Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamış kişiler tarafından anlatılan hiçbir zaman olmamış olaylarla dolu bir yalan. -Santayana |
|
||||||||||
|
faruk anlatıyordu: aşk en büyük kumardır diyordu ersel in iddiasına karşı.ersel e göre ise aşkta kaybeden kumarda kazanıyordu.tayfun bir biberondan içer gibi birayı emiyor ve gülüyordu bana bakarak.bunlar olurken bir sarhoş geldi yanımıza.dikkat edin yahu! bakın zebaniler gidebilir bu gece güldük.adam geçip gitti. gecenin bu ayazlığında ki bir bahar gecesine rağmen ayazlığında; zebaniler akıllarda yer eden en ufak şeyler bile olabiliyordu aslında.bir küçük,pis şakadan tutun,küfürlere varan tartışmalar gecenin zebanileriydi.bunları yaratırdık adeta tüm yaratıcılığımızla,bira yosun gibi sardığında bünyelerimizi.çokça hemen barışırdık.gökyüzü sanki tabutlarını indirirdi bizlere.içine bakmadan güler,şafağı bulur ve yüzlerce boşta gezen günü böyle parçalardık.mekanikleşen gözlerimiz ağırlaşır ve her yeri yatak şeklinde görürdü.sabahları programlanmış robot gibi gelirdik evlerimize.eğlenceli mi? muhakkak.. polis kontrolünün olmadığı bir gündeydik.sabahlayacaktık yine.faruk,ersel,nazmi,tayfun ve ben.karanlık gecelerin beş garip insanı olarak.ben muhabbet kesildikten sonra bir rock parçasını mırıldanıyordum.tayfun yine birayı emiyor ağzını sıvazlıyordu.faruk keresteden yonttuğu aşklarını üflüyordu soğukluğu gitmiş şişelere.ersel yerden aldığı taşları atıyordu.nazmi de onu izliyordu ve hava tahmin edemediğimiz şekilde bozuyordu ve bozuluyordu.ilk andaki çoğunluk düşüncemiz evlere dağılmaktı ama bu zebani karanlığında, içten içe bunu kimse istemiyordu belli etmeksizin.bu gece doğru dürüst konuşmuyor,kavga etmiyor,birbirimize laf sokarak vakit bile öldürmüyorduk.kafayı bulmuyor ve sanki daha çok temizleniyorduk.sanki o yağmuru biz davet ediyorduk. hava ilerleyen saatlerde bağırsak bozulması türünden zırlamaya başlamış ve bizi çoktan uyarmıştı.ama ne yazardı ki! alışılagelmişten alışılmışın dışına çıkacak geceyi başlatan bu gurultuydu.donukluk alışılagelmiş birşeydi aslında ve bizi bu durumdan çıkmaya hazırdık.faruk ilk damlayla sözlerine başlıyordu,altılı ganyanı bırak altılı aşklara bak tayfun söyleniyordu,içkinin üstüne işkembe bile istemiyorum.size benzedim ben de. kilo vermek istiyorum.yanığı,pokeri,kılıcı bırakmak istiyorum! nazmi askerdeki astsubayına küfür ediyor,gülüyordu.ersel daha büyük taşlar atıyor ve chat ortamında kendisine nanik yapan kızlara söyleniyordu filozof edasıyla.yağmur şiddetleniyordu.ben diyordum,polis gelse ne güzel olurdu,ıslanmazdık gülüyordum. yağmur hızlandıkça fareler gibi ıslanıp yine onlar gibi kaçışıyorduk.ve akrep yelkovanı geçtikçe seslerimiz gecenin bu sulu dumanını bölüyordu.artık söylenmiyor hayvanlar gibi bağırıyor,volümü yüksek ağızlarla şarkı böğürüyorduk.nazmi eline aldığı bir sopayla bulduğu bir teneke parçasına vuruyordu.biz de ona eşlik ediyorduk.son biralarımızı dikiyorduk yağmur eşliğinde ıslak ve tatlı.ellerimizi çak çak yapıyorduk.gürültüyü gittikçe yükseltiyor,bir oraya bir bir buraya koşturuyorduk.bu içimizden fışkıran herhangi bir isyan mıydı,yağmur coşkusu mu; haftada altı gün boş gezip bir gün tatil yapmak mı? hayır! bu içimizdeki zebaniliklere karşı duyduğumuz sonsuz tepkisellikti.biralar bile hafifliyor gereği kalmıyordu.dünyanın en güzel kadınlarıyla dansediyor,en güzel konserleri veriyor,en güzel ödülleri alıyor,en güzel yerleri dolaşıyorduk.kendimizden çıkmış kendimizi arıyorduk.gökteki yılan gözleri kafamızdakinin hırsızıydı.bir kovalamacaydı bu etkilenmemecesine.yağmur sanki durmayacaktı,sesimiz hiç gitmeyecekti,ruhlar sonsuza kadar haykıracaktı.zıplıyorduk ve sesimiz daha da gürleşiyordu.tabanlarımız ve gırtlaklarımız acıyordu. gecenin saatleri birbirini takip eder ve dolanırken parkın kenarında bir ışığı seziyorduk.polis değildi gelenler.bir araçtan inen bir sürü sopalı adam ince ışığı takip ederek geliyordu.bu ne gürültü ulan şerefsizler! diye bağırdı birisi.hızla üzerimize yürüdüler.biz kaçmaya başladık önce telaşlı ve sonra gülerek.suları ayağımızla kaldıra kaldıra çıkışa doğru koşuyorduk.nazmi adamların birine yakalanıyor,sopayı yiyordu.ben o tarafa bir taş atıyor tam isabetle adamın acıyla böğürmesine sebeb oluyordum.nazmi biraz semizleniyor ama onu salıyorlardı sonunda hırpalanmış vaziyette. mahallemizde buluşuyorduk sonra ve gülme krizlerine giriyorduk.gırtlaklarımız yine acıyordu.nazminin başından kan akıyor,tayfunun her yanından su ve ter damlıyordu.yağları eriyordu adeta,hepimiz için geçerli olduğu kadar.erimiş sadeleşmiştik..gerçek bir denklemdik artık.ellerimizi kaldırıyorduk.ay yukarıdan gülüyordu sıyrılıp bulutlardan.serbest bir uğultu yanımızdan neşeyle geçiyor ve karanlık onu takip edip yere yığılıyordu.zamanın yönü bize dönmüştü.bunu hissetmiştik ayrılırken.zatürre olmadan evlere dağılıyorduk ama sızmaya değil canlanmaya...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © selim koç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |