..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
İzEdebiyat - Yazar Portresi - Nuri Ziya Aral
Nuri Ziya Aral - Heykelci...
Site İçi Arama:


Ana Sayfa
  Bana Rakı, Peki'ye Kek... (Nuri Ziya Aral) 15 Eylül 2014 Anı 

Masanın ortasındaki kayık tabakta uzanan, neredeyse iki kiloluk Gridanın, birkaç gün önceki bereketli seferimin avlarından olduğuna, hiç kuşkum yoktu. Yine bir kayık tabağa oturtulmuş ve yenecek yeri kalmamacasına yakılmış Istakozun, alevli servis amacıyla Pis Murtaza'nın motosikletinden çekilmiş, yağlı benzinle tutuşturulduğu na da... Ama nedense, suratıma doğrultulmuş koca tabancanın arkasındaki deli bakışlı ihtiyarın, tetiği çekebileceğinden, kuşkulanmıştım doğrusu. Delikanlılık cesareti mi, yoksa aptallık mı bilmem, herifin gözlerine bakarak, öylece dikiliyordum. Yerime oturmaz sam, beynimi dağıtacağını söylemesine karşın... “Ne olur, dinle onu...” diyerek yalvaran, ağlamaklı sesini duymuştum, masanın diğer ucunda oturan Pis Murtaza'nın. Sağımda oturan ve henüz suratına bile bakmadığım diğer herif ise, “Dediğini yapar...” diye inleyerek, paçamı çekiştiriyordu. Korkmak için bahaneye sığınma gereği görmüş olmalıyım ki, Rosalie geldi birden aklıma. Yanımda olsa, ne yapardı acaba? Haykırırdı herhalde. Güzel dudaklarını alabildiğine ayırıp, hiçbir şey söyleyemeyen sesiyle, haykırırdı. Ben de, sesinin neye benzediğini öğrenirdim böylelikle... Rosalie yanımda değildi yazık ki ve daha fazla da bakamamıştım, ihtiyarın kan oturmuş aklarının içerisinde demirli, küçücük yeşil gözlerine. Aniden başlayıp bütün vücudumu saran titremeyi belli etmemeye çalışarak, usulca çöktüm iskemleme. “Hah şöyle...” dedi ihtiyar da, yerine oturup, tabancasını elinin altında olacak şekilde masaya bırakırken. Sonra da Murtaza’ya döndü, “Hadi bakalım Pis, tazesinden bir şişe kap gel, delikanlıya…”

  Son Kez Açtı Krizantemler... (Nuri Ziya Aral) 10 Eylül 2014 Anı 

Yatacağım yerin gösterilmesini beklerken aldığım sabahın köründeki içki önerisi, canımı fena sıkmıştı. Kötü kötü bakarak, anlaşılmaz bir şeyler homurdandım. “Tamam, tamam...” diyerek kesti homurdanma mı. “İçkileri ben hazırlarım, hem niye çekingen davranıyorsun ki? Dur da, sana giyecek rahat bir şeyler getireyim.” Az sonra, kendi üzerindekilere benzeyen, sırtına Ejderha resmi işlenmiş mosmor bir şeyle dönmüştü. Elime tutuşturduktan sonra da karşıma geçip, merakla izlemeye koyuldu. İçimden küfrederek, ceketimi çıkarmıştım. Sonra da, kravatımı ve gömleğimi... “Fanila veya atlet kullanmıyor musun?” diye sordu, elimden aldığı gömleği bir askıya geçirirken. Mini bir Kimono görünümündeki garip üstlüğü giyerek mırıldandım. “Hayır.” “Üşümüyor musun peki?” “Hayır.” Gömleğimi ve ceketimi bir askıya yerleştirerek portmantoya asmış ve kollarını göğsünde kavuşturarak, beni izlemeye dönmüştü yine. Elimdeki uçkurlu zımbırtıyı omzuma atarak, kemerimi ve pantolon düğmelerini çözmeye koyuldum ben de. Beni izleyen meraklı bakışlarından biraz utanıp kendimi striptizci gibi hissedince de, “Bilsen iyi olur...” diye mırıldandım. “Ben, don da kullanmam.” “Kal orada...” diyerek bağırmıştı birden. “Soyunup dökünerek, tahrik edeceğini sanma sakın...” “Hiç öyle bir niyetim yok. Uyarmıştım, kötü mü ettim?” “Uzatma... İçkileri hazırlamaya gidiyorum, giyinmen bitince de salona gel.”

  Bir Büyük Rakı, Biraz Kavun... (Nuri Ziya Aral) 9 Eylül 2014 Anı 

Önce Nurcan girmişti içeriye. Her ne kadar inleye inleye yerlerde kıvranıyor duysam da, anadan doğma olmamın getirdiği pornografik görüntüm Nurcan'ın acıma duygularını yok etmiş ve iki eliyle birden yüzünü kapatarak, ırzına geçiliyor muşçasına çığlıklar atmasına neden olmuştu. Çığlıklarla birlikte de, Faruk daldı odaya… Bu sefer de Nurgül, orasını burasını örtmeye çalışırken atıvermişti, canhıraş feryadını. Zavallı Faruk ise, temmuz sıcağına karşın gırtlağına kadar iliklediği pijamaların dan bir yerlerinin görünmesi sanki mümkünmüş gibi elleri ile kasıklarını kapatmış, avazı çıktığı kadar da bağırıyordu. Herkes bağırdığı için, ses çıkarmama gerek kalmamıştı artık. Canımın acısını da bir yana bırakarak kendimi yatağa atıp, çarşafı üzerime çektim. Hala çığlık atıp duran Nurgül’de iki eliyle birden kıçını kapatarak yatağa koşup, can havliyle yanıma sığınmıştı. Ortalıkta görülecek bir şeyler kalmayınca da, çığlıklar kesiliverdi. “Tamam mı, gözlerimi açayım mı artık?” diyen, Nurcan'ın fısıltısı duyulmuştu sessizlikte önce. Sonra da, Faruk’un kükremesi… “Madem sevişi yordunuz, odanızın kapısını neden kilitlemediniz? Pis teşhirciler...” İkisine de kötü kötü bakarak söylendim, “Ya siz, kapıyı çalmadan neden daldınız içeri peki? Pis röntgenciler…” “Çıkardığınız seslerden, birbirinizi boğazladığınızı sanmıştık. Manyakça bir seks fantezisi yaptığınızı, nereden bilelim?” Az önce beni öldürecek denli öfkeli olmasına karşın, endişe içerisinde koluma sarınmış titreyen Nurgül’e bakarak, “Ne fantezisi be?” diye hırladım. “Duyduğunuz sesler bu katilin, yumurtalı sucuk pişirme arzusundandı…” .

  Bu Seferlik Benden Olsun... (Nuri Ziya Aral) 9 Eylül 2014 Anı 

Kitaplardan birisinin arasından, belki sekize katlanmış kocaman bir kağıt çıkartarak yere yaymıştı. Sonra da elleri ve dizleri üzerinde dört ayak pozisyonuna geçerek, biraz sağlıklı ve cinsel güdüleri normal olan hiçbir erkeğin katlanamayacağı bir görüntüdeyken, bakınmaya başladı kağıda. Derin bir iç çekerken sordum, “Ne yaptığını söyler misin lütfen?” “Horoskopunu çıkartıyorum.” “Onu anladım güzelim de, horoskop ne?” “Yani, doğduğun zaman dilimindeki gökyüzünün konumunu inceliyorum.” “Uğraşmana gerek yok, sorsaydın ya. Parçalı bulutluymuş, doğmam dan sonra da şerefime, yağmur yağmış zaten…” “Bırak dalga geçmeyi, yıldızlardan söz ediyorum ben. Mesela doğum saatinde aslan burcu da çok güçlü. Ondan da etkilenmiş sindir mutlaka.” Acaba o kağıdın olduğu yerde ben olsam, benimle de aynı dikkat ve özenle ilgilenir miydi ki? İlgilenecek olursa eğer, Parmak uçlarıyla mı, yoksa aşağıya sallanıyor olmalarına karşın, uçları neredeyse karşı duvarı gösteren manyak memeleriyle mi yapardı bunu? Öğrenmeye kararlıydım, yattım kağıdın üzerine… “Amma da adammışsın haa!” diyerek çıkıştı. “Senin geleceğin için uğraşıyorum burada. Horoskopun çıkınca hepsi önüne serilecek zaten, sabırlı olsana biraz.” Fena bozum olmuştum, kötü kötü bakarak kalktım ayağa. Biraz düşündükten sonra da itirazlarına aldırış etmeden incecik belinden yakalayarak kucaklayıp, aşağı odanın merdivenlerine yürüdüm. Bir yandan da mazeretimi fısıldıyordum, “Beni anlamalısın güzelim! Sen horoskopumu çıkarana kadar benim canım çıkacak herhalde. Dolayısıyla da geleceğim filan kalmayacak artık. Hem, şu sürprizin neydi bakayım?

 

 



Yarım saatlik bir yürüyüşün sonrasında, binlerce yılın ardından artık kayalaşmış toprakla kaynaşan duvarların çevrelediği, minik bir limana gelmiştim. Küçük elipsini çizen duvarlar, denizin içersinde kaybolup gidiyordu.
Okuduklarımdan öğrendiğim kadarıyla bu antik uygarlığın kurulduğu dönemlerde deniz buralara dek gelmediğine göre, üzerinde dolandığım muhteşem duvarların çevrelediği devasa havuz da, liman olmamalıydı aslında.
Ama şimdi, doğanın o erişilmez değişkenliğinin sonucunda, ters çevrilmiş sandal görünümündeki o döneme özgü mezarların içerisinde yüzdüğü, minik bir limandı işte…
Ne çok mezar vardı çevrede. Denizci bir ulus olma gururunun sandal görünümlü taşlarla dile getirildiği, içerisine tıkılmış olanların ekonomik ve sosyal düzeylerini
üzerlerindeki işlemelerle belirten ve her dönemde gidileceği varsayılmış öbür taraf
yolculuğunun rahat geçmesini amaçlayan, ne çok mezar…
Bir zamanlar yeyip içip sıçan, çalıp çırpan veya çalışan, bütün yaşamlarını kendilerine örnek seçtiklerine erişmek veya rakip gördüklerini aşmak için tüketen, sahip olabildikleri artı değerleri hemcinslerine karşı avantaj, karşı cins için de koz olarak kullanan, büyük bir olasılıkla da aradıklarını asla bulamayan, zaten ne aradığını da bilmeyen, yaşları ilerledikçe de göt korkusuyla yeni yaşam şekillerini düşleyen, sonra da geberip giden ve tozu bile kalmamış hiçleri barındıran, ne çok mezar…
Çevredeki kalıntıların en sağlam kalanlarının mezarlar olması, bir rastlantı mıydı acaba? Ölüme verdikleri değerden ötürü mezarları, yaşamlarını sürdürdükleri evlerinden daha sağlam planlanmış olabilir miydi ki? Yoksa sonraki dönemlerin insanları, kendilerinden önce var olanların yaşadıkları yerleri yok etmekte bir sakınca görmezken, ölüme duydukları saygıdan dolayı mezarları, özellikle mi korumuşlardı ki?
İyi ama her iki durumda da, yaşadıkları sürece ne kendilerine ne de başkalarına saygı göstermeyen insanların hiçliğe verdikleri bu değer, mantıklı mıydı?
Ve eriştikleri teknoloji ile övünen günümüz insanlarının, yaşamın tadına varmayı hala öğrenemedikleri halde ömürlerini uzatabilmeleri, bir yandan götlerinin yerden kalkmamasını sağlayacak kolaylıklar bulurlarken, diğer yandan da düzenlerini sürdürebilmek için binlerce yıl önce uydurulmuş varsayımlara inançlarını devam ettirmeleri, cinsler arası ilişki açısından yine binlerce yıldır bir arpa boyu yol alamadıkları için kadın-erkek çelişkisini hala sağlıklı bir ilişkiye çevirememeleri, birlikte olma veya olamama nedenlerini pek ala bilmelerine karşın genlerine kazınmış korkulardan dolayı bir türlü dile getirememeleri, hoşnutsuzluklarından kurtulabilmek için de kendi ters çevrilmiş sandallarının planlarını hazırlayarak hiçliği varlığa çevirebilme umutları, hangi akla hizmetti acaba?
Nereden bilecektim ki? Hem zaten, büyük emeklerle işlenmiş taşlara bakıp “Neden’leri?” değil de, “Nasıl’ları?” düşünmek, daha kolaydı galiba.
“Vay bee…” diyerek söylendim, yüksek sesle. “Nasıl da, uğraşmış herifler!”



 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Nuri Ziya Aral, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

 

Bu dosyanın son güncelleme tarihi: 21.11.2024 12:53:10