Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Birgün, ben, belki bir sığırcık kolonisinin içinde, belki yıldızlarla birlikte, göklerde sayısız resimler çizerek özgürce , delice ya da aheste aheste uçacağım, siz beni görmeyeceksiniz. Ben sizi seyredeceğim maviliklerin, top top, dalga dalga, kıvrım kıvrım, lüle lüle saçlı ak bulutların içinden. Sesiniz gökyüzünü inletecek, kulaklarım tıkanacak, gözyaşlarım yağacak üstünüze. Siz beni unutmuş olacaksınız. Beni uğurlarken gözyaşı dökmüş bir avuç akraba, dost, arkadaş bile unutmuş olacak. Kim hatırlar ki acı çekip “Yapmayın, etmeyin, tehlike büyük, kapıda!” diye çığlıklar atan, kendi halinde bir kadını? Kendi çocuklarını ateşten koruma derdine düşmüşken göklerdeki anneleri, o ateşin içinde akıllarına gelmeyecek çocuklarımın bile… Ama sizin çığlıklarınız gökyüzünü inletecek o zaman. Kulaklarım tıkanacak, gözyaşlarım yağacak üstünüze, bardaktan boşanırcasına… KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!....... Gözyaşlarım söndürür mü sizi saran ateşi? Bilemem. Yoksa hep birlikte el ele verip yangınları söndürmeyi öğrenmiş olur musunuz? Bilemem. Biliyorum, unutulmak umurumda olmayacak. “Ha gayret, ha gayret! Silip atın artık şu tekinsiz yazgıyı!” diye haykıracağım size göklerden. ………………………….. Bayramları yasakladılar, kiminiz sevindiniz, kiminiz seyretttiniz. Egemenlik bayramınızın yerine “Kutlu Doğum Haftası” dediler… “Nereden çıktı bu tarihi belirsiz hafta, nasıl hesaplanmış?” demeden, “Peygamber Efendimiz doğmuş, baş üstüne efendim kutlayalım” dediniz. 60 santimetrekarelik bez parçası, beyinlerdeki, yüreklerdeki dini inancın yerine konmak istendi, “Türban da türban, türbanlı bacılarımız!” diye tutturdular. “Herkes kendi inancına göre giyinmiyor mu? İnanç giysiye indirgenebilir mi?” diye sormadınız, kafa sallayıp “İnanç özgürlüğü” dediniz, alkışa durdunuz. İran’da, Suudi Arabistan’da ve pek çok İslam ülkesinde saçının teli gözüken, tüm özgürlüklerinden yoksun bırakılan kadının gördüğü şiddete, yüzüne dökülen kezzaba, aldığı ölüm cezalarına aldırmadınız, başınıza gelmez sandınız. Başbakan Yardımcısı “Kadın iffetli olacak. Herkesin içinde kahkaha atmayacak” dedi; insanın en güzel halini, gülüşünü yasaklamak namus korumak sayıldı. Sesiniz yükseltmediniz. Gülüp geçtiniz. Çocuk sayınıza, yatak odanıza, doğum biçiminize karışıldı, g..t kılı olmaya devam ettiniz. Kimi yerlerde kadın gişeleri, toplu taşıma araçları harem selamlık oldu, görmezden geldiniz. 4+4+4 yasası çıktı. Kızlar, eğitimsiz bırkılıp çocuk gelin olmaya itildi. Kadına şiddet, son yedi yılda binde 1400 arttı. Ateşe giden yol, kadının saçını kapatmakla açıldı. Kadını yasaklarla kuşatarak, eve tıkarak genişletildi. Kadın, üretendi, doğurgandı. Doğasından ötürü çok güçlü sezgileri, çok güçlü koruyup kollama gücü vardı kadının. Ağrıya acıya dayanıklıydı. Kadını erkeği, insanı değiştirmek, bu gücü elinden almakla, kadını teslim almakla, onu toplumsal yaşamın dışına itmekle mümkündü. Her mahalledeki okuldan en az biri imam okulu oldu, çocuklarınızı yollamaya devam ettiniz. O okullarda, o din eğitimli vakıf evlerinde, Kuran Kurslarında, “Hocanın dokunduğu yerde gül biter.” diyerek ırzına geçildi çocukların. “Böyle din olmaz, olursa ben dindar olmam.” diyemediniz. “Osmanlıca zorunlu ders olacak” dediler, “Amaçları ne ola?” demediniz, seçmeli ders olmasına şükrettiniz. “Karma eğitime son verilecek” dediler, “Eskiden de kız okulları, erkek okulları vardı, olsun varsın” dediniz. Parmak kadar çocukların aklını, dikkatini, bilime değil, sürekli cinselliğe çektiler. Aldırmadınız. “Din eğitimi zorunlu olacak, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammet’in hayatı okullarda okutulacak” dediler, seçmeli ders olmasına fit oldunuz, kendi anlayışlarına uygun din dersini, anaokullarına kadar çaktırmadan yavaş yavaş indirdiler. Cihat adı altında dinci militan katiller yetiştirmeye başladılar. Ondan da korkmadınız. Kürt’ü Türk’ü, az muhalifi çok muhalifi, hep birlikte, halkı tavlamak için dizi dizi iftar çadırı kurmakta, iftar yemekleri düzenlemekte yarışa girdiniz. Seküler Kürt hareketi bile Demokratik İslam Konferansı (Sünni) düzenledi Barış Süreci adına. Akıl çelen moda dindi, sürdü gitti. Günü kurtarma amaçlı politik çıkarlarınız için “Nerede diğer inançların özgürce giyinme, inancını yaşama, ibadet etme özgürlüğü, nerede?” demediniz. Sokağa dökülen gençler, yürekli insanlar gaz yedi, sopa yedi, kurşun yedi. “Çok şükür Allahıma ben uzağım” diye duaya durdunuz. Kâr amacıyla iş güvenliğinden yoksun bırakılmış işyerlerinden çıkan cenazelere cenaze arabaları yetmedi. “Ah vah!” etmekle yetindiniz. Hukukla, yargıyla, eğitimle, güvenlik güçleriyle, toprağınızla, suyunuzla… Her ne varsa her şeyle oynadılar, gerilere götürmek için, para için, kâr için, yeniden yeniden düzenlediler. Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini ateşe verdiler. Ah! Hangi birini sayayım? Aklınızı almaz olunca “Bu da geçer” dediniz tevekkülle. Bütün bunlar olurken, görülmemiş bir vurgun, soygun, talan, yalan dolan yola koyuldu, menzile erdi. Firavun mezarlarına sığmayacak paralar birikti birilerinde. "Çalıyor ama iş yapıyor, sadaka veriyor" dediniz. Hakkınızı helal ettiniz. Şimdi eğitimden, sağlıktan, karın doyurmaktan yoksunsunuz. İşsizsiniz. Ne yapsanız suç... Ne söyleseniz suç... Baksanız suç, bakmasanız suç. Can mal tehlikede. Ağızlarınız mühürlü, kollarınız ayaklarınız efsunlarla bağlanmış. Sancılar içindesiniz. ............................................. “Sen ne yaptın?” diye mi soruyorsunuz bana? Ne mi yaptım? Yeryüzünde kalmam, canımın üstümde olması, iyi kötü geçimimi sağlamayı başarmış olmak mutlu etmedi beni. Şükretmeyi öğrenemedim bir türlü. İhtiyacımdan fazlasını istemek, özenmek de aklıma gelmedi hiç. En çok vicdanımdan korktum, vicdanımdan… Nerde haksızlık varsa, kim eziliyorsa, sömürülüyorsa onun yanında olmaya, onlarla, onlar için mücadele edenlerle birlikte olmaya çalıştım. Ben onlardan biriydim, onlar da ben'di, bizdik ama tektik ve azdık, hep azınlıktık, yetmiyordu gücümüz. Sokakta, mitingte, toplantıda, yetişebildiğimiz her yerdeydik. Siz seyrediyordunuz. Haksızlıklar çoğaldıkça çoğaldı. Ben, yaşlandıkça yaşlandım. Gücüm azalmaya başladığında, bu kez anlatarak, yazarak sesimi duyurmaya çalıştım. Gökler beni çağırana kadar, gördüğümü bildiğimi, okuduğumu yaşadığımı anlatmaya çalıştım. “Başına gelen belalar yetmedi mi? Bu yaşta yeni belalar mı alacaksın?” uyarıları da kâr etmiyordu. Oysa haklılar mıydı? Değer miydi, değmez miydi? Bilmiyorum. Başka bir seçeneği hep reddetmiştim. Denemeden nasıl bilebilirdim ki? Nice bilim insanı, eli kalem tutan yazar çizer, kafa patlatıp yazıyordu, konuşuyordu, anlatıyordu, mahpushanelere tıkılıyordu. Dinleyen, okuyan, okutan ise bir avuç kişi. Dinlemekten, yayınlamaktan, okumaktan, okutmaktan korktunuz. Ben ise “Benden günah gitti” dedim vicdanımı rahatlattım umarsızca… Elimden gelen o kadardı. Yoksa şimdi göklerde nasıl uçardım böyle özgürce? Benim gibilere “Dinsiz, imansız, Allahsız komünist” der, YOK ETMEYE çalışırdınız. Siz, “Dini imanı, Allah’ı Kur’an”ı dilinize pelesenk edenlerdiniz. Ama yoksul ve cahil insanları kandırıp, kör edip, ardınıza katıp dünya nimetlerinden hakkınıza düşenden çok çok fazlasını almaktan hiç kaçınmazdınız. Onun için biz hep azınlıktaydık. Azınlıktaydık da bitmezdik, tükenmezdik bir türlü. Özgürlüğü, adaleti, eşitliği özleyen başkaları yetişirdi ardımızdan. Bizim cehennemimizde öksüz yetim hakkı yiyenler, insanları ezenler, horlayanlar yanıyordu. Vicdanımız cennetimizdi, ona uymayan eylemlerimiz, düşüncelerimiz ise cehennemimiz. Cennet de cehennem de bizdik, bizdeydi, kendimizdik. Öyleydi inancımız. Hak hukuk dinlemeyen gözü dönmüşlerle birlikte yürümenin azabından korktum ben yalnızca. Çok korktum… …………………………….. KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!....... Şimdi sizi dinliyorum, görüyorum. Çığlıklarınız inletiyor gökleri, denizleri, dağları, ovaları... Kırmızıya dönmüş nehirleriniz. Kapkara dumanlar yükseliyor. Ak kanatlı, kara kanatlı, büyüklü küçüklü tüm kuşlar… Sığırcıklar, kartallar, kırlangıçlar, naif serçeler, gözüpek kargalar, yaban kazları, turnalar, gururlu flamingolar, tepelikli ispinozlar, sakalar, şarkıcı bülbüller, çalıkuşları, atmacalar, doğanlar, baykuşlar, yarasalar, karatavuklar, ötleğenler, şımarık sinekkapanlar, toygarlar... Tanıdık tanımadık nice kuş sürüsü, ürktü, kaçışıyor... Göz pınarlarım bir çağlayan. Akıyor... Akıyor... Akıyor... Yangını söndürmeye çalışıyorum. Yeşil yok aşağıda... Ağaç yok... Orman yok... Dümdüz gri, füme renkli, tepelerinde metaller yükselen çatılar, kırmızı kiremitler aşağıya çekmiyor gözyaşlarımı... Ah çekmiyor, çekmiyor... Yeryüzü yeşilin ardından da ağıda durmuş. Gözyaşlarım içime akıyor, içime... Boğuluyorum... (NOT: 2014 tarihli bu yazı, Anayasa Referandumu’nda evet, #HAYIR, boykot seçenekleri için güncellenerek yayına alınmıştır.) 21.12. 2014 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |