"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Duyduğumuzda inanamadık. Topal Hayri'nin de en küçük oğlu da sonunda kodese kapağı atmıştı. Evde bizi bekliyormuş. Üçümüzde birbirimize bir süre sessizce baktık. "Ayıp olmasın en azından bari geçmiş olsuna gidelim" dedi birisi. Sessizlik oldu. Öbürü bana baktı. Dişlerimi sıkıyordum ki bakışlar beni durdurdu. "Yok" dedim. "O adamın evine bir daha kesinlikle adım atmam" dedim ve sustum. İkisi de bana hak verir gibi başını salladı. "Hem bende para yok, boş mu gideceğiz oraya?" dedim. Birisi fırladı. "On şişe bira alacak kadar param var" dediğinde ortancası da gülümsedi, konuştu. "Eee tamam işte o halde daha ne bekliyoruz. Alıngandır Hayri baba, böyle günlerde gitmeyeceğiz de ne zaman gideceğiz." Maddiyat, maneviyat yine karışmıştı. Sokağa fırlamamıza saniyeler yetmişti. Bira almamıza ise dakikalar. "Ortanca" dedim. "Bari sen de bir şey var mı? " Bana gülümsedi: "Olmaz mı zulam da bir parça kalmıştı." derken mutluydu. Baba bizi çağırıyordu. Koşar adım sokakları aşıyorduk. O sokağa girdiğimizde durduk. Gecekondular arasında o uğursuz gecekondu yine karşımızda dikilmişti. Bahçe girişindeki tahta kapıya tam vuracakken sesini duyduk. "Hop yavaş, sessizce girin, konu komşu görmesin. Yeteri kadar reklam olduk zaten. Şişelerin tıkırtıları alt sokaktan duyuluyor ulan!" Şaşkınlıkla birbirimize baktık. İçeri girdiğimizde iri yarı gövdesinin yarısı penceredeydi. Kasketini havalandırırken mendiliyle alnını siliyordu. Odaya girdiğimizde köpeği dışarı çıktı. O leş iğrenç koku yine sahnedeydi. Elini öpmek için hamle yaptığımızda bizi durdurdu. Babacan tavrıyla konuşuyordu. "Geçin çocuklar rahat olun. Ortanca sende biraları dolaba koy ısınmasın." "Geçmiş olsun baba" dedim. "Sağol hocam sen şu koltağa geç otur, siz ikiniz de çekyata oturun" derken sustu. Gözünden akan yaş damlalarının izi suratında çizgiler oluşturmuştu. Biraları içerken bir süre sessizlik oldu. Onun konuşmasını bekliyorduk. Bileğindeki kan izini görünce yine bakıştık. Yoksa biz gelmeden önce iğne mi yapmıştı? "Hayrola baba kol ne iş he?" diye sorduğumda afalladı. Mendiliyle bu kez bileğini silerken cevap verdi. "Yok be kaza oldu, çivi çakarken falan işte." Kimi kandırıyordu? Beş yıldır eroin kullandığını mahallede herkes biliyordu. Yine bozuntuya vermedi. Çıkıştı. "Yok mu ot mot daha ne bekliyorsunuz?" "Olmaz mı baba güzel bir ot var." dedi bizim ortanca. Sonra da sarmak için hızla ayağa kalktı. Konuya bir türlü girmiyordu. Havadan sudan konuşurken gülüyordu. Arkadaşlıktan insanlıktan bahsederken onu ağzımız açık dinliyorduk. "Arkadaşlık var ya çocuklar değerini bilmek lazım bir yerden okumuştum. Şöyleydi galiba. Hani deniz kenarında çakıl taşları vardır ya önce en güzellerini toplarsın, sonra da tek tek atmaya başlarsın. Sonra bir bakarsın avucunda bir tanesi kalır. Onu atmaya bir türlü kıyamazsın, saklarsın. İşte arkadaşlık öyle bir şey hıyar ağaları." dediğinde bana döndü. "Hocam affına sığınıyorum sana demedim. Sen okumuş adamsın hayatı bilirsin. Bunlara söyledim. Açın ulan bir bira daha" diye haykırdı. Benden biraz çekinirdi. Mahallede grup yöneticisi olduğum için. Bu adamla değil içmek evinde bile oturmak her babayiğidin harcı değildi. Gülerken ısıran manyak bir tip olduğu gayet iyi bilinirdi. "En ufak oğlanda paket olmuş diyorlar." dediğimde bir süre düşündü. Dört oğlu da cezaevinde olan bir babaydı. "Evet" dedi. "Beni dinlemediler. Zamanında onları az mı ikaz ettim? Oğlum evladım, bu gasp soygun işlerine girmeyin. Cezası çok ağırdır. Ufak tefek işler yapın. Yankesicilik, hırsızlık yapın. Hem elinizde sürekli para olur, hem de üç beş ay yatıp çıkarsınız dedim. Ama dinleyen kim. Şimdi görürler analarının...!" diye haykırdı. Adeta kin kusuyordu. Bastonunu eline alıp odanın içinde dört dönmeye başladı. Ortancamız onu sakinleştirmek için araya girmek istedi. "Olmuş bir kere baba bari ziyaretlerine gittin mi?" İyice öfkelendi. Bağırmaya başladı. "Ne ziyarete gitmesi lan. O kadar kuyumcu soydular. Gazetelere boy boy çıktılar. Bir günde gelip al babacım bu da senin hakkına düşen pay deyip bir parça altın mı verdiler. Ne gideceğim ziyaretlerine. Üç kuruşluk emekli maaşım var benim. O da anca bana yeter. Biranız bittiyse hadi toz olup gidin buradan canımı sıkmayın benim." Yine yapmıştı yapacağını.Koşar adım evden çıktık. Üç kişi sokağın başında durduk. O ses yine peşimizdeydi. Arkamızdan bas bas bağırıyordu: "Ne dedim ulan ben size he?"
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |