Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Bu ülkede, 1 Mayıs’ın özgürce ve tehlikesizce kutlanmaması için, her yıl, yer tartışmaları yapılır; önceden tehlike sinyalleri verilir; yığınsallığın sağlanmaması için elden gelen yapılır. Buna karşın, emekçiler, kutlamak için koşulları zorlar. Geçen yılki 1 Mayıs, 1980 sonrasının, en yığınsal; toplumsal sınıf, katman ve renk açısından en çok çeşitlilik gösteren bir biçimde kutlanan 1 Mayıs bayramıydı. O coşku ve mutlulukla, duygularımı ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmıştım.( http://izedebiyat.com/yazi.asp?id=98883) Şimdi, alandaki izlenimlerimi paylaşmadan önce, kişisel yaşamımdaki bir ilkten söz etmek isterim sizlere. Sanalla tanışmamın yeni olduğunu sıkça vurgularım, bilirsiniz. Teknoloji ve sanal alem, benim için çok ürkütücü ve güvensizdi başlangıçta. Bir yılda epeyce yol aldım, korkularımı aştım. Henüz sayısı çok olmasa da çok güzel dostlukların kurulabileceğini deneyimledim. Aklımı biraz geri plana atıp, artık sezgilerimi öne çıkartarak yaşamaya karar vermiştim. Sezgilerim beni yanıltmadı. İstanbul’a ayırabildiğim kısa süre içinde, 30 Nisan günü ve gecesi, eskiden gerçek yaşamdan ve şimdi de sanal alemden tanıdığım dostlarla buluşma olanağı yarattık. Akılların ve yüreklerin bu ilk karşılaşmasında, anında, kırk yıllık tanışıklık duygusu uyandı hepimizde. Yürekleri eskimemiş, yurdun ve insanlığın sorunlarıyla çarpan, sıcacık, olduğu gibi görünen ve yaşayan, maskelerini yırtıp atmış, nice cefalar çekmiş, güzeller güzeli kadınlar ve erkekler… Sanki, çeşitli nedenlerle uzun süren ayrılıktan sonra, kaldığımız yerden devam ediyorduk. Ne çok konuşacak konu, ne çok paylaşacak duygu vardı… Zaman yetmedi. Dahası, onların dostlarının da katılımıyla, yeni dostluklara yelken açan bir Nevizade gecesi bile yaşadık ki tadı damağımızda kaldı. Onlara teşekkür borçluyum. Yaşam, bir yanıyla da sürekli böyle tazeleniyor işte. Gelelim Bayramımıza, 1 Mayıs Alanı’na… Bu yıl, yurdun değişik yerlerinde geçen yıla göre daha da yoğun bir katılımla kutlandı 1 Mayıs. İşçi sendikalarının bazılarının, açık ya da utangaç biçimde, iktidara yaranma, yan tutma, işçi sınıfını bölme, yığınsallığı engelleme çabalarına karşın hem de. Sendika merkezlerinin kararına rağmen, pek çok sendikanın, İstanbul’da kutlamalara katılması, bence, uzun yıllardır süre giden uykudan yavaşça uyanışın belirtilerinden biriydi. Yine bindirilmiş kıtalar (Diğer illerden getirilenler) yoktu. İstanbul ve yakın çevresiydi oradaki kitleyi oluşturan insanlar. Bebek arabalarını süren anneler, çocuklarını omuzlarına almış babalar… Toplumun her sınıf ve katmanını, neredeyse yurttaki bütün il ve ilçeleri, İstanbul’un semtlerini temsil eden dayanışma dernekleri… Etnik yapıların, mezhepsel, dinsel farkların oluşturduğu örgütlenmeler… Adını duyduğum duymadığım politik partiler ve gruplar… 1 Mayıs’a örgütlü bir biçimde katıldıklarına ilk kez tanık olduğum, kocaman pankartlarının ardında, futboldaki sömürüyü algılamış, isyan eden taraftar grupları… Kolejliler ve Vosvosçular… Evet bu örgütlenmeleri, Taksim kutlamalarında, ben ilk kez görüyordum. Oyuncuların, sinemacıların ve aklınıza gelen her meslek grubunun kortejleri de her zamankinden kalabalıktı… Güvencesizlik o boyuta gelmiş ki, Güvencesizler Hareketi olarak örgütlenmiş, yürüyordu her yaştan insan. Çeşit çeşit liseli gruplar… Gençler, gençler… Gözbebeklerimi her zaman nemlendiren gençlerim, çocuklarım, canlarım… Elbette, damgayı vuran, kasklarıyla, yavaş yavaş kırmaya hazırlandıkları zincirleriyle işçilerimiz… Vahşi kapitalizmin dayatmasıyla artık kendilerini işçi olarak ya da onun yanında gören çeşitli meslek grupları, örgütleri… Ve benim göremediğim anti-kapitalist İslamcı grup… Göremedim, çünkü bu yıl alan, biraz daha daraltılmıştı ve dört bir yandan oraya akın eden grupların tümünü izlemek, bu yılki kalabalıkta, benim olağanüstü, sağlığımı tehlikeye atan bir çabamı gerektiriyordu. Bu nedenle ilk kez her yeri turlayamadım. Renk renk bayraklarıyla, türküleriyle, giysileriyle, hatta kimi gruplar, gelinliğin bile kullanıldığı kostüm çeşitliliğiyle aktılar 1 Mayıs alanına. Dostça, kardeşçe… Birbirine saygıyla, alkışlarla aktılar aktılar… Şarkılarla türkülerle, marşlarla aktılar, aktılar… Saatler geçti, önden gidenler yenilere yer açmak, onların alanla kucaklaşmasını sağlamak için geri dönüşe geçtiler, diğerleri doldurdu alanı. Balyozla ezilmiş, her türlü yöntemle uyutulmuş, sürüleştirilmiş bir toplumun çekirdeği biraz daha çatlamıştı bu yıl. İş güvencesinden nasıl yoksun olduğumuzu daha çok kavramıştık. Taşeronlaşmaların, özelleştirilmelerin, vurgun ve soygunların, rant kapılarının ve ABD güdümünün daha da farkına varmıştık bu yıl. Suriye’ye karşı savaşa soyunmanın ve halkların birbirine neden kırdırıldığının da daha çok farkındaydık. Pankartlar ve sloganlar bunu haykırıyordu. Savaşa, iş cinayetlerine, sağlıkta soyguna, kadına şiddete, taşeronlaşmaya, zamlara, paralı eğitime, 4+4+4 yasasıyla çocuk işçiliğine ve çocuk gelinlere “Hayır” diyorlardı. Sivas’ı yakanların iktidarda olduğunu, 12 Eylül’ün AKP’yle sürdüğünü haykırıyorlardı. Umudu; kendi yaşamımızla ölçer ve taşırsak, her gün karanlıktır, güneş uzak ve görünmezdir bizim için. Ama akıp giden zaman ve dönüp duran evren içinde, minicikliğimizi ve aczimizi unutmazsak eğer, umudumuz alabildiğine büyür böyle zamanlarda. Dal budak sarar, büyür de büyür. Orada, küçücük bir yapı taşı olmanın hazzını yaşarız. Onun için, ben de her 1 Mayıs’ta tazelenir, yeşeririm, elimde değil. Gevşeyen kol kaslarım dirilir kol kola girdiğim saflarda. Ayaklarım, gövdemi bir başka hafiflikte taşır, kilometrelerce yürürken. İşte 1 Mayıs böyledir, güzel bir geleceği imler ve çağırır. Herkesin istemlerini şiddete uğramadan dillendirdiği, her düşüncenin şiddetle karşılaşmadığı, yazıldığı çizildiği, konuşulduğu sakin zamanlar düşlersin. Sokaklarda, yaşam endişesi taşımayan tok insanların, çocukların, şarkılarla, neşeyle, özgürce dansını düşlersin. Duygular böyledir de akıl yerinde durur mu hiç?... Toplumun hücrelerinde sinip kalmış bu gizilgücün, insanca gereksinim ve özlemlerin; kalıcı birlikteliklerle, barışa, adalete, özgürlüğe dönüştürülmemesinin nedenlerini sorgularsın hemen. Canın yanar, ateş basar, öfke uç verir bir yerlerinde… Yine insanlığın tarihini, tarihin akışındaki yavaşlığı, ömrünün kısacıklığının getirdiği ivecenliğini anımsarsın. “Ah seni gidi yaramaz, afacan, deli gönül, deli bir sevda bu…” der ve gülümseyerek susarsın. Deli bir sevdadır bu... Susarsın ama deli deli de coşar sevdan yüreğinde… Deli bir sevda işte… Gün; deli sevdamızla yaşamımızı donatmak için çabalama günüdür. Gün; hangi gerekçeyle olursa olsun, çocuklarımızı, ülkemizi savaştan korumak için birleşme günüdür. Gün; dünya egemenlerinin ve işbirlikçilerinin vahşi, saldırgan, bölen ufalayan, uyutan, güdümleyen ve sömüren politikalarına alet olmamak için, onların karşısında, tüm güçlerimizi birleştirme ve oyunlarını bozma günüdür. Tehlike gerçekten çok büyüktür ve başka çıkar yolumuz da yoktur. 05.05.2012 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |