Geçmiş ölmedi. Henüz geçmedi bile. -William Faulkner |
|
||||||||||
|
Sevgili bulan, aşığım diye umursamıyor. Terkedilen depresyonda. Kimi işi deliliğe vurmuş, hunisi başında... Eeee... Bana mı kaldı şu dünyanın halleri ?... And olsun ve şart olsun ki ben de umursamayacağım. ......................... Sonbahar’ın sonuna geliyoruz. Yapraklar, kahverenginin, bejin bütün tonlarını kuşanıp yerlerde sürükleniyor, ufalanıp duruyor. Bak, ne yapraklar umurunda flamingoların, ne ben... Balıkçıl da öyleydi ya... And olsun ve şart olsun ki ben de umursamayacağım. .......................... Suriye’ye, sonra da İran’a doğru marş marş mı deniyormuş?... Umurumda değil. Bunun için, “Haydi arslanım” deyip Time’a kapak mı olmuşuz, bize mi kapak/lar olmuş?... Bana ne?... Kapak... Yılın adamı... Yes... No... “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”yla kimlerin, ülkenin başına ne çoraplar örülecekmiş?... Sana ne?... Van boşalıyormuş... Aç, işsiz, çoluk çocuk... Yer yerinden oynamış... Allah devlete, millete zeval vermesin’miş... Bombalar patlamış, yanmış yıkılmış, ölmüş... Füze kalkanlarıymış, füzeler müzelermiş... Daha neler, neler, nelermiş... Hiçbiri flamingoların umurunda değil. Benim de u-mu-rum-da de-ğiiilll!... “Batsın bu dünya!...” Ve de “Kader utansın!...” Kim utanırsa utansın!... Ben utanmayacağım. U-mu-rum-da de-ğilll !!!... .......................... Yılanların, tarla farelerinin, çekirgelerin sonuncuları da çekip gitmek üzere. Kanatlarının ortası, siyah üzerine minicik sarı noktalarla bezenmiş, etrafı ise turuncuyla çerçevelenmiş irice bir kelebek, dizimin üstüne konuverdi. Kanatlarını dikti, topuzlu antenlerini şöyle birkaç kez oynattı. Gözleri yanlarda ama ben eğilip okudum içinde yazanı. Çok bilmişim ya... Okuyuveririm hemen. Okumasına okurum, gerçeği de anlarım; işime geldiği gibi inanırım, o başka... İnanıp orada noktayı koysan rahat edeceksin, kötü olan, yalancıktan inandığını bilmek. Bu gerçeği, miniminnacık, sürekli vınlayan bir matkap olarak beyinde taşımak kolaysa, gel sen taşı ey halkım!...(Ah bir taşısan...) Böyle ileri teknoloji harikası bir matkap iyeliği, ayrıcalık gibi görünse bile “Malın varsa derdin de var.” diyerek sızlanan varsıllar gibi, ben de bu matkabı olmayanlara özenir dururum. Şimdi, o da umurumda değil... Arkadaşım, kozasını örecekmiş, acelesi varmış... Gitmesi gerekiyormuş. “Bu yıl da örmesen sanki şu kozanı, n’olur ki?...” diyorum. “İyiydik buralarda...” Kıçını yukarı kaldırıyor, boynunu büküyor... Pııırrr... Bu umurumda işte... Gitmese... ....................... Saatlerle oynanır ya, bir ileri, bir geri ya da tam tersi olur hani... Ben en son hangisini yaptığımızı unutuveririm. Zamanda güneşi kerteriz alıp işin içinden sıyrılmak kolayıma gelir. Enerjiden tasarruf’muş... Benim ampuller, erken yanıp geç söndüğü için bu tasarruf da benim eve uğramaz. Akıllı sayacımın aklına uyup, gece 10’dan sonra makineleri çalıştırmak da işe yaramaz. Her faturaya kaktırılan, yok kaçak kullananların parası, yok bilmem ne vergisi, üç aylığın durumu, falan filan... Faturalar da umurumda değil, üç aylık da !!!... ....................... Bugünlerde gün ışığı, bana iyice az gelmeye başladı. Güneş, kızıla boyanıp önüme geliveriyor çabucak. Geçip karşıma kızıl saçlarını dağıtıyor, eteklerini savurup nispet yapıyor. Ne yani, seninki gibi uçsuz bucaksız değilse de şunun şurasında on beş yirmi yıl önce bizim de kızıl saçlarımız vardı. Bir de Kleopatra modası vardı üstelik. Liz taylor, Richard Burton... Açık hava sinemalarında seyrettiğimiz... Saç düzelten maşalar bile sonradan çıktı, düz saçlılara özenilen günleri de gördük. Kızıl saçların da, milyonlarca metrelik, binbir çeşit turuncuyu dalgalandıran elbisen de umurumda değil... Al da....... Burnunu kıvırma öyle...Breh, breh, breh’miş... Biz Kleopatra’nın kendisini’ymiş... Sus!... Biliyoruz ölümlüyüz. Azıcık sidik yarıştırsak kime ne zararı var?... Hem senin ölmeyeceğini, gelecek yaşamımda benim güneş olmayacağımı kim bilebilir?... Olsam da olmasam da umurumda değil... ...................... Güneş, aynanın karşısına geçip kızılları sürüp sürüştürmeye başladığında,zamanı ölçmede, benim gibi güneşi kerteriz almış kedi yavruları da üşüşür bahçeye. Onlar, ilk yaz dölleridir. Analarının babalarının özel sigortaları yok. Gebe kalırken, özel sigortanın ne zaman ödeme yapacağını hesaplayıp doğum tarihini saptamazlar. İlle burcu şu olsun ya da “Şu ülkeye gidip doğuralım da oranın vatandaşı olsun” da demezler. (Biz de bilmezdik, demezdik. Kediler gibi miydik?...) Onların zamanını doğaları belirler, maksat döllenmek, üremek olsun. Böyle dediğime bakmayın sevgili okur! İşte o zaman geldiğinde... Dişileri değme yosmaya, erkekleri ise, baştan çıkarmaya talimli en çapkın erkeklere taş çıkartır valla... Aman aman ne cilveler... Aman ne kurlar... Allah sizi inandırsın, körkütük aşık olup dişiyi gözlerini kırpmadan kesmekten, tavuğu, ciğeri gözü görmez olan erkekler gördüm. Dişi afiyetle tavuğa gömülmüş yerken, öylece, kıpırdamadan izleyen erkekler... Bir tanesi, benim Kömür’dü. Hem de ilk aşkıydı bakir Kömür’ümün... Karı da kart ve çirkin bir şey, iyi mi?... Eh, gönül bu, öteki de şans... Cami yıkılsa da mihrap yerinde denecek kadar güzel, yaşlı, fettan bir tekirin, henüz ergenliğe girmemiş Efe’ye ne cilveler yaptığını anlatsam bir öykü çıkar. Zavallım... Önünde debelenen, yuvarlanan, sürünen, orasını burasını, Efe’ciğin orasına burasına sürten, garip sesler çıkartan tekir ve ona bön bön bakıp duran benim yavrucak... Bir defasında korkup kucağıma atlamıştı. ........................ Şimdi yavruların karavana saati. Anaları onları çoktan terketti, “Ne haliniz varsa görün” dedi. Onlar da bana yaranmaya çalışıyorlar. Eeee... Yalakalık dünyası. Biraz sonra, mikserden geçirilmiş; tavuk suyu, çeşitli sebze ve ekmekten oluşan yemeklerini yiyecekler. Serçeler günün son turlarını atıyor. Kumrular koca çamlara tünemeye hazırlanıyor. Deniz kırlangıçları son birkaç dalışın peşinde. Gün, batımda pek ivecen. Şimdilik, balıkçılın, karabatak sürüsünün, flamingo kolonisinin; ne güneşin rengi umurunda, ne yavru kediler, serçeler, deniz kırlangıçları ne de ben... Benim de umurumda değil !!!... .................. Selam olsun, Orhan Veli’nin “Bir elinde cımbız/ Bir elinde ayna/ Umurunda mı dünya?” dediği kadınlara... Hem selam, hem de helal olsun valla!... Nerdeydi Allah aşkına, benim şu cımbızla ayna???... 22.11.2011 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |