneminden kalan sanayi tesislerini sattıramayan Amerika, kendisine karşı dik duruş gösteren, isteklerini aynen yerine getirmeyen yönetimi gözden çıkarmış ve darbe ortamını hazırlatmıştır.

Demokrat Parti kurucu ve yöneticilerinin , daha öncesinde CHP milletvekili olduğunu, Adnan Menderes’in CHP milletvekili olduğunu unutmayalım. Üçüncü cumhurbaşkanımızın aktif siyasetin içinde olduğu ve çok partili yaşamdan önce , bakan ve başbakan olarak görev yaptığını biliyoruz. Celal Bayar'ın , Atatürk için söylediği, " Seni sevmek milli ibadettir" sözü ile İsmet İnönü'nün "Vatan sana minnettardır" özdeyişini unutmayalım, unutturmayalım.

Söylendiği veya sanıldığı gibi, çok partili yaşam ile demokrasi ve daha fazla özgürlük gelmediği, açık pazar haline gelindiğini düşünelim.

Seçimde çok oy almakla, 1950 lerin yanılgısına düşmenin demokrasi olmadığını bilmek durumundayız.

Herkes hukukla ilgilenebilir ancak, herkesin hukukçu olma lüksü yoktur. Anayasa tartışmalarını sokaktaki vatandaşa indirmek, kalp nakil ameliyatını mezbahada yaptırmaktan farklı olamaz.

Kaymakam Kemal Beyi ve benzer konumdaki üst düzey devlet memurlarını sözde yargılayıp astıranlar ile-ki aynı mahkeme benzeri yapı Atatürk dahil bir çok büyüğümüzü idama mahkum etmiştir- Menderes ve arkadaşlarını, Deniz Gezmiş ve arkadaş’larını astıran mantık aynı mantıktır ve aynı zihniyetin ürünüdür

Türkiye’de bugün yaşanan ve bilgi kirliliği ve hukuk ötesi uygulamaları içeren , varlığına dair hiçbir iz ve emare olmayan Ergenekon Senaryosunun, aynı oyunun devamı olduğunu düşünebilirsiniz.

Türkan Saylan’a, kardelenlere, üniversite hocası, gazeteci ve kritik görevlerdeki askerlere saldırmanın, ucuz kahramanlıktan öte, kaynağı açık olmayan sindirme, susturma ve vatandaş arasında bölünmeyi zorlayan ciddi hatalar olduğunu düşünebilirsiniz. Sağ-bol vb gibi yapay bir bölünme ortamı oluşturulduğu dikkate alınmalıdır.

Nato şemsiyesi altında sözde korunan Türkiye’nin, Nato’ya girebilmek için Kore’ye asker gönderdiği bilinmelidir, Bölünmüş Türkiye haritalarının Nato çatısı altında uçuştuğunu dikkatle izleyelim.

İncirlik’teki yabancı askeri üssün, PKK ya lojistik destek sağladığı.

Irak’ın kuzeyi ile ilgili uçuş yasağı vs. nin bu askeri üsten kontrol edildiği,

Türkiye karşıtı yapılanmaya karşı çıkan Eşref Bitlis yönetimindeki helikopterin, İncirlik’ten kalkan uçaklarca engellendiği ve inişe zorlandığın bilelim. Sonradan, uçağının düşürülmesi de düşünülmelidir.

Yine sözde Nato gücü tarafından korunan Srebrenika halkının, nedeni açıklanamayacak bir şekilde infaz timlerine teslim edilip, infaz edildiğini unutmayalım. Bir Sırp komutanının suçlanmasının, olayın arkasındaki karanlığı aydınlatmadığını gözardı etmeyelim.

Türkiye’deki kilit isimlerin bu olay ile yakın tarihlerde infaz edildiğini unutmayalım.

Aynı şekilde Irak işgalinin, İncirlikteki üsten kalkan uçaklar tarafından gerçekleştirildiğini düşünelim. Ortadoğu’nun güçlü ülkelerinden olan Irak’ı darma dağın eden Nato’nun . terör sözkonusu olunca, sizin iç sorununuz demesi dikkatli izlenmelidir.

Bugünkü siyasi ortamın, esasa hiç değinmeden, şekil üzerinden siyaset yapmak olduğuna dikkatle bakalım.

Geçmişte de daha farklı değildi.

Demokratik şekilde iktidara geldiğine inanan ve tüm yönetim yetkilerine hakim olan kişi ve gruplar, gerçekte amatörü oldukları bir arenada, profesyonel oyuncularla dans etmeye, dövüşmeye çalışmaktadır ki, iyi düşünülmesi gerekir.

Rusya’ya gitmek üzere randevu alan Menderes, ciddi sanayi yatırımları gerçekleştirmeyi, demir-çelik tesisi kurmayı, aliminyum fabrikası kurmayı ve Boğaz Köprüsü yapmayı planlamaktadır. Ön görüşmeler yapılmıştır.

Yabancı uzmanların bazı sanayi tesislerinin özelleştirilmesi ve/veya kapatılması yolunda verdikleri raporlar dikkate alınmamış, hatta aynı nitelikte sanayi tesisi kurma çalışmaları yapılmış; gerçekte emperyalizme karşı dik duruş sergilenmiştir. Bu ayrıntı özenle gizli bırakılmıştır. Bu yanlış ve yanıltıcı görüntü, siyasiler tarafından olduğundan farklı şekilde, siyasi reklamlarda kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.

Kendini Menderes’e benzetmeye çalışanların aynı dik duruşu sergilemesi, aynı kalkınma çalışmaların yapması, yakın akrabalarını ticaretten uzak tutması gerekir.

Menderes döneminin garip özelleştirmelerini de inceleyelim. Belki bize söyleyecekleri vardır.

Lütfen bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışmayalım. (Mumcu) Türkiye’nin sahibi olduğu uçak fabrikasını neden ve ne zaman kapattığını, inceleyelim.

Türkiye’mizde, Amerikan karşıtı oluşumları engellemek ve susturmak için ne gibi çalışmalar yapıldığını, sözde bu düşünceye karşıt olarak kurulan ve aslında aynı kaynaktan yönlendirilen düşüncelerin neler olduğunu inceleyelim. Bu oluşumların Atatürk ve Atatürkçülüğü ulustan gizlemek. Atatürk’ü gözden düşürmek için çalıştığını unutmayalım.

Askeri darbelerin tamamının Atatürk ve Atatürkçü düşünceye karşı yapıldığını ve fakat bu amacın hiçbir zaman açıkça ortaya konmadığını ve konamayacağını, neden ve niçinleri ile birlikte düşünelim.

Atatürk döneminin, ordu, ulusal savunma, ekonomi, eğitim, kültür, mimari konularındaki fotoğrafını netleştirmek, öncesi ve sonrasıyla karşılaştırmak ve iyi bilmek zorundayız. Nasıl olup da borç batağına saplandığımız, borç alınan paraların nereye ve kimin cebine gittiğini merak edelim.

Dost ve müttefiklerimizin, kalkınmamıza ne gibi katkılarının olduğunu, savunmamıza ne gibi katkıları olduğunu, hangi fabrikanın, kuruluşuna destek sağladıklarını, eğitime, kültüre kaç kuruşluk katkıları olduğunu merak edelim.
Askeri darbelerin görünen nedeni mevcut yönetimlerdir. Oysa gerçek neden, Atatürk ve Atatürkçü düşünceyi, tam bağımsızlık düşüncesini etkisiz bırakma gayretidir..

1960 darbesi ile, 1924 Anayasa’sı ve bu anayasadaki milliyetçilik ve devrimciliği aynı maddeye koyan ruh unutturulmuştur.

Devrimci ile milliyetçi, birbirine düşmanmış gibi, yapay bir görüntü oluşturulmuş, yurttaşın birbirine kırdırılması planlanmış ve uygulanmıştır.

1971 muhtırası ile, devrimci kırımı yoğunlaşmış, devrimci ve milliyetçi ayırımı abartılarak halka benimsetilmiştir. Tam bağımsızlıktan söz eden kişiler, yargılanmış gibi yapılarak idam edilmiştir. Tam bağımsızlık diyenler susturulmuştur.

Sağcıların solculardan intikam olması olarak propagandası yapılmıştır. Cahil kitle üzerinde prim bile yapmıştır.

1982 Anayasası, devrimcilik sözcüğünü Anayasadan çıkarmış, Anayasa’nın giriş bölümünde, inkılapçılıktan söz edilmiştir. Böylece Atatürk döneminde anayasaya konulan, devrimcilik sözcüğü yasaklanmış, milliyetçi ve devrimci düşmanlığı devam ettirilmiştir.

Devrimci ya da solculara saldırı devlet politikası olarak benimsenmiş, bu şekilde propaganda yapılmıştır.

Aslında, tam bağımsızlık diyenler, Atatürkçü düşünceyi savunanlar hedef haline gelmiştir.

Bugünkü fotoğrafa baktığımızda, darbeci ve işbirlikçilerin –aslında gizli servislerin- başarısını görüyoruz.- Tüm darbeler, tüm saldırılar, Atatürk’e karşı yapılmıştır, yapılmaktadır.

Atatürk’ü neden ve ne kadar sevdiğimize karar vermeden önce , bilgi eksiğimizi gidermemiz ve objektif düşünmek zorunda olduğumuzu unutmamamız gerekir.












TÜRKİYE VE KOMŞULUK

Dikkat edilirse, 1923 ile 1940 arası, dünyanın en hızlı gelişen ekonomisi, Japonya, Rusya ve Türkiye’dir.

Demek ki, Türkiye ve Rusya arasında olabilecek yakınlaşma, emperyalızmin çökertilmesi olabilir… Belki de Türkiye üzerinde oynanan oyunların köşe taşlarından biri bu…

Amerikan karşıtı olan herkes solcu, Rusya yanlısı ve tabi ki düşman… Asıl neden ise, bölgesel işbirliğinin önlenmesi gayreti…

Ağır sanayi yatırımlarında, Türk ve Rus işbirliği var… ve Amerika bu tesisleri sattırma gayretinde… Bugünkü görünüm ise…özelleştiriniz… satınız… kamuyu sanayiden çekiniz…. Uçak fabrikası mı… herkes unuttu…

Türkiye’de Rusya düşmanlığı oluşturulmalı ki emperyalizm güçlenebilsin. Türk ve Rus işbirliği, Ortadoğu’da dengeleri bozar…

Köy Enstitüleri komünist yetiştiriyor…kapatın..

Nazım Hikmet komünist… yasaklayın…

Rusya’dan destek alarak kurduğunuz fabrikaları kapatın…

Uçak fabrikasını kapatın… ağır sanayi size göre değil… hem biz size daha ucuza satarız.

Amerikan karşıtı olanları yargılıyor gibi yapıp asın…

Tutuklayıp kodese atın… ölmese bile ölmüşten beter olsun… Vatan haini ilen edin… moral kalmasın…

Kürtlere özerklik verin… İran, Irak ve Suriye Kürtleri de özerk olup, sonra birleşir… sonra da Türkiye’ye bağlanır…federasyon kurarsınız(bu da oltadaki yem)

Atatürk ve Atatürkçü düşünceden uzak durun… Neden… Tam bağımsız Türkiye’den söz ediyor, emperyalizme karşı duruyor… ekonomik, hukuki, kültürel, askeri… tam bağımsızlık diyor…

Komşuları ile iyi ilişkiler kuruyor… ve borç para almadan kalkınabileceğini biliyor… Bilmekten öte bunu gerçekleştiriyor. Türkiye Ankara’dan yönetiliyor… Yabancı hayranlığı, yabancı danışman, yabancı bilmem ne yok…



















DARBELERİN ARKA YÜZÜ

1960, 1971, 1980 ve devam eden olayların arkasında, yabancı gizli servisler açık açık oynuyor…

Darbelerin öncesi ve sonrasında IMF programlarını görebilirsiniz… Ekonomi, borç para alma ve faiz ödeme mekanizması üzerine kuruldu…

Darbelerin sonrasında hep benzer ekonomik politikalar… İnsanmış, hakmış, hukukmuş, özgürlükmüş… kimsenin ipinde değil…

Bizi harcamaya çalışan zihniyetin ipi ile, kuyuya inme hatası yapıyoruz….darbe sonrası…

Darbenin öncesi de, yeni sömürgeciliğe karşı dik durma girişimidir…

Darbeler evrim geçirip, darbecilerle mücadele ediyoruz denilerek, farklı bir darbe yapılır…

Para ve kar transferi

Kaç saniyede para dünyanın bir ucuna gönderilir…1-2-3…

Değişen çok şey var…

Sıcak para geliyor…iyi mi… adamlar faizle para satıyor… e tabi biz de alıyoruz… Yabancı para geliyor gibi kendimizi kandırıyoruz. Tefeciden para alıyorsun… öte başı bu… Etibank, Sümerbank, uçak fabrikası, cam fabrikaları, şeker fabrikaları,çimento, demir-çelik…vs fabrikaları…ne oldu size…

Özelleştirip, bize muhtaç olun diyen dostlarımız…

Benim mühendisim üç kuruşluk heronu şunu bunu yapamıyor mu…

Teknolojinin neresindeyiz ve eteğimizi kimler çekiyor…kimler çelme takıyor… gelişmiş savaş gemisi, denizalt. Tank, top …şu ve bu yapmamız engelleniyor mu… Kim tarafından, Putin tarafından mı… yoksa Beşar Esat mı… haır, hayır…İran mı..

Emperyalizme karşı dik duruşun bedeli ağır…60 darbesinin nedeni ve 71…80… gizli servisler açık açık oynuyor da, kral çıplak dememiz engelleniyor… Demokrasi diye, bedava çay, çorba ve küçük şeyleri görüyoruz…
60 darbesini devrim sanan, demokrat kardeşler uyumaya devam ediyorlar… hep aynı oyun…
Toplu hareket etmemiz cenaze törenlerine kaldı..

Rahmetliyi iyi bilirdik…

Avrupalı insan haklarını benden…bizden iyi mi biliyor… Türk tehdidi var diye Yunanistan’a silah satanlar benden daha mı insancıl…














Askeri Darbenin Hukuk ile İlişkisi

Darbe hukuk düzenine karşı yapılır. Darbenin bahanesi olan eylem ve işlemler, hukuk düzenini değiştirmek, görünürde, karmaşaya son vermektir.

Darbeyi planlayan, şartları olgunlaştırıp, sözde daha çağdaş kurallar getirdiğini düşünen zihniyet, aslında kendisini kontrol eden başka güçlerin yönetimindedir. Bu durumu anlayıp anlamadıkları tartışılır.

1960 darbesi, 1924 Anayasa’sına karşı yapılmıştır.

Yoksa mevcut yönetime karşı mı… Görünüşte mevcut yönetim ve uygulamalar esas alınmıştır ancak , asıl hedef 1924 Anayasası ve Atatürk düşüncesidir.

Sağcı-solcu gibi yapay ayrımların yapılabilmesi için, insanların çatışmaya sürüklenebilmesi için, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi, devrimcilik ile milliyetçiliği birlikte sayan madde sessizce kaybedildi. Çünkü, milliyetçi ile devrimci, sağcı-solcu denilerek kavga ettirilmeli idi…

Bu kavgalar 60-80 dönemindeki nedeni düşünülemeyen çatışmalardır.

1980 darbesi ile, devrimcilik sözcüğü yasaklanmıştır. Atatürk döneminde benimsenen ve anayasaya giren bu sözcük, tehlikeli bulunmuş olmalı.

Bu ince manevraları, birkaç işgüzarın düşündüğünü sanmıyorum. Manevralar gerçekten ince.

1982 Anayasası

Devrimcilik sözcüğü kullanılmamış, başlangıç bölümünde, inkılapçılıktan söz edilmiştir. Uğur Mumcu, Atatürkçü olan inkılapçı değil, devrimcidir diyor. İşin özü bu.









BİLİM TEKNİK GELİŞME VE DEVLET
Devletlerin geniş alanları ve nüfusları kontrol edebilmesi, güçlü yapılar oluşturması, bilim ve teknik gelişmeden yararlanması ile doğru orantılıdır.
Topraklarının büyüklüğü, nüfusunun fazlalığı, bu iki unsurun bir arada bulunması, güçlü devlet olmak için yeterli değildir. Ortak amaç, birlikte yaşama iradesi ve işbirliği gerekli…

ULAŞIMIN ÖNEMİ

Amerika Birleşik devletleri, demiryollarının gelişmesi, coğrafi yapının ulaşıma uygun olması, telefon ve telgrafın gelişmesi, sınırların saldırıya uygun olmaması nedeniyle, güçlenmiştir.

Amerika, demiryollarının gelişmesi ile, ülke bütünlüğünü sağlamıştır.

Aynı dönemlerde, Osmanlı ülkesinde, coğrafi yapı ulaşıma uygun değildir. Teknik ve bilimsel gelişme, tüm ülkeyi kontrol etmeye yeterli değildir.

Amerikan coğrafyası ile, Osmanlı coğrafyasını karşılaştırır ve demiryollarını döşersek, coğrafi fark ve üstünlükler görülecektir. Amerika birliğinin demiryolu ile sağlanması ve Osmanlı birliğinin sağlanması düşünüldükte, Cezayir, Fas ve Tunus’a uzanmanın maliyeti çok ama çok fazla olacaktır.

Arada koca bir deniz var… Haritalar masaya konuldukta, fotoğraf daha net görülecektir.

Düz ovada yol yapmak ile, dağları aşmak ya da aşamamak arasında zorluk ve maliyet farkı var. Türkiye’nin ulaşım için yaptığı masrafları bilemiyorum… çok ciddi olduğu kesin… bir Avrupa ülkesi aynı masraf ile çok daha geniş alanları birbirine bağlayabilir.

Ağrı dağına denizyolu olmaz elbette…


PETROL ve PETROL ÜRÜNLERİ

Her tarafı petrol olan, görünüşte zengin ülkeler, gerçekte egemen güçlerin bakkal dükkanı olarak çalışıyor… Bol keseden petrol vererek, silah alıyor, lüks tüketim alıyor… Eğitim ve bilim önemli değil… Özgürlük ve insan hakları falan, egemen güçlerin yedek akçesi… Yoksa kimsenin bir önemi yok…

Suriye ile Türkiye’nin işbirliği olasılığı, egemen güçler için tehlike… Türkiye-Rusya işbirliği daha büyük tehlike… Türkiye İran işbirliği de tehlike… Yunanistan ile Kıbrıs ile işbirliği tehlike… Irak ile işbirliği tehlike… Olaya kimin gözlüğü ile baktığınız sorunu…

Perde arkasında değil, açık bir bilgi kirliliği, açık bir psikolojik savaş, yıllardır sürüyor…

Gerçekten, Türkiye, İran, Irak ve Suriye işbirliği, bölge barışı, kalkınması açısından ciddi bir hamle olacaktır. Bölgede çıkarları olan sömürgeci güçler, bu işbirliğini baltalamak için her şeyi yapar. Tehlike burada…


Nazım Hikmet gibi bir milliyetçiyi bile vatan haini ilan ettiler… Adnan Menderes ve arkadaşlarını sözde askeri darbe, aslında gizli servis oyunları ile görevden aldı ve susturdular. Gelişmeler, üçüncü kişilerin isteğine göre ezberletildi. Herkes her şeyden o kadar emin ki, gerçek fotoğrafı görme isteği olmadı.

Sağ sol çatışması diye ahmakça bir oyunu önümüze koydular. Binlerce insanımız bir kör dövüşüne kurban gitti…

PSİKOLOJİK SAVAŞ

Soğuk Savaşın iki süper arasında meydana geldiği düşünülür. Oysa bu görüntünün arkasında, taraf tutması gerektiğini düşünen ülkelerin kendi istekleri veya tercihleri ile savaş alanı haline gelmesi durumu vardır.

ABD ile işbirliği yaptığını düşünen Menderes hükümeti, bir darbe ile yıkılır. Darbeyi kimin yaptığı, sağ-sol, devrimci –milliyetçi çatışması, soğuk savaşın, aslında psikolojik savaşın bir görünümüdür.

Ordu ile, halk arasında üstü kapalı bir çelişki olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılır. Halk Menderesi sevmektedir. Ordu halkın sevdiğini alaşağı etmiştir görüntüsü oluşturulmaya çalışılmıştır.

Sol veya solcu görünen parti veya eğilimler, ordu ile birlikte işbirliği yaparak, darbe yapmış gösterilmiştir. Gerçek nedir sorusu, propaganda çöplüğü içinde gizlenmiştir.


BUGÜNÜN FOTOĞRAFI
10 Ağustos 2011 Çarşamba

Ergenekon, Balyoz, Kafes, ve benzer adlarla , bağımsız yargı adı ve kimliği kullanılarak, ordu tasfiye edilmek istenmektedir.

PKK denilen taşeron tetikçiler ile, aslında gizli gizli görev yapan bilinen güçler ile savaşılması gerekirken, kendi güçlerimiz çatıştırılmaktadır. Görüntü, sağ-sol çatışması, alevi –sünni çatışması gibi başkalarının tezgahladığı, işbirlikçi yarım akıllıların desteği ile uygulanan bir senaryo…

Kanserli hücrelerin yayılması, metastas hali sözkonusu….

Üç savcı ve beş hakim cepheye sürülerek, yürütme, istediğini hapse attırıp, istediğinin göreve gelmesi veya istemediğinin engellenmesini sağlamaktadır.

Bağımsız yargıya biz talimat veremeyiz gibi bir savunmanın arkasında, hukuk kurallarına uyan hakimlerin tasfiye edilip, sürgüne gönderilmesi, askerlerin sivil yargıya tabi olması görüntüsü altında, askerlerin özel yargıya tabi tutulup, onlarca paşa ve albayın , subay ve astsubayın hapse atılması sağlanmıştır.

Sorarlarsa, bağımsız yargı…biz karışamayız denmektedir. Gerçekte savcılığın idari birim olduğunu ve istenen davanın açtırılmasının mümkün olduğunu biliyoruz.

İstenen kişilerin tutuklanması istenip, tutuklamaya karşı çıkan yargıçların, sürgüne gönderildiğini, pasif görevlere atandığını görüyoruz.

Konumuz neydi… soğuk savaş… bu savaşı sıcak sıcak yaşayanlar bizleriz.


Psikolojik savaş, dik durması gereken vücudun, kendi organları ile çatışması ortamını hazırlamıştır. Soğuk veya psikolojik savaşın cephesinde, süper güçler yoktur. Onlar senaryo yazıp, sahneye koymaktadır.

Gerçekten 60 darbesi, Amerika ile Menderes hükümeti arasında hesaplaşmadır. Elbette silahlar eşit değil.

Darbe sonrasının maliye bakanı, Menderes döneminde, ekonomi yönetiminde söz sahibi olamamış olan bir İMF çalışanıdır.

Sayfalar arasında kalan bu ayrıntıyı incelerken, ABD, Dünya Bankası ve IMF nin aynı takımın oyuncuları olduğunu bilmemiz gerekir.

Amerika karşıtı olan, ünlü veya ünsüz herkesin, vatan haini ilan edildiğini görüyoruz. Nazım Hikmet de böyle, Deniz Gezmiş de…



TUTUKLU KİŞİLER

Ergenekon, Balyoz vs adlarla tutuklanan askerlerin incelenmesi gerek.

Bu kişiler hep veya çoğunlukla kilit noktalarda mı… Örneğin Dursun Çiçek… amiralliğe terfi edecek konumda… ve belki de çok daha önemlisi Genelkurmay’daki görevi… 1915 olayları, Tehcir konusunda uzman.. Dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.

Diğer görevleri ve çalışma alanını bilemem… bilmemem gerekir. Çalışmaları ve raporları konusunda, arşivi konusunda bilgi sahibi değilim. Normalde de bilgi sahibi olmamam gerekir.

Ermeni Soykırımı, 1915 vs denilince, birden bire ABD, NATO , CIA ve Avrupa Birliği ile karşılaşıyoruz. Bu konularda çok şey bilmek, belki de tutukluluk sebebi.

İşgal dönemi mahkemeleri ile aynı mantık… Kilit noktalardan seçilecek kişileri cezalandır. Karar veren bağımsız yargı falan değil… talimat gereği…

Olayın arkasında, askeri darbeler…1960, 1971, 1980.. görülebilir… ve 2003…



KUVVETLER AYRILIĞI NASIL BİRŞEY

Ergenekon soruşturması denilerek hukukun ağzı burnu dağıtıldı. Haberal adlı, bir üniversite ve bir televizyon sahibi, profesör tutuklandı… iki yıldır tutuklu… ve hasta..

Ergenekon üyesi ve/veya yöneticisi olmakla suçlanıyor. Üç yıldır varlığına dair en ufak inandırıcı bir kanıt olmayan soyut bir terör örgütü…

Haberal, gerekçesiz olarak tutukluluğun devamına karar veren 9 yargıç hakkında, tazminat davası açtı. Niteliği gereği Yargıtay’da görüldü dava… ve 9 yargıç tazminat ödemeye mahkum edildi.

Aynı ağır ceza mahkemesinde olup, kararlara muhalif olan hakim hakkında tazminat davası açılmadı. Ama o hakim başka yere tayin edildi.

Tazminat ödemesi gereken ve karar, Yargıtay Genel Kurulunca onanan hakimler, aynı davaya bakmaya devam ediyor. Yasal bir engel var mı bu duruma diyenlere… yasal engel yok, hukuki engel var… Tarafsızlığınıza kuşku düşmemeli…

Bunun açıklaması olabilir mi… olur tabi… bu hakimlerin derhal, HSYK tarafından o görevden alınması gerekir. Olmadı şimdi. İdare, istediği kişiyi HSYK ya getirebilir, istediği hakimi istediği yere gönderebilir… Kuvvetler ayrılığı nerde…

Şehitlere kelle dediği için 3 kuruş manevi tazminat ödemesine karar verilen başbakan, karar veren hakim hakkında ne yaptı dersiniz.

Sen misin bu kararı veren…

HSYK seçimlerinde, bakanlık tarafından, blok liste çıkarılması, tarihe geçecek incilerden biri…

İdare, Ergenekon Terör örgütünü gerekçe göstererek, savcılara talimat verip, istediği kişi hakkında, gece araması, telefon dinlemesi vs. her şeyi yaptırabiliyor. Sonra da, ben karışmam bağımsız yargı yaptı diyor…

İstihbarat ve emniyet birimlerimiz, bir hafta içinde, böyle bir örgütün varlığını netleştiremez mi… 3 yıl… el insaf…

Ve bunca zamana karşın bir kanıt yok, aranmıyor da… tutuklamalara açık kapı… hukuka aykırı tabi…

-9 yargıç görevden ayrılmak zorunda

-Ergenekon bahane edilerek tutuklama yapılamaz, başka bir teminat aranabilir ama tüm tutuklular serbest bırakılmalıdır.

-İddianameler açık ve net suç tanımı yoksa, reddedilmeli,

-Şüphe üzerine dava açılamamalıdır

-Haberal için değiştirilen ve hakimlere tazminat davası açılmasını engelleyen yasa, değiştirilmelidir.

- Bir veya bazı delillerde sahtelik olması, o delillerin geçersizliği, aleyhe kullanılamayacağı anlamına gelir.

Şüpheden sanık ne zaman yararlanır

Hükümde yararlanır denemez. Yargılamanın her aşamasında, şüpheyi gerektiren durumlar, sanık lehine yorumlanır… Yasal dayanağını tüm hukukçular bilmek durumunda….

Var olmayan bir örgüt üyeliği, işlenemez suç olmaz mı… olur. Bu konuda değerlendirmeyi Yargıtay yapmalı… ancak… şüpheli bir durumun tutuklamaya neden olmasını gerektirecek, ciddi ve inandırıcı nedenler olmalıdır.

Şüphe halinde tutuklama olmaz… başka tedbirler düşünülebilir.. İşlenemez bir suçu işlenebilir hale getiremeyiz… O halde…

Televizyonda bazı beyler konuşur… Yargının işine karışmayız…

Savcılık idareye bağlıdır…bu durum susarak geçiştirilir ve sanki savcılık yargı imiş gibi bir görüntü oluşturulur.

Kural olarak, idare mahkemeye talimat veremez ama savcıya talimat verir.

Açıkça talimat vermediği hakime, maaşından, tayinine kadar, görev yerine kadar… sen anlarsın… talimatı verebilir. Anlamayana anlatırlar.

Bir savcının çocuğunun çizgi film CD lerine, Ergenekon delili diye el konulabilir…

Ergenekon senaryosunun yazarı

Bir senaryo yazarı, bir beyin takımı olmalı… Takım… Kaç kişi olduğu belli değil…

Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına, tam bağımsızlıktan yana olanlara, belki Boğazlıyan Kaymakamına kadar gideceğiz.









DARBE ve MUTASYON

Darbeler hangi amaçla yapılmış ya da yaptırılmıştır. Gerçekten vatan ve millet aşkı ile tutuşan kişiler mi darbe yapmıştır yoksa olayları ve gelişmeleri yönlendirmek isteyen birileri mi darbe yaptırmıştır.

Bilgi kirliliği ve propaganda sayesinde, 60 darbesinin rövanşı olarak 12 Mart 1971 sürecinin yaşandığı gibi bir hava oluşturulmaya çalışılır. Adnan Menderes ve bakanlarını sözde yargılayıp astıranlar, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını sözde yargılatıp astırmıştır. Mahir Çayan da yargılanmadan infaz edilmiştir.

Sağcı-solcu kandırması ile, kardeşleri dövüştüren zihniyet, Amerika ve Avrupa’nın karşısında çıkarılacak en küçük sesi bile susturmuştur.

Sağ-sol şamatasını, alevi-sünni çatışması oyununu , bilgisayar oyunu gibi pazarlamışlardır. Bir dönem etkili de olmuştur. Bugün, bu yazıyı yazdığım 2009 tarihi itibarı ile, sağ-sol, sizin gazete-bizim yazar kandırmacasının derin izleri devam etmektedir. Oyle görünüyor ki, daha uzun yıllar sürecek...

Sen mi ülkeni daha çok seviyorsun ben mi... Aşk olsun yani... 1924 Anayasa’sının sessizce değişen maddesi, aslında ulusal birliği göstermiyor mu....
,

(1924 Anayasası)

Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir.

Beyinler öyle yıkanmıştır ki, milliyetçilik ile devrimciliğin , halkçılığın, devletçiliğin
birlikte düşünülemeyeceği gibi ithal bir düşünce beyinlere kazınmıştır.

12 Eylül döneminde, devrimcilik sözcüğü adeta yasaklanmıştır. Samsun Devrim Lisesi de bundan payını almıştır. Devrim tarihi adı, inkılap tarihi olarak değiştirilmiştir.

Fakültede dahi aynı melodi dinlendi.... Bilimden nasibimizi aldık böylece...

Önceki dönemde ailelerin tercihine bırakılan din dersi, 1982 anayasası ile zorunlu hale getirilmiştir. İlk etapta, din kültürü ve ahlak adı ile, birilerini uyutarak getirilen, yumuşak görünümlü hükümler, zorunlu din dersi adı altında gerçek kimliğine kavuşmuştur.

Rabıtanın gündemde olduğu dönemde, üniversitede, Türk Dili adı altında, siyaset kokan, bilimsellikten nasibini almamış kitaplar pazarlandı. Bir arkadaşımız bu dersten sınıfta kaldı ki, o arkadaşın okutman olarak ortalıkta gezen kişiden daha iyi Türkçe bildiğinde bir kuşkum yok.

En basit ölçek üniversite giriş sınavıdır. O okutman niye hukuğa giremedi... Dil aşkından mı...

Ergenekon senaryosu, Mutasyon Geçirmiş Evrimleşmiş Bir darbe mi,... Hedefte olanlara bakınız... Sağ sol, alevi sünni benzeri garip bir bölünmeye neden oluyor yurttaşlar arasında.

Hukuk bilgimizi tepetaklak etmeye çalışan garip bir tutuklama, sorgulama, yargılama süreci var. Hukuk mantığı ile düşünmeyen, düz mantık... suçu yoksa beraat eder... mantığı ile, terör estiriliyor.

Yargıtay telefonları, yargıç telefonları, savcı telefonları dinleniyor... vatandaş dinleniyor. Haberleşme hürriyeti güme gitti... mahkeme kararı ile imiş... iyi de mahkemenin başka işi yok mu...

Siyasiler savcıların (güncel adıyla Ergenekon savcılarının) tutumunu, bağımsız yargı diye tanımlamaya çalışıyor. Savcılık ile mahkemeler karıştırılıyormuş gibi yapılıyor. Savcılık bir idari birimdir ve idarenin talimatı ile ceza davası açar. Bu noktanın bağımsız yargı ile ilgisi düşünülemez.

Açılan ceza davasına bakan yargıç açısından bağımsızlık ileri sürülebilir.

Yargıçlarımız da idarenin baskısı altında…















ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ GÖRÜNMEYE ÇALIŞANLAR

Tarih 2009... Fansa’da, Ermeni Soykırımı Yok demek suç...

İsviçre’de, Ermeni Soykırımı yok demek suç...

Başkası var mı.... (bilmiyorum.) Sürüsüne bereket… olmaz mı..

Türkiyenin yerini bilmeyip, adını söyleyemeyen bir ısım ülkeler var…

ABD her yıl, soykırımı kabul ederim haa... diye başlayarak dilek ve temennilerini sunar. Pek çok meclis, bu yönde karar alır.

Domuz gribi konusunda, grip ve sair salgın hastalık konusunda, kanser ve yer çekimi kanunu konularında da karar alsanıza... Hastalığı yasak edin de görelim.

Bu kahramanca çalışmalar, özgürlükler ülkelerinde yapılır.

Terör amaçlı kullanılan mayınlar, roketatarlar, silahlar... malum ülkelerin imalatı. İşkence aletleri de öyle... Hangi özgürlük demiştiniz...
















ASKERİ DARBENİN HUKUK İLE İLİŞKİSİ

Darbe hukuk düzenine karşı yapılır. Darbenin bahanesi olan eylem ve işlemler, hukuk düzenini değiştirmek, görünürde, karmaşaya son vermektir.

Darbeyi planlayan, şartları olgunlaştırıp, sözde daha çağdaş kurallar getirdiğini düşünen zihniyet, aslında kendisini kontrol eden başka güçlerin yönetimindedir. Bu durumu anlayıp anlamadıkları tartışılır.

1960 darbesi, 1924 Anayasa’sına karşı yapılmıştır.

Yoksa mevcut yönetime karşı mı… Görünüşte mevcut yönetim ve uygulamalar esas alınmıştır ancak , asıl hedef 1924 Anayasası ve Atatürk düşüncesidir.

Sağcı-solcu gibi yapay ayrımların yapılabilmesi için, insanların çatışmaya sürüklenebilmesi için, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi, devrimcilik ile milliyetçiliği birlikte sayan madde sessizce kaybedildi. Çünkü, milliyetçi ile devrimci, sağcı-solcu denilerek kavga ettirilmeli idi…

Bu kavgalar 60-80 dönemindeki nedeni düşünülemeyen çatışmalardır.

1980 darbesi ile, devrimcilik sözcüğü yasaklanmıştır. Atatürk döneminde benimsenen ve anayasaya giren bu sözcük, tehlikeli bulunmuş olmalı.

Bu ince manevraları, birkaç işgüzarın düşündüğünü sanmıyorum. Manevralar gerçekten ince.

1982 Anayasası

Devrimcilik sözcüğü kullanılmamış, başlangıç bölümünde, inkılapçılıktan söz edilmiştir. Uğur Mumcu, Atatürkçü olan inkılapçı değil, devrimcidir diyor. İşin özü bu.








TUTUKLAMA TAZMİNAT ve YASALAR



Haksız tutuklama nedeniyle tazminat

Haksız ve hukuka aykırı bulunan tutukluluğun devamına dair karar nedeniyle, karar veren hakimlere karşı tazminat davası açılırsa ne olur… Böyle bir davanın kabulüne karar verildi ki, olaya uygun olduğunu düşünüyorum.

Bir siyasi çıktı, bu kararı eleştirdi ve hangi kanuna dayanıyorlar bu tazminat için diye eleştirisini yaptı.

Yasada açıkça, usulsüz tutukluluğun devamı kararı tazminatı gerektirir demek durumunda değil. Haksız eyleme ilişkin genel hükümler vardır ve bunun yanında Medeni Yasa’nın 1. Maddesi vardır. Hukukçu, bu konuda yasal düzenleme yok diyemez. Çünkü, Medeni Yasa’nın 1. Maddesi ona yol göstermektedir.


Tutuklulukta makul süre

Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir. (Any.m.19)

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Madde 5

Özgürlük ve güvenlik hakkı
1.Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.

a) Kişinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne uygun olarak hapsedilmesi;
b) Bir mahkeme tarafından, yasaya uygun olarak, verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması;

c) Bir suç işlediği hakkında geçerli şüphe bulunan veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulu durumda bulundurulması;

d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulu durumda bulundurulması veya kendisinin yetkili merci önüne çıkarılması için usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması;
e) Bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması;
f) Bir kişinin usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alı konmasını veya kendisi hakkında sınır dışı etme ya da geriverme işleminin yürütülmekte olması nedeniyle usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması;

2. Yakalanan her kişiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir.

3. Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir yargıç veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.

4. Yakalama veya tutuklu durumda bulunma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.

5. Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutulu kalma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır.


Madde 6

Adil yargılanma hakkı
1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.

3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:

a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;

c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;

e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.


Teorik olarak güzel de, pratikte, keyfiyet ağır basıyor. Ergenekon terör örgütü meselesi gibi… Böyle bir şey olmadığını herkes biliyor veya çoğunluk biliyor… Türkan Saylan Hocamızı terör örgütü ile ilişkilendirmeye çalışmak, ve diğerlerini… anlaşılır gibi değil demeyeceğim… Anlaşılır… Tartışalım… birlikte…











VERGİ ve VERGİ CEZALARI İLE EKONOMİYİ YÖNLENDİRMEK

Tarım ürünü ithal ediyoruz… canlı hayvan ithal ediyoruz..
Ülke topraklarımız geniş ve örneğin mercimeğin anavatanı burası… onu dahi ithal ediyoruz.. Pamuk ithali olacak şey değil.
Tarımsal girdilerden önemli kalem, mazot ve gübre… petrolümüz olmadığından pahallı değil… Fiyatın % 80’i vergi… Evet evet vergi… ÖTV ve KDV yi de ithal ettiğimiz söylenemez.

Tarımsal üretim ve hayvancılıkta, maliyeti artıran en önemli kalem mazot… ve gübreler, yemler… Küspe üreten şeker fabrikalarını özelleştirmekteki mantık, akaryakıt fiyatlarını yüksek tutmaktaki mantık, gübre fiyatlarındaki mantığı, anlayan bana da anlatsın….

Devlet gelirleri, akaryakıta dayanıyor diyemeyiz. Atatürk döneminde, KDV ve ÖTV mi vardı… Saat gibi çalışan bir ekonomi ve hızlı kalkınma…

Benzin ve mazottaki tüm vergileri kaldırsak, yine tarım ürünü ve hayvan ithal etmek zorunda kalır mıyız…
Bunu da uzmanları hesaplasın…

Sıcak para komedisi ile, yabancılara faiz ödüyoruz… Alıştık buna…
Gel sevgili ve sayın vatandaşım…anayasaya oy ver… herkes hukuk doktoru, herkes ekonomi uzmanı, herkes yönetim hukuku uzmunı…

Yalan rüzgarı dizisi ile mutlu olan insandan, askeri doktrinler, maliye politikaları, hukuk, mahkeme ve yargılama gibi konularda, görüş sor… Ama benzin ve mazottan alınan vergileri sorma… çünkü sonucu biliyorsun…

Aslında görüş falan sorma, istediğini onaylat… Kararı sen verdin olacak…

Böyle bir süreci kanser tedavisinde uygulamazsın elbette… Nedeni açık değil mi…


TÜRKİYE’NİN KONUMU

Türkiye, imparatorluklar kültürü üzerine kurulmuş, coğrafi şartlarından kaynaklanan ulaşım maliyetleri ne rağmen, yetkin ellerde, hızlı gelişme gösterebilmiş bir ülkedir.

Gerçekten, Türkiye, Rusya ve Japonya’nın hızlı geliştiği bir dönem yaşanmıştır. Ulaşımı ilerletmek için, ülke demiryolları ile kaplanırken, 1926 yılında, uçak fabrikası kurulmuş olması, düşünce olarak bile hoş görünmektedir.

Yabancı devletlerden borç para almadan , hızlı bir kalkınmayı gerçekleştirdiğimiz bir Atatürk dönemi var. Bu gerçeği gizlemek ve Atatürk dönemini karalamak için, yoğun bir psikolojik savaş uygulanmıştır ve devam etmektedir.

Kalkınma için yabancı yatırımcıya, yabancı paraya ihtiyacımız var inancı, bilgi kirliliği ve psikolojik saldırıdan başka bir şey değildir.

Türkiye, bir kısım Avrupa ülkelerine uçak satmıştır. Bu uçak fabrikaları, yabancı yatırımcı veya borç para ile yapılmamıştır. Teknoloji Alman teknolojisidir. İhtiyacımız teknoloji dir. Nitekim, Rusya’dan demir-çelik fabrikaları konusunda, teknik destek alınmıştır. Bu fabrikalar, fabrika kuran fabrika niteliğindedir.

Türkiye, 1947 yılında, borç para almaya, savunma konusunda borçlanmaya başlamıştır…
Faiz ve kredi saldırısı başlamıştır. Aslında kibar görünümlü bir örümcek ağı çevresinde uçmaya başladık.

Kredi ile silah satanlar, silah satış kredisini yardım diye tanıttılar. Bu yönde propaganda yapmamızı istediler. Ünlü Marshal yardımları, aslında yardım değil, satış kredisidir.

Satıcı ne isterse ve nasıl isterse onu satacak, ne istemezse onu dikte edecektir.

Bilgi kirliliği ve propaganda aynı takımın oyuncusu… Kalkınma için borç para almanın gerekli ve zorunlu olduğu inancında… Adnan Menderes’in onaylamadığı ekonomi politikaları nedeniyle, hükümetten ve Türkiye’den ayrılmak durumunda kalan kişi , İMF görevlisi olarak, güney Amerika’da görev yapmış, 60 darbesi sonrası, Türkiye’ye gelerek, maliye bakanı olmuştur. Bu ayrıntının iyi okunması gerekir.

BİLİM ve TEKNİK TAM OLARAK NEYİ KAPSAR…

Devlet canlı bir organizmadır. Bütün canlılar gibi, yaşamak ve kendini korumakla görevlidir.

İnsan vücudu, dışarıdan gelen saldırılara olduğu gibi, kendi bünyesine katılmış olan, zararlı maddelere ve organizmalara karşı savunma konumundadır.

Canlı olarak, su ve besin gereksinmemizi karşılamak, canlılığa zarar verecek her türlü canlı veya cansız varlıklara karşı korunmak durumundayız. Organizma, belli bir düzende çalışmak zorunda. Kalp atışı düzensizleşirse, böbrek görevini yapamazsa, pankreas görevini yapamazsa, gerekli önlemleri almamız gerekir.

Bilim ve teknoloji insanın yaşama savaşına her yönüyle destek olmak durumundadır.



BUGÜN
17 Ağustos 2011 Çarşamba
Askerlerimize saldırı yapıldı. İlk açıklamaya göre 8, gelen haberlere göre 12 şehit var… Sorun Amerikan destekli, İncirlik, Kuzey Irak destekli , Kandil merkezli görünen , aslında Amerika ve Avrupa destekli terör…

Bize düşman olarak PKK gösteriliyor… işin gerçeği onlar tetikçi… başka işbirlikçiler de var. Birlikte, iğrenç bir oyun sergiliyorlar. Türkler ve Kürtler çatışıyor gibi yalan rüzgarı oynuyor.

Bizim askerimizin başına çuval geçiren hergeleyi, beyler gibi karşıladık. O yaratık ülke sınırlarından geçirilmemeliydi. Türkiye zararına çalışan gizli servis elemanlarını biliyoruz… Bildiğimizle kalıyoruz.

PKK nın, aslında Amerika’nın canına okuyan komutanlar tutuklu… bizim mahkemelerimiz tutukladı… bizim savcımız tutuklama istiyor… Açıklamak mümkün değil… Hukuk ötesi bir durum..

İş yargıya intikal etti … yargıya karışılmaz gibi bir hedef saptırma var.

Hükümet istediği özel yargıyı kurdurabilir… istediği meclis kararını çıkarabilir… istediği yasayı yapabilir… istediği hakim ve savcı tayinini yaptırabilir… E hani yargı bağımsızdı…

Tutuklamalar, mahkumiyetler, infaz şekilleri, hükümetin keyfiyetinde… yetkili ve sorumlular…

Seçim sonuçlarını bilgisayarda harmanlayan Amerikan şirketi… Kandil ile bağlantılı mı değil mi…

Kimin milletvekili olacağı, kimin olmayacağı bir bilgisayar oyunu… yerli değil…





BU OYUNUN KURALI VAR MI

Kendi askerinin elini kolunu bağlayıp cepheye sürer misin… Askeri hareketsiz bırakırsan, savunma görevini kim yapacak… Bu anlamda, bir yandan bakarsan anlamsız ve tehlikeli, diğer taraftan, yani gizli servisler tarafından bakarsan, başarılı bir çalışma…

Askerliğin hiçbir tarafını bilmeyen ve kendini cesur hukukçu sanan bir tiyatro grubu, oynananın bir oyun olduğunun farkında bile değil…

Yargı bağımsız, biz ne yapalım diye hukukun arkasını dolananlar da oyunu kendi senaryoları sanırı. Gerçekte ise, satrancın piyonu olabilirler…

Ben bilgisayar programından anlamam… ama işin ustaları, seçim sonuçlarını istedikleri şekilde hesaplayacak program yapamıyorlarsa, bir şey bilmiyorlar demektir.

Benim aklımın köşesinden geçmeyecek programlar varsa… ki var… sonuç baştan belli…

Hukukçu olarak, gizli oy açık sayım, insan hakları, eşitlik… gibi terimlerin çevresinde dönüp dururum.

Devam eden, adı konmamış savaşın cephesine, özel yetkili mahkemeleri ve onlara düzmece bilgi taşıyan birimleri göndermeliyiz… Savaş, başlamadan biter… Düşman senin delikanlı askerin değil… onlar gibi değil… düşman, tam bir cambaz, hokkabaz… yerine göre şarlatan…

İnanacağın ve güveneceğin kişiyi tanımıyorsan, oyunu baştan kaybettin.. (20 Ağustos 2011 Cumartesi)












Demokrasi ne kadar demokrat

Demokrası, yönetilenin yönetenini serbest iradesi ile seçmesi… ya da ben öyle biliyorum.

Sandık başına gidip, gizli oy açık sayım ile seçme hakkımızı kullanıyoruz.

Gizli oy, serbest oy mu…düşünülmeli… Bilgi kirliliği gırtlağa kadar…propaganda ve reklamlar olabildiğince…tehdit, gözdağı vs. gibi iradeyi sakatlayan ayrıntı sıradan şeyler… bu arada sahte oylar falan…
Açık sayımda, kim kaç oy aldı, anında görüyorsunuz. Sonra bu oylar bilgisayar ortamında toplanıyor… (Ahmet’in oyu Mehmet’e yazılabilir…sehven)

Avukatım …yaptığım iş belli…Bilgisayarı birkaç şekilde kullanırım.. biri daktilo olarak…internet gezintisi… hukuk programları…bitti.

Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim…Program yapan uzmanlar, istedikleri kişiyi kazandırıp, istemediklerini kaybettiremiyorsa, bu işi bilmiyorlar demektir…

İyi bildiklerinde kuşkum yok…şöyle bir hukuki sonuç görünüyor….bilgisayar ortamındaki sayım, açık sayım değil…

Gizli oy tamam, açık sayım tamam değil..

Sonuç… yaşasın demokrasi…












SOYKIRIM YALANININ KÖKENİ ÜZERİNE



1. Nutuk’dan

Efendiler, İstanbul'dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, «İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan İstanbul'daki siyasî temsilciliğine gelen ve siyasî temsilcilik tarafından da resmen hükûmete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte,

Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilâf Devletleri'nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir» denilmekte ve bazı hususlar,

özellikle «şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması» tavsiye edilmekteydi.

Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul'un da alınması
kararlaştırılmıştı.

Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul'u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilâf Devletleri, yalnız İstanbul'u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu?

Veyahut da Efendiler, İtilâf Devletleri Kuva-yı Milliye'nin işgal bölgelerinde, işgal «kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükûmeti'nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere,

İtilâf Devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve

aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul'u da mı işgal etmek niyetindeydiler?

Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükûmeti'nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu.

Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım.

Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi.Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler.

İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler.

Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi.

Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi.

Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı.

Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı.Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken,

aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddî olarak kabul edilebilirdi?

İzmir ve Aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? Yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı.Bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı.

O günlerde İzmir'e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı.

Gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.

Bu durum karşısında, Efendiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı?

Memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan Kuva-yı Milliye'yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı?

Geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, millî dâvâdan hemen vazgeçmek doğru olur muydu?

Yalnız İstanbul'un değil, Boğazlar'ın, İzmir'in, Adana bölgesinin, kısacası millî sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklarının egemenliğimiz altında kalması millî gayemiz değil miydi?

Bu duruma göre, yalnız İstanbul'un, Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı vaadi karşısında, Osmanlı Devleti'nin sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da, Türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi?

Vahdettin'in sadrazamı, Kuva-yı Milliye'yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihî sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu?

Efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükûmetin istek ve emrine, milletçe de Kuva-yı Milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi



2. Ermeni Soykırımı Savının Başlangıcı ve Amacı


Katliam vs. söylemlerinin ne amaçla çıkarıldığı ve bugüne kadar ve belki gelecekte ne anlamda kullanıldığı, kullanılacağı, kimler tarafından kullanıldığını... açık ve net olarak Atatürk anlatmıştır.

Yukarıdaki metin tüm yanıtları içermektedir.


3. Amaç İşgal Güçlerini Korumak


İşgal kuvvetlerine karşı koymazsanız İstanbul'u size bırakabiliriz.

Aksi takdirde daha ağır antlaşmalara hazır


4. Soykırım İddiasının Çözümü

Hocalı Katliamının üstünden kaç yıl geçti.18 galiba. Karabağ’ın işgali yakın ve güncel olaylar.

Peki 100 yıl önceki Ağrı Dağı’nda eşek izi arayanlar ne yapıyor. İnsanlar varmış, ölen varmış, işkenceye uğrayan varmış. Koyun bunları bir yana. Gözünün önünü görmeyen veya görmezden gelenler yüz yıl önceyi mi görecek... Buna gülümseyin lütfen...

Bağdat’ta milyonu aşkın insan öldürüldü naklen yayında.

Lübnan yerle bir edileli ne kadar zaman oldu.

Filistin yerle bir olalı ne kadar oldu.

Ermeni soykırımı yok demeyi suç sayan ülkeler nerede ve ne yapıyorlar.

Irak için, Lübnan için, Filistin için, Türk halkı üzgün... üzerine düşeni yapmaya çalışıyor.

Sevgili Araplar Türkiye için, Karabağ için, Hocalı katliamı için nasıl bir tepki gösterdiler. Ne tepkisi...

Amerika, Avrupa, ne gibi tepki gösterdi veya göstermedi. Bu yakın olumsuzluklar, Ermeni Soykırımı Yalanını deşifre etmeye yetmektedir.

İşgalde ve ölümlerde çıkarı olan sözde özgürlükçüler, veya Türkiye’ye baskı yapmakta yararı olan, politikası gereği, işlerine geldiği şekilde davranıyorlar.

Karabağ’ın işgalinde yararı olanlar, Ermeniler dışındaki emperyalistler. Ermenileri kullanılıyor. Düşündükleri o insanlar değil. Ermeni ismini maske olarak, kalkan olarak kullanıyorlar. Ermeni diasporası, ermeni soykırımı, gibi kavramların arkasına gizlenerek, emperyalist kurnazlık oyunları oynanıyor.

Bilgi sahibi olmadan, propaganda rüzgarına kapılan sözde aydınlar, emperyalist oyunlarda figüranlık yapıyor, kendi insanına karşı, kendi devletine karşı suçluluk kompleksi oluşmasının aleti oluyor.

Osmanlı Devleti için teslimiyet ve esaret belgesi olan Mondros Mütarekesi`nin imzalanmasından kısa bir süre sonra düşmanın devasa deniz filosu Boğaz`a demirlemiş ve 13 Kasım 1918`de Osmanlı başkentini işgal etmişti. Karaya çıkan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Amerikan subay ve askerleri `doğal müttefikleri` Ermenilerle Rumlar tarafından çiçeklerle karşılanmışlardı.

Dikkat ediniz... İstanbul’u kim ve niye işgal etti... Doğal müttefiklik ne anlama gelir... (işgalin Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine göre bahanesi... bahane gerekli değil aslında... ama kendi halkına ve diğer milletlere ve devletlere propaganda yapılabilmeli....)

Ne kadar başarılı olduklarını görmek için, Türkiye’deki etkilerini ve zaman boyutunu birlikte değerlendirmeliyiz. Yüz yıllık bir propaganda günümüzde etkisini gösteriyor. Tarih bilmeyenler tarihçi, hukuk bilmeyenler hukukçu kesiliyor.(Odabaş)

Mavi Kitap kim veya kimler tarafından ne amaçla hazırlandı... İngiliz Propaganda Dairesi tarafından, sipariş olarak, ünlü bir tarihçiye yazdırıldı. Gerçekle ilgisi var mı... bu propaganda ve reklam mantığı ile açıklanabilir.

Soykırım diye ileri sürülen ve bir kısım Don Kişotların tereddütsüz kabul ettiği eylem:

-Osmanlı hükümetinin aldğı karar mıdır
-Osmanlı Meclisinin aldığı karar mıdır
-Göç kararının uygulanma süreci midir
-Hangi yılları içerir
-İşgal yıllarının (İstanbul açısından 13 Kasım 1918 den başlıyor) fiili hakimi kimdir.
-İşgalciler, soykırım mı yaptı, soykırıma yardım mı etti
-İşgal dönemindeki “soykırım durdurulsun” şeklindeki yazışmalar, ne anlama gelir. Ekte sunduğumuz Nutuk’tan alıntı ve Atatürk’ün TBMM ‘deki açıklaması, aynı düşünceyi yansıtan Uğur Mumcu’nun yazısı ve bu düşüncelerin onaylanması anlamında, Hrant Dink’in bir gazeteye verdiği beyan,

Ermeni soykırımı iddiası emperyalist güçlere ait bir propaganda, bir baskı aracıdır. Arkasında Ermeniler veya diaspora falan değil, doğrudan emperyalist güçler vardır. Aynı şeyler PKK için de geçerlidir.

Uğur Mumcu, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde :

“Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e, Ermeni’yi Türk’e, Türk’ü Ermeni’ye , Alevi’yi ‘Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman eden emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarıdır. Dün öyleydi, bugün de öyle...” demişti. Değişen bir şey yok.

“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal ATATÜRK
1 Mart 1922
TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması


Yüz yıl önceki hayali devlet politikası nedeniyle özür dilemek gibi ahmakça bir eyleme soyunan kişiler, Irak, Lübnan, Filistin ve Türkiye’deki terör konularında suskun.

Aslında yapılan eylemler planlı... figüranın tek işi kendine verilen rolü yapmak. Yani biz oyunu ve figüranları görüyoruz. Sahnenin arkası başka bir şey.

Sayın zengin emperyalist takımı... tüm Ermenistan halkını maaşa bağlasanız, kaç kuruş gider. Konu onlar değil, siz de biliyorsunuz ben de...

Biraz milliyet, daha fazla din motivleri kullanılarak oynanıyor


5. İç Çatışma Planları

Uğur Mumcu, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde :

“Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e, Ermeni’yi Türk’e, Türk’ü Ermeni’ye , Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman eden emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğudaki çıkarlarıdır. Dün öyleydi, bugün de öyle...” diyor. Olayın özeti bu.



“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal ATATÜRK
1 Mart 1922
TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması


6. Mondros Mütarekesi


Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti'yle İtilaf Devletleri arasında imzalanan mütareke (30 Ekim 1918).

Eylül 1918’e gelindiğinde, savaşın Türkiye ve müttefikleri için kaybedildiği kesin olarak anlaşılmıştı. Nitekim Bulgaristan, 29 Eylülde ve Almanya da 4 Ekim'de ABD’ye başvurarak barış istediler. Bu durumda Osmanlı Devletinin de yapacağı başka bir şey kalmamıştı. Güneyde İngiliz kuvvetleri, Anadolu sınırına dayanmış, batıda Bulgaristan’ın çekilmesiyle Makedonya cephesi çökmüş ve İstanbul, doğrudan İtilaf Devletlerinin tehdidi altına girmişti. Bu şartlar altında Türkiye de, 5 Ekimde, mütareke için ABD Başkanı Wilson’a başvurdu.

Türkleri, tarihlerinin en büyük felâketine götüren Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki Hükümeti, istifâ etti (8 Ekim).


14 Ekimde İzzed Paşa başkanlığında yeni bir hükümetin kurulmasından sonra, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletlerini temsil eden İngiliz Amiral Calthorpe arasındaki barış görüşmeleri, Limni Adasının Mondros Limanında başladı (27 Ekim 1918).

Görüşmelerde Türkiye’yi, Bahriye Nâzırı Rauf (Orbay) Bey başkanlığında Hâriciye Nezâreti Müsteşarı Reşat Hikmet ve Miralay Sadullah Bey temsil etti. Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Calthorpe, önceden hazırlamış oldukları bir metni, Osmanlı delegelerine okudu. Calthorpe, Osmanlı Hükümetinin bu metni imzalamaktan başka çaresinin bulunmadığını, aksi takdirde İtilaf Devletlerinin askerî harekâtı sürdürerek, daha ağır barış şartları ileri sürebileceğini söyledi.

Türk delegelerinin çabalarına rağmen, mütareke şartları, İngilizlerin istediği şekilde gerçekleşti ve 30 Ekim 1918’de imzalandı.

Yirmi beş maddelik bu mütareke ile Türkiye, her bakımdan etkisiz bir hâle getirildi.

Mütarekenin en ağır şartları şunlardı:

1. Karadeniz’e geçişi sağlamak için Boğazlar açılacak ve geçiş güvenliğini sağlamak üzere Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki istihkâmlar, müttefiklerce işgal edilecektir.

2. Osmanlı sınırındaki bütün mayın tarlaları taranacak ve bunların kaldırılmasına yardım edilecektir.

3. Askerî kuvvetin, sınırların korunması ve asayişin sağlanması için gerekenden fazlası terhis edilecek ve bunların teçhizatı, İtilâf Devletlerine teslim edilecektir.

4. Güvenlik görevlisi küçük gemiler dışında, bütün Osmanlı donanması teslim edilecek ve donanma Osmanlı limanlarından dışarıya çıkmayacaktır.

7. İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda, başka stratejik nokta ve bölgeleri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

10. Hükümet haberleşmeleri dışındaki bütün telsiz, telgraf ve kablo istasyonları da İtilaf Devletlerince denetlenecektir.

16. Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı orduları, en yakın İtilaf kuvvetlerine teslim edilecektir. 24. Vilayât-ı Sitte’de (altı vilayet: Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbekir, Sivas, Bitlis) karışıklık çıkarsa, Müttefikler bu illerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdir. Mondros Mütarekesinin uygulanışı, şartlarından daha sert bir biçimde cereyan etti. İtilaf Devletleri, mütarekenin 7. maddesine dayanarak, keyfi hareketlerle Osmanlı Devletini parçaladılar. Antlaşma şartlarını, çoğu zaman kendi istekleri doğrultusunda yorumlayarak hareket ettiler.

Bu durumda, Türk milleti, istiklal ve bağımsızlığını korumak üzere harekete geçti.


7. Hem Suçlu Hem Güçlü Olmak

İşgal kuvvetleri diyor ki... derhal Ermeni Soykırımını durdurun... İstanbul (Başkent) dahil her yeri fiilen işgal edenler söylüyor bunu.

Bunun anlamı şudur... eğer işgal kuvvetlerinin olduğu yerde katliam yapılıyorsa, bunu yapan ve/veya yönlendiren işgal kuvvetleridir. Sorumlu kendileridir.

İkinci ve asıl amaç ise, bahane aramamıza gerek yok, istediğmiz yeri (İstanbul dahil) işgal edebiliriz...

Özür dileme meraklısı şovmenlere duyrulur....


Mustafa Kemal: “Ermeni Soykırımı iğrenç bir yalandır”

Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Mustafa Kemal de değerli bilgiler veriyor. Hem Nutuk’da, hem de diğer yazışmalarında bu konuya değinen ulu öndere kulak verelim.

Günümüzde soyu kırıldığı ileri sürülen Ermenilerin sayısı 1,5 milyona kadar çıkarılıyor. Oysa 1920 yılında, yani olayların yaşandığı tarihten 5 yıl sonra, bu rakam sadece 20.000.
…………………………..
7 Mart 1920’de İstanbul’daki ABD Yüksek Komiseri(İşgal temsilcisi)Tuğamiral Mark L. Bristol’e bir yalanlama yazısı (tekzip) gönderen Mustafa Kemal, gerçekleri şöyle anlatıyordu:

“…çıkarları gereği Avrupa’da olumsuz söylentiler çıkaranlar , yeniden Anadolu’da, 20 bin Ermeni’nin öldürüldüğü, yolunda çok iğrenç ve kesinlikle gerçek dışı, (yalan) haberler uydurdular.
……………………
(Cevizoğlu “1919’un ŞİFRESİ” S.141-142.)



8. Gelişmiş Bazı Ülkeler İçin Düşünce Özgürlüğünün Anlamı

Bir çok Avrupa ülkesinde, ermeni soykırımı yok demek suç. Bunun anlamı nedir, bu konuda düşünce özgürlüğü falan yok. Devlet politikası olarak soykırım var kabul edilmiştir. Aksine konuşmak yasak. Devlet politikası olarak kabul edilen şeylerin bilimsel değeri var mı... Yok. Konuyu tartışma şansınız da yok.

Peki nerde demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü. Siz Türkiye sınırları içinde yaşayan 70 milyon insana saldıracak, aksi düşünce ve düşünce açıklamalarının suç olduğuna hükmedeceksiniz. İlginç... Yaşasın düşünce özgürlüğü...

Bir ülke yasa çıkararak, soykırımın varlığını kendi çapında kesinleştirecek. Hukukçu olarak, düşünce özgürlüğü ve insan haklarını savunduğunu iddia eden ülke ve insanlara, yer çekimi yasasında ve benzer yasalarda düzenleme yapmalarını öneriyorum. İlgili ilgisiz her konuda mecliste yasa çıkarmak , dostane bir yöntem değil.

Nasıl olsa bilimselliği tartışılmadan, her şey kabul edilebilir. Kanserden ölümlere son verin. Sigara sağlığa zarar vermesin. Savaş olmasın, silah ticareti olmasın. İşkence aletleri ticaret konusu olmasın. Nükleer , biyolojik ve kimyasal silahlar yok edilsin.. Alt tarafı bir yasa çıkarmakla bunca sorunu çözebilirsiniz?

Fen bilimleri konusunda çıkarılacak yasaların mikroplar için hüküm ifade edip etmediği, daldan düşen elmanın tabi olduğu yasanın değiştirilip değiştirilemeyeceği önemli bir problem.




9. Sonuç

“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal ATATÜRK
1 Mart 1922
TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması


Uğur Mumcu, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde :

“Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e, Ermeni’yi Türk’e, Türk’ü Ermeni’ye , Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman eden emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğudaki çıkarlarıdır. Dün öyleydi, bugün de öyle.

Soykırım iddiası, Ermenilerin , Ermeniler için ortaya attığı bir sav değildir. Perde arkasında, dost ve müttefik olduğu sanılan emperyalist güçler vardır.



KAYNAKÇA

1.Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi,Prof Dr. Zeynep Korkmaz, 2003
2.Ataöv, Türkkaya, Prof. Dr. Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu, İleri yayınları,2.bası, 2007
3.Halaçoğlu, Yusuf, Prof. Dr., Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılığı, 7. Baskı,
4.Halaçoğlu, Yusuf, Prof. Dr.,Tarih Gelecektir, BKY ajans, 5. Baskı, 2008
5. Kaçaznuni, Ovanez, Taşnak Partisinin yapacağı Bir Şey Yok, Kaynak Yayınları, 5. Bası, 2005
6. Kantarcı, Şenol-internet
7. Bağcı,Hamdi, Söyleşi,(Doç Dr.Feridun Ata ile) memleket Gazetesi 1 mart 2009
8. Mumcu, Uğur, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesi
9. Perinçek, Doğu, Ermeni Sorununda Strateji ve Siyaset, Kaynak Yayınları, Mart 2006
10.Yalçın, Durmuş ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1-2,Atatürk Araştırma Merkezi,
11.Gürel, Ahmet, Sözde Ermeni Soykırımının Gerçek Yüzü, ADD Ödemiş Şubesi Yayını, 2005
12.Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, 1982
13.Ataöv, Türkkaya, Prof.Dr, Ermeni Belge Düzmeciliği, İleri Yayınları,2. Basım, 2006
14.Kümbül, Bengi, Tercümanı Hakikat Gazetesine Göre Osmanlı Ermenileri 1914-1918, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk yayınları, Şubat 2006
15.Laçiner, Sedat, Ermeni Sorununda Suç ve Ceza-İnternet
16.Cevizoğlu, Hulki, 1919’un Şifresi
17.Cevizoğlu, Hulki, İşgal ve Direniş
18.Odabaş, Ahmet, Ermenilerin Sigorta Atağı, İzmir Barosu Dergisi, Sayı.
19. Sert, Selahattin, Haçlıların Son Kurbanı Ermeniler,
20. Ata, Ferudun, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, TTK Yayınları,
Ankara-2005











Kurtuluş Savaşının Neresindeyiz

Düşündük mü hiç… neresindeyiz.

Kurtuluş Savaşını görünürdeki düşmana karşı verirken, aslında 7 Düvel olarak tanımlanan, Sevr Anlaşmasının tarafları ile yaptık.

Gerçek düşman, Lozan’da bizimle pazarlık yapıp, ülke sınırlarını mümkün olduğunca dar tutmaya çalışan, Musul ve Kerkük’ü sınırlarımız dışında çizenlerdir.

Sonra, isyanlar, ayaklayanlar….

Yaşandı bitti mi….

Devlet yaşamında, yaşandı-bitti yok…

Dünyanın ekonomik krizle mücadele ettiği Atatürk’lü yıllardaki kalkınma hızımız mükemmel… Atatürk döneminde, yabancılardan tek kuruş borç para alınmadan, ciddi sanayi yatırımları yapılmış, Köy Enstitüleri denilen bir eğitim devrimi gerçekleştirilmiştir.

Türkiye’de gözü olan emperyalizmin karşısındaki en güçlü kale, Atatürk Düşüncesidir.

Nutuk’da anlatılan maddi ve psikolojik saldırının tüm boyutları bugüne kadar devam etmiştir ve devam etmektedir.

Atatürk’ü düşmanlaştırmak, yabancılaştırmak , ondan kurtulmanın yolu…

Atatürk döneminin tüm çalışmaları, karalanmalı, Atatürk hedef tahtası olmalıdır. Oğlunu-kızını, babasına düşman etmeye çalışan, psikolojik saldırının dumanları arasındayız…

Hiçbir güç, silahlı çatışma ile , savaş ile Türkiye’yi yenemez… O zaman, kardeşleri, aileyi birbirine düşürmek ve kırdırmak en ucuz yol. Bugüne kadar olan o…

Atatürk dönemi başarılarını unutturmak, Atatürk’ü unutturmak, ona düşman yaratmak , bizi bize kırdırmak en sıradan oyun…

1939’da Osmanlı’dan kalan son borçlar da ödendi. Ekonomi tarihi veya eğitim tarihi yazacak durumda değilim… Karabük Demir Çelik Fabrikası 1937’de tamamlandı… Tek kuruş borç para alınmadan… Etibank ve Sümerbank’ı, şeker, çimento fabrikalarını borçlanarak kurmadık.Demek ki devleti yönetmek borç almak demek değil…

Günlük psikolojik saldırılar, maddi gerçeği gizleme ve unutturma gayretini sürdürmektedir. Yabancı ülkelerin sözcülüğünü yaparak, ulusal değerlere saldıranlar, Truva Atı yaratmaya çalışan zavallılardır.

Ya bilgi eksiği, ya zeka özrü ya da vatan hainliği sözkonusu…

1947’de, nereye gittiğini düşünmeden borçlanmaya başladık. Amerika’dan, yardım adı altında, faizle borç para almaya başladık.

Amerikan hayranlığı ve küçük Amerika olma sevdası gözlerimizi kör etti…

Menderes dönemi, sanayi tesislerinin neden kapatılması gerektiği, neden özelleştirme gerektiği konusundaki yabancı uzman görüş ve talimatları ile doldu.

Borç para verenler, paranın nereye ve ne şekilde kullanılacağına da karar veriyordu.

Sanayi veya kalkınma yok… Tarımsal üretim yapın, silahları bizden alın… En çok bunlara ihtiyacınız var… Çok silah almamız gerek…çünkü Rus tehdidi altındayız…

Uçak fabrikası kuran ülkemiz, uçakların Nato standardında olmadığı gerekçesi ile, fabrikayı kapatmak zorunda kaldı. Avrupa’ya uçak ihraç ettiğimiz gerçektir. Unutturulan , acı bir gerçek…

Amerika’dan umduğu yardımı göremeyen Menderes, Rusya’ya gitmek üzere randevu alır almaz, askeri darbe yapıldı. Demokrasi aşkı ile yapılan bir şey yok…

Sonra daha modern ve çağdaş olduğu iddia edilen 1961 Anayasa’sı yapıldı.

1924 Anayasası’nın milliyetçilik ile devrimciliği yan yana sayan ikinci maddesi unutuldu. Sağ ve sol çatışmasına zemin hazırlandı. Vatandaşın kafası öyle yıkandı ki, devrimci ve milliyetçi birbirine düşman olarak ezberletildi.

Amerika sevdalısı olmayanlar solcu-devrimci idi. Rusya yanlısı idi ve yok edilmesi gerekiyordu. Bunu kim yapacaktı… milliyetçiler…

1924 Anayasası, yani Atatürk dönemi, devrimcilik ve milliyetçiliği aynı bütünün parçası olarak kabul etmiştir. Gerçek bu… Gelin görün ki, yaşadıklarımız neden Atatürk’e saldırıldığını açık ve net olarak göstermektedir.

Biraz anayasa hukuku meraklısı olun lütfen… ve devrimcilik sözcüğünün nasıl inkılapçılık olduğunu anlamaya çalışın.

1982 anayasası ile…

Atatürk’e, devrimciye, milliyetçiye , askere saldırmayı ucuz kahramanlık olarak görenler var… Kendi amaçları yok… piyon olarak, maşa olarak görev yapıyorlar… Parmak yalama girişimleri gündem dışı…

Soğuk savaşın faturası hep bize… tehdit altındasınız… alın size silah… tabi parasıyla. Amerika’ya karşı çıkanlar, solcu vatan hainleri… Katli uygundur… Sağı milliyetçi ile solcu milliyetçi birlik olursa, birlikte olursa, cambazlara yer kalmaz… Onun için gerilim politikasına devam…

Savaşın dumanları içindeyiz…

Türkiye güçlü bir devlettir… Türk Halkı özgür yaşamıştır, özgür yaşayacaktır.


















ATATÜRK İLE SÖYLEŞİ

Atatürk,, bizim insanımız. Aynı sokağı bölüştüğümüz, aynı sofrayı, aynı çayı bölüştüğümüz bir dost…

Yaşamı hakkında biraz bilgimiz var. Her şeyi bilmek gibi bir lüksümüz yok elbette… İçimizden biri olduğunu biliyoruz.

Askerliği konusunda, devlet adamlığı konusunda, 15 yıla sığan (1923-1938) çalışmaları konusunda bilgimiz, yüzeysel . Hukuk devrimi yapılmıştır…örneğin 1926 tarihli Medeni Kanun, toplum yaşamını kökten değiştirmiştir. Yalnızca bu ayrıntıyı görmek için, hukuk bilmek, en basitinden, boşanma hükümlerindeki değişikliği bilmemiz , …. Yasada hüküm bulunmayan bir konu, hakimin önüne gelirse, ne yapılacağı… bu konuda düzenleme var.

Yurttaşların, dillerine, dinlerine göre ayrım yapılmayan bir düzenleme… Özenle okunması gereken bir hukuk devrimi…

Yılların deneyimi ile söylenmiş bir sözü anlamak için, bilgi sahibi olmamız gerekir. Conk Bayırı’nda verilen ve “ Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum…” diyen emri, bölerek çözümleyemeyiz. Emrin devamını okumak ve çözümlemek durumundayız… “ Biz ölene kadar geçecek zamanda…” diye devam ediyor.

Özel biri.. bizim için, bizimle birlikte savaştığını, yaşamını ülkemiz ve insanımız için feda etmekte gözünü kırpmadığını biliyoruz. Yalnızca bir kahraman değil, bilgisini ve zekasını da kullanan bir dost.

Atatürk dönemi yasalarını, ekonomik kalkınmayı, sanat, kültür ve toplum yaşamını iyi bilmeliyiz.

Borç batağına saplanmadan, ciddi yatırımlar ve sanayileşme sağlanabilir mi… Evet…

Atatürk’ün ekonomi felsefesini, yabancı kaynaklardan, kitap ve dergilerden anlamaya çalışmayalım. Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz… Bu söz Ziya Paşa’nın… Demek ki söylenenlere değil, yapılanlara bakacağız…

Uçak fabrikası kuruldu mu… evet…

Demir-çelik fabrikaları kuruldu mu.. evet…

Cam, çimento, şeker fabrikaları kuruldu mu.. evet..

Yapılanları anlatmak beni aşar. Her şeyi anlatmak yerine, bazı örneklere değinmek yararlı olur… Nazilli Basma Fabrikası açılırken gösterilen hoşnutluğu ve tesisin, yalnızca basma üreten bir yer olmadığını dikkate almalıyız.

Eğitime, spora, kültüre katkılarını dikkate almalı ve öğrenmeliyiz.

Bugün itibarı ile, yani 29 Mart 2011 Salı günü itibarı ile, fabrikanın ne durumda olduğunu da görmeliyiz.

Zor şartlarda yapılan mükemmel tesisler, özelleştirme denilerek satılmış veya yok olmaya bırakılmıştır.

Askerliği konusunda yorum yapmak için, askerliği bilmek gerek… Devlet adamlığı hakkında yorum yapmak için, yöneticilik yapmış, sorumluluk almış, başarılı olmuş olmak gerekir.

Borç para tuzağına düşmeden, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Bu ayrıntı önemlidir.

Ülke güvenliği ve savunmasını, kendi kaynaklarımızla gerçekleştirmiştir.

Atatürk sonrası , ekonomik yardım adı altında alınan borç paralar, sonuçta borca batık bir ülke haline gelmemize neden olmuştur.

Ekonomik yardım adı ile alınan borç paralar, ülke yönetiminde yabancı ajanların söz sahibi olmasına neden olmuştur.

İstedikleri tesisin kurulması ve veya kapatılması, istedikleri silahların satılması gibi, kapitülasyonlar tanınmıştır.

Hangi silahı kaç paraya satacakları, hangi sınıra mayın döşeneceği, hangi ülkelerle ilişkilerin gergin olacağı ve koparılacağı, yabancı uzmanların (ajanların) keyfiyetine kalmıştır.

Her şeyden biraz kırık dökük bilgi sahibi olmaktansa, bildiklerimizi tam ve sağlam tutmak doğru bir seçenektir.

1924 Anayasa’sı, 1960 darbesi ile alaşağı edilmiştir. Anayasa hukuku ve tüm anayasa metinlerini öğrenmeye çalışmadan, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesini inceleyelim.


1924 Anayasası:

Madde 2: (5.2.1937-2115) Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır.

Yakın tarihimiz, devrimcilik sözcüğünün yasaklanması veya aradan çıkarılması ve özellikle aynı maddede, yan yana bulunan devrimcilik ve milliyetçilik sözcüklerinin birbirinden ayrılması sürecini yaşamıştır.

Bu ayırımı anayasa metni hazırlayan masum hukukçuların değil, arka planda bulunan ve sağ-sol çatışmasını planlayan gizli servislerin desteklediğini düşünebiliriz. Bu kadar basit mi… Hayır, bu denli karmaşık…

1924 Anayasasının ikinci maddesi, uygulanan politikaların özetidir.

Daha demokratik olduğu iddia edilen 1961 Anayasası, ayrıntılar konusunda düzenleme yaparken, 2. Maddede özetlenen felsefeyi göz ardı etmiştir.

Devrimcilik ve milliyetçilik birbirinden ayrılmış, zamanla birbirine düşman gibi tanıtılmıştır. Devrimciler, solcu ve Rusya yanlısı gibi, komünizm sempatizanı ve yandaşı olarak tanıtılırken, milliyetçiler, komünizm ve sol tehlikesini bertaraf etmekle görevli, Amerika ve Avrupa yanlısı bir görüntü almıştır.
Aslında, sağ-sol bölünmesinin zemini hazırlanmış ve basın kanalıyla ciddi bir bilgi kirliliği oluşturulmuştur.

Doğru kullanılmayan ilaç, tedavi edeceğine, daha kötü hale getirebilir ve hatta öldürebilir.

Demek ki sorumlu olan anayasa metni değil.

Aynı sokağın, aynı mahallenin insanını birbirine düşüren, kavga ettiren, anayasa metni değildir. Bilgi kirliliğini pompalayan karanlık güçler, istediklerini yaptırmıştır.

1982 Anayasa’sına gelindikte, devrimcilik sözcüğünün yerini inkılapçılık almış, bu da anayasanın giriş bölümünde yazılmıştır.

Çizilen tablo, 12 Eylül dönemine kadar yaşanan karanlık olayların faturasını, birkaç sözcüğe yüklemek olmuştur. 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi yine göz ardı edilmiş, üstü kapalı belki de açık olarak , olumsuzluğun sorumlusu olarak devrimcilik gösterilmiştir.

Türkiye’yi, solcu, komünist ve sanal Rusya yanlısı düşünceden korumak için, sağcı, milliyetçi, Amerikan yanlısı bir grup oluşturulmuştur.

Aslında, tam bağımsız Türkiye diyen, Atatürk çü düşünce hedefe konulmuştur. İnsanımızın tam bağımsızlık düşüncesi ve Atatürk sevgisi o denli güçlü ki, doğrudan Atatürk ve Atatürkçülüğü hedef gösterememiş, ama değişik gruplar eli ile, cumhuriyet dönemi, tam bağımsızlık, Atatürkçülük düşüncesi, saldırıya uğramış ve saldırı devam etmektedir.

Demek ki açıkça saldıramayanlar, dolaylı yollardan, başkalarını kullanarak, propaganda ve zayıf halkalara çıkar sağlamak yöntemi ile, onları kendi hesaplarına kullanmışlardır.

Türkiye’nin çok partili döneme geçerek, daha demokratik olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılmıştır. Aslında, Demokrat Parti yönetimi, Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşları, sinsi bir tuzağın içine çekilmiştir.

Celal Bayar, Atatürk döneminde bakanlık yapmış ve Atatürk hayranı bir kişidir. Aynı şekilde Adnan Menderes, CHP milletvekilliği yapmış, Atatürk hayranı bir milliyetçidir.

Öyle bir sisli hava yaratılmıştır ki, sanki çok partili dönem ile daha demokratik, daha halkçı, daha milliyetçi … bir yönetim kurulmuş, DP öncesi yönetimden intikam alınmıştır.

Yönetimde, çok uluslu şirketlerin telkinleri, yabancı uzmanlar (ajanlar) basın dahil her türlü aracı ile karalama ve çatışma ortamı yaratılmaya çalışılmıştır.

Demokrat parti kurucuları ve yöneticilerinin, değişik bir savaş taktiğinin ortasında kalan, ülkesi için ölmekten çekinmeyecek milliyetçi ve devrimcilerden, tam bağımsızlık yanlıları olduğunu ,

Amerika ve NATO taraftarılığı ile kandırılan, küçük Amerika olma düşüncesini açıkça söyleyen bir hataya düşmüştür.

Savaşların kılıç-kalkan, tank ve toptan, tüfekten ibaret olmadığı açık. Bir ülkeyi işgal etmek, onun kaynaklarına, doğal zenginliklerine el koymak için, değişik yöntemler olmalı.

Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır…o satıh bütün vatandır sözünü anlamak çözümlemek gerek. Buraya, Hançerlioğlu’nun, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik konusundaki açıklamalarını eklemeliyiz. (Felsefe Ansiklopedisi)

Savaş teknikleri, saldırı ve savunma konusunda ne kadar bilgiye sahibiz.

Yardım sözü, yıllarca, sempatik görünüme bürünmüş, para satma, borç para verme eylemidir. Bir saldırı yöntemi, bir işgal yöntemidir, devletler arası ilişkilerde.

Bir virüsün, içine girdiği bir hücreyi bütünü ile ele geçirmesi dikkatlice izlenmelidir. Size yardım ediyoruz, sizi düşman saldırısından koruyoruz, tek istediğimiz, bizi sempatik gösterecek yayınlar yapmanız, uzmanlarımızın hazırladığı ekonomik politikaları uygulamanız, yardım adı ile verdiğimiz yüksek faizli paralarla, yalnızca ve yalnızca silah satın almanız… istemediğimiz ülkelerle ilişkiyi kesmeniz, sınırları kapatmanız… bize karşı propaganda yapacak herkesi düşman kabul edip, imha etmeniz…

Sizi saldırıdan koruduk, komünizmin yayılmasını engelledik, istediğiniz kadar para yardımı verdik daha ne yapalım…

Kralcıların kraldan daha sinsi ve tehlikeli olabileceği gerçeğini unutmayalım. E tabi krallara düşen, kralcı yetiştirmek, onları etkili konuma getirmek…
(BAŞLIK AYRI METİN AYNI OLABİLİR)












ERMENİLERİN SİGORTA ATAĞI....


30 Ocak 2004 tarihli Milliyet Gazatesi”nde bir haber başlığı bu. Amerikan sigorta şirketi New York Insurance, 1915-1919 arasında Anadolu”da öldürüldüğü ileri sürülen Ermenilerin hayattaki mirasçılarına 20 milyon Dolar ödeyecek. Kaliforniya”da 4 yıl önce açılan dava 2.400 poliçeyi kapsıyordu. Davayı açan avukat kardeşimiz, bu kararın aynı zamanda Ermeni soykırımının tanınması olacağını belirtmiş

1.Amerikan sigorta şirketinin avukatları ne iş yapar
Böyle bir alacak-tazminat istemi- karşısına çıkan şirketin ilk yapacağı iş avukatına veya avukatlarına başvurmak olacaktır. Amerika’da yargılama ve avukatların çalışmaları konusunda fazla bir bilgim yok.

Ancak, 85-90 yıl önceki hayali sigorta poliçesi ve hayali olaylara atıf yapılarak tazminat ödenmesi inandırıcı görünmüyor.

Gerçekten, bu memlekette zamanaşımı diye bir olay yok mu. Klasik ilk itirazlardan birisi zamanaşımı itirazı olarak ileri sürülmüyor mu. Siz bir Avrupa ülkesinde bu şekilde sigorta şirketi aleyhine girişimde bulunsanız, belgeler doğru olsa bile karşınıza ilk çıkacak savunma, zaman aşımı itirazı olacaktır. Şu anda Türkiye’de çalışan yabancı sigorta şirketleri var. İsterseniz onların avukatlarına sorabilirsiniz.


2.Sigorta şirketinin Türkiye’deki çalışmaları

Bu muhteşem şirket, Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yandan saldırıya uğradığı bir zamanda, Anadolu’ya gelip, Ermeni yurttaşlarımızı tespit edip, sizin sigorta yaptırmaya ihtiyacınız var. Hadi pamuk eller cebe... demiştir. Ekonomik açıdan zor zamanlar yaşayıp, geçinme hesapları yapan insanlar, “aman ne güzel, bir de hayat sigortası yaptıralım. Ne olur ne olmaz” demişler ve sigorta bedellerini ödeyerek, sigorta yaptırmışlar.

Sigorta şirketinin yalnızca Ermenileri bulması ve onlarla poliçe düzenlemesi enteresan bir vaka elbette. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin çözümlenmesi gerek.

Bakterilerden söz ederken, ilkel kardeşlerimiz diyen bilim adamına saygılar sunuyorum. O kendisini ve bizi, canlılığın bir parçası kabul ederken, siyasi cambazlar, kendilerine yer edinmek için yapmadık oyun bırakmıyorlar.



O tarihte, yani 1915’lerde, Osmanlı geniş bir ülke. Rumlar, Ermeni’ler, Yahudi’ler, Kürtler, Türkler, Araplar.... bütünün bir parçası. Siz bunların arasında Ermeni’leri seçin, gidip onlarla sigorta poliçesi imzalayın. Ermeni yurttaşlarımızın kaç tanesi okur-yazar. Kaç tanesi imza atmayı biliyor. Sözde poliçelerde imza, parmak izi... ne var.

Bu olay iki açıdan mizah unsuru içerir. Birincisi öyle kolay lokma sigorta şirketi yoktur. Gerçek olaylarda bile sigorta tazminatı ödememek için pek çok yollara başvurulurken, habere konu olaya biraz gülümsersiniz.

İddia edilen sigortalama olayının bir an için gerçek olduğunu var sayın. Demek ki, senaryo hazır. Birileri bir şeyler hazırlamış. Sonucunu da öngörmüş. O kadar ufkunuz açıktı. O insanların ölüm riski taşıdığını biliyordunuz da, neden hiçbir önlem almadınız. Yoksa senaryo sizin mi.

O dönemde geçim sıkıntısı çeken insanlar, poliçe bedellerini nerden ve nasıl ödediler.

Sigorta olayını çözümlemek için hangi hukuk uygulanacaktır. Osmanlı ülkesinde sigorta çalışması yapma yetkiniz var mı. Hangi kurumdan, ne gibi bir izin aldınız.

Sigorta şirketi ile sigorta yaptıran arasında uyuşmazlık çıktığında, hangi ülke hukuku uygulanacaktır. Peki bu ayrıntıya dikkat edildi mi.

Adı geçen dava, Türkiye’yi dolaylı olarak muhatap almaktadır. Amerika’da davanın ihbarı diye bir kurum var mı. Sigorta şirketi ödeme yaparsa, yarın bize dönecek ve rücu davası açacak belki de.

Yoksa tahkim vs. bahanesi ile, yargı yetkimiz de devre dışı mı kalacak.

Peki sayın şirket, sen gerekli savunmaları yaptın mı. Osmanlı’nın 1915 tarihindeki sınırlarını biliyor musun. Bu ülkede yaşayan insanları, hayali olaylardan sorumlu tutarken, neden kafatası kriteri alıyorsun.

Göç olayı, belli bölgedeki yurttaşlar için uygulanmıştır. Bu olaydan, o bölge dışında yaşayan, örneğin İzmir’de, İstanbul’da vs. yaşayan Ermeni yurttaşları da mı sorumlu tutuyorsunuz.

Yine o geniş ülkenin, kültürel farklılıklar gösteren, Süryani’lerini, Araplar’ını, Yahudiler’ini , Kürt’lerini .... mi sorumlu tutacağız. Peki, o tarihte Osmanlı sınırları içinde olan ve şu anda değişik ülkelerin yönetimindeki yerlerde yaşayan halk ne olacak.

Osmanlı ülkesinden koparılan yerler ve insanlar huzura kavuştu. Eğer bu yerler, İsrail, Filistin, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Kuveyt, Yugoslavya, Yunanistan... Osmanlı’dan ayrılmamış olsa ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olsa, oralarda yaşayan insanlar da hayali soykırımdan sorumlu sayılmaya çalışılacaktı.

Görüldüğü gibi, sorumuz aynı zamanda çözümünü içeriyor. Sorun Türkiye’nin dağılmamış olması. Ülke sınırının dışında kalan aklanıyor. İçerdekiler yeni saldırılara muhatap.



3.Osmanlı Meclisinin Genetik Haritası

Tehcir kanununu çıkaran Osmanlı Meclisinin genetik haritası biliniyor mu. Mecliste, ne kadar Rum, ne kadar Ermeni, ne kadar Arap, ne kadar Kürt, ne kadar , Türk vardı.
Böyle net bir harita olamaz. Herkes birbiri ile akraba. Bugünkü Amerika’yı düşünün. Alman, Fransız, İtalyan, Çin..... nasıl ayıracaksınız. Evlenirken, kim kimin genetik geçmişi ile ilgileniyor. Ortada bir Amerikalı var. Hepsi bu.

Eski tapu kayıtlarını okuyorum. Osmanlı uyruğundan söz ediyor. Ne din, ne dil, ne ırk... İstavri’den, Yorgo’dan, Maria’dan söz ediyor.

“Kızlarağası Hanı’da ikamet eden, tebai Osmaniye’den Yorgo...”



4.Dedem için de tazminat verilecek mi

1915’lerde gelip, bir kısım yurttaşlarımızı ölüme karşı sigortalayan şirket, acaba annemin babasını da sigortalamış olabilir mi. Gerçekten, Trabzon’da yaşayan dedem, çeteler tarafından öldürülmüş. Henüz yirmili yaşlarında ...

Madem ki yiniyetli olarak geldin ve Osmanlı ülkesinde yaşayan insanlar için yaşam sigortası poliçesi düzenledin.... dedemi de sigorta etmiş olman gerek. Sayın şirket, benim dedemin, Türk, Rum, Kürt, Ermeni, Yahudi.... olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değil. Böyle bir bilgiye ulaşması da bilimsel anlamda olanaksız ve bir o kadar da anlamsız.

Dedem de o ortamda, o şartlarda yaşayan bir insandı, tüm diğer insanlar gibi.

İnsanları konu alan her türlü çalışmada, birim insandır. Başka şekilde düşünülmesi ard niyet içerir. Dedemin gelmişini geçmişini.... Amerika’daki bir şirket bilebilir mi.


5. Soykırım Varsa Kim Yaptı

Osmanlı, kendi kendine mi soykırım yaptı. Böyle saçmalık olur mu. Ülkede çeşitli diller ve dinler bir arada yaşıyor. Osmanlı Meclisi’ni kimler oluşturuyor. Eğer göç kararı bir yasa ile alındı ise, bu yasa hangi ülkenin yasası.

Osmanlı ülkesinde yaşayan ve sonuç itibarı ile bugünkü Türkiye’de yaşayan ve yalnızca müslüman olan Türkler mi bu kararı aldı.

Herhangi bir ülkede veya yerde yaşayan, hıristiyan, şaman, budist... dinlerine inanan Türkler değil. Yalnızca Türkiye’de yaşayan ve yalnızca müslüman olanlar....

Anadolu Türkleşme ve islamlaşma sürecini yaşarken, burada yaşayan halk, genlerine kadar değişti ve Türk geni taşımaya mı başladı. Var mı böyle anlamsız bir önerme. Genlerin bir insana ait olduğu düşünülebilir. Ancak, her hangi bir milleti, milliyeti, ırkı, dini temsil eden genler olamaz. Varsa böyle anlamsız teoriler bilmek isteriz.

İnsanlar Türk ve müslüman oldular diye, çağdaş yobazlar tarafından dışlanmaya çalışılıyor; cezalandırılmaya çalışılıyor.

Birinci Dünya Savaşı yıllarını ve Osmanlı’nın son dönemini iyi bilmemiz’ iyi çözümlememiz gerekiyor.

Ülke içinde çatışma ve insan öldürmeyi teşvik eden, destekleyenlere bir sorumluluk yüklemeyeceğiz. Bu ülkenin insanına, kendi insanı ile çatıştı diye leke atacağız. Dikkat edilirse, savaş dinleri karşı karşıya getirmiş görüntüsünde. Ancak Osmanlı’nın müslüman olan unsurları da, devlete karşı kışkırtılmıştır.

Göç kararı ve uygulamasından, neden Türkiye sınırları içinde yaşayan müslüman halk sorumlu tutulmak istenir de, farklı dinlerdeki insanlarımız başka türlü.

Yine neden, Osmanlı’nın Anadolu’su suçlanır da, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan, İsrail.... sorumlu tutulmaz. Aslında ülke sınırları yapaydır. Osmanlı sınırlarını ve meclis yapısını bilmeyen hayalperest kardeşlerimizin gösterileri anlamsızdır.

Çanakkale Savaşında, gönüllü olarak savaşa giden ve tamamı ölen Tıp Fakültesi öğrencilerinin, genetik haritası var mı. Bu deyimi sanırım yalnızca ben kullanıyorum. Sanırım neyi anlatmak istediğim yeterince açık.

Çanakkale’yi geçip, İstanbul’u almak ve Osmanlı’ya son vermek isteyen güçlerin, her türlü propagandayı yapması, her türlü yalanı söylemesi doğal değil mi. Yaptıkları saldırıyı haklı göstermek için, her yola başvurmaları, her tekniği kullanmaları onlar için doğaldı.

Aynı anda Çanakkale ile birlikte, Osmanlı’nın dört bir yanı saldırıya uğramıştır. Arap çöllerinde 2 milyon askerimizin öldüğünü bir kaynaktan okumuştum.

Bunun üzerine bir de Çanakkale’de yenilgiye uğrayan saldırganlar, her türlü propaganda aracı ile Osmanlı’ya, sonrasında Türkiye halkına saldırmışlardır. O gün başlayan soğuk savaş taktiği aynen devam ediyor. Soğuk ve sıcak savaş aslında birbiri ile iç içe gibi görünüyor.




6.Propaganda

Birinci Dünya Savaşındaki, o zamanın süper güçlerinin planları tutsa, Anadolu’da hıristiyan bir devlet kurulsa idi, böyle anlamsız bir propaganda devam eder miydi.

Irak’ta kimyasal silah, nükleer silah... var gibi bahaneler, propagandadan başka bir anlam taşır mı. Bu günün tarihi, zamana yalan ve yanlış olarak yazılabilir. Kendini haklı çıkarmak için her şey söylenebilir.

Ama, İran-Irak Savaşı’na, her iki tarafa da, el altından silah satıldığı söylenmez. İşkenceye sözde karşı çıkılır ama neden işkence aletlerinin üretilip, aklıevvel ülkelere satıldığı söylenmez. Her kimyasal ve biyolojik biraz da nükleer silaha sahip ülkeye savaş açmak gerekse, bazı ülkelerin kendi kendine saldırması, kendini imha etmesi gerekir. Buna da gülünebilir.




7.Köfteden Aydınlar


Bu aydın türünü bu adla ilk ben andım. Dün radyodan bir aydın türünü duydum. Az gelişmiş ülkelerde sömürgecilerin sözcüsü olabileceğinden söz ediyordu. Bu tiplere aydın değil, kibar söylemle yalaka denilir. Biraz daha yumuşatarak, köfteden aydın da denilebilir. Adam her şeyi bilir. Çok yönlü olmak güzel de, atmak başka bir şey. İnsanları, dillerine, dinlerine, renklerine, ekonomik durumları, ülke sınırları ve silahlı kuvvetlerinin gücüne göre ayırmak, doğa yasasına uygun ancak Anayasa'ya aykırı bir durum

Belki de insanlık suçu bu.


8. Bağımsız Yargı


Bağımsız yargı, sigorta poliçelerinin ödenmesine karar verdi. Bir kısım vakıflar, ölen kendi babalarıymış gibi tazminatlarını aldılar. Bu tazminatlar, yol, su, elektrik ve Türkiye'ye karşı propaganda finansmanı olarak geri dönecek. Peki bu propagandanın kime ya da kimlere yararı olacak.

Ermeni yurttaşlarımıza bir yararı olmayacağı gibi, Ermenistan'da, veya dünyanın başka yörelerinde yaşayan Ermeni'lere bir yararı olmayacak. Avrupa ülkeleri veya Amerika, ülkelerinde yaşayan Ermenilere bağımsız devlet mi kurduracaklar. Tabi kendi ülkelerinde. Gülümseyin lütfen. Böyle anlamsız düşünce olur mu...Peki hayali poliçeler ile alınan tazminatlar ne olacak.

Birileri malı götürüyor ama, gariban insanlar değil.

Avukat Ahmet, öldürülen dedesi için tazminat davası açsa, yine kabul edilecek mi. Bağımsız yargı meselesi işte.... .Bu arada dava açılmadan tazminat ödeyen Fransız sigorta şirketine de saygılar. Nasıl olsa bol kepçeden ödeme yapıyorsunuz, benim ödemeyi de yapın. Veraset ilamı isterseniz, birkaç gün içinde hallederim.





ANAYASA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

1924 Anayasası:

Madde 2: (5.2.1937-2115) Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır.

Yakın tarihimiz, devrimcilik sözcüğünün yasaklanması veya aradan çıkarılması ve özellikle aynı maddede, yan yana bulunan devrimcilik ve milliyetçilik sözcüklerinin birbirinden ayrılması sürecini yaşamıştır.

Bu ayırımı anayasa metni hazırlayan masum hukukçuların değil, arka planda bulunan ve sağ-sol çatışmasını planlayan gizli servislerin desteklediğini düşünebiliriz. Bu kadar basit mi… Hayır, bu denli karmaşık…

1924 Anayasasının ikinci maddesi, uygulanan politikaların özetidir.

Daha demokratik olduğu iddia edilen 1961 Anayasası, ayrıntılar konusunda düzenleme yaparken, 2. Maddede özetlenen felsefeyi göz ardı etmiştir.

Devrimcilik ve milliyetçilik birbirinden ayrılmış, zamanla birbirine düşman gibi tanıtılmıştır. Devrimciler, solcu ve Rusya yanlısı gibi, komünizm sempatizanı ve yandaşı olarak tanıtılırken, milliyetçiler, komünizm ve sol tehlikesini bertaraf etmekle görevli, Amerika ve Avrupa yanlısı bir görüntü almıştır.

Aslında, sağ-sol bölünmesinin zemini hazırlanmış ve basın kanalıyla ciddi bir bilgi kirliliği oluşturulmuştur.

Doğru kullanılmayan ilaç, tedavi edeceğine, daha kötü hale getirebilir ve hatta öldürebilir.

Demek ki sorumlu olan anayasa metni değil.

Aynı sokağın, aynı mahallenin insanını birbirine düşüren, kavga ettiren, anayasa metni değildir. Bilgi kirliliğini pompalayan karanlık güçler, istediklerini yaptırmıştır.

1982 Anayasa’sına gelindikte, devrimcilik sözcüğünün yerini inkılapçılık almış, bu da anayasanın giriş bölümünde yazılmıştır.

Çizilen tablo, 12 Eylül dönemine kadar yaşanan karanlık olayların faturasını, birkaç sözcüğe yüklemek olmuştur. 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi yine göz ardı edilmiş, üstü kapalı belki de açık olarak , olumsuzluğun sorumlusu olarak devrimcilik gösterilmiştir.

Türkiye’yi, solcu, komünist ve sanal Rusya yanlısı düşünceden korumak için, sağcı, milliyetçi, Amerikan yanlısı bir grup oluşturulmuştur.

Aslında, tam bağımsız Türkiye diyen, Atatürk’çü düşünce hedefe konulmuştur. İnsanımızın tam bağımsızlık düşüncesi ve Atatürk sevgisi o denli güçlü ki, doğrudan Atatürk ve Atatürkçülüğü hedef gösterememiş, ama değişik gruplar eli ile, cumhuriyet dönemi, tam bağımsızlık, Atatürkçülük düşüncesi, saldırıya uğramış ve saldırı devam etmektedir.

Demek ki açıkça saldıramayanlar, dolaylı yollardan, başkalarını kullanarak, propaganda ve zayıf halkalara çıkar sağlamak yöntemi ile, onları kendi hesaplarına kullanmışlardır.

Türkiye’nin çok partili döneme geçerek, daha demokratik olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılmıştır. Aslında, Demokrat Parti yönetimi, Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşları, sinsi bir tuzağın içine çekilmiştir.

Celal Bayar, Atatürk döneminde bakanlık yapmış ve Atatürk hayranı bir kişidir. Aynı şekilde Adnan Menderes, CHP milletvekilliği yapmış, Atatürk hayranı bir milliyetçidir.

Öyle bir sisli hava yaratılmıştır ki, sanki çok partili dönem ile daha demokratik, daha halkçı, daha milliyetçi … bir yönetim kurulmuş, DP öncesi yönetimden intikam alınmıştır.

Yönetimde, çok uluslu şirketlerin telkinleri, yabancı uzmanlar (ajanlar) basın dahil her türlü aracı ile karalama ve çatışma ortamı yaratılmaya çalışılmıştır.

Demokrat parti kurucuları ve yöneticilerinin, değişik bir savaş taktiğinin ortasında kalan, ülkesi için ölmekten çekinmeyecek milliyetçi ve devrimcilerden, tam bağımsızlık yanlıları olduğunu, ve fakat, Amerika ve NATO taraftarılığı ile kandırılan, küçük Amerika olma düşüncesini açıkça söyleyen bir hataya düşmüşlerdir..

Savaşların kılıç-kalkan, tank ve toptan, tüfekten ibaret olmadığı açık. Bir ülkeyi işgal etmek, onun kaynaklarına, doğal zenginliklerine el koymak için, değişik yöntemler olmalı.

Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır…o satıh bütün vatandır sözünü anlamak çözümlemek gerek. Buraya, Hançerlioğlu’nun, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik konusundaki açıklamalarını eklemeliyiz. (Felsefe Ansiklopedisi)

Savaş teknikleri, saldırı ve savunma konusunda ne kadar bilgiye sahibiz.

Yardım sözü, yıllarca, sempatik görünüme bürünmüş, para satma, borç para verme eylemidir. Bir saldırı yöntemi, bir işgal yöntemidir, devletler arası ilişkilerde.

Bir virüsün, içine girdiği bir hücreyi bütünü ile ele geçirmesi dikkatlice izlenmelidir. Size yardım ediyoruz, sizi düşman saldırısından koruyoruz, tek istediğimiz, bizi sempatik gösterecek yayınlar yapmanız, uzmanlarımızın hazırladığı ekonomik politikaları uygulamanız, yardım adı ile verdiğimiz yüksek faizli paralarla, yalnızca ve yalnızca silah satın almanız… istemediğimiz ülkelerle ilişkiyi kesmeniz, sınırları kapatmanız… bize karşı propaganda yapacak herkesi düşman kabul edip, imha etmeniz…

Sizi saldırıdan koruduk, komünizmin yayılmasını engelledik, istediğiniz kadar para yardımı verdik daha ne yapalım…

Kralcıların kraldan daha sinsi ve tehlikeli olabileceği gerçeğini unutmayalım. E tabi krallara düşen, kralcı yetiştirmek, onları etkili konuma getirmek…


Anayasa tartışmalarının anlamı üzerine

Bir defa her şeyin en iyisi ve güzelini isteme hakkımız var. Ancak isteklerimiz arasında bir mantık sırası olmak zorunda… Susuzken yemeğe saldırmayız. Önce suyumuzu içmemiz gerekir.

Bir şekli anayasa metni mi daha önemli, gelir düzeyi, iş, eğitim, sağlık ve güvenlik vs. mi… Önemli olan yaşam…temel hak ve özgürlükler önemli… şekli anayasa olmasa ne olur…. Örneğin İngiltere’de yok…

Anayasa tartışmaları amacından sapmıştır. Temel hak ve özgürlüklerin düzenlenmesi değildir asıl amaç. Görüntü, siyasi aktörlerin oyunundan ibarettir.
Bu kadar basit mi… evet bu kadar basit…
















Cumhuriyet Kuruldu… Askeri Zaferin Kültürel ve Ekonomik Zaferle Taçlanması Gerekiyor…

29 Ekim 1923 ile 10 Kasım 1938 arasındaki 15 yılı iyi okumalıyız.

Dün okuduğum Nazilli Basma Fabrikasının kuruluşu ve bugünkü hali, benim 15 yıla yoğunlaşmam gerektiğini anımsatmıştır.

Savaş bitse de, çeşitli kanallardan saldırı devam etmiştir, etmektedir.. Ayaklanmalar vardır… Ajanların çalışmaya devam ettiği düşünülmeli…

Atatürk dönemi planlı kalkınma dönemidir. Etibank ve Sümerbank’ın kuruluş felsefesi ve çalışmaları dikkatle ve özenle incelenmelidir. Kuruluşundan özelleştirilmesine kadar olan süreç incelenmelidir.

Osmanlı’nın, bir savaş ile değil, aldığı borç paralar, yabancı hayranı zavallılar ve yerli işbirlikçilerin ortak çalışması ile parçalandığını unutmayalım.

İnsan hakları savunucusu özgürlük havarilerinin Ortadoğu ve Balkanları nasıl parçaladığını,böl-yönet politikalarının nasıl yürütüldüğünü ve bu yerlerin hala kan ve gözyaşı içinde olduğunu ,bilelim.

Atatürk döneminde,yabancılardan tek kuruş borç para alınmadan, Dünya tarihinin en hızlı ekonomik kalkınmasının gerçekleştirildiğini, üstelik Osmanlı’dan kalan borçların bu dönemde ödendiğini ,unutmayalım.

Askeri darbelerin Türk Silahlı Kuvvetlerine mal edilemeyeceğini, 1960 darbesinin arkasında demokrasi aşkı değil, Türkiye’nin sanayi alanında kalkınmasını engelleme manevraları olduğunu, düşünelim. Menderes’in 1960 yılı haziran ayında Rusya’da yapacağı görüşmelerin, Türkiye’nin siyasi tutumumu kökten değiştirebileceği , endişesi ile sudan nedenlerle darbe, yargılama benzeri hukuk dışı uygulamalara ve idamlar yapılmıştır.

Yapılan hukuk ötesi uygulamalar, sanki ordunun sebebiyet verdiği bir eylem olarak ve ordumuz aleyhine kullanılmıştır, kullanılmaya devam edilmektedir.

Hangi anayasa daha modern, hangisi daha özgürlükçü gibi teknik incelemeyi gerektiren ulusal konuların sokaktaki vatandaşa sakız olarak dağıtıldığını, reklam ve propagandalarla uzun süreli uykulara daldığımızı unutmayalım.

Ulusal konularda, konusunda eğitimli yabancı uzmanlar ile , sözde işbirliği yapan deneyimsiz elemanlarımızın un çuvalı gibi kullanıldığını ve fakat sonuçta kişisel değil ulusal boyutta zararlarımız olduğunu unutmayalım.

Yargılama sürecinin ise hukuk tanımaz bir süreçten ibaret olduğunu göz ardı etmeyelim.

Kore’ye asker göndermenin ve askeri ittifakların silahlı kuvvetlerimizin kararı değil, siyasi iradenin kararı olduğunu bilelim.

Bir askerin başarısının orduya, olumsuz çalışmalarının ise kendisine ait olduğunu unutmayalım.

Yüksek maliyetli askeri satış kredilerinin, vatandaşa yardım diye tanıtıldığını, bu kararların siyasi iradenin aldığını görmeye çalışalım.

Silah satış kredisi verenlerin, hangi silahların verileceğine ve silahın nerede kullanılabileceğine kendilerinin karar verdiğini biliyoruz.

Savunma ittifakının Türkiye’nin savunmasına tek kuruş katkısı olmadığını, bilelim. Getirdiği ekonomik yük konusunda duyarsız olmayalım.

1960, 1971 ve 1980 darbelerinin aynı kaynaktan yönlendirildiğini, Türkiye’deki sağ-sol gibi yapay bölünmelerin ve çatışmanın aynı kaynağın ürünü olduğunu biliyoruz.

Alevi, sünni, Türk-Kürt ve Ermeni gibi yapay bölücülüğe sevk edenin de aynı kaynak olduğunu iyi bilelim.

Terör örgütü kimliğinde eylem yapanların, yabancı gizli servislerin elemanı ve tetikçisi olduğunu her türlü karanlık eylemin arkasında yabancı devletlerin olduğunu yerli işbirlikçilerin paravan olarak kullanıldığını göz ardı etmeyelim.

Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkesin eşit haklara sahip olduğunu ve hepsine aynı hukukun uygulandığını,

Medeni Yasa’nın kabulünden itibaren Türkiye’de azınlık diye bir ayrıcalık kalmadığı, herkese aynı hukukun uygulandığını iyi bilelim.

Medeni Yasa ile vakıflar konusunun tümü ile çözüme ulaştığı bilinmelidir.

Bir de hukuk fakültesinin birinci sınıfında okunan Medeni Yasanın ilk maddesini herkes iyi bilmelidir. Hakime, bir konuya ilişkin yasal düzenleme olmaması halinde, ne yapacağını söyleyen bu madde çok ama çok önemli bir düzenlemedir.

1915 te Conk Bayırında verilen emri tekrar ve tekrar okuyalım.

Atatürk döneminin muhteşem sanayi tesislerinin kuruluşunu ve kapatılmaları için yapılan manevraları, kullanılan teknik destek, konusunu iyi bilelim. , Karabük Demir –Çelik fabrikasının neden kapanması gerektiğine dair raporları ve bu ve benzer raporların 1960 darbesi ile ilişkisini düşünelim, Türkiye’deki kardeş kavgasının gizli fotoğrafını göreceksiniz.

Karabük bir örnektir… bu dev sanayi tesisi, İnönü başbakan iken, 1937 tarihinde, Atatürk döneminde kurulmuştur. Tek kuruş borç para alınmadan gerçekleşen ulusal bir başarıdır. Okunması ve anlaşılması gereken bir destandır. Dikkat edelim.. borç alınmadan yatırım yapılamayacağı gibi gerçeklerle örtüşmeyen garip ve boğucu bir duman var ortalıkta.

Tehlikeli bir hastalıktır bu düşünce… bir başka deyişle, Atatürk’ü anlamayan, anlayamayan zihniyetlerin yanılgısıdır.
















Psikolojik Saldırının Görünümleri

Uçak fabrikamız, Nato standardında üretim yapamadığı gerekçesi ile kapatıldı. Nato demek ABD demek….

Sanayi tesislerimizin neden kapatılması gerektiğine dair raporlar geldi. Ne gerek var sanayiye… denildi. Biz size daha ucuza satar, hatta satış kredisi bile veririz diye not düşüldü. Kredi denince durup, düşünmek gerek… Sorarsanız, size yardım yapıyorlar… Aslında faizle para alıyorsunuz… Parayı nasıl ve nerde kullanacağınıza onlar karar veriyor.

Tesislerin özelleştirilmesi ve kapatılması gerektiği politika olarak benimsetildi. Öyle benimsetildi ki, özelleştirmeyi kutsal bir görev olarak benimseyen bir kuşak yetiştirildi.

sene 1882
çalışmaya başlayan
Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Meclis-i İdaresi”
ilgili kararnamenin
18. Maddesi gereği
müfettişler tarafından denetlenebilecekti.

Kararnamenin
uygulama
ve yorumundan doğan
ihtilaflar
19. Madde gereği
iki tarafın tayin edeceği
4 kişilik hakemler grubuna havale edilecektir
Hakem kararları kesindir


Yargı yetkisinden vazgeçildi. Atatürk’ün doğumundan bir yıl önce… Bugün, bir çok uyuşmazlıklar yine hakeme havale edildi. Yargı yetkisi kısıtlanmış oldu. Osmanlı döneminin tavizlerine cumhuriyet döneminde yeni tanım ve uygulamalarla devam edildi. Dikkatle okunması gerek.

Bu ve benzer ayrıntıları bilmeden, Atatürk konusunda yorum yapmaya çalışanlara, önce dersini çalış, sonra görüşelim… demek zorundayız.

Yukarıda anlattık… idam kararları ve infaz şeklinin mantığını… Dikkat edilmesi gereken küçük bir ayrıntı… idamlar, meydanda, herkesin görebileceği yerlerde yapılıyor. Amaç soyut bir idam değil, kalanlara tehdit ve gözdağıdır… İşte biz sizi size astırırız, denmektedir.

Cumhuriyet öncesi Beyazıt Meydanı, cumhuriyet sonrası ise, basın organları eşliğinde… Daha çok kişinin görmesi, duyması sağlanmaktadır.





















Atatürk gibi düşünmek

Bir sorunla karşılaştığında, başvuru kitabınız olmalı… güvenilir bir danışman, bir rehberiniz olmalı… Yaşadığımız dünya, ıssız ada değil… yalnız değiliz…

Atatürk gibi düşünmek, her zaman kullanılacak bir reçete, bir rehber kitap, güvenilir bir dost…

Herkes hukukçu değil. Ama mutlaka bir hukukçumuz olmalı….

Herkes doktor değil, ama mutlaka bir doktorumuz olmalı…

Herkes asker değil, mali müşavir değil, mühendis, öğretmen, …. Değil… Ama hepsi gerekli…

Zor bir karar sürecindesiniz…rehberiniz, yol göstericiniz olmalı…

Atatürk kitabını açıyorsunuz…. Yaşamda en doğru yol gösterici bilimdir, fendir… diyor.

Bir bakan çıkıyor ve uzak köydeki çiftçinin sabanından sorumlu olduğunu söylüyor….

Bir eğitimci çıkıyor, köyü köyden kalkındırmaktan böz ediyor…

Gelecek göklerdedir diyen Atatürk, uçak fabrikası kurulmasını sağlıyor… (Birileri bu fabrikayı özelleştirdi...ya da sattı...ya da üretimi durdurdu...)

Tek kuruş borç para almadan, muhteşem sanayi tesisleri kuruyor…

Yabancı hayranı zavallılara mesaj veriyor… Ne mutlu Türküm diyene…

Anayasa, Medeni Yasa ve pek çok ulusal çalışmaya imzasını atıyor…

Bir şey zor olabilir ama asla imkansız değil…

Söylevi dikkatli okuyalım… kendine saygı, güven ve dostluğu göreceksiniz satır aralarında…

Kendini başkasının yerine koymayı göreceksiniz...

Bir komutan göreceksiniz… müslüman değil ama müslüman kardeşlerinden ayrı mezara girmek istemiyor… gavur falan deyip bizi ayırmasınlar diyor…

1924 Anayasası’nın 2. Maddesi:
Madde 2: (5.2.1937-2115) Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır.

Hem milliyetçi, hem devrimci, laik, devletçi, cumhuriyetçi…

Bu maddeyi çözümlersek, bir çok sorunun çözüldüğünü göreceğiz… bilim ve feni rehber alan, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik ve derimciliği, cumhuriyetçiliği bir bütünün parçaları olarak tanımlayan düşünce , bir çok yapay sorunları baştan çözümlemektedir.

Çok partili dönemde, devletçiliğin tasviye edilmesi için, rapor üstüne rapor sunmuştur sözde dostlar….

Piyasa ekonomisi, serbest piyasa paravanı arkasında, sağcı milliyetçiler ile solcu milliyetçiler birbirine kırdırılmış, araya profesyönel tetikçiler sokularak, ortam kızıştırılmıştır.

Etibank ve Sümerbank

Halkçılık bu… Hitit Uygarlığı (Eti) ve Sümer Uygarlığına sahip çıkıyoruz... Bu topraklarda kurulan tüm uygarlıklar bizim...
Çivi yazıları da, Hitit Yasaları da, Sümer ve Ege uygarlıkları, Roma Hukuk da... hepsi bizim... Türkler’de bilim ve teknoloji var mı yok mu... İlk güneş tutulmasını kim hesaplamıştı... Yazı kimin ürünü, matematik ve geometri, ... bilim tarihini ne kadar biliyoruz...

Menderesten istenen devletçilikten, Atatürten uzak durmasını sağlamaktı....

Ekonomi yönetimini IMF ve Dünya Bankası kontrolüne bırakılmazdı...yani ABD nin...

Özelleştirmeler tarihine bakın... kim istedi, kim yaptı.... Sessiz sedasız Atatürk’ten uzaklaşıldı...

Önce 24 Anayasına darbe.... devrim mi...sağ gösterip sol vurmak böyle bir şey...

Atatürk gibi düşünülse, NATO ve IMF kayığına binilmezdi....

Kaç komutan, bilim adamı, gazeteci, öğrenci... tutuklu...

Atatürk gibi düşünülse, böyle gariplikler olamaz...

Sorun mu...sorunlar çözmek için...

Atatürk gibi düşüneceğiz...

1924 Anayasa’sının 2. Maddesini görmek istiyoruz...ve

Madde 88: Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.
Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen, yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmî olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür.
Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur.

61 Anayasası
I. Temel hakların niteliği korunması
Madde 10: Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adâlet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.

Madde 11: (20.9.1971 – 1488) - Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılamaz.
Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir.

III. Eşitlik
Madde 12: Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

82 Anayası

X. Kanun önünde eşitlik
MADDE 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

24 Anayasasının 2. Maddesi sessiz sedasız unutuldu...

Atatürk gibi düşüneceğiz... Çözüm bu...

Medeni Yasa (Yeni)
I. Hak ehliyeti
MADDE 8.- Her insanın hak ehliyeti vardır.
Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.

1926 tarihli Medeni Yasa
Madde 8 - Her şahıs medeni haklardan istifade eder. Binaenaleyh kanun dairesinde haklara ve borçlara ehil olmakta herkes müsavidir.


ALLAH AKİL ADAMLARDAN KORUSUN...

70 milyon insandan, binde biri dahi olsa yetmez mi... Dışarda akıllı adam aramak ahmaklık değil de ne...70.000 ciddi bir sayı...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tüze felsefesi (hukuk) kümesinde bulunan diğer yazıları...
Türkiye ve Komşuluk
Neymiş Biliyor Musun
Atatürk ve Türkiye
Bilirkişi Raporu
Seçim Barajı
Madem ki Biliyorsun, Neden Öğretmiyorsun
1982 Anayasası ve Tutukluluğun Devamı Kararı
Çok Partili Yaşam
Dostça Bir Söyleşi
Özelleştirme Neden Yapılır

Yazarın bilimsel ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Beynimizin Çaresizlik Oyunu
Bayındır
Kendini Başkasının Yerine Koymak
Doğa Düzeni ve İnsan
Başlarken
Ms ile Söyleşi
Dna ve Evrim
Duygusal Şiddet Nedir?
Hastalığın İlerlemesi Nasıl Durur
Yanlış Anlama Sanatı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sorma İsterse [Şiir]
Kukla [Şiir]
Odabaş Tüm Şiirler [Şiir]
1001 Gece Masalları [Şiir]
Kuklacı Amca [Şiir]
Buluşalım [Şiir]
Çay Koy Ortak [Şiir]
Çay Koy Ortak [Şiir]
Geliyorum Ortak [Şiir]
Zamanın Yaptıkları [Şiir]


Ahmet Odabaş kimdir?

1963 Çarşamba/Samsun doğumluyum. Serbest avukat olarak çalışıyorum. (İzmir'de)

Etkilendiği Yazarlar:
Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Hayyam, O Veli, Aziz Nesin,


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ahmet Odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.