..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Mutlu köle çoktur. -Darwin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Yeraltı > şenol durmuş




22 Nisan 2009
Cafer Kalfa  
şenol durmuş
Metropol İstanbulda yaşayan birisi için fazlasıyla tecrübeli bir vatandaş tipi Cafer. Yoksa gecenin bu vakti G.O.Paşa'nın lanet varoş sokaklarında kim yürümeye cesaret edebilir. Üstelik bu gece kafası haddinden fazla kıyak.


:BIFA:
Gece yarısı saat 03:00

Sokaklar ıssız canlı hareketi yok gibi. Sessizliği bozan ise sadece uzaktan duyulan köpek havalamaları, hırlamaları, ulumaları sayılır. Az sonra çıkan bir çift ayakkabı sesi de diğerlerine karışıyor. Ayakkabıların çıkardığı şiddetli sesler eski sokağın Arnavut kaldırımlarını çınlatırken arka sokaklardaki köpekler dahi bu seslerden ürkmüş olacak ki bir grup köpek sağa sola kaçıyor. Adamın yere sert ve emin bir şekilde bastığı belli.

Tak tuk! tak tuk! tak tuk!

Uzayan gölge sokak dönemecindeki elektrik direğinin altında duraksıyor. İki eli cebinde olan adam kırçılı paltosunun iki yakası da kalkık bir halde duruyor...Adam çevresini kontrol ederken, yaşlı bir sokak köpeği adamın kokusunu çektikten sonra sürüsüne işaretini veriyor. Bunun üzerine köpeklerin gece yaşantısı normale dönüyor. Köpek bu adamı yıllardır tanıyordu. Aslında bu adamı birçok kişi de tanıyor gibi. Adamın ismi özellikle yakın tanıyanların taktığı lakap ile Cafer Kalfa...Caferi belki sizde bir yerde görmüşsünüzdür. Yanınızdan geçerken omuz atmış olabilir; ve ya bir otobüste yanyana oturmuşsunuzdur. Belki de oturduğunuz apartmanda yaşıyordur ve ya yan komşularınızdan biridir. Eğer içki kullanıyorsanız bir meyhanede bir birahanede yahut aksaray yeraltı çarşısının tuvaletinde ona rastlamışsınızdır. Zaten o da bu gece çok sarhoş hem de zil zurna tabiriyle...

Elleri hala cebinde, kafasını kaldırmış, elektrik direğinin aydınlatma lambasına dolunaya bakar gibi bakıyor. Yarım kel kafası parlarken kalın muz bıyığını güzelce sağa sola çekerken sert adımlarla sokağa dalıyor. Sarhoş olmasına rağmen devamlı sağını solunu kontrol ederken çok dikkatli. Her sokak dönemecinde durup bir radar gibi çevresini tarıyor, kontrol ediyor. Metropol İstanbulda yaşayan birisi için fazlasıyla tecrübeli bir vatandaş tipi Cafer... Yoksa gecenin bu vakti G.O.Paşa'nın allahın belası lanet varoş sokaklarında kim yürümeye cesaret edebilir. Üstelik bu gece kafası haddinden fazla kıyak. Ama buna rağmen yürüyüşü muhafız alayının bir askerinden farksız sayılır. Bazen istemeden de olsa yalpalıyor; ama birkaç saniye içerisinde sert adımlarını tekrar atıyor. Askerlik günlerinde çok güzel öğretmişlerdi bu işi biliyordu.Sokakları, caddeleri, operasyona giden bir özel tim elemanı gibi bu şekilde aşıyor.

Tak tuk! tak tuk! tak tuk!

Bazende elini paltosunun cebine sokup Erzurum işi oltu taşı tesbihini çıkarıp sallıyor.

Şak şuk! şak şuk! şak şuk!

Karanlık sokaklarda tek başına yürüyor. Ayakkabı topuğunun çivisi onu uyarınca parketmiş araçlardan bir kamyonun kasasına elini dayayıp soluklanmak zorunda kalıyor... Canı fena yanmıştı. Ayak topuğu onu rahatsız etmişti. Elli yaşını geçmesine rağmen sağlam bünyesi vardı... Yaklaşık dört kilometre yürümesine rağmen yeni mola vermişti. Ve evine ulaşması için daha üç kilometre yürümesi gerekiyordu. Sağ ayakkabısını çıkarıp eliyle yokladığında dört adet çiviyi farketti. Sivri burun yumurta topuk hakiki köseli siyah renk kundura sayısız pençe operasyonuna rağmen onu tam tamına koca beş yıl taşımıştı. Üstelik yaz kış mevsim tanımadan hala kullanıyordu bu pabuçları.

Eski İstanbul bitirimlerinin vazgeçemediği, olmazsa olmaz denilen eşyaların arasında bu kundura tipi önemli yer tutardı. Çorabının paramparça olduğunu gördü. Ayak parmakları tamamen dışarı fırlamışken, topuk tarafı da zaten çivilerden yırtılmıştı. Kaşınan ayak parmaklarına eliyle hafif bir masaj yaptıktan sonra kundurayı asfalta vurup çivileri az da olsa yerine tekrar taktı. İstemeyerekte olsa elini kokladı. Zaten aç midesiyle içtiği onca içkiden sonra midesi bulanıyordu ki bu koku biraz kusmasına neden oldu.

Bir taraftan etrafına binalara bakıyordu. Ayıp olmasın bir gören olursa ne olur, mahçup pozisyonuna düşmek istemiyordu... Çünkü o onurlu haysiyetli bir adamdı. Kim ne derse desin. Eve gider gitmez acilen ayaklarını yıkamasının artık zorunlu hale geldiğini düşündü...Yaklaşık onbeş günden onbeş güne ayak yıkama işlemini yapan Cafer artık sık sık yıkamasının gerekliği olduğunu düşündü, şok geçirmişti. Bu nasıl ayaktı ve bu koku nasıl bir kokuydu, iç geçirdi ve biraz mırıldandı.
-"Anam avradım olsun mübarek hayvan leşi gibi kokuyor, tövbe estağfurullah!"

Fermuarını açıp diğer tekerleğe de işemeye başladı. Gözleri fıldır fıldır dönüyordu...
Ya gören olursa ayıp olmaz mıydı acaba? Süratli bir şekilde işedikten sonra hızla kamyonun yanından uzaklaştı. Başka bir sokağa girdikten sonra rahatlama hissi tüm vücudunu sarmıştı. Artık olay yerinden kaçan bir suçlunun rahatlığını yaşıyordu. Genelde tercihi park halinde ki kamyonlar olurdu. Kamyonun kasa yüksekliği, geniş lastikleri bir kamuflaj olurdu onun için. Hatta Tır olsa daha da makbule geçerdi. Duruma göre işer, kusar, hatta sıçar ve sonra hızlı bir şekilde olay yerini terkederdi. Aslında bu davranışlarından hiç hoşlanmazdı. Hatta vicdan azabı çekiyordu, ama ne yapsın gece yarısı İstanbul sokaklarında çalışan belediye tuvaleti yoktu ki. Çaresiz bir şekilde istemeyerekte olsa yıllardır yüzlerce hatta binlerce kamyonu kirletmek zorunda kalmıştı. Bu konuyu düşündüğünde duyguları yoğun bir iç hesaplaşma savaşına girerdi. Sonunda sağ duyu galip gelir kendi eylemini haklı bulurdu.

Bir kere zaruri zorunlu bir ihtiyaçtı. Devletimizin olanakları sınırlıydı. Ne yapacaklardı, yoksa her sokağa bir tuvalet yapıp başına bekçi mi dikeceklerdi? Sonra "gel vatandaş, buyur istediğin zaman gel, ne olursan ol yine gel günün yirmi dört saati işe kus, işte hizmet" mi diyeceklerdi? Bu imkansız bir durum olurdu; ama o bu hakkı bu imtiyazı kendisinde görüyordu. Tam kırk yıl İstanbul un sayısız binalarında çalışmış, ter dökmüştü. Mecidiyeköyde, Aksaray, Beşiktaş, Şişlide ki birçok bina da onun mala izleri vardı. Üstelik zoruna giden bir durum vardı ki Caferi öfke nöbetlerine sokardı hep. Şimdilerde ne zaman bu yerlere gitse, polis onu durdurup şüpheli şahıs muamelesi yapıyordu. Bu eşitsiz, haksız durumu kabul edemiyordu bir türlü. Çünkü iyi bir vatandaştı o. Her zaman yasalara saygılıydı...Hızlı ve tempolu yürüyüşünde bunları düşündü. Zamanında bu yürüdüğü sokaklar tarla, bağ, bahçe idi ve İstanbulun nasıl bu kadar büyüdüğünü hala anlayamamıştı. Sokaklar yürümekle bitmiyordu. Gece yarısı saat 04:00 ü gösterdiğinde sokaklarda sadece iki çeşit ses yankı yapıyordu. Hakiki köseli yumurta topuğunun sert sesi;

Tak tuk! tak tuk! tak tuk!

Hakiki Erzurum oltu taşı otuzüçlük tesbihin sesi;

Şak şuk! şak şuk! şak şuk!

Geçmiş yııların hatırası beynini rahat bırakmıyordu. Eski yıllarda olsa gecenin bu saatinde Allahın belası varoş sokaklarda mı yürüyecekti? Nerede!... Beyoğlunda en lüks pavyonlardan birisinin en gösterişli masasında baş köşede yerini almıştı bile. Sağında solunda fazla kaşarlanmamış fıstık gibi taze iki karı oturmuştu ve garsonlar etrafında topaç gibi dönerken sorular yağmur gibi yağıyordu:

-"Beyefendi şampanyaları tazeleyelim mi?"
-"Cafer bey göremiyorsanız emredin mumları çoğaltalım."
-"Cafer bey meyveler fazla bekledi, isterseniz tazelesinler, biraz bozulmuş olabilir."
-"Beyefendi bu viskiyi müdür bey gönderdi."
-"Efendim isterseniz Batsın Bu Dünya'yı tekrar söyletelim."

İnsan oğlu hayvanlar aleminin en duygusal yaratığıdır, derler...Ama o daha da duygusal bir yaratıktı. Yaşadığı günler gözünde bir film fragmanı gibi geçiyordu... Bu gecelerde o bir Kadir İnanır yahut Tanju Korel gibiydi ve ya kendini öyle hissediyordu. Ama şu bir gerçek ki ona herkes bir film yıldızı gibi davranırdı. Pavyondaki karılar, garsonlar, pezevenkler, komiler özellikle pavyonun tuvaletine bakan emektar kerhaneden ayrılma yaşlı kadın, ona özel bir ilgi göstermişti

-" Koçum benim, yiğidim, aslanım!" diyordu. -"Bıyıklarına kurban olayım, kıvırçık saçlım maşallah Allah nazardan saklasın, kırkbir kere maşallah" diyordu devamlı her gördüğünde yüzlerce kez.

Aslında daha o zamanlar kıvırcık saçları önlerden imha olmaya başlamıştı. Fakat bu iltifatlar onun bu yaşa kadar gelmesine sebeb olan en büyük manevi destekti. Bu yüzden yıllarca şarapçı, kıyakçı arkadaşlarına eski anılarını hatırlatmayı görev bildi ve sık sık defalarca tekrarladı:

-"Ah ulan ah beni zamanında görecektiniz. Beyoğluna adım attığımda herkes önümde eğilirdi. Ah ulan ah Cafer anasını satayım bu dünyanın ulan be!"

Aslında gerçekçi bir adamdı... Ne Kadire; ne de Tanju Korel'e benziyordu. Kısa boylu, şişman, toparlak kırmızı suratlı bir tipti. En son aynaya baktığında yine de bir film yıldızına Kazım Kartal'ın son haline benzediğini hayretle gördü... Üstelik saçları ondan daha fazla döküktü ve de şişman. Fakat beyoğlu pavyonlarında bu kariyeri elde etmek için çok para harcamıştı. İnşaatçılık mesleğine onunla aynı zamanda başlayan köylü arkadaşları, hısım, dost, akrabaları şimdi İstanbul'un çeşitli ilçelerinde tanınmış birer mütheait olmuştu. Üstelik servetleri trilyonu geçmiş, yatırım üzerine yatırım yaparlarken o hala Ramideki dört katlı bir inşaatın kalfalığını yapıyordu...Hırsla yürürken hala düşünüyordu...Sokağın ortasında durdu..Sevinç, hüzün, keder, gerçek, hayal şimdi birbirine karışmıştı. Sarhoş beyni bu işlemler nedeniyle ayaklarını harekete geçiremiyordu. Morali bozulmuş kilitlenmişti adeta.Ağzından çıkan kelimeler az da olsa sokakta duyuldu:

-"Ulan sen adam olmuyacan, senin ben ananı avradını..!"

Kendi kendisine küfür etmeye başladı. Gecenin bu vakti bir gören olsa hemen "Manyak mı bu adam?" diyerek belkide kaçardı...Kendine küfür etmekte haklıydı hatta daha ağır daha şiddetli küfürleri hakediyordu. Bir saattir yürüyordu niçin, neden yürüyordu acaba. Hava almak için mi veya spor nedeniyle mi yürüyordu?Beynine kan, alkol, su hemen herşey sıçramıştı artık. Yürümesine neden olan en yakın arkadaşı hatta karısından bile fazla değer verdiği dostu Sansar Mahmut yüzünden yollara düşmüştü...Bir okkalı küfürü de Sansar Mahmut ve onun sülalesine saydırdı. Bu gece aldığı kalfalık yövmiyesini son kuruşuna kadar harcamıştı. Her zaman olduğu gibi içkileri mezeleri alıp inşaatın zula bir köşesine oturup alemlerini yaparken, kalan son on lirasını çorabına saklamıştı. Bu onluk taksi parasıydı ve gece yarısı çalışan minibüs, otobüste yoktu. Çorabındaki fitil can dostu Sansar Mahmutun gözünden kaçmamıştı. Gece 01:00 de içki ve mezeler bu dört acımasız gırtlak tarafından yok edildikten sonra ayağa kalkmış müsaade istemişti.Ancak bu onun beyhude bir çırpınışıydı. Üç yokedici onu bırakmamak için çeşitli manevralara girişmişlerdi.

-"Cafer abi senin gibi delikanlı görmedik."
-"Usta sen ne alemler yaşamışsın be ya!"
-"Abi Allahını seversen Olimpiyadaki Muallayı nasıl becerdin bir kez daha anlat ne olur!"

Onun duygusal, yumuşak, gaza gelen bir keriz olduğunu arkadaşları çok iyi bilirdi. Sefil bir inşaatta Kadir İnanır olmak Cafer için herşeyden vazgeçmek demek idi. Fitil ateşlenmiş ve dört şişe bira cila niyetine kullanılmıştı. Şimdi arkadaşları yataklarında fosur fosur uyurken, o yedi kilometrelik etaptaydı.Silahlı Kuvvetlerde dahi bu etap beş kilometreyi geçmezdi ve bu spor maraton gece yarısı da yapılmazdı. Ama Cafer bu olaylara alışkındı çünkü bu film sık sık oynardı.
RAJ KAPOR'un AVARE filmi gibi.

Aksarayın Diojeni sayılan rahmetli Şarapçı Sülo (Nur içinde yatsın) Ölmeden evvel köprü altındaki karton yatağında ona son nasihatlerini vermişti. Tabii o dönem parlak günleriydi, parayı gazete kağıdı gibi harcıyordu... Titreyen kalın sesiyle yalvarmıştı Cafere..

"-Bak evladım Cafer defalarca sana söyledim, gençsin iyi çocuksun burası İstanbul, Kastamonuya benzemez, iyi bir mesleğin var para kazanmak çok kolaydır, zor olan ise parayı tutmaktır. Dikkat et çeşme akarken doldur, bizim toplum çok bozuktur. Bak halime bir zamanlar Adalet Partisinden Milletvekili aday adayıydım ne hale geldim. Şimdi Aksarayın en tanınmış şarapçısı oldum. Ne mal kaldı; ne de mülk. Hiçbir zaman dolduruşa gelme, kabadayı adamsın deyip adamı canından ederler, ne bonkör adamsın deyip insanı malından ederler....Cafer evladım Cafer bunları sakın unutma!" demişti.

Bunları yeniden hatırladı, burnundan soluyordu. Nasihatleri çok iyi biliyordu fakat pratikte uygulamaya geçemedi. İki nasihatten sadece birisi ona uyuyordu. Evet para kazanıyordu sonuçta malından olmuştu.İkinci nasihat ise ona hiçte uymuyordu...Cafer korkaktı. Hem de bir tavşan kadar korkak, serçe kadar da ürkekti. Ancak İstanbul da yaşamın vermiş olduğu tecrübe ile bu eksikliğini görüntüsü ile kapatıyordu. Bu gece giydiği kıyafet şekli ve yürüme stili onu otuz, kırk yıl kurtarmıştı.

Yumurta topuk hakiki köse ve kundura gerçek bir kabadayı ayakkabısıydı. Tesbih aksesuarın ikinci önemli parçasıydı, lacivert kumaş pantolon ve kırçılı uzun palto vücudu tamamlıyordu. Asıl önemli olanı ise kalın bıyıklarıydı... Gerçek harbi klasik maço erkeği bıyığını tavşan dudağında gururla taşıyordu. Geriye kalan tek şey yürüme şekliydi...Bunu da kolaylıkla başarmıştı. İstanbulun eski namlı kabadayılarından Yengeç Kemal Yürüyüşünü ustalıkla sergiliyordu. Bir omuz aşağı da diğeri yukarı da yanlamasına yürüyordu, her gece olduğu gibi...Taktir etmek gerekir ki bu görüntüyü ustalıkla başarmıştı. Bu yüzden sayısız kere defalarca kıçını kurtarabilmişti...O kalıbının adamıydı. Ayağındaki kunduranın yirmi yıllık kırçılı paltonun, oltu taşı tesbihinin kaytam bıyıklarının hakkını veren adamdı. Üstelik bu görüntü ve aksesuar takımı herkese yakışmayabilirdi. Kırk yıl İstanbul sokaklarında dolaşmak her babayiğidin harcı mıydı sanki? Issız sokaklar da adımlarından başka ses duyulmuyordu.

Çok dikkatli yürüyordu... Öyleki bir kurt gibi yürürken, bazen de tilki gibi dinlenip sokak başlarını bina aralıklarını gözlüyordu... Evrimin yaşam formundaki tüm kuralları harfiyen yerine getiriyordu Cafer... Varoşlarda yaşam zor zanaatmış. Bunu çok iyi biliyordu. Onu bu hali ve yürüyüşüyle gören birçok kişi mutlaka yolunu değiştirirdi. Adeta..

-"Ben belayım, ben kabadayıyım, adamı harcarım, bana sakın bulaşmayın, uzak durun benden sayısız leşim var, sayınıza hiç güvenmeyin, Bayrampaşa Cezaevinde beni severler."

Görüntü ve gölgesi bunları anlatıyordu. Bir otoyol tabelası gibi netti...Aslında Bayrampaşa Cezaevinin önünden birkaç kez geçmişti o kadar. Boyacısı Cezaevinin sokağında oturuyordu ve Cafer onu çağırmak için mecburen geçmişti...Ne olursa olsun o işini biliyordu. Milyonluk G.O.Paşa sokaklarında gece yarısı sadece sokak köpekleri ve insan ırkından Cafer vardı. Kim bilir daha kimler vardı acaba...Evine ulaşması için birkaç sokağı geçecekti. Yorulmuştu artık. Boş meyve kasalarının yığılı olduğu bir yerde durdu. Kapalı kepenginden manav olduğu anlaşılan tenha bir yerdi. Biraz dinlenmek, bir sigara içmek iyi bir fikirdi ve geniş bir kasayı alıp kendisine oturak yaptı. ..Öyle bir rahat oturmuştu ki sahibi görse kesinlikle şaşırır "bilmediğim bir ortağım mı var" diye sorabilirdi. Tekrar etrafını kolaçan ettikten sonra cebinden maltepe sigarasını çıkarıp bir tane yaktı. Kafa kıyakken sigara da çok güzel giderdi hani. Bir de marlboro olsaydı deymeyin keyfine..Esrarkeşler gibi derin nefes alıp vermeye başladı. Dumanları gökyüzünü sarıyordu...Manavın tabelası Rızanın sarhoş gözlerine takıldı. Sarı ampül tabelayı tam aydınlatamıyordu. Boynunu züraafa gibi uzatıp okumaya çalıştı.

--Aile Manavı Kazım--

"Tövbe tövbeki tövbe..Kim ulan bu Kazım! Tövbeki tövbe, bizim köylü yavşak Kazım olmasın?"

Biraz düşünse de vazgeçti, ayağa kalktı..Yedinci kilometre bitmek üzereydi. Önünde neredeyse bir sokak kalmıştı, birkaç köpeğin aniden önüne çıkmasıyla irkildi ve durdu. Köpeklerde telaşlıydı ve bir tanesi neredeyse ısıracaktı.Bu köpekler onu tanımıyordu üstelik birde ondan hoşlanmamışlardı. Bir heykel gibi hiç kımıldamadan köpeklerin geçmesini bekledi. Tecrübe kolay kazanılan birşey değildİ...Köpekten kaçılmayacağını biliyordu. Geçmiş yıllarda birkaç pantolon ve ceketinin bazı aksi sokak köpekleri parçalamıştı, üstelik aldığı sıyrıklarda cabası. Köpekler tedirgin olsa da usulca rızanın yanından geçti. Bu yaratıklarla ortak bir yönünün olduğunu her zaman düşünürdü, onlara acıyor saygı duyuyor, onların kader mahkumu olduğunu biliyordu. Bu duyguların etkisiyle aşacağı son sokağa da girdi...Yine sıkışmıştı tuvaletini yapmak için müsait bir yere aramaya başladı. Apartmanların önünde duran iki küçük ağacı es geçti. Küçük bir anadolu kamyonu farketti...Sanki girdiği bu sokakta hiçte hoş olmayan birşey vardı. Kamyonete doğru yaklaşırken bir gölge onu izliyordu. Kamyonet bir marketin önünde park halindeydi ve karşı kaldırımdaki ağacın arkasında ki gölgenin hareketini farketti.

Artık kımıldayamıyordu ve saniyeler içinde karar vermesi gerekirdi.O şimdi Afrikanın korkunç yaşam şartlarında dolaşan ürkek bir ceylan gibiydi. Neyin ne olduğunu tahmin edebiliyordu. Adımlarını tekrar attı, ağır ve aheste aheste yürümeye başlarken tesbihini tekrar salladı. Hesaplar, ihtimaller sarhoş beyninde çarpışıyordu... Sokağın uzunluğu kamyonet, market ve ağaçlar aklını başına getirdi. Geri dönmesi artık tehlikeli bir durum sayılırdı. Dümdüz gidip geçmesi ve bu hattı aşması lazımdı ve başka da hiçbir şansı yoktu.

Şak Şuk,, Şak Şuk...

Ama kıyakçı arkadaşlarına bu geceki olayı kendi bakış açısıyla farklı anlatacaktı...

Şok geçirmiş bir haldeydi, düşünemiyordu. Korku endişe duyguları adrenalinin son limiti de bütün vücudunu sarıp sarmalamıştı. Bu ses Caferin oltu taşı tesbihinden çıkmamıştı. Bu ses hakiki Avrupa patentli iki adet çelik sustalıdan çıkmıştı ve ses büyük bir belanın habercisiydi. Artık beş, on saniye içinde kesin karar vermesi şarttı. Ya hiç bozuntuya vermeden geçecek yahut bir anda arkasını dönüp tazı gibi koşarak bu yerden uzaklaşacaktı. Bu durumda karar vermek gerçekten zordu. Hayat memat meselesiydi.

Belki savaş meydanlarında generallerin verdiği son karar gibiydi. Gerçekten de öyleydi. Birçok komutan böyle bir durumla karşılaşsa belki de bu kadar kısa bir sürede karar veremezdi... Artık gece yarısı İstanbul varoşlarında dolaşmanın tehlikesini ve riskini doya doya yaşıyordu... Geriye dönüp kaçsa iş daha da bok olabilirdi. Her ne pahasına olursa olsun o yerden geçecekti, başka da hiçbir şansı yoktu.Biraz daha yaklaşınca çıkan ses karanlıkta bir kez daha yankılandı.

Şak Şuk! Şak Şuk!


Korkudan titreyen kalbi patlayacak gibiydi. Yürürken ağzından çıkan bir şarkının farkında bile değildi.

-Hatasız Kul Olmaz Dermansız Sev Beni, Sev Beniii..

Geceleri mezarlık önünden geçen insanların korkusunu yenmek için söylediği şarkılar türküler metoduydu bu. Tesbihini sallarken tek kanat yürüyüşünü yengeç yürüşüne çevirdi. Duruma göre hareket etmesini çok iyi beceriyordu bu adam. İşte bu özelliği ve yeteneği ile çok kez dayaklardan sıyrılmış hatta nalları dikmekten bile kurtulmuştu. Acaba milyonluk İstanbulda kaç kişi yapabilirdi bu işi.Bu gölge ve ya gölgeler. İster sarhoş, ister tinerci, yahut gaspçı ve ya cani katil olsun en azından söylediği bu arabesk parça ile onlardan birisiymiş gibi bir izlenim verebilirdi.
Üstelik tesbih ve Yengeç Kemal yürüyüşü de cabası. Birçok suçlu, psikopat arabesk dinlemiyor muydu sanki? Ayrıca kendi kendine düşünceleriyle manevi destek verip yürüdü.

-"Haydi yürü Cafer.Aman bozuntuya verme."
-"Hadi koçum sen neler atlattın.."
-"Yürü ulan yürü başka ne bok yiyecen"
-"Köyün en delikanlı adamı sendin."
-"Çoluğunu çocuğunu düşün, yaptığın inşaati düşün."
-"Eşek cennetindeki yerini düşün Cafer."

Hain gözler karanlıkta parlıyordu. Gölgelerin sayısı da artmıştı. Kamyonetin önüne geldiğinde nihayet manzarayı gördü. Market soyuluyordu bu hainler hırsızdı. Ağacın arkasında duran gözcü hırsız ile başka bir hırsız çömeldiği yerden kalktı. Üçüncü hırsızın elinde ise sayısız karton sigara vardı. Sigaraları taşıyan hırsız kartonları kamyonete koyduktan sonra Caferi hiç umursadan tekrar kırık camdan markete girdi. Ellerinde sustalısı olan iki hırsız hiç konuşmadan Caferin sağına soluna geçerken, çakal bakışlarıyla onu süzdüler. Burası resmen soyuluyordu, Cafer bir soyguna şahit olmuştu artık...Hırsızlar tatlı bir tebessümle ona bakıyordu. Ne konuşacaklarını nasıl davranacaklarını şaşırmışlardı...Hırsızlar ne yapacağını çok iyi biliyordu. Asıl O karar verecekti ne yapacağına. Bu kısa zaman süresi o kadar uzun gelmişti ki düşünecek bir hayli zamanları olmuştu. Yutkunarak da olsa zoraki bir gülümseyerek konuştu:

-"Selamın Aleyküm gardaş kolay gelsin, yardım lazım mı?"

Tabiki bu olayın bu kısmını da arkadaş çevresine farklı anlatıyordu...

iki hırsız birbirlerine bakıp biraz tereddüt ettikten sonra ellerinde ki sustalıları kapatıp ceplerine soktu...Bir hırsız cırtlak sesiyle sordu:

-"Eyvallah dayı sağol sen ne iş bu gece?"

Kritik bir soruydu çok mantıklı üstelik inandırıcı bir cevap vermesi lazımdı. Hiç inandırıcı gelmezdi taksi parasıyla kursağına kadar içtiğini ve parasızlıktan dolayı yollara düştüğünü üstelik yedi kilometre yürüdüğünü ve bunu en yakın arkadaşı Sansar Mahmut'un neden olduğunu anlatamazdı...Cafer ne diyeceğini düşünürken üçüncü hırsızı yazar kasayı kamyonete yüklerken yan gözlerle izledi. Boğazı kurumuştu. Heyecan ve korku içerisinde tekrar yutkundu.

-"Şey yani ben de yolumdayım anlayacağınız, şey yani yardım lazım mıydı gardaş?"
.
İki hırsız şaşkınlıkla tekrar baktı Cafere. Evet onun suratı, konuşması bir suçluya benziyordu hatta hırsıza, katile bir ırz düşmanına da benziyordu. Cırtlak sesli hırsız eliyle sokağın bir köşesini işaret etti ;

-"Bak moruk bu iş anca bizi doyurur, ortak falan istemez, tersosun tamam da fazla birşey çıkmadı; ama şu sokağın üstündeki kuruyemişçiye bak kepeng falan da yok. Oradan birşeyler kurtarırsın hadi yaylan, toz ol bakim.."

Cafer sevinç içinde hırsızın işaret ettiği yöne baktıktan sonra gülümsedi;
"Haklısın gardaş ben bir oraya bakayim size de kolay gelsin hadi eyvallah"

Daha sonra hızlı bir şekilde yürümeye başladı... Ayakları artık zangır zangır titriyordu. Bu belalar hep onu mu bulurdu. Uzun zamandır böyle bir tehlike atlatmamıştı. Bütün Peygamberlere, İlahlara dua ederken sokağın köşeyi döndü ve koşmaya başladı. Son anda idam sehpasından kurtulan bir mahkumun sevincini yaşıyordu.

Ter içinde koşarken binlerce dua ve küfür birbirine karışıyordu.

-"Ulan sen adam olmayacan Cafer senin ben ulan Cafer! Ah Mahmut yaktın ulan beni!"

Koşuyordu Cafer koşmaya devam etti....


1.Bölüm...


.Eleştiriler & Yorumlar

:: Güzel olmuş,amma....
Gönderen: Ömer Faruk Hüsmüllü / , Türkiye
5 Şubat 2012
Ellerinize sağlık.Sürükleyici bir eser olmuş.Ancak ufak bir eleştirim olacak!Aşağıdaki satırlar iki kez yazılmış.Lütfen düzeltin.Saygılarımla... Cafer şok geçirmiş bir haldeydi ve düşünemiyordu. Korku endişe duyguları adrenalinin son limiti de bütün vücudunu sarıp sarmalamıştı. Bu ses Caferin oltu taşı tesbihinden çıkmamıştı. Bu ses hakiki Avrupa patentli iki adet çelik sustalıdan çıkmıştı ve ses büyük bir belanın habercisiydi. Artık beş, on saniye içinde kesin karar vermesi şarttı. Ya hiç bozuntuya vermeden geçecek yahut bir anda arkasını dönüp tazı gibi koşarak bu yerden uzaklaşacaktı. Bu durumda karar vermek gerçekten zordu. Hayat memat meselesiydi. Belki savaş meydanlarında generallerin verdiği son karar gibiydi. Gerçekten de öyleydi. Birçok komutan böyle bir durumla karşılaşsa bu kadar kısa bir sürede karar bile veremezdi belki. Artık gece yarısı istanbul varoşlarında dolaşmanın tehlikesini ve riskini doya doya yaşıyordu. Geriye dönüp kaçsa iş daha da bok olabilirdi. Her ne pahasına olursa olsun o yerden geçecekti, başka da hiçbir şansı yoktu.

:: Didem hanım..
Gönderen: Şenol Durmuş / , Türkiye
13 Mart 2010
İçten yorumunuz ve katkınız için çok teşekkür ederim..Saygımla.

:: Ömer bey..
Gönderen: Şenol Durmuş / , Türkiye
13 Mart 2010
Hocam düzeltmeyi yaptım..Teşekkür ederim.SAYGIMLA

:: Ellerinize, yüreğinize, kaleminize sağlık
Gönderen: Didem Duruöz / , Türkiye
8 Ocak 2010
Bu yazınızı okurken, nefessiz kaldığımı hissettim. tarzınıza hayranım. Gözlemleriniz çok keskin, doğal ve gerçekçi, üslubunuz şaşırtıcı.Öykülerinizi öyle bir anlatıyorsunuz ki, film gibi gözümün önünde çok rahat canlandırabiliyorum. Umarım bir gün bende sizin kadar etkili bir anlatım tarzını yakalayabilirim. Sevgi ve Saygılarımla.Didem




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yeraltı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hırsızlar Kralı
Köpeklerin Aşkı
Topal Hayri
Pavlovun Köpekleri
Cafer Kalfanın İsyanı
Pavlovun Köpekleri 2
Cafer Kalfa Konstantinopoliste
Gerzekler
1453.
İşsiz ve Öfkeli

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kurtarın Beni
Güzel İstanbul
Sarıgöl Roman Mahallesi 2
İdam İsteriz
Pavyon Sokakları
Dilenciler Köyü
Gel Abi...
Emret Başkanım
Düttürü Düüüttt
Cafer Kalfanın İsyanı 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kurtlar Sürüsü [Şiir]
Ego - [Şiir]
Çingeneler Zamanı [Şiir]
Açım Ben [Şiir]
Olmalı [Şiir]
Hani [Şiir]
Zaman Geçsin [Şiir]
Konstantin Ağlıyor... [Şiir]
Kuyu [Şiir]
Sen Gidersen [Şiir]


şenol durmuş kimdir?



Etkilendiği Yazarlar:
CERVANTES


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.